Özellikle Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai ve İbn Mace gibi hadis derleyicilerinin sahih kabul edilen hadis kitaplarında, Kur’an’a uygun olan rivayetlerin yanında Kur’an ayetiyle doğrudan çelişen pek çok rivayetin de bulunduğunu görmek zor değildir. Esasen söz konusu hadisçiler tarafından derlenen hadis kitaplarında dinin tek kaynağının Kur’an olduğunun, yani din adına Kur’an’ın yeterli olduğunun ve Kur’an dışında hidayet kaynağı arayanın sapıtmış olduğunun vurgulandığı rivayetler de yer alır: “Benden Kur’an haricinde hiçbir şey yazmayınız. Kim benden bir şey yazdıysa onu imha etsin.” Müslim, Zühd 72, (3004)” Ömer, Peygamber’den halkın doğru yoldan sapmamaları için kendisine bir şeyler söyleyip yazmasını istediğinde, Peygamber ‘Allah’ın Kitab’ı bize yeter’ dedi.” Buhari İtisam 26, İlim 39, Cenaiz 32, Merza 17; Müslim Cenaiz 23, Vasaya 22. “Kur’an’dan başka hidayet kaynağı arayan sapıtmıştır. ” 10 Tirmizi, Sevabu’l-Kur’an 13, (2906)”...Size, sıkıca sarıldığınız sürece asla sapıtmayacağınız bir şey bırakıyorum: Allah’ın Kitab’ı.” 11 Müslim, Hac 147 (890); Ebu Davud, Menasik 57 (1905); İbn Mace, Menasik 84 (3074). Bir başka rivayette ise peygamberimizin söylemediği bir sözün ona isnat edilmesi en büyük iftira olarak ifade edilmiştir: “En büyük iftiralar, bir kimsenin babasından başkasına nesep iddiasında bulunması, görmediği rüyayı gördüğünü iddia etmesi ve Resulullah’ın söylemediği bir sözü ona isnat etmesidir (söylemediği bir şeyi. ona söyletmesidir).” Buhari, Menakıb 5. Görüldüğü gibi Kur’an’a uygun olan bu türden hadis rivayetleri, din adına Kur’an dışında kaynaklara ihtiyaç duyanların önüne aşılması mümkün olmayan bir set çekmektedir. Buna rağmen Allah’ın bu konudaki apaçık ayetlerini yok sayanlar, güvenilir kabul ettikleri kaynaklarda geçen ve peygamberimizden geldiğini kabul ettikleri bu türden rivayetleri de yok saymaktadırlar. Din adına Kur’an’ın yeterli olduğunu destekleyen hadis rivayetleri de peygamberimize ait olmayabilir. Aynı kaynaklarda hem Kur’an ayetleri ile hem de kendi aralarında çelişen ama aynı zamanda Kur’an ile uyumlu olan rivayetlerin de bulunduğu görülmektedir. Bu yüzden hem Allah’ın apaçık ayetlerine rağmen hadis rivayetlerini esas alanların hadis kaynaklarındaki Kur’an’ın yeterli olduğu türünden rivayetleri görmezden geldiklerinin gösterilmesi hem de kendi aralarındaki çelişkileri sebebiyle hadis rivayetlerinin dinin kaynağı olamayacağının ortaya konulması için bu rivayetler kullanılmıştır. Hadis rivayetlerini dinin olmazsa olmaz bir kaynağı olarak kabul eden çevrelerin Kur’an ayetleri ile uyumlu ve kendi algıları ile çelişen birtakım rivayetleri görmezden gelmelerinin nedeni, sadece yaygın olarak yaşanan ve kendilerine öğretilen din anlayışını haklı çıkartacak hadis rivayetlerini esas almak istemeleridir. Bu sebeple esas aldıkları bu rivayetlerin aksini söyleyen rivayetleri dikkate almayarak kendileri ile çelişmektedirler. Örneğin bir hadis rivayetinde peygamberimizin şöyle söylediği iddia edilir: “Bana Kur’an ve bir o kadarı daha verildi. Yakında karnı tok, koltuğuna yaslanmış birisi, ‘Size Kur’an yeter; onda neyi helal bulursanız onu helal kabul ediniz. Onda neyi haram bulursanız, onu da haram biliniz’ diyecek. Şunu iyi bilin ki, Allah’ın Resulü’nün haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibidir.” 13 Ebu Davud, Sünnet, 6, (4604); Tirmizi, İlm 60, (2666); İbn Mace, Mukaddime 2,
Bu türden rivayetlerin, din adına uydurmalar baş gösterdiğinde insanları Allah’ın Kitabı’na çağıran ve hükmün ancak Allah’ın vahyi ile verilebileceğini, peygamberimizin de gerçek yolunun bu olduğunu söyleyenleri susturmak ve bastırmak için uyduruldukları çok açıktır. Din adına Kur’an’ın yeterli olamayacağı türünden rivayetlerin ve “İleride şöyle diyenler çıkacak” türünden kehanetlerin, daha ilk günden insanların Kur’an’ın yanına başka din kaynakları konulmasından rahatsız olarak “Kur’an bize yeter” ya da “Kur’an dışında hüküm arayan sapıtmıştır” demeleri sebebiyle uydurulduğunu anlamak zor değildir. Kısacası minareyi çalanlar kılıfını da hazırlamışlardır. Bu konularda çıkan tartışmalarda bu türden rivayetleri delil olarak sunarak “Bakın zaten peygamberimiz sizin gibi sapkınlardan haber vermiştir” türünden savunmalar yapılması, bu gerçeğin fark edilememiş olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte peygamberimiz bu türden gelecek ile ilgili haberler veremezdi çünkü peygamberimiz gaybı bilmezdi: “De ki: ‘Ben size, Allah’ın hazineleri yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmem…” (En’am Suresi 50). “De ki: Allah’ın dilemesi dışında kendim için yarardan ve zarardan (hiçbir şeye) malik değilim. Eğer gaybı bilebilseydim muhakkak hayırdan yaptıklarımı arttırırdım ve bana bir kötülük dokunmazdı.” (A’raf Suresi 188). Dolayısıyla geleneksel dini savunanlar, inanmak istedikleri dine uygun olan rivayetleri esas alarak kendi inandıkları ile çelişenleri göz ardı ediyorlar. Oysa bu durum Kur’an’ı dinin tek kaynağı gören kişiler için söz konusu değildir. Bir ayetin esas alınıp başka bir ayetin göz ardı edilmesi mümkün değildir. Böyle yapan kişiler aynı şekilde kendileri ile çelişir. Oysa geleneksel dini savunanların yöntemi ve kendi içindeki tutarsızlıkları tam da bu şekildedir. Aynı kaynaklarda, söz konusu hadis rivayetlerinin tam aksini söyleyen ve bir anlamda Kur’an’ın din adına yeterliliğini destekleyen rivayetler, rivayetlerin kendi içlerindeki tutarsızlık ve çelişkilerine örnektir. Bir hadis rivayetinde peygamberimizin şöyle söylediği iddia edilir: “Allah’ın Kitabı’nda helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır. Hakkında sustuğu ise serbesttir. Allah’ın serbest bıraktıklarını kabul edin ve bilin ki Allah hiçbir şeyi unutucu değildir.” Ebu Davud Etime 39; Tırmizi Libas 6.” Bir başka rivayette de sahipleri ile arasındaki borcun kaldırılması hususunda Hz. Aişe’den yardım talep eden bir kölenin durumu peygamberimize arz edildiğinde peygamberimizin Hz. Aişe’ye şöyle söylediği iddia edilmiştir: “(Resulullah) ‘Sen satın al, sonra da azad et. Vela (kölelik bağı) hakkı, azad edene aittir’ buyurdu. Bunu söyledikten sonra Resulullah ayağa kalkarak şu hitabede bulundu: İnsanlara ne oluyor ki, alışverişlerinde Kitabullah’ta (Kur’an’da) bulunmayan şartları koşuyorlar? Kitabullah’ta olmayan bir şart koşana bu helal olmaz. Böyle biri yüz şart da koşacak olsa Allah’ın şartı daha doğru, daha sağlamdır.” 15 Buhari, Mesacid 70, Zekat 61, Büyu 67, 73, Itk 10, Mekatib 2, 3, 4, 5, Hibe 7, Şurut 3, 10, 13, 17, Talak 16, Kefaratü’l-iman 8, Feraiz 19, 20, 22, 23; Müslim, Itk 5, (1504); Ebu Davud, Itk 2, (3929-3930); Nesai, 85, 86 (7, 300); Tirmizi, Büyu 33, (1256), Vesaya 7, (2125); İbn Mace, Itk 3, (2521).
Bu sözü peygamberimiz söylemişse de söylememişse de söz Kur’an’a uygundur. Gerçekten de dini bir konuda Allah’ın Kitabı’nda olmayan bir şartı ileri sürenin şartının kabul edilemeyeceği açıktır. Peygamberimizin birbiri ile tam olarak çelişen iki farklı yaklaşımda bulunması söz konusu edilemeyeceğine göre ya bu sözleri peygamberimiz hiç söylememiştir ya da bunlardan biri kesin olarak yalandır. Hangisinin yalan olduğunu anlamak ya da şayet bu sözler peygamberimiz tarafından söylenmişse hangisini söylemiş olabileceğine dair bir karara varabilmek için Allah’ın Kitabı’na başvurmaktan başka çıkar yol olmadığı açıktır. Söz konusu rivayetleri Allah’ın Kitabı’na sunduğunuzda ise “Allah’ın Resulü’nün haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibidir” şeklindeki rivayetin peygamberimiz üzerinden uydurulmuş büyük bir iftira olduğunu anlamak son derece kolaydır. Bu durum aynı zamanda güvenilir kabul edilen hadis kitaplarındaki çelişkileri net bir şekilde ortaya koymakta ve gerçekte hiç de güvenilir olmadıklarını açık bir şekilde göstermektedir. Bununla birlikte şayet uydurma olduğu son derece açık olan söz konusu bu rivayet doğru kabul edilecekse o zaman madem peygamberimize Kur’an ile birlikte bir o kadarı daha verilmişti ve madem peygamberimizin haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibiydi neden peygamberimiz kendisine Kur’an dışında verilenleri ve Allah’ın haram kıldığı gibi haram kıldığı şeyleri kayıt altına aldırmadı? Şayet iddia ettikleri şey doğruysa o zaman bu iddia sahipleri aynı zamanda peygamberimizin kendisine verilen risalet görevini hakkıyla yerine getirmediğini yani Allah’tan almış olduğu emaneti insanlara tam olarak iletmek ve onları kayıt altına aldırmak noktasında yetersiz kaldığını söylemektedirler. Mahmud Ebû Reyye’nin, söz konusu iddia ile ilgili yaklaşımı son derece isabetlidir: “Bu babtaki sözlerimize son vermeden önce hadisleri vahiy gibi göstermek isteyenlerin naklettikleri bir hadise değinmek istiyoruz: “Dikkatinizi çekerim, bana Kitab ve onunla beraber benzeri verildi.” Başka bir rivayette: “… bana Kur’an ve onunla beraber bir benzeri verildi.” Rivayet meselesinin ürettiği hadislerin en garibi bu olsa gerek! Zira eğer Resul’e Kitab/Kur’an ile birlikte bir benzeri verilmişse bu; Din’in tamamlanması için Kur’an’ın bir tamamlayıcısı olmuş demektir. Peki, durum böyleyse Resul Kur’an’a gösterdiği özeni bu “benzer/ hadis”e acaba neden göstermemiştir? Niçin Kur’an gibi onu da inişi anında kaydedecek kâtipler tutmamıştır? Resul neden hadisi ihmal ederek onun yazımını yasaklama yoluna gitmiştir? Neden “Benden Kur’an dışında bir şey yazmayın! Kim benden Kur’an dışında bir şey yazmışsa onu yok etsin” demiştir? … Resul ölüm döşeğinde iken kendisine indirilen: “Bugün sizin Dininizi tamamladım, nimetimi bütünledim ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim” (Maide Suresi 3) ayeti dile getirilirken üstteki hadis acaba neredeydi? Resul o gün yanındakilere şunları buyurmuştu: “Allah’a yemin ederim ki, aleyhime söyleyebileceğiniz hiçbir şey kalmadı. Kur’an’ın helal kıldığı hiçbir şeyi de haram kılmadım. Onun haram kıldığı hiçbir şeyi de helal kılmadım.” Sonra Ebu Bekir halka hitaben: “Allah’ın Kitabı aramızda; onun helalini helal kılın, haramını haram kılın!” derken bu hadis neredeydi? Ömer Resul’den, halkın doğru yoldan sapmamaları için kendisine bir şeyler söyleyip yazmasını istediğinde; Allah’ın Resulü: “Allah’ın
Kitabı bize yeter!” derken bu hadis neredeydi?” Mahmud Ebu Reyye, Muhammedî Sünnetin Aydınlatılması, çev: Muharrem Tan, Yeni Zamanlar Yayınları, s.30-31.
Kur’an’a birebir uygun olan diğer hadis rivayeti de peygamberimiz tarafından söylenmemiş olabilir. Din adına Kur’an’ın yanına kaynaklar ilave edenler ortaya çıkınca belki de din adına Kur’an’ın yeterli olduğunu peygamberimiz üzerinden de ispat etmek için bu türden sözler iyi niyetli inananlar tarafından peygamberimize isnat edilmiş olabilir. Yine de niyeti ne olursa olsun birinin söylemediği bir şeyi o söylemiş gibi göstermek doğru değildir. Üstelik söz konusu kişi Allah’ın resulü ise bu hiçbir şekilde kabul edilemez. Öte taraftan kesin olan bir gerçek vardır ki bu da söz konusu hadis rivayetinin ifade ettiği şeyin zaten Kur’an’da ayet olarak yer alıyor olmasıdır. Dolayısıyla “Allah’ın Kitabı’nda helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır. Hakkında sustuğu ise serbesttir…” şeklindeki hadis rivayeti peygamberimiz tarafından söylenmiş olsa da olmasa da Kur’an’a uygunluğu sebebiyle peygamberimiz tarafından söylenmesi muhtemel olan bir sözdür. Rabbimiz Kur’an’da açıklandıkça hoşunuza gitmeyecek ya da bize ilave yükümlülükler getirecek şeyleri sormamamızı, onların affedildiğini söylüyor: “Ey iman sahipleri! Size açıklandığında canınızı sıkacak şeylerle ilgili soru sormayın. Kur’an indirilmekteyken onları sorarsanız size açıklanır. Allah onları affetmiştir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok yumuşak davranandır.” (Maide Suresi 101). Yine bir hadis rivayetinde de benzer bir duruma dikkat çekiliyor: “Mescide uğramıştım, gördüm ki halk, zikri terk edip boş ve yararsız konulara dalmış, konuşuyor. Hz. Ali’ye çıkıp durumdan haberdar ettim. Bana: ‘Doğru mu söylüyorsun, öyle mi yapıyorlar?’ dedi, Ben: ‘Ben Resulullah’ın şöyle söylediğini işittim: ‘Haberiniz olsun bir fitne çıkacak!’ Ben hemen sordum: “Bundan kurtuluş yolu nedir Ey Allah’ın Resulü?” Buyurdu ki: “Allah’ın Kitabı (na uymak)dır. O’nda sizden önceki (milletlerin ahvaliyle ilgili) haber, sizden sonra (kıyamete kadar) gelecek fitneler ve kıyamet ahvali ile ilgili haberler mevcut. Ayrıca sizin aranızda (iman-küfür, itaat-isyan, haram-helal türünden) cereyan edecek ahvalin de hükmü var. O, hak ile batılı ayırt eden ölçüdür. O’nda her şey ciddidir, gayesiz bir kelam yoktur. Kim akılsızlık edip O’na inanmaz ve O’nun ile amel etmezse Allah onu helak eder. Kim O’nun dışında hidayet ararsa Allah onu saptırır. O Allah’ın sağlam ipidir. O, hikmetli olan zikirdir, O dosdoğru yoldur… Âlimler ona doyamazlar. Onun çokça tekrarı usanç vermez, tadım eksiltmez. İnsanı hayretlere düşüren mümtaz yönleri son bulmaz, tükenmez… Kim ondan haber getirirse doğru söyler. Kim onunla amel ederse ücrete mazhar olur. Kim onunla hüküm verirse adaletle hükmeder. Kim ona çağrılırsa doğru yola çağrılmış olur…” Tirmizi, Sevabu’l-Kur’an 14, (2908). Görüldüğü gibi söz konusu bu hadis rivayeti de yukarıda örneği verilen “Bana Kur’an ve bir o kadarı daha verildi” şeklindeki hadis metni ile çelişmekte ve birçok Kur’an ayeti ile örtüşmektedir. Hz. Ali’den rivayet edildiği kabul edilen bu sözlerin peygamberimizin
ağzından çıkmış olması muhtemeldir. Kur’an’ı yeterli görmek istemeyenler haliyle aynı kaynaklarda geçen bu hadisleri dikkate almaz ve kendileri ile çelişirler. Bu hadis rivayetleri, Kur’an’ın yeterli olduğuna delil olarak değil, hadislerin kendi içindeki tutarsızlıklarını göstermek için verilmektedir. Kur’an’ın yeterli olduğunun delili bizzat Kur’an’ın kendisidir. Bu yüzden bunu destekleyecek bir hadise ihtiyaç yoktur. Yine başka bir hadis rivayeti de şu şekilde gelmektedir: “Resulullah muhtazar (ölmeye yakın) iken evde bir kısım erkekler vardı. Bunlardan biri de Ömer İbnu’l-Hattab idi. Resulullah: ‘Gelin, size bir şey (vasiyet) yazayım da bundan sonra dalalete düşmeyin!’ buyurdular. Hz. Ömer: ‘Resulullah’a ızdırap galebe çalmış olmalı. Yanınızda Kur’an var, Allah’ın Kitabı sizlere yeterlidir’ dedi…” Buhari, Megazi 83, İlm 39, Cihad 176, Cizye 6, İ’tisam 26; Müslim, Vasiyye 22, (1637).
Şayet bu şekilde bir olay gerçekleşmişse Hz.Ömer’in ortaya koymuş olduğu net tavrın sebebi, peygamberimizin bu konudaki net tavrını bilmesidir. İddia edilen bir sözün peygamberimize ait olup olmadığı konusunda doğrudan Kur’an’a başvurmak suretiyle gereken hassasiyet ve titizlik gösterilmediği için gerçek ile yalanın birbirine karıştığı rivayetler toptan bir şekilde kabul edilerek söz konusu hadis kitaplarına girmiş ve bu sayede birçok uydurma, peygamberimiz üzerinden dinselleştirilmiştir. Peygamberimize isnat edilen rivayetler ile ilgili tek geçerli hakem Kur’an olması gerekirken, söz konusu hadisleri toplayan kişiler yaptıkları elemeleri hadis metninin Kur’an’a uygunluğu üzerinden değil, rivayet ettiği kabul edilen kişi zincirlerinin güvenilirliği üzerinden gerçekleştirmişlerdir. Kimi zaman bir rivayetin doğrudan Kur’an ayetleri ile çelişiyor olması, bazen bir konu ile ilgili farklı rivayetlerin varlığı ya da bir başkasının “Ben şunu da söylediğini işitmiştim” ya da “Şunu işitmedim” diyerek mevcut rivayete ekleme-çıkarma yapması da söz konusu rivayetlerin açık ve net olmadıklarının ya da aktarılırken değişime uğradıklarının delilidir. Söz konusu rivayetler toplanırken yalnız Kur’an’ın ölçü alınması hassasiyeti gerektiği gibi gösterilmediği için bazı hadisçilerin de dikkat çektiği gibi en sahih kabul edilen hadis kitaplarındaki hadisler de dâhil olmak üzere tam anlamıyla güvenilir kabul edilebilecek hadis, yok denecek kadar azdır. Hadislerin kendi içlerindeki güvenilirlik derecelerine göre yapılan tasniflere göre en güvenilir kabul edilebilecek bir hadis için bile en fazla denilebilecek olan şey peygamberimize ait olma ihtimali olduğudur. Hiçbir hadis için bu kesin peygamberimize aittir denilemez. Bazı hadisçilerin de ifade ettikleri gibi bir hadisin sahih olduğunun söylenmesi, Hz. Peygambere ait olma ihtimalinin, ait olmama ihtimalinden fazla olduğunu vurgulamak içindir. Bunun dışında kesin olarak peygamberimize ait olduğunun söylenmesi söz konusu değildir. Peygamberimizin dilinden tebliğ edildiği kesin olan tek hadis vardır, o da ilahi kelam olan Kur’an’dır. Kur’an dışındaki tüm rivayetler zan ihtiva ederler. Güvenilir kabul edilen hadis kitaplarındaki kimi rivayet ve ifadeler, bir kez olsun Kur’an’ı anlayarak ve ayetleri üzerine düşünerek okumuş biri tarafından bile uydurma oldukları kolayca anlaşılabilecek türdendir. Dolayısıyla din adına uydurulan şeyleri fark edebilmek için akıl ve vicdan sahibi olmak ve Kur’an’ı doğru bir şekilde anlayarak okumak yeterlidir. Ebu Hanife’nin Hadis Rivayetlerine Yaklaşımı Bu noktada İmamı Azam Ebu Hanife’nin (ö. 767) hadislere yaklaşımına dikkat çekmek gerekir. Ebu Hanife’nin, el-Alim ve’l-Muteallim isimli eserinde talebesi ile arasında yaşanan bir diyalog son derece önemli ve dikkat çekicidir. Talebe hocasına sonradan Kütüb-i Sitte hadisleri arasına da girecek olan bir rivayet ile ilgili görüşünü sormaktadır: Talebe: ‘Zina eden bir Müminin imanı elbisenin sıyrılması gibi başından çıkar. Sonra tövbe ederse imanı ona iade edilir’ şeklindeki rivayet için ne dersin? Ebu Hanife: “Ben buna inanmam. Benim bu sözlere inanmamam ve bu sözleri reddetmem, Nebi’yi tekzip etmek (yalanlamak) değildir. Nebi’yi tekzip etmek ancak ‘Ben Nebi’nin sözüne inanmıyorum’ demekle olur. Eğer bir kimse: “Ben Nebi’nin her söylediğine inanıyorum, ancak Nebi haksız yere konuşmaz ve Kur’an’a muhalefet etmez’ derse bu, onun Nebi’yi tasdikettiğini ve Nebi’yi Kur’an’a muhalefetten tenzih ettiğini gösterir. Şayet Nebi Kur’an’a muhalefet etse ve yüce Allah’a karşı haktan başka bir şey söyleseydi, yüce Allah: “Eğer Muhammed, bize karşı ona (Kur’an’a) bazı sözler katmış olsaydı, biz onu kuvvetle yakalardık, sonra da onun şah damarını koparırdık, hiçbiriniz de onu koruyamazdınız!” (Hakka Suresi 44-47) kavline uygun olarak, onu kuvvetle yakalar ve şah damarını koparırdı. Allah’ın Nebisi, Allah’ın Kitabı’na muhalefet etmez. Allah’ın Kitabı’na muhalefet eden kimse de Allah’ın Nebisi olamaz! Rivayet edilen bu haber Kur’an’a muhaliftir. Çünkü Allah Teala Kur’an’da “Zina eden kadın ve zina eden erkek…” demiş ama zani ve zaniyeden iman vasfını nefyetmemiştir. Keza “Sizden fuhuş yapanların her ikisini de…” ayetindeki ‘sizden’ ifadesi ile Yahudileri veya Hıristiyanları değil Müslümanları kastetmiştir. O halde Kur’an’a aykırı Nebi’den hadis nakleden herhangi birini reddetmek Nebi’yi reddetmek veya Nebi’yi tekzip etmek değildir. Bilakis Nebi adına batıl bir şey rivayet eden kimseyi reddetmek demektir. İtham Nebi’ye değil, sözü nakleden kimseye yöneliktir. Bu nedenle Nebi’nin söylediği her şey, işitelim veya işitmeyelim başımızın gözümüzün üstündedir. Biz onların hepsine iman ettik. Onların Allah’ın Nebisinin söylediği gibi olduğuna şehadet ederiz. Ve yine şehadet ederiz ki, O, Allah’ın nehyettiği bir şeyi emretmemiş, Allah’ın kullarına ulaştırılmasını emrettiği bir şeye de mani olmamıştır. O, hiçbir şeyi Allah’ın tavsif ettiğinden (belirttiğinden) başka bir şekilde tavsif etmez. Yine şehadet ederiz ki, O, bütün işlerinde Allah’ın emrine muvaffak etmiş, hiçbir bid’at ortaya koymamıştır. Allah’ın söylemediği hiçbir şeyi de Allah’a isnat etmemiştir. İşte bu yüzden Allah Teala: “Kim Resul’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur!” buyurmuştur.” 19 Ebu Hanife, El-Âlim Ve’l-Müteallim, çev: Mustafa Öz, M.Ü. İlahiyat Fakültesi
Vakfı Yayınları, s. 23-24.
Görüldüğü gibi Ebu Hanife’nin rivayetler konusundaki ölçüsü ve tavrı son derece nettir ve bugün kendilerini “Hanefiler” olarak niteleyenlerden oldukça farklıdır. Üstelik diyaloğa konu olan rivayet dikkate alındığında söz konusu bu rivayetin Ebu Hanife tarafından reddedilmesinin sebebi, rivayetin Kur’an’a aykırı olması değil, Kur’an’da hiç yer almayan bir şeyi iddia ediyor olması yani Kur’an’a ilave yapıyor olmasıdır. Dolayısıyla daha önce de dikkat çekildiği gibi bazı rivayetler doğrudan bir Kur’an ayeti ile çelişmese de dine ilave getiren ya da başka bir ifadeyle dinde olmayan bir şeyi varmış gibi sunan her iddia, Kur’an ile çelişiyor demektir. Hadislere karşı son derece net bir tavra sahip olan Ebu Hanife’nin en meşhur hadisçiler tarafından ağır ithamlar ile eleştirildiği ve hakkında birçok reddiyeler yazıldığı görülmektedir. Buhari’nin (ö. 869) Ebu Hanife’yi güvenilmezlik ve yalancılık ile suçladığı ve küfre girdiğini iddia ettiği, İmam Malik’in (ö. 795) ise Ebu Hanife’yi ümmetin en şerlisi olarak tanımladığı bilinmektedir. Yine örneğin Ahmet b. Hanbel (ö. 855), Ebu Hanife ve öğrencileri için şu şekilde sözler sarf etmiştir: “Onlar(Ebu Hanife ve takipçileri) bidatçi ve sapıktırlar, sünnete ve esere (hadise) düşmandırlar, hadisleri iptal edip Resulullah’a karşı çıkarlar. Ebu Hanife ve onun gibi düşünenleri imam ve onların dinini din edinirler. Onlar, Resulullah’ın hadislerini, ashabının yolunu terk edip Ebu Hanife ve taraftarlarının yoluna tabi olmuşlardır.” Ebu Hanife’nin maruz kaldığı bu iftira ve iddialar, günümüzde din adına Kur’an’ın tek kaynak olduğunu ve peygamberimizin de yolunun bu olduğunu söyleyen kişilerin maruz bırakıldıkları iddia ve iftiralar ile aynıdır. Garip olan ise İslam âleminin en büyük mezhebi Hanefilik olmasına rağmen bu mezhebi takip edenlerin kabul ve uygulamalarının Ebu Hanife’ye değil onu eleştiren ehli hadise benzer olmasıdır. Kur’an’dan sonra en güvenilir olduğu kabul edilen hadis derlemesinin sahibi Buhari’nin, en büyük mezhep olan Hanefiliğin kurucusu olduğu iddia edilen Ebu Hanife’yi güvenilmez ve yalancı olarak itham etmesi ise geleneksel din algısının içler acısı halini, kendi içindeki tutarsızlığını ve Kur’an dışı kaynakların güvenilmezliğini ortaya koymaktadır. Din, tarih ve tıp bilgini olan İbnu’l Cevzî’nin (ö. 1201) peygamberimize isnat edilmek suretiyle gelen rivayetlerin dinin esası, akıl ve mantık ölçülerine uygunsuzluğu karşısındaki tavrı son derece nettir: “Biz muhaddislerin usulü gereğince, onlar tarafından uydurulduğu belli olsun diye ravilerini cerhe tabi tuttuk. Yoksa bu tür hadislerin ravilerini araştırmaya bile gerek yoktur; çünkü aklen ve mantıken muhal olan bir şeyi sika (güvenilir) raviler bile rivayet etse yine de reddedilir ve onların hata ettikleri kabul edilir. Nitekim bir grup sika (güvenilir) ravi bir araya gelerek, devenin iğne deliğinden geçtiğini söyleseler, muhal olan bir şeyi rivayet ettikleri için, güvenilir olmaları hiçbir şey ifade etmez ve onların rivayetlerini kabul etmeyi gerektirmez. O halde, akıl ve mantık ölçülerine uymayan veya dinin temel esaslarına aykırı bir hadis görürsen, bil ki, o uydurmadır, onu araştırmak için ayrıca zaman harcama.” Hadislerin birileri tarafından inkâr edilmelerine gerek yoktur. Zaten birçok hadis hem Kur’an ile hem de kendi arasında çelişerek kendi kendilerini inkâr etmektedirler. Hadisleri savunanlar, hadisleri bilmiyorlar. Bilenler ise işin içinden çıkamadıkları ya da işlerine gelmediği için gerçeğin üzerini örtüyorlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen yorumlarınız küfür hakaret içermesin. Kendi görüş ve düşüncelerinizi ekleyebilirsiniz.