Bunların hepsini Hz. Peygamber söylemiş midir?

Bunları Hz. Peygamber’in gerçekten söylediğine ikna olmamız lazım. Hz. Peygamber Kuran dışında hiçbir şey söylemeden, başka hiçbir söz dahi ağzından çıkmadan gitmiş değildir herhalde. Mutlaka çeşitli vesilelerle bir şeyler söylemiştir. Bu söyledikleri etrafındaki sahabeler tarafından duyulmuştur ve değişik yollardan aktarılmıştır. Duyan duymayana söylemiştir. Fakat zaman içinde bunların içine uydurmaları da karışmıştır. Buna önlem olsun diye cerh ve tadil çalışmaları olmuş, ayıklama faaliyetlerine girişilerek değişik dönemlerde mevzuat (uydurma hadisler) kitapları yazılmıştır.


Tarihten günümüze bunların en önemlileri arasında, örneğin İbnu’l-Cevzi’nin Kitabü’l-Mevzuat mine’l-Ehadisi’l-Merfuat’ı, Mecdüddin el-Firuzabadi’nin Hatimetü Sifri’s-Saade’si, Celalüddin es-Suyuti’nin el-Leal-Masnua fi’l-Ehadisi’l-Mevzua’sı, İbnu Arrak el-Hicazi’nin Tenzihü’ş Şeriati’l-Merfüani’l-Ahbari’ş Şeriati’l-Mevzua’sı, Şemseddin-i Sehavi’nin Makasıd-ı Hasene’si, Ali b. Sultan el-Kari’nin el-Mevzuat’ı (Türkçe’ye çevrildi), Muhammed b. Ali eş-Şevkani’nin el-Fevaidü ‘l Mecmua fi ‘l-Ehadisi’l Mevzua’sı (Türkçe’ye çevrildi), Ebü’l-Hasenat Abdu’l-Hayy el-Leknevi’nin el-Asaru’l-Merfuda fi’l Abbari’l-Mevzua’sı ve Türkçe olan M. Yaşar Kandemir’in Mevzû Hadisler, Menşei, Tanıma Yolları ve Tenkidi ile M. Hayri Kırbaşoğlunu’nun Alternatif Hadis Metodolojisi’ni bir çırpıda sayabiliriz.

Şu an İslam dünyasında dokuzu (Kütüb-ü Tis’a) Sünni dünyanın, dördü de (el-Kafi) Şii dünyanın elinde olmak üzere 13 büyük hadis kitabı var. Bu kitaplarda yarı yarıya olmak üzere yaklaşık 30 bin civarında Hz. Peygambere ( ve Hz. Ali ve imamlara çünkü Şiiler onlardan gelene de hadis diyor) ait olduğu iddia edilen rivayet bulunuyor.

Bu kitaplarda binlerce hadisin tenkidi yapılır, uydurma olanları tanıma yolları gösterilerek ölçüler, kriterler konur ve her “Gale Resullulah (s.a.v)…” diye başlayan söze hadis denemeyeceği delilleriyle anlatılmaya çalışılır. Bunlar boşuna ortaya çıkmamıştır.

Bu tür kitaplarda çok önemli bazı kriterlerden bahsedilmiştir. Sadece bunlara bakmak bile bir ipucu verebilir. Liste uzayabilir ama bunlardan en önemlilerini birkaç madde halinde şöylece sıralayabiliriz;
1- Hadis, doğrudan doğruya Hz. Peygamber’in dilinden olmalıdır.
2- Hadis, Kuran’a aykırı olmamalıdır.
3- Hadis, aklın ve duyuların apaçık (bedihi) verilerine aykırı olmamalıdır.
4- Hadis, gelecekle ilgili yer, zaman, tarih, kişi, topluluk ismi vermemeli, bunları övgü veya yergi içermemelidir.
5- Hadis, itikatla ilgili olmamalıdır çünkü haber-i vahid itikatta delil olmaz. Bütün hadisler ilim ifade etmesi açısından haber-i vahittirler. Yani Kuran gibi geniş topluluklarca rivayet edilmezler. Her sahebe kendi duyduğunu tek kişi olarak Hz. Peygamberden aktarır. Bunun için ona haber-i vahit denir.
6- Hadis, daha çok bir evrensel ahlaki öğüt içeriyor olmalı veya yaşayan sünnetle gelen bir ibadetin nasıl yapılacağını gösteriyor olmalıdır. Güvenilir hadislerin büyük çoğunluğu da zaten böyledir.
Sadece bu altı kriter bile yukarıda anılan 13 kitaptaki yaklaşık 30 bin rivayete vurulduğunda en az yarısından fazlasının elendiğini görülür. Geriye, büyük çoğunluğu evrensel ahlaki öğütler ve ondan daha az bir kısmı da, şu an yaşanılan ve Kuran’da zaten yer alan namaz, oruç, hac, zekat, abdest gibi ibadetlerin nasıl yapılacağına dair örneklikler anlamına gelen rivayetler kalır ki asıl uyulması gereken hadisler de bunlardır.
***
Evrensel ahlaki öğütlerden maksat iyilik, güzellik, doğruluk, dürüstlük, erdem, mertlik, söz, namus, vefa, ana babaya saygı, çocuk sevgisi, kadınlara iyi davranma, yoksula yardım, mahrumu, mazlumu ve mağduru koruma, komşu hakkı vb. zaten her toplumda atasözleri, güzel sözler ve deyişler şeklinde beliren temel insanlık hasletleridir.
Asıl sahih hadisler bunlardır. Bu sözlerin bir benzerini bir Çin atasözü, bir Kızılderili şiiri veya bir Rus deyişi olarak da duymuş olabilirsiniz. Konfüçyüs’e, Buda’ya veya bir bilge kişiye ait söz olarak da işitmiş olabilirsiniz. Hepsi aynı kandilden konuşurlar. Bu anlamda milletlerin anonim ruhu olan atasözleri, saf dinlerin ruhu gibi yalan söylemez. Birbirine benzerler, hemen tanırsınız onları.


Demek ki (Şiilerin hadis anlayışı da dahil) genel olarak hadis dediğimiz sözler, sahihiyle zayıfıyla, mevzusuyla meşhuruyla, aslında, örneğin Çin anonim ruhunun Konfüçyüs’de billurlaşarak iyi, güzel ve doğru namına ne varsa ona atfetmesi gibi, İslam milletlerinin anonim ruhunun Hz. Muhammed’te billurlaşmış halidir.


İçinde o anonim ruhun arayışlarını, acılarını, özlemlerini, umutlarını ve aynı zamanda da acizlik ve zayıflıklarını bulursunuz. Sünni kitaplarda bir çok hadis tenkit edilirken “Aslında bu söz Hasan-ı Basri’ye aittir, Arapların şu şiirinden alınmadır, Sırrı Sakati’nin sözüdür…” vs. denilerek eleştirilmesi, Şii kitaplarda da Cefer-i Sadık’ın veya Muhammed Bakır’ın sözleri olarak da aktarılması bunu gösterir.


Yani, İslam milletlerinin, yeryüzünün tozuna toprağına bulanarak, olaylar içinde yoğurularak akıp gelen bilinçaltı, peygamberden gelen rivayet kandiline katılarak kendini onunla ifade etmiştir. Bu nedenle bir taraftan umudu, hasreti, arayışı, diğer taraftan da zaafiyeti, acizliği ve eksikliği bir arada barındırır. İyilik, güzellik, doğruluk, dürüstlük, adalet vs. ile ilgili sözler birincisine, İsa, deccal, mehdi, kadını aşağılama, erkek egemen söylemler vs. ikincisine örnektir.


Bu anlamıyla hadis külliyatı, şu an yıkılmış bir uygarlığın, bir zamanlar parlak başarılar elde etmiş bir yaşanmışlığın kayıtlara yansımış söz deposudur. Şu an üzerine sünger çekilmesi değil, süzgeçten geçirilmesi, yeniden ele alınması, yukarıdaki gibi kriterler oluşturularak ayıklanması, buradan diğer milletlerin anonim ruhuyla mukayese edilmesi, böylece de insanlık terazisinde tartılması gerekir. Toptan bir kenara atılamayacağı gibi toptan kabul de edilemezler.
***
Uygulamalı bir örnekle ne demek istediğimi açayım;
Önce yukarıdaki onüç meşhur kitaptan oluşan hadis “deposuna” bakıyoruz. İçlerinden az önceki altı kritere uyanlardan bir demet seçip çıkarıyoruz, örneğin;
“Sizin en hayırlınız ahlakı en güzel olanınızdır.” (Tırmizi, Muslim)
“İyilik güzel huydur. Günah vicdanını rahatsız eden, içinde sakladığın ve insanların duymasından hoşlanmadığın şeydir.” (Muslim, Tırmizi).
“Ya Ebu Zer! Ne tedbir gibi akıl, ne haramdan kaçınmak gibi vera, ne de güzel ahlak gibi müruvvet bulunur.” (Nesei)
“Allahım! ayrılık ve bozgunculuktan, ikiyüzlülük ve kötü ahlaktan sana sığınırım.” (Ebu Davud, Nesei)
“Üç kimse var ki cennete giremeyecektir: zina eden ihtiyar, yalancı hükümdar ve kibirli fakir.” (Muslim, Nesei).
“Kibirli ve kendinde olmayan şeylerle öğünen kimse cennete giremez.” (Ebu Davud)
“Bir adam “Ya Resulallah, insanların en erdemlisi (hayırlısı) kimdir?” diye sordu. “Çok yaşayıp ameli güzel olandır” buyurdu. “Peki, İnsanların en kötüsü kimdir?” diye sordu, “Çok yaşayıp ameli kötü olandır” buyurdu. (Tırmizi).
“Bir adam “Ya Resulallah, ben Allah yolunda savaşmak istiyorum” dedi. “Annen sağ mıdır?” diye sordu. Evet deyince “Ayağına sarıl, cennet oradadır” buyurdu. (Tabarani)
“Asıl zenginlik mal çokluğu değil gönül zenginliğidir.” (Buhari, Müslim, Tirmizi).
“Hz. Peygamber bir gün “Pehlivan kimdir, bilir misiniz?” diye sordu. “Güreşte yenilmeyendir” dedik. “Hayır dedi, asıl pehlivan öfkesini yenendir.” (Müslim, Ebu Davud).
“Müslümanların en faziletlisi kimdir? diye sorulunca “Elinden ve dilinden Müslümanların emin olduğu kimsedir” buyurdular.” (Tirmizi)
“Kendin için istediğini mümin kardeşin için de istemedikçe kamil mümin olamazsın.” (Buhari)
“Birbinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız, iman etmedikçe de cennete giremezsiniz” (Buhari, Müslim).
“Resulullah bir yere seriyye gönderdi. Seriyye geri döndüğünde onlara şöyle buyurdu. “Afferin küçük cihadı yerine getirip de büyük cihadı baki kalanlara.” Denildi ki, “Ya Resulullah! Büyük cihad da neyin nesi! Hazret “nefs ile cihad” buyurdu.” (el-Kafi).
***
Şimdi, “iç kriterlerden” geçen bu rivayetleri “dış kriterlere” yani diğer milletlerin anonim ruhu olan atasözleri ve deyişleriyle karşılaştırıyor, insanlık terazisinde tartıyoruz;
“Her şey bir güzelliğe sahiptir fakat bunu herkes görmez. (Konfüçyüs)
“Bir adamdan şüpheleniyorsan onu işe alma, işe alıyorsan ondan şüphelenme” (Çin atasözü)
“Kalbinde yeşil bir dal bulundurursan şakıyan kuşlar gelir. (Çin atasözü)
“Eşek olursan semer vuran çok olur” (Türk atasözü)
“Yiğit harpte, dost dertte, olgun adam öfkelenince belli olur.” (Arap atasözü)
“Dünyada üç şey gizlenmez: Duman, aşk, parasızlık.” (Arap ötasözü)
“Kadehin içinde, denizde boğulanlardan çok daha fazla insan boğulmuştur. (Alman atasözü)
“Parlayan herşey altın değildir.” (Alman atasözü)
“Güzellik, bakan kimsenin gözündedir.” (Fransız atasözü)
“Kurt dumanlı havayı sever.” (Fransız atasözü)
“Başkasından üstün olmamız önemli değildir. Asıl önemli olan şey, dünkü halimizden üstün olmamızdır.” (Hind atasözü)
“Don Kişot olmak için yola çıkan pek çok insan evine Sanco Panco olarak döndü.” (İspanyol atasözü)
“Eline, diline, beline sahip ol” (Mani)
“Doğru davranmak için şu beş şeyi yapma; yalan, zina, adam öldürmek, hırsızlık, içki içmek” (Konfüçyüs).
“Sevmek keman çalmak gibidir, bilmeyen kötü sesler çıkarır.” (Bolivya atasözü)
“Az kork, çok umut et; az ye, çok çiğne; az homurdan, çok nefes al; az konuş, çok anlat; az nefret et, çok sev ve en güzel şeyler seninle olsun” (İskandinav atasözü)
***
Daha bunlar gibi onlarca, yüzlerce örnek zikredilebilir.
Burada yapılmak istenen şudur: Artık eski hadis alimlerinin kitaplarını yazarken kullandığı hasen, merfu, muttasıl, munkatı vs. kriterlerinin bizim için bir anlamı kalmamıştır. Onlar bir şekilde bunları oluşturarak kitaplarını yazmışlardır. Ve bu kitaplar şu an bizim elimizdedir. Bizim de şimdi bu kitaplarda geçen sözleri birer “depo” olarak görüp süzgeçten geçirmemiz gerekir. Sonra onları oluştuğu tarihsel coğrafya ve iklimden çıkarıp insanlık alemi ile test etmemiz lazım. Onlarınkini bizimki ile bizimkini onlarınki ile karşılaştırmamız lazım. Bu bize çok şey öğretecektir. İnsanlığın ortak bir aklının, akıp gelen ortak bir vicdanının olduğunu göreceğiz. Kuran’ın “ma’ruf” (tanınıp bilinen) dediği tam da bu değilse nedir?


Artık bizim için sahih hadis demek, insanlığa söyleyebilecek hale gelmiş sözümüz demektir. Çünkü çok badirelerden geçmiş, iç savaşlardan çıkmış, cerh ve tadillere uğramış, tenkit edilip süzgeçten geçirilmiş ve bu günlere gelmişlerdir. Şimdi biz artık o tür cerh ve tadillerle uğraşamayız, biz o nesil değiliz. Bizim artık bunlar içinden insanlığa sunmalar yapmamız lazım. Eğer rivayet ettiğiniz söz bir Çinli için, Bir Meksikalı için, bir Rus için bir anlam ifade etmiyorsa, sizin kendi tarihsel coğrafyanızda, oranın şartlarında kalmış demektir. Oradan dışarı çıkınca da bir anlamı yok demektir. Artık onu rivayet edip durmanın ne anlamı var? Elimizdeki “hadis deposundan” öyle sözler seçmeliyiz ki bir Çinli veya Meksikalı bunu duyduğunda “Ne güzel söylenmiş, buna benzer bir söz de bizim atasözlerinde var” diyebilmeli. Yukarıdaki hadis örnekleri bir fikir vermiş olmalıdır.
İşte günümüzün sahih hadisleri bunlardır.


Sahih hadis bu anlamda insanlığın aklına, vicdanına, fıtratına, sağduyusuna hitap eden sözdür. İnsanlığın ortak akıl ve vicdanının, Mekkeli bir öksüzün aklında ve vicdanında dile gelişidir. İnsanlığın anonim ruhunun evrensel bir peygamber olması sebebiyle Hz. Muhammed lisanından ifade edilişidir. Bunu herkes kendi lisanına rahatlıkla tercüme edebilir çünkü onlarda da buna benzer sözler vardır. Edemiyorsa, diğer milletlerin fıtrat ve vicdanında bir karşılığı yoksa bilin ki onu Hz. Muhammed söylememiştir.


Örneğin “Hz. Peygamber mübarek idrarını maşrapayla yatağının altın koymuştu. Ümmü Habibe’nin hizmetçisi Bürke adındaki kadın onu içti. Hz. Peygamber “Bu senin sağlığına iyi gelecektir” dedi ve o kadın bir daha hastalanmadı” (Darakutni ve Tabarani’den naklen Suyuti’nin el-Hasaisu’l-Kübra’sında geçer. c. 1, shf. 193) rivayetini duyan insanlık fıtrat ve vicdanı derhal onu dışına atar, kabul etmez çünkü uydurmadır, böyle bir şey asla olmamıştır.


Öte yandan peygamberin akla ve vicdana hitabeden apaçık sözlerine karşı çıkanlar da tabiki olmuştur. Bunlara yakından bakın, vicdanlarıyla baş başa kaldıklarında onu tasdik etmekten geri duramadıklarını görüsünüz. Ama toplumda üslendikleri rol, menfaat ve çıkarları inkar etmelerini gerektirdiği için körü körüne güneşi balçıkla sıvamaya kalkarlar. Ebu Cehil’in bir gün yalnız kaldığında “Bak Muhammed, söylediklerin güzel şeyler ama biz bu putları terk edersek Kureyş aç kalır” sözü buna en çarpıcı örnektir.
***
Benim kanaatim odur ki herhangi bir peygamber -örnek olsun diye söylüyorum- “Annelerinizle evlenebilirsiniz” deseydi, peygamber olduğuna bakılmaz derhal reddedilirdi. Çünkü insanlık vicdan ve fıtratı öyle sağlam bir dayanaktır ki peygamberleri bile test eder. Peygamberler onun dile gelen soylu sesi (lisan-ı sıdk) oldukları için söyledikleri sonra çağlarda bile olsa özgür vicdanlarda makes bulmuştur…

Bazı rivayetler ve getirdiği tartışmalar.
ibn el-Cevzi gibi alimler bu noktaya dikkati çekmekte ne kadar İsabet etmişlerdir! Şöyle diyor:
"Hakta tarafgirlik olmaz. Söylenenler doğru değilse, o zaman böyle şeylerden, o mezhepten ve kim olursa olsun o kişiden sakındırmış oluruz. Allah biliyor ki, hata edenin hatasını söylemekten maksadımız, şeriatı tenzih etmek ve onu yabancı şeylerden korumaktır. Yoksa söyleyen ve işleyenle bizim bir İşimiz yoktur. Bununla ancak ilim emanetini yerine getiriyoruz. Âlimler de hata edenin kusurunu açığa çı­karmak için değil, hakkı ortaya koymak için birbirlerinin hatalarını gösteriyorlar. 'Kendisiyle teberrük edilen falan zahide nasıl cevap verilir veya sözü nasıl reddedi­lir?', diyecek cahillerin sözüne itibar edilmez. Çünkü bağlılık şeriatın getirdiklerine olur, şahıslara değil. Adam cennet ehli veya evliyadan olabilir. Onun derecesi hata­sının gösterilmesine engel olmaz.
Bir şahsın yüceltilmesine bakıp ondan sadır olana deiii ile bakmayan kimse. Hz. İsa'nın kendisini görmeyip onun elinde meydana gelen mucizeiere bakan ve bun­dan da onu tanrılaştıran kimse gibidir. Halbuki Hz. İsa'ya bakıp yeme-içme ile ya­şayan bir insan olduğunu görseydi, ona sadece layık olduğu değeri verirdi (insan sayardı

Hadisler çoğu zaman kur`an-ı kerime eş tutularak kullanılmakta ve bunun sonucunda yalan yanlış şeyler ortaya çıkmaktadır. Şu bilinen bir gerçektir ki hadislerin büyük çoğunluğu uydurma ya da çarpıtmadır. Nitekim ortalıkta hadis adı altında dolaşan bir bucuk, iki milyon rivayet vardır. Buhari ve Müslim in sahihlerini kaç yüz bin hadis arasından seçtiğini biliyoruz. Hatta çok sahih kabul edilen buhari, muslim gibi hadis rivayetçilerin eserleri içinde bile bu uydurma hadisler vardır. Çünkü söz konusu hadis alimleri hadisin Kuran a yada başka bir hadise çelişkili olup olmadığına değil ravi silsilesininin ve ravilerin güvenilirliğine çok dikkat etmişlerdir. Bu sebeple yanlış rivayetler kitaplarına girmiş olabilir. Belki de kendilerinden sonrakiler bu hadis kitaplarına sonradan ekleme yaparak onlar yazmış gibi göstermiştir . Söz konusu uygun olmayan rivayetler, bu kitaplara bile nasıl girmiş olursa olsun akledenler,   Hz peygamberin Kuran a ters, kendisiyle çelişen sözleri söylemesinin mümkün olmayacağını, dolayısıyla karşı olunan şeyin peygambere değil onun adına uydurulan sözler olduğunun farkında olmalıdırlar.
Geçmişte ve günümüzde  hadisler için de yer alan saçma sapan uydurma rivayetler islam karşıtları tarafından da ballandıra ballandıra kullanılmaktadır. Nitekim bu uydurmaları din adledip İslam dışı faaliyetleri görmemek mümkün değildir. İşid ve buna benzer terör grupları……
Hz Peygamberimizin ve dört Raşit halifenin hadis konusundaki tutumları
**  ....."Ey Meryem oğlu İsa! Allah'ın yanında beni ve annemi de iki tanrı olarak kabul edin diye  insanlara sen mi söyledin?".... 
(5/116)
**  Allah'ın yanında hahamlarını ve ruhbanlarını da rabler edindiler. Meryem oğlu Mesih'i de öyle. ...(9/31)
**  Yazıklar olsun ki o kişilere ki, Kitap'ı kendi elleriyle yazarlar da sonra onunla basit bir karşılık satın alsınlar diye, "işte bu, Allah katındadır" derler....(2/79)

Bunlar ve benzeri Ayetlerin Tebliğcisi olan Allah’ın Elçisi, Gerek, Kuran’a doğrudan karıştırılmaması; gerekse Onunla birlikte hüküm İnşa edilmekte kullanılmaması için, sözlerinin yazılmasını istememiştir.
**  “Benden Kuran haricinde hiç bir şey yazmayınız. Kim benden bir şey yazdıysa onu imha etsin" (Zühd)(Muslim 72; Hanbel 3/12,21,39)   )**  "Kuran'dan başka hidayet kaynağı arayan sapıtmıştır" (Tirmizi 2906b)  (Tabii,  “Yazın”  diyen Hadisler de vardır.)

Kendisinden sonra gelen Dört Halife de aynı tutumu sürdürmüştür.
**  Hz. Ebu Bekir, Peygamberimizin vefatından sonra halkı toplamış ve onlara şöyle demiştir
: “Sizler Allah’ın elçisinden farklı hadisler naklediyorsunuz. Bu durumda sizden sonrakiler daha büyük anlaşmazlıklara düşecektir. Allah’ın elçisinden hiçbir hadis nakletmeyin. Sizden hadis nakletmenizi isteyenlere deyiniz ki: İşte Allah’ın Kitabı, aramızda onun helalini helal kılın, haramını haram görün.” (Zehebi, Tezkiratul Huffaz 1/3, Buhari    1.cilt)**  Ebu Hureyre: “Size naklettiğim şu hadisleri Ömer zamanın da anlatsaydım değneği ile beni döverdi.” der (Ez Zehebi – Tezki-retul-Huffaz)
**  Hz. Osman çok hadis nakletmelerinden dolayı Ebu Hureyre’yi Devş dağlarına göndermekle, Kab’ı Kırede dağlarına sürgün etmekle tehdit etmiştir. (Tahzırul Havas 10b)
**  Hz. Ali minberden şu hutbeyi veriyordu: “Yanında hadis sayfaları bulunanlar gidip onları yok etsinler. Zira halkı helak eden olay, alimlerin naklettikleri hadislere uyarak Kuran’ı terk etmeleridir.” (İbn Abdülberr, Camiul Beyanil İlm)
**  Bir çok değerli Sahabe de aynı tutumu izlemiştir.
Şeddad, İbni Abbas’a “Hz. Peygamber bir şey bıraktı mı?” diye sordu. O da “Sadece Kuran’ın iki kapağı arasında olanları bıraktı.” cevabını verdi. (Buhari K. Fezailul Kuran 16; Müslim K. Fezailus Sahabe 30,31 / Ebu Davud K. Fiten 1, Tırmizi K. Fiten 43)
**  İbni Abbas hadis yazmayı yasaklar ve şöyle derdi: “Sizden önceki ümmetlerin sapmaları bu şekilde kitaplar vücuda getirmek yüzünden olmuştur.” (İbn   Abdül Berr, Camiul Beyanil ilm 1/63-68)

DURUM BÖYLE OLMASINA RAĞMEN BUNCA UYDURMA NEDENLERİ :
Hz peygamberimizden yaklaşık iki, üç asır sonra uydurmalar katlanarak üretilmeye başlanmış,  Peygamberimizi ve diğer  Kişileri, Zümreleri  Yücelten, Karşıtlarını akıl almaz bicimde  kötüleyen; Akıl-Mantık ve Kuran’la çelişen, bazen çok ilkel sözlerin söylendiği görülmektedir. İlk iki yüz yılda yazılan kaynaklar çok bellidir. Aynı kaynakların daha sonraki süreçte katlanarak tekrarlarının yazıldığını görülmektedir. Yani yüz elli sayfa olan bir kaynağın ikinci üçüncü baskılarının  akıl almaz biçimde katlandıkları ortadır. Yani sürekli ilaveler aslında olmayan sözlerle!
Uydurmaların ve İlavelerin en büyük nedeni,  “Dinin Çıkar İçin Kullanılmasıdır.”   Bu Neden, çoğu kez, diğer nedenlerle İç-içedir. Diğer, Her Nedenin;  Ayrıca, Kendi açısından-  “Çıkar İçin Kullanma”   tarafı vardır.
**  Siyasi destek sağlamak;  Mezhebine destek sağlamak;  Dini, Tamamlama(!) ve Sevdirme(!);  Dini Bozmak ve Yozlaştırmak; Farklı kültürlerden gelen toplulukların islama girmesi, o kültürlerin dinselleştirilmesi vb. farklı toplulukların islama girmiş olması o toplumların birden bire islamı öğrenip yaşadığını anlamına da gelmemeli.  Nitekim tarih kitaplarına baktığımızda bu tür itiraflar bir hayli vardır. Denir ki biz müslüman olduk ama islamı anlamamış uzun sürdü o zamana kadar kendi alışkanlıklarımızdan ve kültürlerimizden asla vazgeçmedik. Farklılıkların bir araya gelmesi ve kültür merkezlerinde bu alışkanlık geleneklerin dinleştirilmesi ve önceki dinlerin
kurallarının dine sokulması ... Amaçları ile de Hadisler Uydurulmuştur.  Nitekim;... Yakub bin İbrahim’in ancak 1 dinar karşılığı hadis rivayet etmeyi kabul ettiği söylenir. Ebu Naym El-Fadl da naklettiği her hadis için ücret talep ediyordu......
** .... İbnul Cevzi, bu tipleri şöyle anlatır: “Bunlar arasında suratlarını her çeşit boyaya batıranlar ve bu şekilde sarımsı bir ten kazanarak, kendilerini fazla oruç tutmaktan soluk benizli hale gelmiş takva dindarlar gibi gösterenler bulunmaktaydı.......” (İbnul Cevzi, el-Kussas vel Müzekkirin, sayfa 93)....
** .... İlk hadis toplayan kişi olduğu iddia edilen Ez Zuhri’....: “Biz hadisi yazmaktan hoşlanmıyorduk. Ne var ki o yöneticiler (Emeviler) bizi buna zorladılar.”
**  “Ümmetimde imam Şafii adında bir kimse ortaya çıkacaktır. O ümmetime şeytandan daha zararlı olacaktır. Ve yine ümmetim arasından adına Ebu Hanife denecek bir kimse gelecektir ki, o ümmetimin ışığıdır” (İbnu Arrak, Tenzihus Şeria, 2. cilt, sayfa 14).
** “Kureyş alimi (İmamı Şafii) yeryüzünün her yerini ilimle dolduracaktır.”  
**  "...Medine aliminden (İmamı Malik) daha alim birisi olmayacak.”
**  Bu tipler arasında Ebu İsmet Nuh gibi Kuran’ın her suresinin faziletleri hakkında hadis uyduranlar da vardır.  ..... kendilerini savunmak için şöyle söyledikleri aktarılır: “Biz Hz. Peygamber adına yalan uydurmadık, bilakis bunu Peygamber’in getirdiği dini güçlendirmek için yaptık.” [İbni Hacer, Fethul Bari].
**  Müslim, Ebu Zennat’dan şunu nakleder: “Medine’de yüz kişiyle karşılaştım, hepsi de güvenilirdi, ama hadisleri alınmazdı” (Müslim, Sahihi Müslim, 1. cilt, sayfa 13
** (İsrailiyat’ın taşınması) .....Vehb bin Münebbih’ten ...: “Beytul Makdis’in halkı Allah’ın komşularıdır. Komşularına azap etmemek Allah’ın üzerine haktır. Beytul Makdis’e gömülen kabir
imtihanından ve darlığından kurtulur.”
Ebu Süfyan, Mekke’nin fethinden sonra;  zorunlu olarak İslam’ı kabul etmiştir.
Oğlu
Muaviye, Halife Ömer tarafından Şam Valiliğime atanmış (640) Osman’ın Halifeliği döneminde Valiliği devam etmiştir. Güçlü bir ordu kurmuş ve Askeri başarılar elde etmiştir. Korku ve Çıkara dayalı Otoritesini pekiştirmiştir. Bu arada aşırı servet sahibi olmuştur.
Muaviye,  3.Halifenin evinin muhasarada bulunduğu 50 gün içinde, Onu rahatça gelip kurtaracak durumda idi. Fakat Kurtarsa idi:  “Buyurun; Halifeliğinize devam edin”   demesi gerekecekti.  Ama, öldürüldüğünde,  elindeki büyük kuvvetle,  “Kan Davası Gütmek(!)”  daha çıkarına uygundu.   

Ve Sıffin Savaşı: Yenileceğini anlayınca;
Kılıçlara Kur’an sayfalarının takılması...!?
Bu olay;  “İslam’ın Çıkar için, Büyük Boyutlu İlk Kullanımıdır...!” 
Görünüşte: 
“Aramızda, Kuran Hakem olsun(!)”  deniliyordu...? 
Hz. Ali’nin: 
“Hiledir...!  Aldanmayın...!”  diyen tüm çırpınışlarına rağmen;  “İslam’ın Onulmaz Parçalanması”  O Anda gerçekleşiyor...!  (Bu nokta, Şeytanın Galibiyetinin, Gözle Görülebildiği ve Sözün bittiği... noktadır.)
Ve peşinden: Hakem Olayı ve
Yüzük Hilesi...!?? 
Hz. Ali’nin Halifeliği “Tartışılır”  Boyuta indirgeniyor... Ve İslam Toplumu büyük bir Kaosun içine atılıyor.

Hz.
Ali’nin öldürülmesi (661) üzerine, Hilafet Makamını işgal ediyor.  Hilafeti, “Babadan Oğula geçecek, yani Krallık”   Şekline getiriyor...  Hasan b. Ali ile anlaşma yapıyor... Sonra onu zehirletiyor... Ve İslam Tarihinin unutulmaz başka bir kara sayfası...!  -oğlu Yezit döneminde-  ;  Kerbela vahşeti...! (680)
Peygamberimizin 
“Cennet çiçeklerim”  dediği sevgili torunları hunharca Şehit ediliyor...
Ve hala Kini dinmeyen Yezid, Hz. Hüseyin’in kesik başına hakaretler yağdırıyor...
Bedir, Uhud, Hendek ... Savaşlarının intikamı Alınmıştır... Ve İslam, 
“Onulmaz Yarasını”   almıştır.

**  Muaviye, Cuma Hutbesinde, Ehli beyte karalama ve hakaretler yaparak, Cemaatin kafasını yıkamaya(!) çalışıyor.  Bazı Kişilerin Hutbeyi dinlemeden çıkması üzerine, Herkesi dinleme mecburiyetinde bırakmak için; Peygamberimiz ve Dört Halife tarafından, Namazdan sonra okunan Cuma Hutbesini Namazdan önceye alıyor. (İslam adına bir utanç olan; Muaviye’nin bu Hakaret dolu Bidatına Saygı ile hala devam ediyoruz.)

**  O Şekilde bir
“Kader Yorumu”  Yapılıyor ki...?  Emirin Tüm yaptıklarında, “Sorumluluğu Sıfırlanıyor..?”  Yaptığı Ne kadar kötü olursa olsun; “Allah öyle dilediği için,öyle yapmıştır”  Yani,Hata varsa, -haşa- “Bu Hata Allah’tandır”  noktasına geliniyor. Tabii, -çok daha hafifini-  Halktan biri yaptığında, “Bu Kural”  Geçerli değildir. Bedelini hemen –belki canı ile-  ödüyor. Şayet. “Yapılan İyi bir şey ise”   Kural, yine geçerli değil.  Emir yapmıştır.

**  Ve 
“Ulül Emre İtaat”  Uydurmaları:
Yaratan Kitabında,
** 
Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! .... (7/3)
Yüce rabbin bu emri, aşağıdaki hadislerle nasıl iptal ediliyor?..!
** 
“Sakın sizden birinizi emrettiğim veya nehyettiğim hususlardan biri kendisine ulaşınca, koltuğuna yaslanıp: ‘Bilmiyorum! Biz Allah’ın kitabında ne buluyorsak ona uyarız.’ derken bulmayayım .
-- "Kim bana itâat ederse süphesiz Allah'a itaat etmis olur. Her kim Emire itaat ederse süphesiz bana itaat etmis olur. Eğer kim Emire isyan ederse süphesiz bana isyan etmis olur"
.
(Emire itaat; Allah’a itaatla eşitleniyor.)
“Kuran’la, Güzel Sözlerle Uyarma / Öğüt verme”   Talimatı alan Peygamberimize;  “Kuran’ı, Bana Yamanan Sözlerin önüne koymayın”  Ültimatomu(!) Verdiriyorlar... Ve bu Hadisi(!) ile yolunuz kesiliyor... Bundan sonra, “Hadis”  diye önünüze ne konulursa konulsun... “Kuran’daki Hüküm Şudur”  demek hakkınız elinizden alınıyor
--  “Emirinden hoşlanmadık bir şey gören bir kimse ona katlansın. Çünkü insanlar arasından kim yöneticinin emrinden bir karış kadar dahi çıkacak olup da, bu haliyle ölecek olursa mutlaka cahiliye ölümü ile ölür.” --  Ahzab, Tövbe ve başka surelerdeki, Bir Çok Ayette;
“İki yüzlülerden, İnanmayanlardan”  Bahsedilir. Bunlar, Ashab diye tabir edilenlerin içinde olan Kişilerdir. Buna rağmen, peygamberimizi her göreni ashap, tüm Ashabı da  Adil olarak nitelemek, neyin nesidir. Bu  nasıl bir genellemedir. Anlaşılır gibi değildir.**  ... Ashabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisinin kavli ile amel etseniz hidayeti bulursunuz . sözlerini Hz. Peygamberimiz çağdaşlarına mı söyledi, yoksa geleceğe gabya mı söyledi. Elbette ki çağdaşlarına…  eğer onlara söylediyse demek ki Hz Peygamberi her gören sahabe değildir. Eğer öyle olsaydı Peygamberimizden sonra bir çok insan eski alışkanlıklarını yapmaya devam ettikleri haberleri vardır. O zaman biz onların yaptıkları hataları yapmaya sevk edilmiş olmuyor muyuz.

Allah’ın Elçisi; Tebliğ ettiği Ayetlerde:**  Hep birlikte Allah'ın ipine yapışın, fırkalara bölünüp parçalanmayın; ......  (3/103)** Fırka fırka olup dinlerini parçalayanlarla senin hiçbir ilişiğin olamaz. Onların işi Allah'a kalmıştır, .... (6/159 )  Diyor... Biz ona : **  “Ümmetimin İhtilafı Rahmettir”   dedin diye iftira ediyoruz... Eğer bu sözü peygamberimiz söylemişse bu farklılık  dini konuda değil dünyevi konulardadır ki kesinlikle dünyevi işlerde farklı düşünmede rahmet vardır. Eğer öyle olmasaydı insanlıkta hiçbir gelişme elde edilmezdi.
Kuran’la Açık Çelişkileri bir yana, Buhari ve Müslim birbirlerinin birçok hadisini reddetmeleri dahi dikkate alınmadan...
”Buhari ve Müslim'deki tek bir hadisi bile inkar edenin kafir olacağı”  Hükmü verilebiliyor
--   "Üzerinize, Habeşli burnu kesik bir köle de emir tâyin edilse onu dinleyin ve itaat edin. Sizden biri dinini terk ile boynunun vurulması arasında muhayyer bırakılmadıkça itaate devam etsin. İslâm’ı terk ile boynu vurulması arasında muhayyer bırakılacak olursa boynunu uzatsın. Anasız kalasıcalar, din gittikten sonra ne dünyanız, ne de âhiretiniz kalır.  (yani, Emir, “Ya İslam’dan çıkacaksın, Ya boynunu vuracağım”  derse. Boynunu uzatacaksın fakat itaatsızlığı düşünemeyeceksin) (Şu yalana bak. İnsanları köleleştirmek ve avuçta tutup sömürmek için ne şeytani bir uydurma! Kuran’ın İstediği; “Allah’tan Başkasına Baş Eğmeyen”  kullar nerede.. Bunların istediği  “Koyun Sürüsü”  Nerede?
** 
“Peygamber öldüğünde, zırhı birkaç kilo arpa karşılığında bir Yahudi`nin yanında rehin duruyordu” (Buhari 34/14, 33, 88; Hanbel 1/300; 6/42, 160, 230).
İslam’a: “Peygamberiniz bile fakirlik içinde öldü.. Dolayısıyla fakirliğe severek katlanacaksınız”  Etiketini yamayabilmek için...?  Ve öbür taraftan, Veda Haccında,  “100 Deve Kurban kestiğini”  söyleyebiliyoruz.
(100 sayısı abartılı olabilir. Hz. Ali, 63’ü 100’e tamamladı gibi kayıtlar da vardır.) 
Valilere emirler verilerek "Ebu Süfyan'ın oğlu Muaviye, valilerine şöyle emretti: Ali'nin evlatları ve şiilerinin tanıklığı kabul edilmemelidir. Bulunduğunuz yerlerde Osman'ın mensupları ve taraftarlarından veya onun fazilet ve menkıbelerini nakleden kimselerden biri bulunduğunda resmi yerlerde ihtiram ve ikram görmeleri hususunda ihmalkârlık yapılmamalıdır. Osman'ın menkıbe ve faziletlerine dair nakledilen sözler, nakledenin hususiyetleriyle birlikte Şam'da Muaviye'nin sarayına bildirilmelidir.  (Kitab-ı Süleym b. Kays, Dar'ul-İslamiyye baskısı, s. 206; Şerh-i İbn-i Ebi'l-Hadid, c. 11, s. 44, 46.) (Bu, sadece bir örnektir)


**  “...Kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız aleyhlerine de olsa, Allah için şahit olarak adaleti gözetin;...” (4/135) diyen bir Dinin, üst kademe yöneticisi olarak;  Hükmettiği Toplumu; gözlerinin önündeki  “Erkek Deveye: (Dişi) diye”  Tanıklık edecek kadar; Robot haline getiren bir yönetim kurmuştur. Muavye….
Kufeli bir Arap devesiyle Şam'a gelmiş, biri yanaşıp deveyi sahiplenir: "Ver dişi devemi!" der Kufeli Arap, "Bu deve benim, üstelik dişi değil erkek." der Anlaşamazlar, iş Muaviye 'ye yansır. Muaviye, tarafları dinleyip, kararını açıklamış: "Bu dişi deve Şamlınındır!" Sonra halka dönmüş: "Ey cemaat, bu dişi deve kimindir?" Hep birlikte bağırmışlar: "Şamlınındır!" Muaviye demişki: "Kufeli, dinle! Biliyorum, bu deve senindir ve erkektir. Dönünce Ali'ye de ki: (Şam'da, erkek deveyle dişi deveyi deveye bakarak değil, Muaviye 'nin ağzına bakarak söyleyen 10 bin adamı var!) Ayağını denk al!"

Hadis uydurduğu söylenen bazı kişiler;
Kab el Ahbar:  İsrailiyat’ı, Yahudi uydurmalarını dinimize en çok sokan kişidir.
Mahmud Ebu Reyye, Kab’ın Hz. Ömer’in öldürülmesinde parmağı olduğunu söyleyerek şu izahları yapar: “Hz. Ömer’in bu dahi Yahudi’yi akıllıca ve ısrarlı bir şekilde izlemesi ve .... bir takım çirkin emellerinin farkına varmasına rağmen sonunda o dehasının gücüyle Hz. Ömer’in uyanık ve iyi niyetli oluşuna galebe çalmış, gizli ve açık tuzağını kurmaya devam etmiştir.
--  “İsrailoğullarından hadis naklinde bulunun, bunda zarar yoktur.”
--    Hesap için diriltilme ve hesap, Beytul Makdis’ten olacaktır. Beytül Maktis’te gömülü olan azaba uğratılmayacaktır    Mahmud Ebu Reyye Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması 185 

Yine en çok hadis rivayet eden ebu hüreyre r.a için ilk dönem kitaplarında yer alan hususlar

Emeviler Ebu Hureyre’ye el Akik’te bir köşk inşa edip arazi vermişlerdir. .... (Kesir’in el Bidaye ve’n Nihaye)
Ebû Hureyre (r.a), Yemen’in Devs kabilesindendir. Hicret’in yedinci yılı başında Müslüman olup Medine’ye hicret etmiş ve Allah Resûlü’yle dört yıl bir arada kalma şerefine nâil olmuştur... (fgulen sitesi) (Hz. Ayşe, Ömer ve Ali’nin Ebu Hureyre’ye tepkilerine teviller getirilir)
Müslim’in Fezailus Sahabe’deki 159. Bölüm’ünde Ebu Hureyre’nin sırf karın tokluğuna Peygamber’le beraber olduğu anlatılır.
İbn Hazm sırf Baki bin Mahled’in müsnedinde Ebu Hureyre’ye ait 5374 hadis olduğunu söyler. Buhari bunlardan 446’sını kitabına almıştır.  (Gün  başına yaklaşık 4 hadis)
Hz. Ömer’in Ebu Hureyre’yi atadığı valilikten hırsızlıkları nedeniyle geri çağırttığı anlatılır. Hz. Ömer Ebu Hureyre’ye hitaben: “Seni Bahreyn’e vali yaptığımda ayağında bir çift ayakkabı yoktu. Sonra duydum ki sen 1000 dinara, 600 dinara atlar satın almışsın. ... der (Zehebi, Siyer). Ebu Hureyre: “Size naklettiğim şu hadisleri Ömer zamanın-da anlatsaydım değneği ile beni döverdi.” der (Ez Zehebi – Tezki-retul-Huffaz)
Hz. Aişe ... “Sen Peygamber’den duymadığım hadisler rivayet ediyorsun!” dediğinde ona edepsizce bir cevap verir: “Ayna ve sürme seni Peygamber’le ilgilenmekten uzak tuttu.”(Zehebi, Siyeru Alemin Nubela 2. cilt, sayfa 435).
Hz. Ali:... “Yaşayanlar arasında Allah Resulu’na en fazla yalan isnad eden Ebu Hureyre’dir.”(İbni Ebul Hadid, Şerhu Nehcul Belağa, 1. cilt, sayfa 360).


Çok farklı görüşlerin olduğu hadis konusunu savunan kaynaklarda:
Sahih kaynaklarda yer alan  Hadislerin, Hadis İlmi Kriterlerine göre, Çok Hassas davranılarak; Senetlerin sağlamlığı, Ravilerin güvenirliği, ... vs. vs... bakımından; İnce eleyip-Sık dokuyarak...  “Mütevatir, Sahih, Hasen, Zayıf, Mevzu...”   gibi Sahihlik durumlarına göre,  “Tasnif edildiği...vb”  Detaylı olarak anlatılır.
Fakat,  Düzenlenen Listelerde görüş birliği yoktur. Birinin  “Sahih”  dediğine diğeri, “Zayıf / Mevzu”  diyebiliyor..
İmam Müslim, İmam Buharinin talebisidir. Hocasının güvenilir bulduğu ravinin  yaklaşık dört yüzü nü  yalancı, yalancının yalancısı olarak nitelendirmiş, bir o kadar da buhari müslimin güvenilirbulduğu ravilere itibar etmedikleri için  birinin sahih dediğine diğeri sahih dememişken,  adı sahih kaynak olarak bize ulaşan hadis alimlerinin  hadis ve ravi acısından bir birlerine güveni de tam değildir. Bu dikkatten kaçmamalıdır. Kaldı ki,  Ravi Güvenilirliği...?  Hadis Uyduran / Uydurtan,  Kişinin / Makamın, Birde,  “Güvenilir”  Ravi / Ravi Zinciri Uydurması hiçte zor değildir... Böyle olmadığını varsayalım... Her Hadis İçin; Ravi Zincirinin,  Peygamberimizle Derleyen arasında bulunan;  (6 Halkasının)  Tek-tek, “Güvenilirlik Açısından”  incelenmesi gerekiyor. O günün şartlarında, Yüz binlerce Hadis için; Bunun yapılması, İmkansız derecesinde Zordur. Ve Halkalardan,  Sadece Birinin Çürük olması,“Zincirin Çürük olması ve Hadisin Uydurma yada Tahrif edildiği / olduğu”  Anlamına gelir. Yine İmam Ahmet Hambel in müsnedi olarak bilinen hadis kitabını kendisi tamamlayamadığı için oğlunun tamamlamaya çalıştığı, daha sonra bu kitabın kazaya uğradığı, denize düştüğü en sonunda kendisinden yaklaşık sekiz yüz sene sonra bu kitabın piyasa çıktığı, nedense saklanır yada görmek istenmez. söz konusu kitaptan Ahmet Hambelin Zalim Sultanlara itaat konusundaki hadisi önceki kitabından çıkardığı, Yaşarken de çok hadis elemesi gerektiği konusunu ifade ettiği halen kaynaklarda yer almaktadır.  bugün hadis militanlığı yapan ve hadisleri vahiy gören, Bir de Kuran İslamı çıktı diyen ziyniyetin neyin islamı peşinde olduğu merak konusu değil mi? Hz Peygamber İslamı nerden öğrendi? İnsanlar önçe  Hz. peygambere inandığı için Kuran a inanma dı mı?. Kuran ı insanlara öğreten vahiy katipleri görevlendiren Peygamber değimliydi?.

-- Kuran’da Çelişki olmadığı  ve Peygamberimizin Tebliğ ettiği Kuran’la çelişen söz Söylemeyeceği...Gerçeği açısından bakıldığında;  Yapılacak ilk şey:  “Akılla – Kuranla Çelişiyor mu...?” Sorusuna Cevap verebilmektir. İnce Eleyip sık Dokuyan Hadis İlmi; Bu Cevabı vermek bir yana; “Kuran’la Çelişiyor mu...?”   Sorunun  “Sorulmasına dahi Cesaret edememiştir...”   Durum ortada...: “Sahih(!) Hadis Kitapları”  Bu Çelişkilerin sırıtan örnekleri maalesef ki bir hayli vardır...
--  İslam’ı Çıkarı için  kullananlardan;  Bu, Dikkati / Saygıyı bekleyemeyiz. Fakat, İslam’a saygısından şüphe edemeyeceğimiz, Bazı Din Alimlerimizde; İlk bakışta, İslam’ın “Lehinde gibi görülen”  hiçbir şeye,  “Acaba demek; Kuran’a götürmek”  Cesaretini gösteremeden olduğu gibi, Kitaplarına alıp Bizlere ulaştırmışlardır.
 Rahmetli M. Hamdi YAZIR, Ahmet NAİM,  Kamil MİRAS; Samimiyetinden şüphe edemiyeceğimiz, Muhterem Kişilerdir.  NAİM ve MİRAS; Tecride aldıkları hadislerde  “Kur’ana / Akla uygun mu ?”  sorusu sanırım hiç soramamış. YAZIR’da tefsirine, bazı hadisleri, (Ör: Miraç Hadisi) olduğu gibi almış. İleriki sayfalarda  söz konusu hadise yer verilmiştir.
Onların açtığı bu kapıdan; İslam karşıtları ve İslam’ı çıkarına kullananlar; Ellerini, kollarını sallayarak girmişlerdir.
Ve Bunun Neticesi : Bir tarafta, İslam Karşıtları ve İslam’ı Çıkarı için kullananlar, Ellerimizle verdiğimiz bu Silahını Tepe-tepe kullanırken;  Diğer tarafta, Aklına / Beynine kilit vurarak, Şirkin kenarına (bazen içine) yuvarladığımız Büyük Çoğunluk, “İslam’ın Koruyucusu”  bildiği bu Güruhu desteklemektedir. 
BAZI RİVAYETLERİN, KUR’AN’A, AKLA VE GERÇEKLERE NE KADAR UYGUNDUR ÖRNEKLENDİRELİM.
 “Namaz kılan bir adamın önünden eşek, kara köpek ve kadın geçerse namazı bozulur” (Buhari 8/102; Hanbel 4/86). Halbuki Hz Ayşe peygamberimiz namaz kılarken ben onun önünde uyurdum. Demiştir.
Hadis: “Zina yapan evlilerin taşlanarak öldürülmelerini emreden ayet Hz. Ayşe’nin döşeğinin altındaki sayfada yazılı bulunuyordu. Peygamber ölünce Hz. Ayşe onun gömülme işlemleri ile meşgulken, evin açık kapısından içeri giren bir keçi o sayfayı yedi. Böylece taşlayarak öldürme cezası Kuran’dan çıktı. Ama hükmü devam etmektedir.”
İbni Mace 36/194,Hanbel 3/61,5/131
Bu hadis ve taşlayarak öldürmeyi savunan diğer saçma hadisler dinimize büyük zarar vermişlerdir. Bu hadislerle:
1 Kuran’ın zina edenlerle ilgili hükmü iptal edilmektedir.
2 Kuran’ın hükmüne ilaveten yeni bir hüküm getirilmektedir.
3 Kuran’ın eksik olduğu iddia edilmektedir.
4 Kuran’ı eksiltenin bir keçi olduğu gibi bir saçmalık savunulmaktadır.
Kuran’ı yeterli kabul etmemenin sonucunda, en ünlü hadis kitaplarına uydurma hadisler sokarak savunulan bu inanılmaz iddiayı, önemine binaen 26. Bölüm’de özel olarak işleyeceğiz
 “Keçinin yemesi sonucu Kuran`dan çıkan taşlama ayetini Ömer Kuran`a tekrar sokmak istedi; ancak halkın dedikodusundan korktuğu için cesaret edemedi” (Buhari 53/5; 54/9; 83/3; 93/21; Muslim, Hudud 8/1431; Ebu Davut 41/1; Itkan 2/34).
Bu ne anlama geliyor. Hani Kuran ı Allah koruyacaktı. Koruyamadı mı demek bu!
“Bir grup maymun zina yapan bir maymunu yakalamış ve taşlama cezasını uyguluyorlardı. Onları bu haklı işte desteklemek için ben de taş atarak yardım ettim” (Buhari 63/27). (şaka gibi zina yapan maymun. evlenmemiş terbiyesizler)
Bu iki hadise dikkat. Zıtlaşma var.
“Peygamber hiç bir vakit ayak üstünde işemedi” (Hanbel 4/196; 6/136, 192, 213).
“Peygamberin ayak üstünde işediğini gördüm” (Buhari 4/60, 62; Hanbel 4/246; 5/382, 394).
“Ureyne ve Ukeyle kabilelerinden bir grup Medine`ye gelerek müslüman oldular. Medine`nin havası onlara dokununca Peygamber onlara deve sidiği içmelerini öğütledi. Adamlar develeri dağıttılar va çobanı da öldürdüler. Peygamber onları yakalattı. Ellerini ve ayaklarını kesti. Gözlerini oydu. Çölde susuz ölüme terketti. Biz onlara su vermek isteyince Peygamber bizi engelledi” (Buhari 56/152, Tıb 5/1; Hanbel 3/107, 163)
 “Ben Adem oğullarının efendisiyim” (Hanbel 1/5; 5/540, 388).
 “Uğursuzluk üç şeydedir, at, ev ve kadın” (Buhari 76/53).
“Peygamber, savaşta kadınların va çocukların öldürülmesinin bir sakıncası olmadığını söyledi” (Buhari, Cihad/146; Ebu Davud 113).
“Dünya balığın üzerindedir. Balık başını sallayınca dünyada depremler olur” (İbni Kesir, 2/29; 50/1).
“Liderler mutlaka Kureyş kabilesinden seçilmelidir” (Buhari 3/129, 183; 4/121; 86/31).
“Tüm kara köpekleri öldürünüz. Çünkü onlar şeytandır” (Hanbel 4/85; 5/54).
“Karga fasıktır” (Buhari 59/16; Hanbel 2/52).
 “Allah, ahirette peygamberlere kimliğini kanıtlamak için bacağını açıp baldırını gösterir” (Buhari 97/24, 10/129 ve 68. surenin tefsiri).
“Peygamber 30 erkeğin cinsel gücüne sahipti” (Buhari).
“Peygamber nerede güzel bir kadın görse hemen eve koşar Zeynep`le yatardı” (Buhari, Hibe/. Bu peygamberimize nasıl bir iftiradır. Allah korusun.
Bunlar peygamberimize nasıl bir iftiradır. Allah korusun.
“Peygamberin izniyle ihramdan çıkıp Mina`da bulunan kadınlarımıza yöneldik.Zekerlerimizden meni damlıyordu ” (Buhari, Hac/81; Müslim Hacc/141).
 “Sol elinizle yemeyiniz, içmeyiniz; çünkü şeytan sol eliyle yer içer” (Hanbel 2/8, 33).
Kuran a uygun bir hadisi şerifte peygamberimiz;
“Allah`ın elçileri arasında ayırım yapmayınız. Ben, Yunus peygamberden bile üstün değilim” (Buhari 65/4, 5; Hanbel 1/205, 242, 440; 2/405, 468).
Demişken , “Hesap günü tüm peygamberler korku içinde canlarının derdinde iken, sadece ben ümmetimi düşüneceğim” (Buhari 97/36). Sözü ne anlam ifade eder
 “Ömer, peygamberden, halkın doğru yoldan sapmamaları için kendisine birşeyler söyleyip yazmasını istediğinde; Peygamber: `Allah`ın Kitabı bize yeter` dedi” (Buhari İtisam 26, İlim39, Cenaiz 32, Merza 17; Müslim Cenaiz 23, Vasaya 22).
“Kuran`dan başka hidayet kaynağı arayan sapıtmıştır” (Tirmizi 2906).
Kuran insanlara konuyla alakalı olarak ne mesajlar veriyor bir bakalım.
Allah size Kitap`ı ayrıntılı kılınmış bir halde indirmişken, Allah`ın dışında bir hakem mi arayayım? Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onun, Rabbinden hak olarak indirildiğini biliyorlar. Sakın kuşkuya düşenlerden olma.
Rabbinin sözü hem doğruluk hem de adalet bakımından tamamlanmıştır. O`nun sözlerini değiştirecek hiçbir kuvvet yoktur. En iyi işiten, en iyi bilendir O.(Enam Suresi 114-115)
Yemin olsun ki, resullerin hikâyelerinde, aklını ve gönlünü çalıştıranlar için bir ibret vardır. Bu Kur`an, uydurulacak bir hadis/bir söz değildir; aksine o, önündekini tasdikleyici, her şeyi ayrıntılı kılıcıdır. İnanan bir topluluk için de bir kılavuz ve bir rahmettir. (Yusuf Suresi 111)
İşte bunlar, Allah`ın ayetleridir ki, onları sana hak olarak okuyoruz. Hal böyle iken Allah`tan ve onun ayetlerinden sonra hangi hadise/söze inanıyorlar? ! (Casiye Suresi 6)
İşte onlardır Rablerinden bir kılavuzlanma üzere olanlar; işte onlardır gerçek kurtuluşu bulanlar.
İnsanlardan öylesi vardır ki, Allah yolundan bilgisizce saptırmak için hadis/laf eğlencesi satın alır ve onu alay konusu edinir. İşte böylelerine rezil edici bir azap vardır. (Lokman Suresi 5- 6)
Azrail'i döven Hz. Musa Mumsema Ebu Hureyre (r.a.)'den rivayet edilen bir hadis:,
Melekü'l-mevt /  Musa ölüm meleğinden çok korkuyordu., Musa aleyhisselâma (ruhunu kabzetmek üzere) gönderildiğinde, kendisine:

"Rabbinin (ölüm) davetini kabul eyle" dedi. Hz. Musa ölüm meleğine bir tokat vurarak gözünü kör etti. Melek; geriye dönüp de Allah'a şöyle niyaz etti:

"Sen beni, ölmeyi istemiyen bir kuluna göndermişsin. O benim gözümü kör etti" Allahu Teâlâ ona göz(ünün görme hassasını) iade etti ve şöyle buyurdu:
"Geri dön, kulum (Musa)ya var da "Sen yaşamayı mı diliyorsun? Şayet (uzun müddet) hayat (da kalmay)ı istiyorsan, elini bir öküzün sırtı üstüne koy. Elin ne kadar kılı (kaplar ve) kapatırsa, hiç şüphen olmasın ki, sen o (kılların sayısı kadar) sene yaşayacaksın" de!" buyurdu.

Hz. Musa (bu vaad-i ilâhîden haberdar olunca) dedi ki:
— "Sonra ne olacak?"
Cebrail:
— "Sonra gene öleceksin" cevabını verdi.
Hz. Musa:
— "Şimdi yakın (yol)dan (ölüme varmak isterim). Ya Rabbi, benim ruhumu arzı mukaddese bir taş atımı (mesafelik) bir yerde kabzet" dedi.

(Buhârî, c. 2, s. 92; Müslim, c. 7, s. 100; Müsned-i Ahmed b. Hanbel, e. 2, s. 269.)
Elçiye zeval elçiyi gönderene yapılmıştır. .Hz.Musa gibi bir peygamber Allah'ın davetini getiren ölüm meleğine cevabı tokat atıp gözünü çıkararak vermez, veremez.
Ölüm meleği azrail aldığı emri yerine getirebilecek güçtedir.Bu yetki ve kudreti Allah'tan alır.Allah'tan aldığı bir görevi dayak yiyerek yada başka bir sebeple başaramama gibi bir acziyet içine düşmez.

Hz.Musa çok sinirli olsa ne olacak?Allah'a mı sinirlendi de Azrail'e tokat attı bunu mu makul görelim.?

Bu acayiplikleri kabul ederek Peygambere,Azrail'e ve Allah'a hakaretleri kabul edeceğime,bu hadisi ile birileri uydurmuş yalan söylemiş derim daha iyi.


Bir de aşağıda İmam Azam'ın bu konuda ne dediklerini okuyun da Hem İmam Azam'ı tanıyın hem de sizler Ehli sünnet'in neresindesiniz bir görün.
“Eğer bir kimse, ‘Peygamber (a.s.)in her söylediğine inanıyorum, ancak Nebi Kur’an’a muhalefet etmez’ derse, bu, onun, Peygamber’i tasdik ettiğini ve Peygamberi Kur’an’a muhalefetten tenzih ettiğini gösterir. Allah’ın Resûlü, Allah’ın kitabına muhalefet etmez. Allah’ın kitabına muhalefet eden de Allah’ın Resûlü olamaz… Nebi’den Kur’an’a aykırı olarak hadis rivayet eden kimseyi red, Peygamber’i red ve onu yalanlama değildir. Kur'an'a aykırı söz had VAHYİN İNİŞ SIRASIYLA İLGİLİ OLARAK UYDURDUKLARI ÇELİŞKİLİ HADİSLER
24- Hz Âişe’den naklen ...............”Peygambere ilk gelen Vahiy âlak suresi 1-5 tir)” (K.S. 5563 C 15 S. 389 - b 1992, alıntıları Buhari, Bed’ü’l- Vahiy, Enbiya 21, Tefsir, Alâk Ta’bir 1; Müslim, İman 252, (160); Tirmizi, Menakıb 13, (3636). )
25- Yahya İbnu Ebi Kesir anlatıyor: “Ebu Seleme İbnu Abdurrahman a Kur’an’dan ilk inenin ne olduğunu sordum. “ Ya eyyühe’l - Müdessir (Ey örtüsüne bürünmüş) : (Suresi) dir !” dedi......... (K.S. 5564 C. 15 S. 391 alıntıları, Buhari, Bed’ü’l - Halk 6, Tefsir, Müdessir, tefsir, Alak, Edeb 118 ; Müslim, İman 257, (161) )
Yukarıdaki iki rivayet birbiriyle çelişkilidir.
RESÛLULLAH’IN NEYİ VASİYET ETTİĞİ HUSUSUNDA UYDURDUKLARI ÇELİŞKİLİ HADİSLER
26- imam Malik’e ulaştığına göre, Hz. Peygamber (a.s.v) şunu söylemiştir: “ Size iki şey bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetçe asla sapıtmayacaksınız: Allah’ın Kitab ı ve Resûlün Sünneti. (Muvatta, Kader 3, (2, 899), K.S. 53 C. 2 S. 328 - 198
27- Yezid İbnu Erkam (r.a) anlatıyor : Hz. Peygamber (a.s.v) buyurdular ki “Size uyduğunuz takdirde benden sonra asla sapmayacağınız iki şey bırakıyorum. Bunlardan biri diğerinden daha büyüktür. Bu. Allah’ın Kitabıdır. Semadan arza uzatılmış bir ip durumundadır. (Diğeri de) kendi neslim, Ehli Beytimdir. Bu iki şey, cennette Kevser havuzunun başında bana gelip (hakkınız da bilgi verinceye kadar) birbirlerinden ayrılmayacaktır. Öyleyse bunlar hakkında, ardımdan bana nasıl bir halef olacağınızı siz düşünün” (K.S. 54 C. 2 S. 328-329 B. 1998 alıntısı Tirmizi, Menakıb 77.(3790) )
28- ..........Bize Talha İbnu Musarruf tahdis edip şöyle dedi: ben Abdullah İbn Ebi Evfâ ( R )’ya:
- Peygamber (S) vasiyet etti mi diye sordum.
O :
- Hayır ( vasiyet etmedi ), dedi.
- Bunun üzerine ben :
-Öyleyse insanlar üzerine vasiyet etmek nasıl farz yazıldı, yahut insanlar nasıl vasiyet etmekle emr olundular? Dedim.
-Abdullah İbn ebi Evfâ :
-Resûlullah, Allah’ın kitabı na tutunmak ve onunla amel etmeyi vasiyet etti, dedi. (Buhari, Kitabu’l -Vesâyâ 3 cilt 6 sayfa 2583, ötüken 1987 )
29-......... Resûlullah’a atfen Veda Hüdbesinde : “Mü’minler! Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmayacaksınız. O emanet Allah’ın kitabı Kur’an’dır.” (Buhari. Kitabu’l - Hac cilt 4 sayfa 1648, Ötüken 1987)
Görüldüğü gibi, örneklerdeki 26 ve 27 ki rivayetler Kendi aralarında çelişkili oldukları gibi, 28 ve 29. Rivayetlerle de çelişkilidirler. Biz ancak Kur’an’dan sorumluyuz, onun için 28 ve 29. rivayetler gerçeğe uygundur.
Hadis diye uydurdukları rivayetler bir birleriyle çelişkili olduğundan, doğru yolu onlarla bulmak mümkün değildir. Ayrıca Kur’an yeterli olup öyle bir şeye ihtiyaçta yoktur. Ehlibeyt ise, onlarda bizim gibi ancak Kur’an’a uymakla doğru yolu bulabilirler, kaldı ki bin seneden fazla bir zamandır, ehlibeytten bir kimseyi müşahhas olarak dünyada kimse görmediği gibi, onları gören kimseyi de gören olmamıştır. Onun için Kur’an’la birlikte ehlibeyt rehberliği diye bir şey olmadığı gibi, böyle bir şeye ihtiyaçta yoktur. Aksine iddialar gerçeklere uymayan hususlardır.
KURAN’IN ÜCRETLE OKUNUP-OKUNAMAYACAĞI KONUSUNDA VE RÜKYE İLE İLGİLİ UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ
30- İmrân İbnu Husyen (r.a.)’ın anlattığına göre, İmrân, Kur’an okuyan, arkasından da buna mukabil halktan dünyalık talebeden birisine rastlamıştı, ‘ İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci’un, deyip arkasından şu açıklamayı yaptı: “Hz. Peygamber (a.s.v.)’in şöyle söylediğini işittim: “Kim Kur’an okursa (isteyeceğini) Allah’tan istesin. Zira bir takım insanlar zuhur edecek, onlar Kur’an okuyup, okudukları mukabilinde halktan (dünyalık) isteyecekler. (K.S. 434 C.3 S.243 B.1988, alıntısı Tirmizi, Sevâbu’l-Kur’an 20,2918 )
31- Ubade İbnu’s-Sâmit r.a. Anlatıyor: “Ben ehl-i Suffa’dan bir kısım insanlara yazı ve Kur’an öğretmiştim. Onlardan bir adam bana bir yay hediye etti. Ben de: “Bu yay) benim için (büyük) bir mal değil, onunla Allah yolunda atış yaparım, gidip Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a soracağım” dedim. Gidip sordum:
“Ey Allah’ın Resûlü! dedim. Kendilerine yazı ve Kur’an öğrettiğim kimselerden biri bana bir yay hediye etti. Bu benim için bir mal da değil. Ben onunla Allah yolunda atış yaparım! dedim. a.s.v. bana : “Eğer ateşten bir takı takınmayı seversen kabul et! diye cevap verdi.” (K.S. 5787 C.16 s.249 B.1993 alıntısı, Ebu Dâvud, Büyû’ 37, (3417) )
30 ve 31. Rivayetlerde, Kur’an okumaktan, Kur’an ve Yazı öğretmekten ücret alınmasının kesin olarak haram olduğunu rivayet ettiler. Buna rağmen şu şekilde bir başka rivayette bulundular:
32- İbnu Abbâs r.a. Anlatıyor: “Resûlullah a.s.v. Buyurdular ki: “Üzerine ücret almada en haklı olduğunuz şey Kitabullah’tır.” ( K.S. 5171 C.14 S. 506-507 B.1992, alıntısı Buhâri, İcâre 16, Tıbb 34. )
Bu rivayette , üzerine ücret almada en meşru olan şeyin Kur’an olduğunu tahdis etmeleri açık bir çelişkidir.
33. Resûlullah’a atfen: Câbir şöyle demiş “ Benim bir dayım vardı. Akrebe karşı rukye yapardı. Derken Resûlullah rukyeyi yasak etti, Müteakiben ona gelerek:
- Ya Resûlullah! Gerçekten sen rukyeyi yasak ettin mi? Ben akrebe karşı rukye yapıyorum dedi. Bunun üzerine: “Sizden her kim din kardeşine fayda verebilirse bunu yapsın!” buyurdular. (Sahih’i Müslim, Terc. Ahmet Davudoğlu, sönmez Neşriyat A.Ş. Cilt 9 62/624)
<33.> Rivayet kendi içeriğinde çelişkilidir, mademki rukye yapmanın bir mahzuru yok idiyse bunu peygamber neden yasakladı? Rukye, bir hastanın iyileşmesi için, onun üzerine okuyup üflemeye, muska ve efsûn yapmaya veya hastanın üzerine tükürmeye denir. Rukye yapanlar Kur’an ayetleri okudukları gibi, başka sözlerde söylerler. Örneğin:
34..... Hârice b. Es-Salt, amcasından rivayet ettiğine göre: O (Hâricenin amcası) bir kavme uğradı. Kavimdekiler onun yanına gelip;
Şüphesiz sen ozat (Hz. Peygamber)’ın yanından bir şey getirmişsindir, bizim için şu adama rukye yap, dediler ve kendisine iplerle bağlı bir adam getirdiler.
Hâricenin amcası sabahlı akşamlı üç gün adama Fâtiha sûresini okudu. Sûreyi her bitirişinde tükürüğünü biriktiriyor sonrada tükürüyordu. Adam sanki kösteğinden kurtulmuş gibi oldu, (iyileşti) (Delinin arkadaşları) rukye yapan zata (ücret olarak) bir şey verdiler. Adam, Resûlullah (s.a.)’a gelip durumu haber verdi.
Efendimiz (s.a.)
“Ye, ömrüne yemin ederim ki, kimileri bâtıl bir rukye ile yerler, sen ise hak bir rukye ile yersin.” buyurdu. (Ebu Davud, cilt 12 s.496 rivayet 3420 Şamil Yayınevi 1991; Ahmet b. Hanbel V. 221)
Kur’an, içindeki bilgilerden istifade etmek suretiyle, doğru yolu gösteren , nasihat eden, uyaran, İslam dini için gerekli bütün bilgileri ihtiva eden bir kitaptır. O ne ölülerin üzerine okunmak için, nede okunup üflendiğinde hastaları iyileştiren bir kitab değildir.
Hele Kur’an’ın okunup, ondan sonra şifa verir diye hastaya tükürülmesi rivayeti Kur’an’a saygısızlık kastıyla uydurulmuştur.
Kur’an’ın bir rukye kitabı olmadığı hususunda, Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:
- Eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü, yâhut arzın parçalandığı, yâhut ölülerin konuşturulduğu bir Kur’an olsaydı (bu Kitab olurdu) Fakat bütün işler Allah’a aittir. İman edenler hâla bilmediler mi ki, Allah dileseydi bütün insanları hidâyete erdirirdi? Allah’ın va’di gelinceye kadar devamlı olarak inkar edenlere, yaptıklarından dolayı, ya ansızın büyük bir belâ gelecek, ya da o belâ evlerinin yakınına inecek, Allah, vadinden aslâ dönmez. 13/31
Görüldüğü gibi Kur’an okunduğunda ne dağlar yürür, ne yer parçalanır, ne de ölüler konuşur. Onun için Kur’an’dan bir rukye kitabı olarak bahsetmek, Kur’an’ın iniş nedenini esas amacından saptırmaya yönelik kasıtlı bir harekettir.
CİN’LERİN KUR’AN DİNLEMELERİYLE İLGİLİ OLARAK UYDURDUKLARI HADİS ÖRNEKLERİ :
Alkame anlatıyor: “İbni Mes’ud (r.a.)’a dedim ki ’
-Sizden kimse, cin gecesinde Hz. Peygamber (a.s.v.)’e refâkat etti mi?”
“-Hayır, dedi, bizden kimse ona refakat etmedi. Ancak bir gece Onunla (a.s.v.) beraberdik. Bir ara onu kaybettik. Kendisini vadilerde ve dağ yollarında aradık. Bulamayınca: “Yoksa uçurulmuş veya kaçırılmış olmasın?” dedik. Böylece, geçirilmesi mümkün en kötü bir gece geçirdik. Sabah olunca, bir de baktık ki Hira tarafından geliyor.”
“-Ey Allah’ın Resulü, biz seni kaybettik, çok aradık ve bulamadık. Bu sebeple geçirilmesi mümkün en fena gece geçirdik” dedik.
- “Bana cinlerin davetçisi geldi. Beraber gittik. Onlara Kur’an’ı Kerimi okudum” buyurdular. Sonra bizi götürerek cinlerin izlerini, Ateşlerinin kalıntılarını gösterdi............. (K.S. 786 C.4 S.243 B.1988. Alıntıları, Müslim, salat 150(450); Tirmizi, Tefsir, Ahkâf,(3254); Ebu Dâvud, Tahâret 42,(85). )
36- Ma’n İbnu Abdurrahman anlatıyor: “Babam merhumu dinledim. Diyordu ki:
“Mesruk’a sordum: “Kur’an’ı dinledikleri gece, cinler(n geldiğini) Resûlullah a.s.v.’a kim haber verdi?” Bana şu cevabı verdi: “Babam, yani İbnu Mes’ud bana bildirdi ki: “Onların yani cinlerin geldiğini bir ağaç haber verdi.” (K.S. 5589 C.15 S.441 B. 1992, Alıntıları Buhâri, Menâkıbu’l-Ensâr 32; Müslim, Sâlat 153,(450). )
Cinlerin Kur’an dinlemeleriyle ilgili olarak uydurmuş oldukları yukarıdaki sözlerin yanında, bu sözleri sanki hiç söylememişçesine şöyle demeleri gerçekten ibret vericidir:
37- İbnu Abbas (r.a.) şöyle demiştir: “Hz. Peygamber (a.s.v.) Cinlere Kur’an okumadığı gibi, onları görmedi de..........) (K.S. 846 C.4 S.343 B.1988. Alıntıları, Buhari, Tefsir, Cinn 1, Ezan 105; Müslim, Salat 149,(449); Tirmizi, Tefsir, Cinn,(3320). )
<37.> Rivayetin devamın da uzunca anlatım ve ifadelerin içinde, Cinlerin Peygamberin haberi olmadan peygamberden Kur’an dinlemiş olduklarını söylemeleri Kur’an’a uygun olmasına rağmen, insanların kafalarını karıştırma metotlarının gereği olarak uydurmuş oldukları 35 ve 36. Rivayetlerdeki ifadelerle 37. Rivayetteki ifadelerin ayrılık ve çelişkisi dikkat çekici olup, onların zihniyetini yansıtmaktadır.
Cinlerin Kur’an dinlemesiyle ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:
- De ki! Bana vah yolundu ki, Cinlerden bir topluluk Kur’an dinlediler de şöyle dediler: “Biz hârikulâde güzel bir Kur’an dinledik. 72/1
Yukarıda meali yazılı ifadeler, Cin sûresinde geçmekte olup, buna göre Cinlerin Kur’an dinlediğiyle ilgili olarak, peygamberin ancak vahiyle haberi olmuştur. Bundan dolayı rivayetçilerin uydurmuş oldukları, peygamber kayboldu ve ona ağaç bildirdi gibi sözler, saygısızca uydurulmuş alayvari boş sözlerdir.

Bazı insanlar, aralarındaki ihtilafların giderilmesi için gönderilen Kur’an-ı Kerimi bırakıp, peygamberden veya O’nun sahabesinden geldiği iddia olunan hadislere dalmış ve içinden çıkılamaz ihtilaflara düşmüşlerdir. Daha sonra da aslı astarı olmayan bazı hadislerden yola çıkarak kıyaslar yapmış ve daha fazla ihtilafların ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır. Gerek itikadi farklılaşmanın, gerekse de ameli farklılaşmanın sebeplerinin başında; peygambere veya O’nun sahabelerine fatura edilen hadisler gelmektedir. Aynı şekilde ümmeti bölen ve siyasi farklılaşmalarla onları küfür milletinin zulümlerine maruz bırakan parçalanmaların sebeplerinin en önemlisi de bu hadislerdir.
Bu kısa girişten sonra şimdi de hadislerle ilgili temel düşüncelerimizi maddeler halinde açıklayalım.
Hadisler gelenekçilerin açıkladıkları gibi Peygamberimizin sözleri değil, çoğunluğu O’nun ve sahabelerinin adına fatura edilmiş olan rivayetlerdir.
Hadis kitaplarında peygamber adına fatura edilmiş binlerce hadis vardır. Buhari Müslim’de dahil olmak üzere her hadis kitabında peygamber adına uydurulmuş olduğu % 100 ispatlanabilecek birçok hadis vardır. Ve bu uydurmalar gelenekçilerin sandığı gibi 3-5 rivayet değil, hadislerin büyük bir çoğunluğudur.
Hadis alimlerinin isnad sistemi diye ortaya koymuş olduğu sistem; tarafgirliğe dayalı olan ve gerektiğinde yalanı da içeren bir sistemdir. Bu sisteme asla güvenilemez. Belki araştırma yapıldığında illetleri akılla kavranılamayan Kur’an merkezli konularda, Kur’an’ın mesajının te’kid ve tebyin edilmesinde tamamlayıcı bilgi olarak isnad sisteminden faydalanılabilir. Yine bu faydalanma da % 100 sağlıklı değildir, ama diğer delillerle birleştirilerek faydalanılabilir. Ama hiçbir zaman bu bilgiler esas alınamaz. Ehli hadisin ortaya çıktığı ilk dönemlerde isnad sistemi hadislerin peygambere aidiyetinin garantisi gibi gösteriliyordu. O günden bu güne kadarda aynı anlayışın sağlıklı olduğuna inanılıyordu. Biz diyoruz ki, bu zihniyetin oluşması için, birçok rey ehline iftira atılmış ve cahil kalabalıklarında katkısıyla bu yanlış anlayış –ehl-i reye rağmen- günümüze kadar taşınmıştır. Bu insanların iftiralarından rey ehlinden olan Nazzam ve Ebu Hanife gibi alimler bile nasiplerini almışlardır. İftiralara örnek olarak, Nazzam’a gece gündüz içki içer fuhuş yapardı ve haysiyetsizdi diyen İbn-i Kuteybe’yi ve Ebu Hanife’ye Muhammedin dinini değiştiren, hadislere hurafe diyen, sahih hadisi inkar eden, ümmetin fitnecisi…vb diyen İbn-i Hibban’ı örnek olarak gösterebiliriz.
Hadislerin peygamber döneminde-DİNİN İKİNCİ KAYNAĞI- olduğu iddiası da yalandır. O dönemde hadislerin yaygın bir şekilde yazılmadığı apaçık ortadadır. Eğer dinin ikinci kaynağı olsa mutlaka yazılırdı. Hadislerin ilk başta Kur’an ayetlerine karışmamış olduğu yorumu da mantıksızdır. Çünkü birçok sahabenin ezberinde olan Kur’an’ın hadislerle karıştırılmasının imkanı yoktu. Diyelim ki yazılmadı. Pekala Beni Saide gölgeliğinde hilafete kimin seçileceği tartışılırken niçin Sünnilerin hadis kitaplarındaki onlarca hadisten söz edilmedi.Çünkü o hadisler o dönemde yoktu. O hadisler siyasi olaylar sebebiyle daha sonra uydurulmuş ref edilerek peygamber veya O’nun sahabeleri adına fatura edilmiştir. Aynı şekilde Şiilerin bildiğini iddia ettikleri birçok sahabe; buradaki hilafet seçiminin sonucunda çıkıp ta “Hayır! Bu seçim doğru değil, Peygamberin hilafete Ali’yi daha layık gördüğüne dair onlarca rivayet var demedi. Niye? Çünkü onların sahih dedikleri birçok rivayette aynen Sünnilerinki gibi olaydan sonra uydurulmuştu. Bu bilinçle hareket eden birçok sahabe ve Ebu Hanife ve İmam Malik gibi mezhep imamları sahih senetle gelmesine rağmen-sünnet anlayışlarına aykırı olan- sahih hadisleri reddetmişlerdir. Hanefilerdeki Manevi İnkıta meselesini anlayanlar bizim açıklamalarımızdan gerekeni anlayabilir. Onu bilmeyenler ve kör mukallitlikle müttaki bir muvahhit olunacağını sananlar ise; maalesef ne açıklamalarımızı nede dinlerini anlama şerefine nail olamayacaklardır.
Hadis kitaplarında bırakın sözleri ameller bile doğru nakledilememiştir. Hatta imanın şartının kaç olduğunu bile hadisçiler net bir şekilde aktaramamışlardır. Bu onların peygamberin sözünü değil de, en temel inancı bile doğru nakledemediklerini ispatlamaya yeterlidir. Mesela; iki sayfalık hadisi doğru nakletmek bir yana, bütün hadisçiler yan yana gelse peygamberin kıbleye karşı bevledip bevletmediğini çözemezler. Ancak te’ville, nesh mensuh…vb yöntemlerle rivayetler arasını bağdaştırmaya çalışırlar. Ama bunda bile başarılı olamazlar. Çünkü, kendilerine çöl ortamında yüzlerce defa belki de sahabeler arasında bevletmiş olan peygamberin bir amelini bile doğru nakledememişsiniz, sözlerini nasıl nakledeceksiniz? Deseniz hiçbir cevap veremez ve sadece sizi sünneti inkar etmekle suçlarlar. (Sünnetle hadisin farkını bilmeyecek kadar sünneti anlamaktan uzak oldukları için; siz, peygambere ait olmayan sözleri(hadisleri) reddettiğiniz halde, onlar Alah’ın rasulünün Kur’an’ı yaşama şekjli olan sünneti inkar ettiğinizi sanacak ve size karşı tutumunu da ona göre belirleyecektir.
Hadislerin aslının vahy olduğu iddiası da yalandır. Bu konuda İbn-i Hazm, İmam Şafi, İbn-i Hibban ve benzerlerinin getirdiği deliller bağlamlarından kopartılmış ayetler ve uydurulmuş hadislerdir. Örnek olarak, bu kişiler Kur’an hakkında söylenmiş olan peygamberin konuştuklarının vahy olmasını, hadislerin de aslının vahy olduğuna delil getirmişlerdir. Bu doğru değildir. Ayetin ayetler içindeki, sure içindeki bağlamına ve nüzul kronolojisi dikkate alınarak Kur’an içindeki bütünlüğüne bakıldığında gelenekçilerin yorumlarını yaparken Kur’ana bakmak ve O’nu anlamak yerine, O’ndaki ideolojilerini desteklediklerini sandıkları herhangi bir ayeti cımbızla çıkartıp, binbir te’ville te’vil edip daha sonra işte bakın Kur’an’da da bizim teorinin delili var demişlerdir. Ataları taklitle ömür tüketenlerin, Kur’an’a bakarak fikir üretmeleri mümkün olmadığı için maalesef ilgili kişilerin delil diye verdikleri ayet, asla delil olmamasına rağmen binlerce yıldan beri alim ulema geçinenler arasında delil diye açıklanıp durmuştur. Dikkat ediyorsanız, Necm suresindeki bu ayetin bizim anladığımız manadaki hadislerle uzaktan yakından hiçbir alakası yoktur. Yine aynı şekilde Hicr suresindeki “zikri biz indirdik ve O’nu biz koruyacağız” ayetindeki zikrin hadisle hiçbir alakası da yoktur. Hatta bütün akıl sahipleri ittifak etmişler ki hadisler korunmamıştır ve korunmadığı konusunda ihtilafta yoktur. Ümmetin üzerinde ittifak ettiği tek şey; Allah’ın kitabının değiştirilmeden günümüze kadar geldiğidir. Hadisler öyle mi? Müçtehit olmayanların bir müçtehidi taklit etmesi gerektiğini açıklayan Hüsnü Aktaş ismindeki gelenekçi bir hocamızın kitabındaki “itibar edilen hadis kitaplarımızda aynı konuda birbiriyle çelişkili iki sahih hadise her zaman rastlanılır…” şeklindeki açıklama bizim iddialarımızın muhaliflerimiz tarafından da aynen kabul edildiğinin göstergesidir. Teşhisimiz aynı olan bu konuda çözüm önerilerimiz oldukça farklıdır. Onlar hadisler karmakarışık onu biz anlayamaz anlayan bir müçtehide tabi oluruz derken, biz evet! Karmakarışık olduğu doğru bu yüzden dinimizi yaşamak için Kur’an’a sımsıkı yapışmalı, hadislere ise sadece Kur’an’ı anlamamıza yardımcı olacak kadar bakmalıyız. Bunu yapmayarak “bu karmakarışık hadislerden ancak mezhep imamlarımız ve alimlerimiz anlar” diyenler, artık uykudan uyanmalı ve müçtehitlerinde ihtilafları çözemeyerek Kur’an’a rağmen ortaya çıkartılan bu ihtilafların içinde boğulup kaldığını anlamalıdır.
Geleneksel hadis anlayışının esas aldığı sahabe tarifi de yanlıştır. Eğer bu tarif esas alınırsa o zaman, sahabenin tümünün adil olması, tamamen imkansız hale gelir. Bu tanım ve sahabenin tümünün adil olduğu şeklindeki yorumun, rivayetlerin eleştirilmesini önlemek için hadis ehlinin yapmış olduğu bir koruma çemberi olduğunu biliyoruz. Ve bu şekildeki sonradan çıkartılan saçma sapan kurallara itibar etmiyoruz. Hadisçi kesim bu hadisleri korumak ve kollamak adına uydurmuş, daha sonra tartışılmasın diye akaid konularının arasına katmış ve bir inanç şekline dönüştürmüştür. Maalesef bunda da başarılı olmuş ve bunun sonucunda binlerce uydurma hadis sahih hadis olarak hadis kitaplarında yer alabilmiştir.
Gelenekçilerin geçmişteki alimlerin uydurma hadisleri temizledikleri iddiaları da doğru değildir. Bunu söyleyenlere, Buhari’den sonra yaşayan hadis alimlerinin çalışmaları sonucunda, Buhari’de uydurma olduğunu anlayıp seçtikleri kaç uydurma hadis var? Diye bir soru sormanız yeterlidir. Cevap “Buhari’de olmaz” olacaktır. Halbuki Buhari’de Peygambere aidiyeti imkansız olan, çünkü, peygamberin vefatından sonra ortaya çıkan ve hadis uydurmacılarının tetikleyicisi olan savaşların birebir açıklamasını yapan rivayetler vardır. Buhari’yi araştıranlar, orada her iki siyasi grubun kendi yorumlarını hadis diye uydurup Buhari’nin içine taşıdıklarını göreceklerdir. Siyasi olaylar sonucunda ortaya çıkan savaşta ölenlerin Müslüman olduğunu söyleyen ve her iki tarafı temize çıkarmaya çalışanlarında, tam tersine her iki tarafı suçlayanlarında kendi tezlerini peygamber adına fatura ettiklerini kolaylıkla anlayacaktır. Örnek olarak; siyasi olaylar sonucunda iki tarafın Müslüman olduğunu savunanlar, “İki (İslam) topluluğu savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Bu iki topluluk arasında büyük bir harp olacaktır. Halbuki ikisinin de davası birdir. “ hadisini, tam tersini savunarak her iki grubunda cehennemlik olduğunu söyleyenler ise “Ebu Bekre hadisi Ahmet b. Kays rivayetinde şöyle demiştir. “Sıffin harbi sırasında) şu adama (Ali b. Ebi Talip) yardım etmeye gittim. (Yolda) Ebu Bekre ile karşılaştım. Nereye gitmek istiyorsun? Diye sordu. Ben “Şu adama (Ali’ye) yardım etmeye” dedim. Ebu Bekre “Dön zira ben Rasullah’ın İki Müslüman kılıçlarıyla karşı(laşıp vuruştukları) zaman öldüren de, ölen de cehennemdedir.” Buyurdu. Ben ya Rasullah, şu katilin Cehennemlik oluşunu anladık, öldürülene ne oluyor? Dedim. O da arkadaşını öldürmeye hırslı idi” buyurdu. Hadisini delil göstermiş ve bunu da Buhari’ye Peygamber sözü olarak yazdırtabilmişlerdir. Bunun örnekleri onlarca, yüzlerce değil binlerce vardır. Ve biz bunları zamanı geldikçe teker teker göstermeye çalışacağız.
Hadis kitaplarındaki hadislerin birçoğu Kur’an’ın anlaşılmasını kolaylaştırmak şöyle dursun, tam tersine zorlaştırmıştır. Maalesef bazı konularda bu zorlaştırmanın bir ucu imkansızlaştırmaya doğru gitmiştir. Hadis kitaplarındaki hadislerin mutlaka bilinmesini şart koşan hadisçi zihniyet; maalesef hadislerin büyük bir çoğunluğunun Kur’an’ın anlaşılmasını kolaylaştırmak şöyle dursun, tam tersine zorlaştırmış olduğunun farkına varamamıştır. Biz bazı hadislerin Sünnetin anlaşılmasında ve dolaylı olarak ta Kur’an’ın anlaşılmasında faydaları olduğunu inkar etmiyoruz. Ama bu gelenekçilerin anladığı gibi değil. Çünkü gelenekçilere göre Kur’an merkezli ve ameli tevatür olarak gelen uygulanmış bir sünnet ile, merfuluğu, ittisali tartışılacak bir ferdi rivayet kitapta geçiyorsa aynı şeyi ifade eder. Ehli Sünnetliği kimseye bırakmayan tarikatçıların eserlerinde, bu tip ferdi rivayetlerin, Kur’an ayetlerini tekzip edercesine uydurulmuş anlamlarına ve çürük isnadlarına bakılmaksızın yer alması bu iddiamızı ispatlamaktadır.
selam ,şirk'ten uzak duran , kur'ana tabii olanların üzerine olsun.
" İMAM-I AZAM EBU HANİFE ( el-Alim 26-27) s.84-85

AKILLA – KURANLA –BAŞKA HADİSLERLE ÇELİŞEN RİVAYETLER:


Önce Bu Çelişkilere Kılıflar hazırlanmıştır.
Yaratan Kitabında, İstediği kadar:
**  Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! .... (7/3)
Desin... Bu emri, Hadisle(!?) İptal ediyoruz...:
**  
“Sakın sizden birinizi emrettiğim veya nehyettiğim hususlardan biri kendisine ulaşınca, koltuğuna yaslanıp: ‘Bilmiyorum! Biz Allah’ın kitabında ne buluyorsak ona uyarız.’ derken bulmayayım”( Tirmizi)--  “Kuran’la, Güzel Sözlerle Uyarma / Öğüt verme”   Talimatı alan Peygamberimize;  “Kuran’ı, Bana Yamanan Sözlerin önüne koymayın”  Ültimatomu(!) Verdiriyorlar... Ve bu Hadisi(!) ile yolunuz kesiliyor... Bundan sonra,“Hadis”  diye önünüze ne konulursa konulsun... “Kuran’daki Hüküm Şudur”  demek hakkınız elinizden alınıyor...

--  Ahzab, Tövbe ve başka surelerdeki, Bir Çok Ayette; “İki yüzlülerden, İnanmayanlardan”  Bahsedilir. Bunlar, Ashab içinde olan Kişilerdir. Buna rağmen,  “Tüm Ashab Adildir” genellemesi yapılabilmiştir.
**  ... Ashabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisinin kavli ile amel etseniz hidayeti bulursunuz 
(Keşfu'l Hafa (Acluni)Gibi Hadisler Uydurulmuştur... Yani;  “Ashab’dan”  gelmişse... “Acaba...?”   diyemezsiniz.
**  “Yer yüzü balığın sırtındadır. Cennete girecekler ilk olarak bu balığın ciğerinden yiyecektir.”
  (Buhari 3/51 )
**  Peygamber’e Allah’ın yerleri ve göğü yaratmadan önce nerede olduğu soruldu, Peygamber ; “Bir bulut içerisinde idi, üstü hava, altı hava idi.”dedi. (Hanbel 4/11 )

**  ...(Peygamber) Buyurdu ki: Benî İsrâîl çıplak ve biribirine baka baka yıkanırlardı. Mûsâ  .... yalnızca yıkanırdı. Benî İsrâîl: "Vallâhi Mûsâ` ..... (kusurludur) " der  .... (Mûsâ) ...bir def`a yıkanmağa gitti. Elbisesini de bir taşın üstüne koydu. Taş, elbisesini alıp kaçtı. Mûsâ "Aman taş, rubamı! Aman taş, rubamı!" diyerek arkasına düştü. Benî İsrâîl onu(bu halde) görüp de: "Vallâhi Mûsâ`da bir kusur yokmuş." deyinceye (Taş durdu. Musa). elbisesini alıp taşı dövmeye başladı.- Ebû Hüreyre (r.a) der ki: Vallâhi o taşta dayaktan hâlâ altı, yâhud yedi bere izi kalmıştır. (Buhari 1:277
**  “ ... O’nun benzeri gibi hiçbir şey yoktur.”   (42-Şura 11)
--   “Allah ahirette Peygamberlere kimliğini kanıtlamak için bacağını açıp baldırını gösterir.”  (
Müslim - İman 302 / Buhari 97/24,10/29 / Hanbel 3/1)
**  “Dinde zorlama yoktur.”   (2-Bakara 256)
--   “Dinini değiştireni öldürün.”  (
Nesei 7-8/14,Buhari 12/1883
)
** “Zulmedenler dedi ki: Siz olsa olsa büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz.” (25- Furkan 8)
**   “Kan aldırmak yapanın da yaptıranın da orucunu bozar.” (
Tirmizi Oruç 60 / Ebu Davud Oruç 28 /   Buhari Oruç 32   
)
--   “Peygamber’imiz oruçlu iken kan aldırmışlardır.” (
Ebu Davud Oruç 29-30 / Tirmizi Oruç 59/Buhari Tıp 11  
)
**   “Biriniz evinde namazı kılar da sonra namaz kılmakta olan imama yetişirse, onun arkasında namaza dursun. İkinci kıldığı onun için nafile olur.” (
İbn-i Kuteybe Hadis Müdafası 366   (m) Ebu Davud 2/56)

Uydurulmuş Hadisler
Hz Peygamber(sav) adına uydurulduğu kadar hiçbir şahsiyet adına yalan uydurulmamıştır. Kur'an'ı, İslam tarihini ve hadis edebiyatını yan yana basiretle okuyabilenler hemen hemen bütün fırka mensuplarınca Hz Peygamber(sav) adına uydurulmuş ve yaygınlaştırılmış yüzlerce mevzu hadis tespit edebilirler.
1- Akla, tecrübeye, sarih ve mütevatir nakle, usule aykırı bütün hadisler uydurmadır:
Örneğin: “Nuh'un gemisi yedi kez Kabe'yi tavaf etti. Sonra da makamda iki rekat namaz kıldı" uydurması gibi...
" Nuh Tufanı zamanında yaşayan Avc bin Unuk 3000 kulaç uzunluğundaydı. Nuh tufanında sular ancak ayak bileklerine kavuşmuştu. Elini denize daldırır, tuttuğu balıkları güneşe uzatarak pişirirdi." Not: Bu konularda geniş bilgi için merhum Abdullah Aydemir'in (Peygamberler-Diyanet vakfı yay.) eserine müracaatı tavsiye ederim.
2-Şehvet ve yozlaşmaya çağırır bir karakter arz eden bütün hadisler uydurmadır:
"Güzele bakmak gözlerinin cilasıdır."
"Güzele bakmak ibadettir."
"Güzel yüzlülere ve siyah gözbebeklerine bakmanızı tavsiye ederim. Çünkü Allah güzel birini ateşle cezalandırmaktan haya eder."
"Dört şey dört şeye doymaz: Dişi erkeğe, toprak yağmura, göz bakmaya ve kulak habere"
3-Tıp ilminin verileriyle çelişen hadisler uydurmadır:
"Domates her derde devadır."
"Keşkek(Herise) yemek beli güçlendirir."
"Balık yemek beli kuvvetlendirir"
"Mümin tatlıdır, tatlıyı sever."
"Adamın biri Resulullah'a çocuklarının azlığından şikayet etti. O (SAV)da ona yumurta ve soğan yemeği tavsiye etti."
"Cebrail bana Cennetten herise(keşkek) getirdi. Ben de yedim. Böylece kırk erkeğin gücüne kavuştum."
4-Allahu Tealanın kemal özelliklerine zıt rivayetler uydurmadır:
"Allah kendi kendini atın terinden yarattı"
"Rabbimiz arefe akşamı beyaz bir deve üzerinde inerek yürüyenlerle kucaklaşır, binekler üzerindekilerle tokalaşır."
"Allah, melekleri kendisinin dirsek ve göğüs kıllarından yaratmıştır."
"Allah'ı önümde hiç örtü olmadan gördüm. Öyle ki, başında lülüden halkalı bir taç vardı."
"Allah'ın gözleri rahatsızlandı, melaikeler ziyaretine geldiler."
"Allah harfleri yarattığı zaman b harfi secde etti. Elif ise etmedi."
5- Tecrübe ve genel geçer gerçeklere ters düşen rivayetler uydurmadır:
"Patlıcan ne için yenirse ona şifadır"
"Bir kimse konuşurken aksırırsa bu onun doğruyu söylediğinin delilidir."
"Size mercimek yemeyi tavsiye ederim, çünkü mercimek mübarektir. Kalbi inceltir, gözyaşını artırır. 70 peygamber onu kutsamıştır."
"Yemeğin üzerine su için, doyasınız."
"İnsanların en yalancıları boyacılar ve kuyumculardır."
"Gökteki Samanyolu arşın altındaki engerek yılanının izidir."
"Kim Farsça konuşursa cinneti artar, mürüvveti azalır."
6-Kur'an’ın beyanatına ve Sünnetin ruhuna ters düşen rivayetler uydurmadır:
"Zina çocuğu Cennete giremez." Bu söz Allah'ın "Her nefsin kazandığı kendisinedir" (En'**-164) fermanıyla çelişiyor.
"Dünya ahiret ehline haramdır. Ahiret dünya ehline haramdır. Dünya ve ahiret Ehlullaha haramdır." Bu söz "Cennet muttakiler içindir (13/55) ayetiyle çelişiyor
"Dünyanın ömrü 7000 senedir. Ve biz yedi bininci senedeyiz" Bu da Kur'an'ın "Kıyametin bilgisinin yalnız Allah'ın katında olduğu" hükmüyle çelişiyor.
"Kadınları yüksek yerlere oturtmayın. Onlara yazıyı da öğretmeyin. Dikişi ve nur suresini öğretin." Yeri geldiği için söyleyeyim. Yıllardır İlhan Arsel ve Turan Dursun gibi tiplere iyi malzeme olan bu gibi rivayetler barındıran eserler maalesef hala piyasadadır.
"Doğan çocuğuna "Muhammed" adını koyanlar hem kendisi hem de çocuğu Cennettedir."
"99 kadından biri cennette diğerleri cehennemdedir" Kur'anın insana bakış açısıyla ne kadar çeliştiğini bilmem ki izaha gerek var mı?
"Ramazan ayının son haftası farz namazlarını kılan biri 70 yaşına kadar kaçırdığı namazları karşılamış olur."
"Bir kimse her gün yüzünden 200 ayet okusa, müşrik bile olsalar Allah ana babasından azabı kaldırır."
7-Alay konusu olabilecek ifadeler içeren rivayetler uydurmadır:
"Eğer pirinç adam olsaydı, çok yumuşak huylu iri olurdu. Aç olan biri onu yese muhakkak doyar."
"Ceviz ilaçtır, peynir hastalıktır."
"Bakla şeytanı uzaklaştırır."
"Hindibanın her yaprağının üzerinde mutlaka Cennet suyundan bulunur."
"Menekşe yağının diğer yağlara üstünlüğü ehli beytin diğer insanlara üstünlüğü gibidir."
"Mümin itaatkar ve yumuşaktır. Munis bir deve gibi " boynunu ey" deyince boynunu eyer. Bir kaya üzerinde bile olsa "ıh" denilince çöker."
"Yüce Allah'ın taştan bir meleği vardır. Ona umare denir. Her gün bir eşeğin üzerinde bir taş indirir, fiatları sınırlandırır. Sonra göğe yükselir."
Halk arasında böyle abuk subuk rivayetler çok dolaşır. Avam böyle şeylere çok meraklıdır. Bediüzzaman'ın enfes tespitiyle"Özü bulamayan kışırla meşgul olur." Mesela özellikle kadınlarımız arasında yaygın olan "Bal Tefsiri" adlı uydurma ve her sene değişik periyotlarla arz-ı endam eden "Şeyh Ahmed'in Vasiyetnamesi”"adlı düzmece hemen aklımıza gelenlerdir.
8- Mehdi meselesinde çoğu rivayet uydurmadır: Mehdi meselesinin bir aslı olduğunu kabul etmekle beraber bu konuda çoğu rivayetin uydurma olduğunu söyleyebiliriz.
Örnekler: "İbn-i Mace'de yer alan "siyah bayraklı bir ordunun Horasan'dan zuhur ettiği zaman, kar üzerinde emekleyerek dahi olsa o orduya iltihak edilmesi gerektiği, zira onun içinde Halife Mehdi'nin olduğunu" ifade eden rivayet için Hadis alimi Veki" Hadis olarak bir değeri yoktur" derken Zehebi ise "Bu sahih değildir" demiştir.
Mehdi'nin doğudan ve Horasan'dan zuhur edeceğine dair rivayetler sanki Horasan isyanın lideri Ebu Müslim'in komutasındaki siyah bayraklı ordunun gerçekleştirdiği hareketi teşvik ve tasvir ediyor gibidir. Ona zemin hazırlamak için uydurulduğu görülüyor.
İbn-i Kesir de buna dikkat çekiyor." Siyah bayraklı ordu" rivayetlerindeki dikkat çeken bir nokta da "kar üzerinde emekleyerek dahi olsa" ifadesidir.Halbuki sıcak Arap yarımadasında kar üzerinde emeklemek tabiri kolay anlaşılacak bir tabir değildir.
"Mehdinin zuhur ettiği zaman Şam'dan üzerine bir ordu gönderilmesi, bu ordunun Beyda mevkiinde batması ile ilgili rivayetler Abdullah bin Zübeyr'in hilafeti sırasında uydurulmuştur. Çünkü zalim Mervan'ın komutanı Haccac bin Yusuf Kabe üzerine yürümüş ve Mekke'yi kuşatmıştı.
"İsmi ismime, babasının ismi babamın ismine uyan biri çıkmadıkça ve Araba hükmetmedikçe " gibi rivayetler de Nefs-üz Zekiyye lakabıyla maruf ve Abbasi meliki Ebu Cafer Mansur'a karşı Medine'de kıyam eden Muhammed bin Abdullah için tertip edilmiş görünüyor."(geniş bilgi için Avni İlhan'ın Mehdilik(Beyan yayınları) adlı eserine müracaat ediniz.)
9-Tarihi gerçeklere ve Sünnetullaha ters düşen rivayetler de uydurmadır: Her aşırı yüceltme bir tahriftir. Maalesef asrı saadet sonrası sevgisi, hissi aklının önüne geçen bazı kimselerin yüzünden Resulullah(asm)ile ilgili böyle mübalağalı rivayetler Ümmet arasında yayılmış, sonuçta tabiri caizse, Resulullah buharlaşmış, gökler ötesi alemlere yükselmiş ve hayattan kopartılmıştır. Böyle bir sevginin ne zararı var diyebilirsiniz. İslam aleminin durumuna bakın, peygambersizlikten
kırılan kitleleri görün, Muhammedileşmemiş hayatlarımızı gözden geçirin, cevabını bulacağınızdan eminim...
"Sevr mağarasında Hz.Peygamberin Hz.Ebubekir’in dizinde uykuya daldığı, bu arada Sıddık-ı Ekber’in ayak parmağıyla mağaradaki bir deliği tıkadığı sırada bir yılan tarafından sokulduğu, vs. anlatan rivayet düzmece bir hikayedir"
"Resulullah’ın Hz.Ebubekir’e Sevr mağarasında gizli zikri(zikr-i hafi) telkin etmesi ile ilgili rivayet de kesinlikle uydurmadır."
"Aşırı yüceltmeci bazı görüşler şunu, söyleyebilmişti: Peygamberimizin iki kürek kemiği arasında iğne deliği büyüklüğünde iki gözü bulunmaktaydı. O iki gözü ile arkasını görmekte ve elbise o gözlerin görmesini engellememekteydi."
"Aşırı yüceltmeci rivayetler Hz.Peygamberin sırf bir nur olduğu için gölgesinin yere düşmediğini söylemişlerdir.
"Buhari şarihi Bedreddin Ayni Hz.Peygamberin yeryüzündeki bütün dilleri bildiğini söyleyebilmiştir.
"Resulullah ayı yardığında iki parça olan ay yere inerek bir parçası bir cebine bir parçası diğer cebine girdi" (Bu gülünç uydurmayı M. Faruk Gürtunca adlı birinin Hz.
Peygamberin Hayatı adı altında yazdığı bir kitapta bizzat okumuştum.)
Bir kaç örnek daha verelim: "Hz.Peygamberin ashabıyla konuşurken gökten bir yıldızın Medine'de bir evin bacasından içeri düşmesi, Efendimizin(sav) bunu kendisinden sonraki halifeye yorması ve yıldızın Hz Ali'nin evinde bulunması"
"Hz. Ali'nin ikindi namazını kaçırdı diye, batan güneşin tekrar doğduğu ve Ali efendimiz namazını bitirince tekrar battığı rivayetleri de kesinlikle uydurmadır. Bunu uyduran cahil bilmiyor olmalı; Hendek savaşında Resulullah ve ashabı bir günlük namazları savaşın şiddetinden kazaya kaldı
Son bir misal: Piyasadaki bir eserde gördüğüm ilginç bir uydurma. Hz.Hasan(ra) evlenip boşanma suretiyle 200 hanıma sahip olmuş, durum Resulullah'a arz edilince " o huyca bana benzer" buyurmuş. Tarihen sabit ki Resul-i Ekrem vefat ettiğinde Hz.Hasan 8 yaşında bir çocuktu...
10-Gelecekteki olaylara tarihiyle beraber işaret eden rivayetler uydurmadır:
"Şerliler hayırlılardan sonra 150 senedir. Dünya ehlinin hepsine hakim olurlar. Onlar da Türklerdir."
"Hicri 200 den sonra en hayırlınız hafif-ül haz olanınızdır.(Evlat ve malı olmayan)
"Hicri 200'den sonra doğanlara Allah'ın ihtiyacı yoktur."
11-Sevap ve ceza hususunda mübalağalı ifadeler içeren ve sayısal değerlerle sevaplar içeren rivayetler uydurmadır:
"Bir kimse 'Cezahullahu Muhammeden anna ma hüve ehluhu " derse 70 katibi 1000 sabah (sevap yazmaktan) yormuş olur."
"Cennetlik bir adama 4000 bakire, 8000 dul ve 100 huri verilir."
"Kuşluk namazını şu veya bu kadar kılan biri 70 peygamber sevabı alır."
"Kim la ilahe illallah derse, Allah onun için 70 dile sahip ve her dilinde kendisine istiğfar etmesi için 70 bin lisanlı bir kuş yaratır."
Maalesef, kendisini zühde veren, sofuluğa intisap eden, fıkıhla ilgilendiğini söyleyen ama hadis ilminden habersiz bir çok kimse bunlara göre hareket etmekte, bu yalanlara kanmaktadır. Memleketimizde "Güllü Yasin" gibi kitapların ne kadar mebzul bulunduğunu söylemeye gerek yoktur.
12-Bir ırkı öven veya yeren hadisler uydurmadır:
"Ben Arabım, ama Arap benden değildir."
"Hafıza on kısımdır; Dokuzu Türklerde, biri diğer insanlardadır.
"Ben kulakları delik atlar üzerinde gelen ve atlarını Fırat ve Dicle'nin kenarına bağlayan Türkleri görür gibi oluyorum."
"Zencinin karnı tok olduğunda zina eder, açsa hırsızlık yapar."
"Zencilerden sakının. Çünkü onlar çirkin yaratıklardır."
"Allah kızdığı zaman vahyi Farsça indirir. Razı olduğu zaman Arapça indirir."
13-Sahabe-i kiramı aşırı şekilde öven hadisler uydurmadır:
"Cennette tek bir ağaç yoktur ki,yapraklarında 'Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed onun Resulüdür. Ebubekir, Ömer, Osman' yazmış olmasın."
"Emin olan kişi üç kişidir; Ben, Cebrail, Muaviye" (Not: Hadis uleması şöyle bir kaide koymuşlar: Muaviye’yi öven veya yeren bütün hadisler uydurmadır.)
"Resulullah Miraca çıkacağı zaman Cebrail ona Cennetten bir meyve getirdi.Resulullah onu yedikten sonra Hatice Fatıma’ya hamile kaldı. Resulullah Cennet kokusunu özlediğinde Fatıma'yı koklardı." Tarihen sabittir ki, Fatıma Miraçtan evvel doğmuştur.
"Ben ilmin teraziyim. Ali iki kafesi, Hasan, Hüseyin terazi ipleri, Fatıma terazi halkası, bizden gelecek imamlar terazi ölçüleridir. Bu terazide bizi sevenlerin veya kin tutanların amelleri tartılacaktır."
14- Emevi ve Abbasileri öven bütün rivayetler uydurmadır.
15-Mezhep İmamlarını öven veya yeren bütün rivayetler uydurmadır: "Ebu Hanife bu ümmetin kandilidir".
"Muhammed bin İdris(İmam Şafii ) bu ümmete şeytandan daha tehlikelidir."
"Satranç oynayan melundur, seyircisi de domuz eti yiyen kimse gibidir."
"Sultanlara sövmeyin. Sultanlar yeryüzünde Allahın gölgesidir" Bu sözün tarih boyunca nasıl Ümmetin ensesinde boza pişirenlerce kullanıldığıyla alakalı Mustafa İslamoğlu'nun İman adlı eserindeki izahatı okumayı tavsiye ederim.)
"Ezan duasındaki "vedderacatirrafiyetil aliye" ilavesi sahih rivayetlerde mevcut değildir.
"Bir kimse binasını 7 veya 9 arşın yüksekliğinde yaptığında gökten bir münadi ona seslenir: "Ey fasıkların en fasıkı! Bununla nereye gidiyorsun?"
"Ben adil bir melik zamanında(İran Kisrası Nuşirevan) doğdum."
"Beyaz horoz edinin...Beyaz horoz benim de, Cebrail’in de dostudur."
"Beyaz güvercin besleyin. Onlar çocuklarınızı cinlerden korur."
"İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olandır."
"Bendendir diye bir söz nakledildiğinde onu aranızda müzakere edin...Gerçeğe uygunsa alın. İster ben söyleyeyim, ister söylemeyeyim."
"Kim aşık olur da gizler, iffet gösterip sabrederse, Allah onu cennete koyar."
*Hamamlarla ilgili övücü veya yerici bütün rivayetler de uydurmadır
*İbn-i Kayyım el Cevziyye "El Menar-ul Münif" adlı eserinde diyor ki: "Ebdal,Aktab, Gavs, Nukeba, Nuceba ve Evtad ile ilgili hadislerin hepsi yalan olan sözlerdir."
NOTLAR
*Bu konuda acizane tavsiye edeceğim eserler:
Mevzu Hadisler-Abdülfettah Ebu Gudde-Risale Yayınları
Hadis Problemleri-Enbiya Yıldırım-Rağbet Yayınları
Mevzu Hadisler -Yaşar Kandemir-İfav yayınları
Uydurma Hadislerin Doğuşu Ve Sosyo-politik Olaylarla İlgisi-Sadık Cihan-Etüt yayınları
KAYNAKLAR
1-İslam Hukukunda Sünnet-Prof.Mustafa SIBAİ-Birim Yayınları
2-Sonsuz Nur-3-M.Fethullah GÜLEN-Nil Yayınları
3-Kur'an Ve Sünnet Üzerine-Hikmet ZEYVELİ-Bilgi Vakfı Yayınları
4-Zadül Mead-İbn-i Kayyım el Cevziyye-(ter:Muzaffer CAN) Cantaş Yayınları
5-Çağdaş Meselelere Fetvalar-3-Prof.Yusuf KARDAVİ-Hikmet Neşriyat
6-Üç Muhammed-Mustafa İslamoğlu-Denge Yayınları


TEVBE İLE İLGİLİ BÖLÜM
Konu: Tevbe
Kaynak: Buhari, Enbiya 50; Müslim, Tevbe 46, (2766); İbnu Mace, Diyat 2, (2621)
Ravi (r.a.): Ebu Said
Hadis: Resulullah (sav) buyurdular ki: "Sizden önce yaşayanlar arasında doksan dokuz kişiyi öldüren bir adam vardı. Bir ara yeryüzünün en bilgin kişisini sordu. Kendisine bir rahib tarif edildi. Ona kadar gidip, doksan dokuz kişi öldürdüğünü, kendisi için bir tevbe imkanının olup olmadığını sordu. Rahib: "Hayır yoktur!" dedi. Herif onu da öldürüp cinayetini yüze tamamladı. Adamcağız, yeryüzünün en bilginini sormaya devam etti. Kendisine alim bir kişi tarif edildi. Ona gelip, yüz kişi öldürdüğünü , kendisi için bir tevbe imkanı olup olmadığım sordu. Alim: "Evet, vardır, seninle tevben arasına kim perde olabilir?" dedi. Ve ilave etti: "Ancak, falan memlekete gitmelisin. Zira orada Allah'a ibadet eden kimseler var. Sen de onlarla Allah'a ibadet edeceksin ve bir daha kendi memleketine dönmeyeceksin. Zira orası kötü bir yer." Adam yola çıktı. Giderken yarı yola varır varmaz ölüm meleği gelip ruhunu kabzetti. Rahmet ve azab melekleri onun hakkında ihtilafa düştüler. Rahmet melekleri: "Bu adam tövbekar olarak geldi. Kalben Allah'a yönelmişti" dediler. Azab melekleri de: "Bu adam hiçbir hayır işlemedi" dediler. Onlar böyle çekişirken insan suretinde bir başka melek, yanlarına geldi. Melekler onu aralarında hakem yaptılar. Hakem onlara: "Onun çıktığı yerle, gitmekte olduğu yer arasını ölçün, hangi tarafa daha yakınsa ona teslim edin" dedi. Ölçtüler, gördüler ki, gitmeyi arzu ettiği (iyiler diyarına) bir karış daha yakın. Onu hemen rahmet melekleri aldılar." Bir rivayette şu ziyade var: "Bir miktar yol gidince, ölüm gelip çattı. Adamcağız yönünü salih köye doğru çevirdi. Böylece o köy ehlinden sayıldı."
Hesap günü terazileri kurulmadan hadiste ki melekler ne hakkında niye çekişiyorlar?
ENBİYÂ SÛRESİ
(47) Kıyamet günü için adalet terazileri kuracağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar zulmedilmeyecek. (Yapılan iş) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz .
ŞU'ARÂ SÛRESİ
(113) "Onların hesaplarını görmek ancak Rabbime aittir. Bir anlayabilseniz!"
İNFİTÂR SÛRESİ
(17) hesap ve ceza gününün ne olduğunu sen ne bileceksin?

   
HADİS AKIL VE MANTIK ÇELİŞKİLERİ
Bu bölümden önceki bölümlerde verdiğimiz örnekler, Kuran’ın korunmuş, tutarlı, tamamlanmış, çelişkisiz ve dinin tek kaynağı olma vasıflarına sahip olduğunu; buna karşın hadislerin korunmadığını, tutarsız, çelişkili olduklarını ve sadece zan olan hadislerin dine kaynak olamayacaklarını, üstelik Kuran yeterli ve detaylı olduğu için buna gerek de olmadığını ortaya koymaktadır. Bundan sonraki bölümlerde vereceğimiz örneklerle bu tezi iyice ispatlayacağız. Bu bölümde ise hadislerin mantıkla çeliştiklerini göstermeye çalışacağız. Kuran’a göre insanlar sürekli akıllarını çalıştırmalı, gerek evrende, gerek kendi yaratılışlarında, gerekse Kuran’da Allah’ın delillerini görmelidirler. Akıllarını çalıştırmadan toplumdaki kelle sayısına, törelere, geleneklere, kabullere göre din oluşturanların, hatalı olduğunu Kuran’dan anlıyoruz. Kuran’a göre Allah’ın nimeti olan akıl, evrenle ve evreni, hayatı değerlendirmede rehberlik eden Allah’ın kitabıyla, mükemmel bir uyum içindedir. Bu uyumun bir parçası olan aklın dinle çeliştiğini söylemek, aklı bir kenara atıp dini anlamaya kalkmak, aklı çalıştırmada değil, aklı kullanmamada erdem aramak, dine akılsızca uygulamaları sokanların veya din düşmanlarının tezidir. Akıl dinle nasıl çelişir? Akıl Allah’ın bize hediyesi değil mi? Kuran defalarca bize aklınızı çalıştırın demiyor mu?
Allah pisliği akıllarını kullanmayanların üzerine yağdırır.
10 Yunus Suresi 100
Bu ayet İslâm adına dine sokulan pisliklerin sebebini de göstermektedir. Mantıkla çelişen yüzlerce hadisi kitabımıza sığdıramayacağımız için sadece on tane örnek hadis ile yetineceğiz. Bu hadisleri incelememiz, aklını kullanmayanların üzerine yağan pisliği anlamamızı daha iyi sağlayacaktır.
Anlattıklarımıza, geleneksel İslâmcılar her seferinde: “Bunlar Peygamber düşmanı, Peygamberimiz’in sözlerini inkar ediyorlar, Peygamberimiz’i kaale almıyorlar” sözleri ile iftira atmaktadırlar. Örnek verdiğimiz her hadiste şunu bir kez daha iyice düşünün: Bu hadisleri inkar, Peygamber’i iftiralardan kurtarmak mıdır, yoksa Peygamber’e iftira atmak mıdır? Hadisleri kabul Peygamber’e atılan iftiraları onaylamak ve kabul olmuyor mu? Hadisler dinin kaynağıdır diyenler bu iftiraların ortağı değil midir? Lütfen hadislerin Kuran’la, mantıkla ve kendi içlerindeki çelişkilerine dair bu bölümleri bir de bu soruları düşünerek okuyun.
1 YERYÜZÜNÜN ÜSTÜNDE OLDUĞU BALIĞIN CİĞERİ
Hadis: “Yer yüzü balığın sırtındadır. Cennete girecekler ilk olarak bu balığın ciğerinden yiyecektir.”
Buhari 3/51
Kuran’ın dünyanın yuvarlaklığına, Dünya’nın, Güneş ve Ay’ın hareketlerine, uzayın yaratılışına dair mükemmel izahlarına karşı hadislerdeki dünyanın öküzün ve balığın üzerinde olduğu saçmalığını tevil edenler (yorumla geçiştirmeye çalışanlar), balığın ciğerinden yenmesini ve balığın sallanıp deprem yapmasını nasıl tevil edecekler? Bu konuya açıklık getirecek arkadaşlar lütfen şu konuya da açıklık getirsinler. Bir hadiste Arş’ın 8 dağ keçisinin sırtında olduğu söyleniyor.(Bakın Ebu Davut Sünnet 19, Tirmizi Hadis no: 3320, İbni Mace Mukaddime 193) Bu dağ keçileri acaba nasıl keçilerdir? Ayrıca dağ keçilerinden bahseden hadiste yer ile gök arasının ya yetmiş bir, ya yetmiş iki, ya yetmiş üç yıllık mesafe olduğu geçiyor. Bu mesafe acaba yürüyerek yetmiş üç yıl mı, yoksa deve üstünde yetmiş üç yıl mı?
2 ALLAH = ZAMAN, HİÇ OLUR MU?
Hadis: Peygamber’e Allah’ın yerleri ve göğü yaratmadan önce nerede olduğu soruldu, Peygamber ; “Bir bulut içerisinde idi, üstü hava, altı hava idi.”dedi.
Hanbel 4/11
Hadis: Allah zamandır.
Muvatta 56/3
Niye bu tarz saçma izahlar Kuran’da geçmiyor da hep hadislerde var? Dört hak mezhep diye sunulan mezheplerden birinin kurucusu Hanbel’dir ve hadis kitabı Hanbel de ona aittir. İkinci hadis kitabı da yine dört mezhepten birinin kurucusu olan Malik’in Muvatta’sıdır. Yukarıdaki iki hadisi kitaplarına alanların kurdukları mezhepler de ortadadır. Atomlardan oluşan hava da, maddenin değişiminden ibaret zaman da madde ile beraber yaratılmıştır. “Allah’ın kendisi zamandır, Allah bulutta idi etrafı ise havaydı” diyenlerin bilgi seviyeleri ve Kuran’ı hiç anlamadıkları, hava ve zamanın ne olduğundan habersiz oldukları da ortadadır.

Kuran ehli ile Ehli Sünnet Arasındaki 40 Ufak farklılık..!!!
Oturup , bir tarafa Allah`ın Kitabı Kuran`ı koyalım, diğer tarafada hadis kitaplarını, arap geleneğini, tarikat kültürünü, şeyhlerin şıhların sözünü, diyaneti koyalım, aradaki farkı ne benim ömrüm yazmaya yeter, nede sizin ömrünüz okumaya.
İşte Size Allah yolunda olan Ehli Kuran`la, şeyhlerinin ve arap kültürünün peşinden giden ehlisünnetin 40 ufacık !!!farkı;
1-Ehli Kuran`a göre dinin tek kaynağı Kuran`dır. Ehlisünnete göre, Kuran artı hadisler artı ilmihaller artı büyük şeyhlerinin sözleri, ilmihal kitapları dinin kaynağıdır.
2-Ehli Kuran mezhepsizdir. Ehlisünnet, Ehli Kuran mezhepsiz diye onlara söver.
3-Ehli Kuran mezhepsizdir. Ehlisünnet kendi mezhebinden olmayanı da cehennemlik görür, kendi dışındaki ehlisünnete de söver.
4-Ehli Kuran, Kurana göre yaşar. ehlisünnet bunu anlamaz, Ehlikuran`ın dini modernleştirmeye çalıştığını zanneder.
5-EhliKuran`a göre Peygamberimiz sonsuz saygı duyulacak, çok büyük ahlaklı üstün insandır. Ehlisünnete göre peygamberimiz insanüstüdür.
6-Ehli Kuran, Kuran`daki vakit namazlarını O`nun emrettiği zamanlarda mutlaka kılar. Ehli sünnet işi yoksa 5 vakit, işi varsa namazları birleştirir 3 vakit kılar, işi çok yoğunsa hepsini yatmadan kılar.
7-Ehli Kuran`a göre haremlik-selamlık yoktur, ehlisünnete göre vardır.
8-Ehli Kuran`a göre zinanın cezası Kuran`daki gibi uygulanır. Ehlisünnete göre Recm(taşlayarak öldürülme)olarak uygulanmalıdır.
9-Ehli Kuran`a göre dünyanın yaratılma nedeni; Allah`ın kendi sanatını göstermek istemesi ve ahiret için insanları imtahan etmesi içindir. Ehlisünnete göre peygamberin yüzü suyu hürmetine yaratılmıştır.
10-EhliKuran tereddütte kaldığı konularda Kuran`a başvurur, ehlisünnet şeyhine.
11-EhliKuran içinden geldiği şekilde zekatını verir, ehlisünnet 1/40 ını(ki ayrıca zekattan yırtmak için türlü nedenleri vardır. )
12-EhliKuran Allah`ın istediği şekilde kapanır. Ehlisünnet hadisin, toplumun, kocanın istediği şekilde(bunun içine türban, çarşaf, peçe, hatta çift peçe girer. )
13-Ehli Kuran`a göre kadın sesi haram değildir. Ehlisünnete göre haramdır.
14-Ehli Kuran`a göre Allah`ın yasakladığı leş, kan, domuz eti, Allah adına kesilmemiş hayvanlar dışında kalan herşey istenirse yenilebilir. Ehlisünnete göre yenilmeyecek şeyler hadislerdedir(Ör; midye, karides... ayrıca kabak sevmeyen öldürülür. )
15-EhliKuran`a göre Kadir gecesi ramazan ayının içindedir ama tarihi belli değildir. Ehlisünnete göre kendilerine göre belirledikleri 3-5 tarihten kesin biridir.
16-EhliKuran`a göre cennet, cehennemlikleri Allah belirler. Ehlisünnet ise kendi belirler (Ör; kandil gecesi, kadir gecesi namaz kılan yada bir körü 40 adım yürüten kesin cennetliktir bunun
yanısıra insan istediği kadar takva olsun kalbinde hardal tanesi kadar kibir olan cehennemliktir. )
17-Ehli Kuran`a göre din insan hayatının her alanına müdahele etmez. Ehlisünnete göreyse din yemeği hangi elle yiyip suyu nasıl içiçeğimizi belirler.
18-EhliKuran hergün Kuran okur. Ehlisünnet arasıra ilmihal.
19-EhliKuran Kitabın canlılar için indirildiğini bilir. Ehlisünnet ölünün arkasından anlamını bilmedende olsa güzel sesli birine Kuran okutur.
20-EhliKuran orucunu bozarsa onunkarşılığı bir gün oruç tutar. Ehlisünnet 60 gün tutar yada tutamaz olayı unutur.
21-EhliKuran kendi yaratıcısı Allah`tan başka kimseye dua etmez. Ehlisünnet ise Allah`a aracılık ettiklerini zannettiklerine de dua eder.
22-EhliKuran için Kuran kültürü önemlidir. Ehlisünnet için arap kültürü...
23-Ehli Kuran için Kuran yeterlidir ve tamamlanmıştır. Ehlisünnet içinse Kuran yetersizdir, O`nu hadislerle desteklemek ve tamamlamak gerekir.
24-EhliKuran`a göre Kitap bütün insanlara indirilmiştir ve anlaşılırdır, içinde herşey açıklanmıştır. Ehlisünnete göre Kitab`ı herkes anlayamaz, anlaşılması içinde din büyüklerine, ilmihal kitaplarına ihtiyaç vardır.
25-EhliKuran`a göre din Allahla, Kitapla, O`nun yarattıklarıyla sevdirilir. Ehlisünnet dini sevdirmek için de hadisler uydurmuştur.
26-EhliKuran`a göre kadınlar hergün namaz kılabilir, oruç tutabilir. Ehlisünnete göre, kadın adetliyse bunları yapamaz hatta haccı geçersizdir.
27-EhliKuran`a göre kadın Cuma namazına gitmelidir. Ehlisünnete göreyse kadının Cuma namazında ne işi vardır.
28-EhliKuran`a göre orucu cinsellek ve yeme-içme bozar. Ehlisünnete göre kan aldırmak, kusmak, kadın resmine bakmak v. s. bozar.
29-Ehlikuran`a göre Kitabımız Kuran korunarak gelmiştir. Ehlisünnete göreyse bazı ayetleri keçiler yemiştir.
30-Ehlikuran herzaman Kuran`ı okuyabilir. Ehlisünnet abdest almadan Kurana elini bile sürmez.
31-EhliKuran`a göre erkek altın, ipek takabilir. Ehlisünnette bunlar yasaktır.
32-EhliKuran`a göre abdesti tuvalet ihtiyacını gidermek ve cinsel ilişki bozar. Ehlisünnet bunlara ilaveten karşı cinsle tokalaşırsa, yüksek duvardan atlarsa, kusarsa abdestini yeniler.
33-EhliKuran`a göre Kitapta yazdığı gibi her peygamberin hatası olabilir. Ehlisünnete göre kesinlikle olmaz.
34-EhliKuran toplum beğenmesede Allah`ın kurallarını uygular. Ehlisünnet bazen popülist olabilir.
35-EhliKuran için oruç zamanı seferi olmak kendi insiyatifindedir. Ehlisünnetin bazısı sırf seferi olayım diye mesafeyi 90 km ye tamamlar.
36-EhliKuran için kıblenin yerinin önemi sadece namaz içindir. Ehlisünnet ayrıca tuvalet ve mezar yönünüde ona göre ayarlar.
37-EhliKuran Allah`ın emrettiği gibi bilimle akılla iç içedir. Ehlisünnete göre (Ör, Buharide ki bir hadise göre yeryüzü balığın sırtındadır. )He belkide bu ayıkladıkları hadislerdendir. Biliyorsunuz son zamanlarda artık saçmalıklarından utandıkları bazı hadisleri kaldırıyorlar.
38-EhliKuran sanatın karşısında olmaz. Ehlisünnete göre cehennemde ençok azaba ressamlar uğrayacaktır.
39-EhliKuran`a göre dinde cinsiyet ayrımı yoktur, kadının hakları korunur. Ehlisünnete göreyse kadının cennete girmesi için bile kocasına sorulur. Kadın tek başına 90 kmden uzağa gidemez. Namaz kılanın önünden geçen kadın, domuz ve köpek gibi namazın bozulmasına sebep verecekler sınıfındandır. (İşte size bir hadis; kocanın vücudu irinle kaplı dahi olsa ve karısı onu yalayarak temizlese yinede kocanın hakkını ödememiş olur. )
40-EhliKuran`a göre Kuran`da çelişki yoktur. Ehliünnete göreyse çelişki olduğundan nasih-mensuh vardır
Not : Nasih-Mensuh ;Bir ayetin hükmünün başka bir ayet tarafından kaldırılması demektir.
(Kuran’da neshin olmadığını savunan Prof. Dr. Hüseyin Atay silme, ortadan kaldırma anlamlarının neshin ikinci dereceden anlamları olduğunu, nasih mensuh nazariyesinden sonra bu manaya ağırlık verildiğini söyler. Hüseyin Atay’a göre nesh kelimesine Türkçe’de kopya etme, aynısını yazma, nüsha çıkarma manalarını vermek daha uygundur. Nitekim dilimizdeki nüsha kelimesi Arapça’daki “nesh” kelimesinden türeyerek dilimize girmiştir. Bu mananın asıl olduğunu söyleyen Hüseyin Atay 45 Casiye Suresi 29. ayette “nesh” kelimesinin “Biz sizin için yaptıklarınızın kopyasını, nüshasını alıyoruz.” şeklinde kullanılmasını da delil olarak göstermektedir. (Hüseyin Atay Kurana Göre Araştırmalar IIII) Hüseyin Atay’ın bu tespiti çok önemlidir, çünkü neshin bu şekilde manalandırılması halinde; bir Kuran ayetinin başka bir Kuran ayetinin yerini alması şeklinde manalandırma yapılamadığı için nasihmensuh oyuncağının dayandırılmak istendiği bu ayetten, bu sonuç hiç çıkmayacaktır. Gerçi biz “neshin” mezhepçilerin kullandığı manasını alıp, bu manada kullanıldığı taktirde de mezhepçilerin arzu ettikleri sonucu çıkartamayacaklarını gösterdik. )
Allah'ın selamı , rahmeti ve bereketi üzerinize olsun


@2010 Memurlar.Net.


--   “Bir namazı günde iki defa kılmayın.” 

Hadislerle;“Kuran’ı Nesh edebileceğimizi(!?)”   Söyleyebiliyoruz...  
**   Şüphesiz, Zikir'i/Kur'an'ı biz indirdik, onu muhakkak koruyacak olan da biziz. (15/9)
**   Rabbinin sözü, doğruluk ve adaletle tamamlandı. O'nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. ...” (6/115)
Yüce rabbimiz dese de; Kuran’ın  “Noksan olduğunu da”  iddia edebiliyoruz.  
"Sizden birinizin (yemek) kabına sinek düşecek olursa, onu iyice batırın. Zira onun bir kanadında hastalık, diğerinde şifa vardır. O, içerisinde hastalık olan kanadıyla korunur."   Ebu Davud, Et'ime 49, (3844); Buhari, Tıbb 58, Bed'ül-Halk 14; İbnu Mace, Tıb 31, (3504, 3505); Nesai, Fera' 11 (7, 178)--  ... "Eğer Beni İsrail olmasaydı, et kokuşmazdı. Eğer Havva olmasaydı, kadınlar kocalarına hiçbir zaman ihanet etmezdi."
(Buhari, Enbiya 1, 25; Müslim, Rada 63, (1470)

--  Ebu Hureyre (r.a.) "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim hasta halde ölürse şehit olarak ölmüştür ve kabir azabından korunmuştur, sabah-akşam cennetten rızıklandırılır."--  Bir adam Resulüllah'a: Kıyamet ne zaman kopacak diye sordu. Bu sırada yanında ensardan Muhammed adında bir çocuk bulunuyordu. Allah Resulü (a.s.): "Eğer bu çocuk yaşarsa umulurki o ihtiyarlamadan Kıyamet kopar" buyurdu. (Buhari; Rakaik; Hadis No: 6006)
--  
“- Biriniz bir kadına dünürlük yaptığı zaman kendisini o kadınla evlenmeye sevk eden organlara bakmaya imkân buluyorsa, bunu yapsın-” (Câbir) dedi ki: “ben bir câriyeyle evlenmek istedim, bunun üzerine (onun haberi olmadan görebilmek için) onu gizli gizli gözetlemeye başladım. Nihayet beni kendisiyle evlenmeye sevk eden (organlar)ını gördüm de onunla evlendim.(Ebû Dâvud, K.en-Nikâh (12), Bâb 17-18 C.8 S.148 Şamil Yayınları. ) (Bu:“Allah’ın Elçisi Röntgencilik yapın dedi” İftirasıdır --  "Sizden biri cariyesini veya kölesini veya ücretlisini evlendirdi mi, artık onun avretine bakmasın."(Hadis no:2680)
(O Zamana kadar bakmak meşrudur.(!?))

- Rasulullah’a soruldu: Allah hangi maddedendir? Rasulullah şöyle demiş: “ Allah akan bir sudandır. Topraktan ve gökten değildir. Atlar yarattı ve onları koşturdu. Sonra atlar terledi. Bu terden de kendi nefsini yarattı. “ Bu uydurma hadis İbnil Cevzi’nin mevzu hadisler kitabında (c: 1 s: 105 ) nakledilmiştir.
Allah-u Teala Kur’an ayetlerinde ve sahih sünnetlerde kendi sıfatlarını açıklamışken bir insanın Allah’ın hangi maddeden olduğu hakkında Allah (c.c) ’a iftirada bulunmasından daha çirkin bir şey olabilir mi? Bu uydurmayı Rasulullah asla söylememiştir, bunu affetmekten daha çirkin bir davranış olabilir mi? Ve bu şekilde insanları aldatmaktan daha kötü bir yol varmı-dır? Allah bunu uyduranlara lanet etsin. Zira bunu ne bir müslüman, ne şakacı bir insan ve ne de aklı olmayan bir kimse uydura bilir.
- “Geceleyin Beytil Makdis’e giderken Cibril beni babam İbrahim’in mezarına götürdü ve dedi ki:-”Ey Muhammed ! Burada in ve iki rekat namaz kıl” sonra Beytil Lahm şehrine götürdü ve -”Burada dur ve iki rekat namaz kıl, çünkü burada kardeşin İsa dünyaya geldi.”, dedi. Sonra beni bir kayaya götürdü ve dedi ki:Buradan Rabbin semaya yükseldi.Bu uydurma ise İbn-il Arak’ın Tenzihiş Şeria kitabında geçmektedir.
İbn-il Cevzi bu sözü naklettikten sonra şöyle dedi:“Bu sözleri uyduran daha çirkin sözler de uydurdu, fakat bu sözleri çirkinliği sebebiyle burada zikretmek istemiyorum.Bu sözleri uyduran Abdul Müneccem İbn İdris ve babasıdır.”
Dare Kutni: “Abdul Müneccem ve babasının rivayetleri kabul edilmez demiştir.”
-“Zor duruma düşerseniz mezarda bulunanlardan yardım isteyiniz.”
-<<Bir kimse herhangi bir şeyin Allah’tan olduğuna ve bunu yaptığında bir sevap kazanacağına inanarak o şeyi yaparsa o şey Allah’tan olmasa bile muhakkak o kişiye fayda verir. >>
Bu hadisin aslı yoktur ve uydurmadır. İşte bu ve buna benzer uydurma hadisler şüphesiz ki şirkin kapılarını ardına kadar açan hadislerdir. Çünkü böyle olunca birşeyin doğruluğuna inanmanın ölçüsü o şeyin fayda vermesi olmuş olur. Hatta o şey fayda verici olmasa bile sırf fayda vereceğine inanılması onu doğru olarak kabul etmeye kafi görülür. Mesela: Bir şeyin fayda verdiğine inanılırsa bu bir taş bile olsa Allah subhanehu ve Teala o taşın o kimseye fayda vermesini sağlar. Hatta kişi sapık bir inancın fayda vereceğine inanarak ona bağlansa Allah o sapık inancı kişiye fayda verici kılar Bu ve benzeri inançlar yahudu ve hristiyanlardan kalma adetlerdendir ve onlar tarafından bu dine sokulmaya çalışılmıştır. Onlar: - << Filan velinin mezarına gittik de hastamız öyle şifa buldu. >> ya da- << Filan kişinin türbesine gittik ve ondan istedik de bizin ihtiyacımızı giderdi. >> İşte bunlar mademki fayda veriyor öyleyse onlara inanmamız gerekir, derler. Ve bu görüşlerine yukarıda bahsedilen uydurma hadisleri delil göstererek insanlar arasında yayılması insanları yaydılar. Sonunda insanlar öyle bir hale geldiler ki, uluhiyette Allah’a şirk koşmaya başladılar. Halbuki Rasuller insanları özellikle şirkin bu türünden sakındırmak için gelmişlerdi.
Bu ve buna benzer hadislerin hepsini burada anlatmamız mümkün değildir.Bizim buradaki amacımız örnekler vererek insanların Allah (c.c)’nun isim ve sıfatları konusunda uydurulan hadislerin insanların akidelerine ne kadar zarar verdiğini vurgulamaktadır.  Rasulullah (s.a.v) hakkında uydurulan hadisler:Hadis uyduranlar ve yalancılar, Rasulullah hakkında öyle şeyler uydurdular ki, bu uydurdukları şeyler, halis sahih akideye çok büyük darbeler indirdi. Rasulullah (s.a.v)’in ilk yaratılan mahluk olduğu-nu nurdan yaratıldığını, göklerin ve yerlerin, cennet ve cehennemin onun hatırı için yaratıldığını iddia ederek Rasulullah (s.a.) hakkındaki sağlam inancı tahrif ettiler. Hatta onlar, Rasulullah (s.a.v)’in; dua ederken kendisinin yüzü suyu hürmetine dua edilmesini insanlara emrettiğini, haccedildiğinde kendisinin kabrini ziyaret etmeyenlerden yüz çevirdiğini iddia ettiler. Dahası arşa istiva edenin ve Kur’anı indirenin bile o olduğunu söyleyebildiler. Bir başka grup da yemek, içmek, tıp ce cinsel konularda Rasulullah’a kötü isnadlarda bulunan öyle hadisler uydurdular ki, bunlar aslında Rasulullah’ın getirdiği risaleti ve ona inen vahyi incitmekte, küçük göstermekte ve islam düşmanlarının diline alay konusu kılmayı amaçlamaktadır.
İşte bu sapıkların bu mesele hakkında uydurmalarıyla ilgili bazı örnekler:
<< Allah beni nurundan yarattı. Benim nurumdan Ebu Bekir i, Ebu Bekir’in ruhundan Ömer’i yarattı. Benim ümmetim ise Ömer’in nurundan yaratılmıştır. Ömer cennet ehlinin ışığıdır. >>
(Tenzihiş-Şeria s: 337 c: 1 )
Bu hadis aynı kitapta zikredilerek ravisi olarak Ebu Naim gösterilmiştir. Fakat Ebu Naim bu hadis bu hadis hakkında uydurma demiştir.

Zehebi << Mizan >> adlı kitabında << bu hadis yalandır ve uydurmadır. >> Bu hadisin senedinde Ahmed b. Yusuf el-Mesih’i vardır. Ve yalancıdır, demiştir. Cabir b. Abdillah el-Ensari’ye nisbet edilen şu hadiste Cabir (r.a) demişki: - << Rasulullah’a sordum: << Ey Allah’ın Rasulü! Annem babam sana feda olsun. Nebilerden önce Allah Subhanehu ve Teala’nın yarattığı ilk şey nedir? Rasulullah (sa.v): << Ey Cabir Allah (c.c) Nebilerden önce kendi nurundan ilk olarak benim nurumu yarattı. Bu nurun istediği yerde dolaşmasını diledi. Daha o zaman ne Levhi Mahfuz, ne kalem, ne gökler, ne yerler, ne güneş, ne de ay vardı. Benim nurumun birinci cüzünden kalemi, ikinci cüzünden levhi mahfuzu, üçüncü cüzünden arşı yarattı. Dördüncü cüzünü ise dört küçük cüze ayırarak, onun birinci cüzünden arşı taşıyan melek-leri, ikinci cüzünden kürsüyü, üçüncü cüzünden kalan diğer melekleri yarattı ve kalan dördüncü cüzü dör-düncü cüzü de dört bölüme ayırarak, birinci bölümü-nden gökleri, ikinci bölümünden yerleri, üçüncü bölü-münden cennet ve cehennemi yarattı ve dördüncü bölümünü de dört kısma ayırarak, birinci kısmından mü’minlerin gözlerinin nurunu ikinci kısmından Allah’ı bilme olan kalblerin nurunu, üçüncü kısmın-dan ise, mü’minleri teselli eden tevhidi ( Leilehe illallah Muhammedun Rasulullah’ı)yarattı. Sonra Allah Subhanehu ve Teala o rasulünün nuruna baktı ve o nurdan ter akmaya başladı. Tam 224. 000 damla aktı. Allah Subhanehu ve Teala bu damlaların her birinden bir rasul veya bir nebinin nurunu yarattı. Sonra o nebilerin ve rasullerin ruhlarına nefes verdi. Bu nefeslerden de kıyamet gününe kadar gelecek olan velilerin, mutlu olacakların, şehidlerin ve itaatkarların ruhlarını yarattı. Arş, kürsi, akıl, ilim ve imanı bulma, nebi ve ra-sullerin ruhları da hep benim nurumdan yaratılmış-tır. Kıyamette mutlu olacakların ve salihlerin ruhları da benim nurumdan yaratılmış olan nurdan yaratılmıştır. Sonra Allah Subhanehu ve Teala yerden Ademi yarattı ve dördüncü kısmın nurunu ona verdi. O nur Adem öldükten sonra Sit (a.s)’a intikal etti.Ve bu şekilde temizden temize ta Abdullah b. Abtulmuttalibe ulaştı. Sonra annem Amineye geçti ve Allah Subhanehu ve Teala annem Amineden beni çıkarttı. Böylece Resullerin seyyidi, nebilerin sonu, kahramanların lideri kıldı.>>Bu hadisin baştan sona tamamını naklettik ki, Rasulullah’a atılan iftira, yalan, uydurma, saçma sözler daha iyi anlaşılsın. Bu hadis bazı tasavvufçuların temel dayanağı olmuştur. Onlar bu ve bunun gibi hadislere dayanarak Rasulullah’ın bu kainatın kubbesi, ilk var olan varlık ve nurundan bir cüz olduğuna inandılar. İnsanlara da bu şekilde yaydılar. Allah (c.c) onların uydurduklarından yüce ve münezzehtir. Bütün mahlukların da Rasulullah’ın nurunun bölümlerinden yaratıldığını iddia etmişlerdir. Tarikatçı olan İbn Arabi Allah’ın arşına istiva edenin Rasulullah (s.a.v) olduğunu iddia etmiştir. O şöyle demiştir: - << Hiçbir şey yokken ilk önce Allah’ın arşına istiva edecek olan Rahmani Muhammed’in hakikati yaratılmıştır. >> ( El Futuhatul Mekkiyye c: 1 s: 152 )  Bu uydurma, yalan olan ve Cabir (r.a)’a atfedilen hadis günümüz mutasavvıfçılarının dayanak aldığı hadistir. Bu hadise göre Kur’anı Rasulullah (s.a.v)’in kendisi gökten indirmiş, Cibril’e yedi gökte vermiş ve sonra yeryüzünde yine Cibril’den almıştır. Muhammed Osman Abdu el-Burhani << Tebriati’z-Zimme Fi Nashil Umme >> (Günahtan kurtulmaları için ümmete nasihatler) adlı kitabında şöyle diyor: Rasulullah (s.a.v) Cabir ( r.a)’ya << Allah’ın ilk yarattığı şey benim ruhumdur >> deyince Cibril hayret etti. Rasulullah (s.a.v) Cibril’in bu konudaki hayretini görünce Cibril’e şöyle dedi: Ey Cibril! Kaç yaşındasın? Cibril: Bilmiyorum. Fakat dördüncü perdede bir yıldız vardı. Her yetmiş bin senede bir defa çıkardı. Ben onu 70 bin defa gördüm Rasulullah ona şöyle dedi: Allah’ın izzetine yemin ediyorum ki o yıldız benim. >>
Sonra Rasulullah (s.a.v) Cibril’e şunu sordu:
Vahiy sana nereden geliyor? Cibril:Ben göklerde ve yerlerde dolaşırken bir zil sesi duyarım. Duyunca Beyt’il Ma’mura giderim. Ve Vahyi oradan alıp yeryüzündeki nebi ve rasullere veririm. Rasululah (s.a.v) ona: Şimdi Beytül Ma’mura ve benim isim ve nesbimi (soyumu) orada söyle. Cibril hemen hızlı bir şekilde Beytül Ma’mura gitti. Ve Ra-sulullah (s.a.v)’in dediği gibi onun isim ve nesebini söyledi (Muhammed b. Abdullah b. Abdul Muttalib-....) Daha önce hiç açılmayan Beytül Ma’murun kapısı ilk defa o zaman açıldı. Ve Cibril (a.s) Beytil Ma’mur-un içinde Rasulullah (s.a.v)’i oturmuş olarak gördü. Hayret ederek hızlı bir şekilde yeryüzünde Rasulullah’ın bulunduğu yere indi. Rasulullah’ı daha önce Cabirle konuşurken bıraktığı yerde gördü. Sonra tekrar Beytül Ma’mura döndü. Rasulullah’ı orada yine oturmuş olarak buldu. Sonra tekrar yeryüzüne indi. Bu sefer de Cabir’le konuşurken gördü. O zaman Cibril Cabir (r.a)’ya sordu: << Rasulullah (s.a.v) yerini hiç terketti mi? >>Cabir: << Hayır ey Arab kardeş. Bizim konuş-tuğumuz mevzu sen bizden ayrıldığın zamandan beri hala bitmedi, konuşmaya devam ediyoruz. >> Cibril o zaman Rasulullah’a şöyle dedi: << Eğer vahiy senden sana ise niye beni yoruyorsun? >>

Rasulullah (s.a.v): << Bu teşri ( insanlar arasında hüküm vermek ) için ey kardeşim Cibril! dedi. Ve sonra Rasulullah (s.a.v) şu ayeti okudu: << Sana o Kur’an’ın vahyi tamamen ulaştırılmazdan önce Kur’an’ı okumak için acele etme ve deki: << Ey Rabbim ilmimi arttır. >> (Taha:114) İşte bu kitabın yazarı Muhammed Osman Abdu el-Burhani bu rivayeti naklettikten sonra şöyle devam etti: Bu deliller, Rasulullah (s.a.v) ‘in en büyük mucizesi olan Kur’an’ın Beytül Ma’murda Cibril’den önce Rasulu-llah (s.a.v)’in yanında var olduğunu gösteriyor. Bu Kur’an Rasulullah’ın ahlakıdır. Aynı Kur’an’da geçtiği gibi. Kişinin ahlakı o kişinin bir parçasıdır. Dolayısıyla Kur’an Rasulullah’ın bir parçasıdır. (Tebriatüz-Zimme sayfa: 100-101) Rasulullah’a nisbet edip delil diye gösterdiği sözler, hiçbir hadis kitabında olmayan uydurma ve iftira olan sözlerdir. Bu uydurma sözler tasav-vufçuların kitaplarında geçmektedir. Bu sebeple bu sözler ancak tasavvuf kitaplarında bulunabilir. Ve üstelik bun-ları yazmakla ümmete nasihat verdiklerini iddia ediyorlar. Aynı Muhammed Osman’ın söylediği gibi... Daha önce ismini zikrettiğimiz Tebriatuz –Zimme kitabı on sene önce Mısır’da basılmış ve piyasaya çıktığı zaman, o günün alimleri bu kitapta bulunan şeylere inanan kişinin kafir olduğunu haber vermişlerdir. Fakat maalesef bu kitap defalarca basılarak yahudi zihniyetli insanlar tarafından her yere dağıtılmıştır. Bu batini, sahih olmayan akideye inananların dayandığı başka bir uydurma hadis şudur: << Ben nebilerden en önce yaratılanım. Ve rasul olarak en son gönderilenim. >> Diğer birisi: << Adem daha su ile çamur arasıda bir haldeyken ben nebi idim.>>Bu hadisler hakkında İbn Teymiye uydurma hadis demiştir. Abdullah İbn Mes’ud (r.a)’a nispet edilen bir uydurma hadiste şöyle bir olay geçmektedir:Rasulullah (s.a.s)’in yanında Kur’an okurken: <<Allah seni Makamı Mahmuda göndersin >> ayetini okuyunca Rasulullah (s.a.s) bu ayetin manasını bana şöyle açıkladı:<<Bu Allah beni arş üzerine oturtacak demektir.>> İmam Zehebi <<el-Ulum>> kitabının 55. bu hadis için uydurma hadistir. Çünkü bu hadisin ravilerinin için-de Selemet’ul Ahmar vardır ve bu zat güvenilir değildir, demiştir.
Başka bir şirk ve hurafe ehli grup da Rasulullah (s.a.v) hakkında şöyle bir iddiada bulunmuştur: Rasulullah (s.a.v) ölmeyip mezarında diri olarak durmakta, insanlardan kendisini ziyaret etmelerini istemekte ve insanların Allah tarafında affolunmaları için kendisinin aracı tayin edinilmesinin gerekli olduğunu buyurmaktadır. Bu inancı desteklemek için uydurdukları hadislerden bir kaçı: - << Kim bir imkan bulup da beni ziyaret etmezse benden uzaktır. >> - << Kim benim kabrimi ziyaret ederse ben ona kıyamet gününde şefaat ederim. Kim benim ve İbrahim (a.s)’ın kabirlerini aynı senede ziyaret ederse cennete girer. >> İbn ;Teymiyye, Nevevi, ve Suyuti bu hadis için << as-lı olmayan uydurma hadislerdir >> demiştir. -<< Kim haccedip de benim kabrimi ziyaret etmezse benden uzaklaşmış olur. >> İmam San’ani bu hadis için << Uydurma hadis >> demiştir. -<< Benim yüzümün suyu hürmeti için Allah’a yalvarın. Çünkü Allah katında benim çok değerim vardır. >> İbn Teymiyye bu hadisin uydurma olduğunu ve hiçbir hadis kitabında bulunmadığını söylemiştir. İşte bu ve buna benzer uydurma hadisler Rasulullah (s.a.v)’in mezarını ziyaret etmenin müstehap olduğunu, hatta hac farizası gibi farz olduğunu ve oraya gidildiğinde Allah’tan istendiği gibi Rasulullah’tan da istenebileceğini iddia edenlerin temel dayanağıdır. Bu uydurma hadislere sarılıp aşağıdaki gibi sahih olan hadisleri terkettiler.
<< Ancak üç yeri ziyaret etmek için yolculuk yapılır: Mesci-dil Haram, Mescidin Nebevi ve Mescidil Aksa. >> (Buhari-Müslim)
Mesele böyleyken onlar uydurma hadislere dayanarak Medine-i Münevvere’ye Mescid-i Nebevi’de namaz kılmak için değil de Rasulullah’ın kabrini ziyaret etmek için gidilmesi ve orada dua edilmesi gerektiğine iman ve iddia ederler.Halbuki bu ziyaretin amacı Mescid-i Nebevİ’de namaz kılmaktır. Yoksa Rasulullah’ın mezarını ziyaret etmek değildir. Rasulullah (s.a.v)’e çirkin ve yakışmayan şeyler nisbet edip onu küçültüp alçaltmak niyetiyle hadis uyduran İslam düşmanları özellikle yemek ve içmek konusunda sahih hadislere zıt olan bir çok hadis uydurdular. Bazıları: - << Üzüm ve karpuz ümmetimin ilk baharıdır. >>
- << Kim baklayı kabuğu ile beraber yerse Allah Subhanehu ve Teala onun misli kadar yiyenin vücudu-na şifa verir. >> - << Patlıcan her derde devadır. >> - << Patlıcan yenildiği niyete göre fayda verir. >> - << Balık yemek hasedi giderir. >> - << Allah Subhanehu ve Teala Adem’i çamurdan yarattı ve dolayısıyla çamurun yenmesini Adem’in zürriyetine haram kıldı. >> - << Mercimeği yiyin. Çünkü o mübarektir. Kalbi inceltir. Göz yaşlarını arttırır. Yetmiş nebi bunun hakkında mübarek olduğunu söylemiştir. >> - << Pirinç adam olsaydı hikmet sahibi olurdu. >> - << Pirinç benden ben pirinçtenim >> (Tenzihiş-Şeria s: 235- 267 )
Bunun gibi uydurma, saçma, Rasulullah’ın söylemediği ve hiçbir hadis kitabında geçmeyen, sırf Rasulullah (s.a.v)’e ve bu dine zarar vermek, küçük düşürmek ve de eziyet vermek için uydurulmuş sözlerdir. Bunlar hadis diye bir çok cahil insanların kafalarını bulandırmışlardır.
Kuran: Gerçekten Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise dilediği kişi için bağışlar.4-Nisa Suresi 48
Hadis:“Cehennemde en şiddetli azaba uğratılacak kişiler ressamlardır.”Buhari-Tesavir, 8
Kuran’a göre en büyük günah Allah’a ortak koşmaktır.  Allah, ortak koşmayı affetmeyeceğini söylemekte, bunun dışında her günahın affedilebileceğini belirtmektedir. Bu yüzden Allah’ın en şiddetli azabına uğrayacak olanlar da ortak koşanlardır. Oysa Buhari’nin yukarıda alıntıladığımız hadisine göre en şiddetli azaba ressamlar uğrayacaklardır. Bu hadis başta Kuran ile çelişmektedir. Ayrıca mantık ile çelişen bu hadisin çeliştiği başka hadisler de vardır. Örneğin diğer bir hadise göre cehennemde en şiddetli azaba satranç oynayanlar çarptırılacaklardır. (Büyük Günahlar, Hafız Zehebi)
Kuran: Ben sizden erkek olsun, kadın olsun hiçbir çalışanın ürettiğini boşa çıkarmayacağım. Hepiniz birbirinizdensiniz.3-Ali İmran Suresi 195
Hadis: “Kadınlar arasında iyi kadın, yüz tane karga arasında alaca bir karga gibidir.”Buhari 9/1391
Kuran hayır üreten erkeğin de kadının da önünü açık tutarken, hadisler kadının önünü kapamaktadır. Kadın konusu, Peygamber’e iftira olarak uydurulan hadislerin en çok olduğu alanlardan birisidir
Kuran: Doğrusu hiçbir günahkar bir başkasının günah yükünü yüklenmez.53-Necm Suresi 38
Hadis: “Ölü, ailesinin kendisi için ağlamasından dolayı azaba uğratılır.”
Buhari-K. Cemiz 32, 33, 34
-. Ve hiçbir şey O’nun dengi değildir.112- İhlas Suresi 4
-. “ ve el sıkıştı. Elini iki omuzum arasına koydu. Öyle ki parmaklarının soğukluğunu iki göğsüm arasında hissettim.”Hanbel 5/243
Yine bu hadiste hiçbir mecazi manayı çağrıştırmadan, Allah’a parmak, parmaklarına da soğukluk atfedilerek; Allah şekilleştirilmektedir. Bu hadis, İhlas Suresi’nin Allah’ın hiçbir şeye denk olmadığını söyleyen ayeti gibi daha birçok ayetle de çelişir. Eğer hadisteki “el” ifadesi, mecazi bir mana akla getirip -güç ve kudret gibi- insani eli çağrıştırmasaydı, kabul edilebilirdi. Örneğin “Her şey Allah’ın elindedir” dediğimizde cümlenin akışından “her şeyin Allah’ın kontrolünde” olduğu anlaşılır. Fakat Allah’a parmak, parmaklara soğukluk atfeden bu hadisten böyle mecazi bir manayı kimse çıkaramaz. Üstelik bu hadiste Allah ile Peygamber’in el sıkışması gibi kabul edilemez bir ifade de yer almaktadır. Şimdi bu hadisleri “din” kabul etmek, bu dine kötülük yapmak değil midir?
-, “Peygamber deve eti yemekten soruldu; Peygamber ‘Onu yediyseniz hemen abdest alın’ dedi.”Ebu Davud 1/185Kuran’da deve etinin abdesti bozduğu geçmez. Bu yüzden Kuran’a ilave olan dini zorlaştırıcı bu hüküm de dine ilavedir. Kimi mezhepler bu hadise göre deve eti yiyenin yeniden abdest alması gerektiğini söylemişlerdir.
-. Gerek küçük, gerek büyük tuvaletinizi yaparken kıbleye dönmeyin. Hanbel 3/12 -. Peygamberimiz bir takım insanların küçük ve büyük tuvaletleri için kıbleye dönmeyi hoş karşılamadıklarından, bu bidatı (hurafeyi) kaldırmak için tuvaletini kıbleye doğru yaptırdı. Buhari 4/11 Bir hadiste kıbleye karşı tuvaleti yapmanın hurafe olduğu anlatılırken, diğer bir hadiste ise Peygamber hurafe uygulayıcısı olarak gösterilmiş oluyor. Görüldüğü gibi hadisleri Peygambere atfetmek aslında Peygambere bir çok iftirayı beraberinde getirmiştir. -.  Peygamber oruçlu iken hanımlarını öptü. İbn-i Kuteybe- Hadis Müdafası 372 -. Oruçluyken hanımını öpenin durumu sorulduğunda Peygamber; Orucu bozulmuştur dedi. İbn-i Kuteybe Hadis Müdafası 372
-.Kan aldırmak yapanın da yaptıranın da orucunu bozar. Tirmizi Oruç 60/Ebu Davud Oruç 28/Buhari Oruç 32 -. Peygamberimiz oruçlu iken kan aldırmışlardır. Ebu Davud Oruç 29-30/Tirmizi Oruç 59/Buhari Tıp 11 Peygamber eğer kan aldırmanın orucu bozduğunu söyleseydi, hiç şüphesiz kendisi kan aldırmazdı. Üstelik Kuranda orucu; yemek, içmek ve cinsel ilişkinin bozduğu geçer. Yani birinci çelişik hadis ikinci hadisle olduğu gibi Kuranla da çelişmiştir. Fakat en doğru denen altı hadis kitabının üçünden yaptığımız bu alıntı, çelişik hadislerin en doğru denen kitaplara nasıl girdiğinin bir delilidir
-.Peygamber ayakta su içilmesini yasakladı. Ebu Davud 4/No:3717 -.  Peygamberi sizin benim gibi ayakta su içerken gördüm. Ebu Davud 4/No:37181.
-. Peygamberimiz caminin bahçesine girerek şöyle dedi: Şurası muhakkak ki cami ne cenabete, ne aybaşılıya helal değildir.  Müslim Hayz 11, Ebu Davud Taharet 104  Tirmizi Taharet 101, Nesai Hayz 18 -.  Peygamberin hanımı anlatıyor: Peygamberimiz bizden biri aybaşılı olduğu halde onun kucağına başını koyar, Kuran okurdu. Bizden birimiz aybaşılı iken camiye gidip Peygambere bir şeyler götürürdük. Nesai, Hayz, 19
-.Peygamber Meymune ile evlendiği zaman her ikisi de ihramlıydı. Nesei 5-6/179 -. Çelişik Hadis: İhramlı olan bir kişi [Hacda olan] ne evlenebilir, ne kız isteyebilir, ne de başkasının nikahını kıyabilir. Nesei 5,6/2491.
-.Baldırları açık olan bir sahabeye Peygamberimiz rastlamış ve Baldırlarını ört. Baldırlar da avret yerlerindendir. demiştir. Tehzibut Tezhip 2/69 -. Peygamberimiz evde baldırları açık yan üstü yatıyorlardı. Ebu Bekir izin istedi Peygamber hiç istifini bozmadan izin verdi. Ömer istedi aynı şekilde ona da verdi. Hanbel 1/71 Hadislerden birine göre baldırları örtmek lazımdır. Diğer hadiste ise Peygamberin yanına birileri gelmesine rağmen baldırlarını örtmediği gözükür. Nitekim bazı mezhepler birinci hadisi alıp erkeklerin dizle göbek arasını örtmelerinin farz olduğu şeklindeki bir zorluğu dine sokmuşlardır.Hadis: Yangın gördüğünüzde tekbir getiriniz, zira tekbir (Allahuekber demek) onu söndürür. Ramuzel Hadis -. Sizden birisi cinsel münasebette bulunduğu zaman eşinin cinsel organına bakmasın, zira cinsel organa bakmak körlüğe sebep olur. Feyzul Kadir 1-326 Bu garip uydurmayla dinle dalga geçmek isteyenlerin eline ilginç bir malzeme verilmiştir. Belki de bu hadisi uydurarak Peygambere iftira edenin amacı da dinle dalga geçmekti. İnsanların hayatına ve cinselliğine Kuranın getirmediği zorlukları ve yasakları getirmek, insanlığa yapılmış bir zulümdür. Cinsel hayatı kısıtlayıcı bu tür hadislere karşın, Peygamberin ve arkadaşlarının cinsel hayatını olağanüstü bir tarzda anlatan münasebetsiz hadisler de vardır. Bu hadislerden birine göre sahabeler Haccı bitirip, kadınlarına yöneldiklerinde cinsel organlarından spermler damlıyordu.[Buhari, Hacc, 81; Müslim Hacc, 141] Diğer bir hadise göre Peygamberimiz 30 erkeğin cinsel gücüne sahipti [Sahihi Buhari]. Başka bir hadise göre ise Peygamber nerede güzel bir kadın görse hemen eve koşar, hanımı Zeyneple cinsel ilişkiye girerdi. [Buhari, Hibe, 8]. Bu hadisleri kabul etmek mi, yoksa reddetmek mi Peygambere saygısızlıktır, karar sizin! -Eğer erkeğin tepesinden tırnağına kadar cerahat aksa, kadın da bunları ağzı ile temizlese, yine de erkeğin hakkını ödemiş olmaz. İbn-i Hacer el Heytemi 2/121 Geleneksel İslâmda en çok hadis uydurulan konuların başında kadınlarla ilgili konular gelmektedir. Kuranda, kadınlara yönelik kendi bakış açılarını bulamayıp, kadınları sokmak istedikleri şekli dinselleştirmek isteyenler, bol bol hadis uydurmuşlardır. Kitabımızın 21. bölümünde detaylı bir şekilde işlediğimiz kadın konusunda, uydurulan diğer hadislerden örnekleri de bulabilirsiniz.  -,Hacer-ül Esved cennettendir. O kardan daha beyaz idi ve müşriklerin günahı onu kararttı. Hanbel 1/307 -.Hacer-ül Esved Allahın yeryüzündeki sağ elidir. Onunla insanlardan dilediği ile tokalaşır. Cami-üs Sağır 1/151 Hacer-ül Esved taşı için uydurulan bu tip hadisler, hac sırasında Kabede ilkel hareketlerin sergilenmesine sebep olmaktadır. Hacer-ül Esved taşına dokunmak için birbirini ezenleri dinimizi bilmeyenler görse, bazı insanların bu taşı put edindiklerini bile zannedebilirler. Bu hadisler daha evvel de alay konusu olmuştur. Hadislerin güvenilmez olduğunu Abbasiler döneminde savunup, sonra siyasi konjonktürde yok olan Mutezileler: Bu hadise göre Hacerül Esved denen taş müşriklerin günahı yüzünden Kabe putperestlerin elinde iken karardıysa, şimdi Kabe Müslümanların elinde olduğuna göre bu taşın beyazlaması gerekir. diyerek bu hadisi savunanlarla alay etmişlerdir. Hadis: Kalbinde hardal tohumu kadar kibir bulunan cennete giremez. Yine kalbinde hardal tohumu kadar iman olan da cehenneme giremez. Buhari 81/51 Kişiyi en ufacık fiilinde cennete gönderen bir sürü hadis vardır. Kişiyi en ufacık bir fiilinde cehenneme gönderen de bir çok hadis vardır. Bu mantıksız yaklaşımlar kimi zaman yukarıdaki örnekte olduğu gibi tek bir hadiste de buluşabilmektedir. Peygambere yapılabilecek en büyük hakaret bu hadisleri onun söylediğini söylemektir. Peygamberin bize tek yazdırdığı, mesaj olarak Allahtan getirdiği Kuran dinimizin tek kaynağıdır. -And olsun ki size hatırlatıcı bir kitap gönderdik. Hala aklınızı çalıştırmayacak mısınız?  21- EnbiyaHadis: “Hacerül Esved Allah’ın yeryüzündeki sağ elidir. Onunla insanlardan dilediği ile tokalaşır.”
Camiüs Sağır 1/151
Hacerül Esved taşı için uydurulan bu tip hadisler, hac sırasında Kabe’de ilkel hareketlerin sergilenmesine sebep olmaktadır. Hacerül Esved taşına dokunmak için birbirini ezenleri dinimizi bilmeyenler görse, bazı insanların bu taşı put edindiklerini bile zannedebilirler. Bu hadisler daha evvel de alay konusu olmuştur. Hadislerin güvenilmez olduğunu Abbasiler döneminde savunup, sonra siyasi konjonktürde yok olan Mutezileler: “Bu hadise göre Hacerül Esved denen taş müşriklerin günahı yüzünden Kabe putperestlerin elinde iken karardıysa, şimdi Kabe Müslümanların elinde olduğuna göre bu taşın beyazlaması gerekir.” diyerek bu hadisi savunanlarla alay etmişlerdir Suresi 10


-, “Salı günü gündüzün ortasında veya güneş yükseldiğinde kim ki her rekatında bir Fatiha, bir Ayetel Kürsi ve üç İhlas okumak suretiyle on rekat namaz kılarsa, yetmiş gün defterine günah yazılmaz, bu yetmiş gün içerisinde ölürse şehit olarak ölür ve yetmiş senelik günahı bağışlanır.” Gazali, İhyau Ulumiddin 1/539
-.“
Kim ki çarşamba günü güneş yükselince on iki rekat namaz kılar, her rekatında bir Fatiha, bir Ayetel Kürsi, üç İhlas ve üç Muavezeteyn okursa arşın altından bir münadi: ‘Ey Allah’ın kulu! Geçmiş günahların bağışlandı. Allah kabir karanlığı azabını ve kıyametin şiddetini senden kaldırdı, artık senin için fazla amele lüzum yok’ diye bağırır ve o gün kendisi için bir Peygamber sevabı yükselir
.”Gazali, İhyau Ulumiddin 1/540

İslam âleminin en önemli klasiklerinden kabul edilen “İhyau Ulumiddin”de Gazali, Kuran’da geçmeyen namazları açıklamakla dine ilaveler yapmıştır. Bu hadislere göre yetmiş günde bir bahsedilen Salı günkü namazı kılmak veya hayatta bir kez bahsedilen Çarşamba günkü namazı kılmak bir Müslüman’a yetecektir. Bu hadislere göre tek namazla yetmiş senelik günahın bağışlanması da, Peygamber sevabı kazanmak da mümkün olmaktadır. Gazali, felsefi konular hakkında yazdığında, dünyanın en seçkin düşünürlerinden biri olduğunu göstermiştir. Fakat fıkıh ve hadis alanlarında ne yazık ki aynı başarıyı gösterememiştir.
“Peygamber, Medine`de bir yahudi tarafından büyülendi. Günlerce ne yaptığını bilmez durumda ortalıkta dolaştı. ” (Buhari 59/11; 76/47; Hanbel 6/57; 4/367).
Buhari ve diğerleri, Hz.Peygamber’in bir Yahudi’nin yaptığı sihirle büyülendiğini şöyle rivayet ederler:“Ayşe rivayet eder: Zureyk Oğulları’ndan Lebid b.A’sam adında bir adam Rasulullah’a sihir yaptı. Öyle ki, Rasulullah bir işi yapmadığı halde kendisine yapmış gibi geliyordu (feleğini şaşırmıştı). Bir gün veya bir gece yanımdayken uzun uzun dua etti ve bana “Ey Ayşe, çözüm istediğim konuda Allah’ın bana çözüm gösterdiğini anladın mı? Bana iki adam geldi, biri baş ucumda, diğeri de ayak ucumda oturdu ve biri diğerine “Adamın ağrısının sebebi nedir?” dedi. Ona,”Büyülenmiştir“ dedi. “Kim büyüledi?” dedi. “Lebid b.A’sam” dedi. “Hangi şeyle büyüledi?” dedi. “Bir tarak, biraz saç kılı, erkek hurma kapçığı ile.” dedi. “Sihir nerededir?” dedi. “Zervan kuyusu içindedir.” dedi. Ashabından bazı kişilerle beraber Rasulullah o kuyuya geldi. Dönüşte, “Ey Ayşe, suyu kına suyu ve hurma kapçıkları da şeytanın başları gibidir” dedi. “Ey Allah’ın Rasulü, onu çıkarsaydın ya” dedim. “Allah bana şifa verdi, onun yüzünden halk arasında bir kötülük çıkmasını istemedim” dedi ve sihir malzemesinin toprağa gömülmesini emretti ve gömüldü.”
Bu ve benzeri rivayetlerin kabul edilemez olduğunu kısaca belirtmeye çalışalım:1- Her şeyden önce Rasulullah’ın büyülendiğini söyleyen rivayetler Kur’an’la çelişmektedir. Bilindiği gibi önceki toplumlar kabul etmedikleri peygamberlere deli, yalancı, hasta, büyülenmiş, çıkarcı gibi suçlamalarda bulundukları gibi müşrikler de Hz.Peygamber için benzer suçlamalarda bulunmuş ve büyülenmiş olduğu için bu şeyleri söylediğini iddia etmişlerdir. Kur’an bunu şöyle belirtir:
“...
Siz ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz, dediklerini biz çok iyi biliyoruz” (İsra 17/47), “Bu zalimler, inananlara: ‘Siz sadece büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz’ dediler” (Furkan 25/8).
Söz konusu rivayetlerin kabul edilmesi, yukarıdaki âyetlerde ve başka yerlerde seslendirilen müşriklerin büyülenme iddialarının doğrulanması anlamına geldiğinden kabul edilmesi mümkün değildir.
Din anlayışının altüst edildiği yerlerden biri de sihirden söz eden âyetlerdir. Yüce Allah, Peygamber’in büyücü olmadığı gibi söylediklerinin de büyü olmadığını açık seçik defalarca söylemesine karşın ne pahasına olursa olsun rivayetleri ve toplumun kafasındaki anlayışı kurtarmak adına gerek tefsirciler, gerekse rivayetçiler ve şarihler tarafından âyetler bu doğrultuda algılanıp yorumlanmaktadır.Şüphe yok ki vahiy, Allah’ın koruması altındadır: “Şüphesiz Zikri biz indirdik ve onu koruyan da biziz” (Hicr 15/9). Müşriklerin Hz.Muhammed’in tebliğ ettiği vahyi kendisine cinlerin getirdiğini iddia etmesine cevap olarak Allah, “O, korunan bir kitaptadır. Ona ancak temiz olanlar/melekler dokunabilir” (Vakıa 56/79) buyurarak, vahyin koruma altında olduğunu ve ancak temiz yaratılmış olan meleklerin ona dokunabileceğini belirtmiştir. Onun için gerek şeytanların gerekse inkârcıların vahye ulaşıp onu bulandırmaları söz konusu değildir.
2- Gerek müşriklerin, gerekse Yahudiler’in Peygamber’e veya onun yanındaki kişilere büyü yaparak uzaktan etkileme gücü ve imkânı olsaydı gözlerinin yaşına bakmadan ikide bir büyü yaparak onları etkisizleştirir veya feleğini şaşırtırlardı. Böylece mal, mevki, iktidar, yurt ve canlarını yitirmeleriyle sonuçlanan mücadele ve savaşlara gerek kalmadan Hz.Peygamber’in ve Müslümanlar’ın işini bitirir ve onlardan kurtulurlardı. Ama düşmanın böyle bir şey yapmadığı/yapamadığı, aksine karşı koyma yolunda her şeylerini yitirdikleri bir gerçektir.Şüphesiz büyüleme bilinen bir olgudur. Bu da gerek Hz.Peygamber’in “Anlatımın bazısı büyüleyicidir” sözleriyle belirttiği gibi etkileyici bir konuşma ile, gerekse Hz.Musa’ya karşı sihirbazların yaptığı gibi gösterilerle veya hokus fokus türünden hareketlerle hazır olan/karşıdaki kişileri etkileme sanatıdır. Yoksa toplumda anlatıldığı veya sanıldığı gibi kişilerden habersiz olarak muskalar ve başka yollarla onlara uzaktan yarar veya zarar vermek şeklinde olması sözkonusu değildir. Bize göre, kişinin gıyabında her türlü etkileme yoluna başvurulsa da onu etkilemek yahut kendisine yarar veya zarar vermek mümkün değildir. Dolayısıyla gıyabında yapıldığı iddia edilen bir sihirle Hz.Peygamber’in etkilenmesi de sözkonusu değildir.
Diğer yandan büyü; gerçeği olmayan varsayım, gözbağcılık veya bir illüzyondur
. “Sihirleri yüzünden, Musa'ya sanki koşuyormuş gibi göründü” (Taha 20/66) ve “Onlar büyü ile insanların gözlerini bağladılar ve onlara korku saldılar” (Araf 7/116) âyetlerinde sihrin aldatıcı/sanal, gözbağcılık ve illüzyon olduğu belirtilmiştir.
3- Hadisin sahih olduğunu savunanlar Kur’an perspektifinden değerlendirme yapmamakta, âyetlere aykırı olmadığını göstermek için türlü manevralar yaparak sözde deliller getirmektedirler. Mesela Hz.Peygamber’in iddia edilen sihirden kurtulması için Felak ve Nâs sûreleri önceden Mekke’de indiği halde sırf Peygamber’i sihirden kurtarmak için her ikisinin de Medine’de indiği, hatta ikinci kez indiği iddia edilmiştir. Örneğin, sözde akademik bir çalışmada Muavvizeteyn’in ikinci kez inmiş olabileceğini belirtmek için bir yazar, “Sûre ve âyetlerin tekrar tekrar, farklı nedenlerle nazil olması bilinen ve çok vaki olan bir durumdur” diyerek bu saçma savunma anlayışını dile getirir. Bunun doğru olmadığını M. İzzet Derveze şöyle belirtir:“Sûrenin Mekke’de erken bir dönemde indiğini destekleyen birçok rivayet vardır. Sûrenin üslup ve içeriği de bunu desteklemektedir. Birincisi, sûre sadece sihir ve bu sihrin etkisiyle sınırlı değildir. Karanlıkların, hasetçilerin ve Allah’ın yarattığı tüm varlıkların şerrinden sığınmayı da kapsamaktadır. İkinci olarak, bu sûreyi bir başka sûre izlemiştir ki, burada Felak sûresi gibi insan ve cinlerin vesveselerinden Allah’a sığınmak hakkında genel olarak ilahi bilgiler verilmiştir. Sûrenin Mekke’de indiği doğru olunca, biz kestirip atmamakla birlikte, bu görüşü tercih etmekteyiz. Böylece Peygamber’in büyülenmesi hakkında sûrenin peşinden getirilen ve özellikle sûrenin bunun için indiğini söyleyen diğer rivayetler kökten yıkılmış ve sûrenin hedefleri hakkında söylediklerimizin doğruluğu ortaya çıkmış olmaktadır. (…) Biz Peygamber’in büyülenmesiyle ilgili Hz.Aişe’den Buhari ve Müslim’de böyle rivayetlerin nasıl yer aldığına hayret ediyoruz!”
4- Yine, sihrin sadece biraz vücut kırgınlığına yol açtığı; vahye, Peygamber’in aklına, kalbine ve hafızasına zarar vermediği söylenmiştir. Hatta vücuttaki kırgınlığın sihir olayından hemen önce Rasulullah’ın yaptırdığı hacamat/kan aldırmanın etkisiyle olduğu, sihrin hiç etkisinin olmadığı iddia edilmiştir. Hatta Firavun karşısında sihirbazların yaptığı sihirden Hz. Musa etkilenmiş ve korkmuş ise, Hz.Muhammed de neden etkilenmiş olmasın, gibi değişik savunmalar yapılmış ve yapılmaktadır.Her şeyden önce, “Musa, siz atın, dedi. Hemen, değnekleri ve ipleri, sihirleri yüzünden, Musa'ya sanki koşuyormuş gibi geldi. Bu yüzden Musa içinde bir korku hissetti. Korkma, şüphesiz sen galip olacaksın, dedik. Sağ elindekini at da onların yaptıklarını yutsun, yaptıkları sadece sihirbaz düzenidir, sihirbaz ne yaparsa yapsın başarıya ulaşamaz” (Taha 20/66-69) âyetlerinde belirtildiği gibi, Hz.Musa’nın sihirbazların yaptığı sihir karşısındaki tavrı büyülenme değil, anormal bir olay karşısında diğer insanların bir an için gösterdiği gibi bir ürkme ve korkma olayıdır. Nitekim “Asanı at! Musa, asanın yılan gibi hareket ettiğini görünce, arkasına bakmadan dönüp kaçtı” (Neml 27/10-12). “Bırakınca, asa hemen koşan bir yılan oluverdi. Allah: "Onu al, korkma, biz onu yine eski durumuna çevireceğiz, dedi...” (Taha 20/20-23) âyetlerinde belirtildiği gibi yere attığı asasının akan bir yılana dönüşmesi karşısında da Hz.Musa herhangi bir sihir etkisi olmadan, korkmuş ve kaçmaya başlamıştır. Hz. Muhammed’in sihirden sözde büyülenmesine benzer bir yönü yoktur.Halbuki başta Buhari rivayetlerinde olmak üzere söz konusu rivayetlerde gıyabında yapıldığı iddia edilen sihirden Hz. Peygamber’in altı ay kadar halüsinasyonlar gördüğü, eşleriyle beraber olmak istediği halde olamadığı, moralinin bozulduğu ve vücudunun hastalandığı açıkça belirtilmektedir. Nitekim Buhari’yi şerh eden İbn Hacer, sözde sihri yapan Lebid b.A’sam’ın kız kardeşine, “Eğer Muhammed peygamber ise bunu bilir, değilse sihir onun aklını alır” dediğini kaydeder.
Süleyman Ateş, Kadı Iyad ve benzeri İslam âlimlerinin kendisine yapılan sihrin Hz.Peygamber’in aklına, kalbine, itikadına değil de, bedenine, dış organlarına tesir ettiğine dair iddialarını reddederek şöyle der:

Elbette bu cevap tutarlı bir cevap değildir. Çünkü Buhari’de bulunduğundan sağlam kabul edilen rivayette dahi Peygamber ‘Kadınlarına varmadığı halde vardığını, yapmadığı şeyi yaptığını sanıyordu ve altı ay böyle sürdü’ deniliyor. Bu, altı ay Peygamber’in hayal gördüğü anlamına gelir. Bu, bir beden hastalığı değil, hâşâ, onun akıl gücünün zayıflaması, işlevini yapamaması demektir. Bu esnada onun gelen vahiyleri zaptedememesi, başka şeylerle karıştırması gayet mümkündür” (Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 11/196).”
“Bu rivayetlerin tamamına göre Lebid b.A’sam ya da bir başkası tarafından yapılan bu sihir Hz.Peygamber’e tesir etmiştir. Bu husus, ‘hatta kâne Rusulullahi sallallahu aleyhi ve selleme yuhayyelu ileyhi ennehu kâne yef’alu’ş-şey’e ve ma faalehu” veya “hatta innehu leyuhayyelu ileyhi ennehu yef’alu’ş-şey’e ve mâ faalehu” cümlelerindeki “sihirlendiği için Hz.Peygamber bir şeyi yapmadığı halde yapmış gibi oluyordu/sanıyordu” ifadesiyle işaret edilen hususa diğer bazı rivayetlerde açıklık getirilmiştir. Bunlara göre Rasulullah’a, yapmadığı halde o işi yapıyormuş hayali gelen hususun, hanımlarıyla cinsel ilişkide bulunması olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Buhari ve Ahmed b. Hanbel’in kaydettiklerine göre Hz.Aişe: “Rasulullah’a sihir yapılmıştı. Bu durumdayken, kendisi hanımlarına cinsel ilişki için yaklaşmadığı halde, onlara yaklaştığını sanırdı” demiştir. Râvi Süfyan b.Uyeyne de “İşte bu, büyüden meydana gelebilecek rahatsızlığın en şiddetlisidir” demektedir. Diğer bir rivayete göre ise, Hz.Peygamber’in bu rahatsızlığı yaklaşık altı ay kadar sürmüştür (Ahmed b.Hanbel, Müsned, 6/63).”
“Yukarıda kaydettiğimiz rivayetlerin metninde yer alan ‘hatta kâne Rasûlullahi sallallahu aleyhi ve selleme yuhayyelu ileyhi ennehu kâne yef’alu’ş-şey’e ve ma faalehu” veya “hatta innehu leyuhayyelu ileyhi ennehu yef’alu’ş-şey’e ve mâ faalehu” ve “Kâne yera ennehu ye’ti’n-nisâe ve lâ ye’îihinne” cümlelerindeki “yera-yuhayyelu-leyuhayyelu” lafızlarının, Süleyman Ateş’in ve daha önceki bazı âlimlerin görüşlerinde haklı olduklarını ortaya koyduğu açıktır. Gerçekten de hayal görme olayının akıl ve zihinle ilgili bir husus olduğunu tespit edebilmek için derin bir psikoloji ya da felsefe bilgisine ihtiyaç olmadığı ortadadır. Yukarıda yer alan rivayetlerdeki ifadelere göre güya (!!!) bir Yahudi, Hz.Peygamber’e sihir yaparak, halk arasındaki deyimiyle onun erkekliğini bağlamış, hanımlarına yaklaşamamasını sağlamıştır. Büyü yoluyla Hz.Peygamber üzerinde böyle bir tesir meydana getirebildiğini doğru kabul etmek, kâfir ya da müşriklerin sihir yoluyla Hz.Peygamber üzerinde istedikleri etkiyi meydana getirebildikleri düşüncesine kapı açar, Hz.Peygamber’in iffet ve namusuna halel getirir, münafıklar tarafından onun şerefli hanımlarına yapılan zina iftiralarına malzeme olur. Büyü yolu ile Hz.Peygamber iktidarsızlaştırılabiliyordu, kendisi bu şekilde rahatsız olduğu için, dokuz ya da on bir hanımı da cinsel ihtiyaçlarını gideremiyorlardı gibi birtakım iftiralara yol açar. Nitekim kaynaklarda Hz.Aişe’ye ve Peygamberimiz’in oğlu İbrahim’in annesi Mariye’ye bu tür iftiralar yapıldığından bahsedilmektedir.
Kanaatimizce, bu konuda en doğru yol, dengeli hareket etmektir. Ne Hz.Peygamber’in cinsel gücünün abartılarak insanüstü boyutlara çıkartılmasına hizmet eden rivayetlere ne de onun sihir yoluyla cinsel yönden iktidarsızlaştırılabileceği fikrine zemin teşkil eden nakillere itibar edilmelidir.”
5- Rivayetin sahih olduğunu iddia eden ve savunanlar, bunu kanıtlamak için diğer insanlar gibi Hz.Peygamber’in de bir insan olduğu ve başka insanların başına gelebilen şeylerin onun da başına gelebileceğini, bunu göstermek için de böyle bir olayın yaşandığını ve bunun bir eğitim öğretim olduğunu ileri sürerler.
Halbuki bu mantığı yürütenler, haram şeyler ve yöntemlerle eğitim öğretimin yapılamayacağını, böyle bir şeyin vahyin amacına aykırı olduğunu düşünmezler. sihrin haram olduğu, ona inanan ve yapanların kâfir olacağı kesin iken, böyle bir şeyin eğitim öğretim olabileceği nasıl iddia edilebilir? Bu rivayetleri kurtarmak için ne tür tevil ve yorum yapılırsa yapılsın, bu mızrak çuvala sığmaz. Çünkü geçici ve kısa bir zaman için de olsa, Hz.Peygamber’in büyülenmiş olduğunu kabul etmek, yukarıdaki âyetlere, akla ve gerçeklere aykırıdır.
6- Bütün bunlardan sonra Hz.Muhammed’in büyülendiğini anlatan rivayetlerde tutarsızlıklar olduğu da görülmektedir. Enbiya Yıldırım bunları şöyle belirtir:“Zervan kuyusunda saklandığı iddia edilen muskayı/büyüyü çıkarmak için giden kişiler arasında farklılıklar bulunmaktadır. Bazı rivayetlerde muskayı çıkarmak için Hz.Peygamber’in, ashabından bir grupla gittiği belirtilir (Buhari, Tıb, 76). Bazılarında Hz.Ali ve Ammar’ın birlikte gittiği belirtilirken (İbni Sa’d,Tabakat, 2/198), bazılarında Hz.Ali’nin tek başına (İbnu Ebi Şeybe, 5/435; İbni Hanbel, 4/367), bazılarında Ammar b.Yasir’in başka bir grupla (Beyhaki, Delail, 6/248), bazılarında ise Cubeyr b.İyas ez-Zuraki’nin gittiği belirtilir (İbni Sa’d, Tabakat, 2/197). Bunun yanı sıra bazı isimleri verilmeyen sahabilerin de gönderildiği rivayetler arasındadır; bazılarında isim vermeden sahabilerin gönderildiği belirtilir (Nesai, Tahrim, 37). Ayrıca İbni Sa’d’ın verdiği bilgilere göre muskayı Kays b.Mihsan ez-Zuraki çıkarmıştır (Dipnotta, Tabakat, 2/198). İbni Hacer de, Cubeyr b.İyas ez-Zuraki ile Kays b.Mihsan ez-Zuraki’nin çıkardığını belirten rivayetleri uzlaştırmak için “Kays, muskayı/büyüyü çıkarmak için Cubeyr’e yardım etmişti, bu nedenle çıkarma işi ona da nispet edilir” (Fethu’l-Bari, 10/230) değerlendirmesini yaparken, farklı kişilerin gittiğini/gönderildiğini belirten rivayetleri kurtarmak için de şu değerlendirmeyi yapar:
“Bazı rivayetler, kuyuya gidenlerin hepsinin veya bir kısmının adını zikretmemiştir. Çeşitli adlar veren rivayetler kuyuya gidenlerin isimlerini açıklamaktadır, diye düşünülebilir. Keza Rasulullah’ın ilk önce onları gönderip ardından kendisinin bizzat kuyuya gittiği şeklinde yorumlanabilir” (Fethu’l-Bari, 10/230; Kastallani de aynı şeyleri aktarır, bkz. İrşadu’s-Sari, 12/564).”
Rivayetler arasındaki çelişkiler ve İbn Hacer’in değerlendirmesi için de Enbiya Yıldırım şöyle der:“İbn Hacer’in değerlendirmesini iki bölümde ele almak gerekmektedir:
A- Râvilerin muskayı çıkarmaya gidenlerin bir kısmını zikrettikleri: Kanaatimizce bu yaklaşım yerinde değildir. Çünkü rivayetlerde -isimler farklı geçse de- Hz. Peygamber’in birini görevlendirdiği geçmektedir. Örneğin, Ammar b. Yasir’i -bir rivayette de Hz.Ali’yi- gönderdiği belirtilmektedir. Bu durumda, diğer insanların ekipteki insanlar olması gerekir. Oysa diğer rivayetlerde geçen isimler görevlendirilen kimseler olarak geçmektedirler. Dolayısıyla görevlendirilen insan sayısı artmaktadır. Bu da kaç insanın işin başına verildiği sorusunu akla getirmektedir.
B- Önce başkalarını gönderip sonra kendisinin gitmesi:a- Hz.Peygamber’in kendisinin gittiğinin anlatıldığı rivayette başkalarının muskayı çıkarmak için gönderildiğine dair en küçük bir işaret yoktur. Bilakis muskanın yerini öğrenen Hz.Peygamber'in bizzat kendisinin ashabıyla birlikte gittiği geçmektedir.
b- Hz.Peygamber muskayı çıkarmak için kendisi ashabıyla birlikte kuyuya gitmişse, diğer rivayetleri aktaran râvilerin Hz. Peygamber’in adam gönderdiğini söyleyip kendisinin gitmesini zikretmemeleri çok ilginçtir. Halbuki zikredilmesi gereken insan, olayın merkezindeki Hz. Peygamber’dir.
c- Hz. Peygamber’in adam gönderdiğini belirten rivayetlerde muskanın onlar tarafından alınıp getirildiği ve Hz. Peygamber’in rahatladığı geçmektedir (İbn Ebi Şeybe, 5/435; İbn Hanbel, 4/367; Abdurrezzak, 11/14). Bu, önemli bir çelişki oluşturmaktadır. Madem muska alınıp kendisine getirildi, o halde ne diye kendisi gitti, sorusu akla gelmektedir.
d- Kendisinin gittiğini belirten rivayetlerin bir kısmında emri üzerine muskanın çıkarıldığı geçerken, bazısında çıkarılmadığı geçmektedir. Dolayısıyla bu da iki gidişi zorlaştırmaktadır. Çünkü başkaları muskayı getirmişse Hz. Peygamber’in gidip muskayı çıkarmaması telif edilemez bir çelişki oluşturmaktadır.”Birbiriyle çelişen ve ahad haber olmaktan öteye geçmeyen bu tür rivayetlere dayanarak Peygamber’in büyülendiğini söylemek açıkça Kur’an’ın söylediklerine, hadis kriterlerine, akla ve tarihi gerçeklere aykırıdır. Onun için muhafazakârlık ve rivayet bağnazlığı güdüsüyle bu şeyleri bile bile savunanları anlamak mümkün değildir. Bu rivayetler hicri ilk yüzyıllardan günümüze kadar pek çok âlim tarafından eleştirilmiş ve kabul edilemez olduğu belirtilmiştir.
Genel olarak hadis kitaplarına bakış açısının ne olması gerektiğini ve bu tür rivayetleri kabul etmenin ve savunmanın mümkün olmadığını Prof.Dr. Ali Osman Ateş şöyle belirtir:“Buhari’ye, Müslim’e göre sıhhat açısından farklılık arzeden bu hadislerin sahihliği üzerinde İslam âlimlerinin ittifak etmeleri ya da Buhari ve Müslim’in Sahih’lerinde veya Kütüb-i Sitte’nin içinde yer alan bazı eserlerde nakledildikleri için bunları sahih kabul etme mecburiyetinde olmaları söz konusu değildir. Bu, Kütüb-i Sitte’yi ya da Buhari ve Müslim’in Sahih’lerdindeki tüm hadisleri reddetmek, onların hiçbirinin sahih olmadığını ileri sürmek demek de değildir. Ancak ortada Hz.Peygamber’in ismet sıfatına dokunan bir durum söz konusudur ve bu husus bu rivayetlerden kaynaklanmaktadır. Günümüzde Garanik olayı ya da Selman Rüşdi’nin Şeytan Âyetleri (Satanic Verses) gibi Hz.Peygamber’in ismetine yönelik saldırılara malzeme veren, Kur’an-ı Kerim üzerinde şüpheler doğmasına yol açan, ilhad ve küfre, ateizme, İslam’a saldırı için malzeme olan bu tür rivayetleri (bu konuda bakınız, Turan Dursun, Din Bu, 1/116-118), günümüz Müslümanları’nın, okuyan düşünen, araştırıp mukayese yapan aydınlarının, gençlerinin sahih kabul etmeleri beklenemez. Onlara, binbir sıkıntı ve zahmetle tevil ve yorumlar yapmaya çalıştığımız, çoğunda da muhatabı tatmin etmediğimizi gördüğümüz bu tür rivayetlere dayalı bir Peygamber imajı sunmaya hakkımız olmadığı açıktır. Bu konuda anlaşılmaz bir muhafazakârlığa da gerek olmadığı kanaatindeyiz. Hz.Peygamber’i ve onun ismetini, Kur’an-ı Kerim’i ve onun güvenilirliğini mi savunacağız, yoksa bu tür rivayetleri mi? Artık günümüzde Müslüman âlimlerin buna bir karar vermeleri vaktinin geçmekte olduğunu açıklamaya gerek yoktur. Bu görüşlerin asla hadis ve sünneti reddetme anlamına gelmeyeceği açıktır. (…)
Bizim burada işaret etmek istediğimiz nokta, geçmişte Buhari’yi, Müslim’i ya da eserleri Kütüb-i Sitte içerisinde yer alan Tirmizi, Ebu Davud, Nesai ve İbn Mace’yi tenkit eden bazı İslam âlimlerinin bu tenkitlerinde büsbütün haksız olup olmadıkları hususudur. Kur’an’a ve Hz.Peygamber’in ismet sıfatına aykırı düşen bu şekildeki rivayetlerden dolayı Kütüb-i Sitte müelliflerini tenkit eden bu âlimler, fikrî ve ilmî açıdan günümüz şartları göz önünde bulundurulduğu takdirde bu tenkitlerinde pek de haksız sayılmazlar. Aksine bu konularda titiz davranmalarının ne kadar yerinde olduğu açıkça ortaya çıkar…”
Sonuç olarak, Muhammed Gazali’nin “Şimdi kime inanalım, Kur’an’a mı, Buhari’ye mi? bir Yahudi’nin Rasulullah’a sihir yaptığını nakletmiştir” demesine hak vermemek elde değildir.
Hz.Peygamber’in Büyülendiği İddiası ve Bakara 102. Âyetin Anlamı
Rasulullah’ın sihirle büyülendiğine inananlar rivayeti sahih göstermek için Bakara/102. âyetini de anlayış veya inanışları doğrultusunda şu şekilde tercüme ederler ve açıklarlar:“Şeytanların Süleyman’ın hükümdarlığı hakkında söylediklerine uydular. Oysa Süleyman kâfir değildi ama insanlara sihri öğreten şeytanlar kâfir olmuşlardı. Babil’de, melek (denilen) Hârût ve Mârût’a bir şey indirilmemişti. Bu ikisi ‘Biz sadece imtihan ediyoruz, sakın inkâr etme’ demedikçe kimseye bir şey öğretmezlerdi. Halbuki bu ikisinden, koca ile karısının arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Oysa Allah’ın izni olmadıkça onlar kimseye zarar veremezlerdi. Kendilerine zarar verecek, faydalı olmayacak şeyler öğreniyorlardı. And olsun ki, onu satın alanın âhiretten bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şeyin ne kötü olduğunu keşke bilselerdi!” (Bakara 2/102).
Halbuki âyetin doğru çevirisinin şöyle olması gerekir: “Süleyman’ın hükümdarlığı hakkında şeytanların/Yahudiler’in söylediklerine uydular. Oysa Süleyman kâfir olmadı ama insanlara sihri öğreten şeytanlar/Yahudiler kâfir olmuşlardı. Babil’de, melek Hârût ve Mârût’a bir şey indirilmemişti ki ikisi ‘Biz sadece imtihan ediyoruz, sakın inkâr etme’ desinler ve karı ile kocanın arasını ayıran şeyi insanlar onlardan öğrensinler. Zaten Allah’ın izni olmadıkça onlar kimseye zarar veremezler. (Yahudiler) kendilerine zarar verecek, faydalı olmayacak şeyler öğreniyorlardı. And olsun ki, onu satın alanın âhirette bir nasibinin olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları/mahvettikleri şeyin ne kötü olduğunu keşke bilselerdi!”
Zaten bu anlayış, âyetin öteden beri “İnsanlara sihri ve Babil’de Hârût ve Mârût’a indirileni öğretiyorlar” şeklinde çevrilmesine de aykırıdır. Çünkü bu durumda bir yanda “sihir”, diğer yanda “Hârût ve Mârût’a indirilen” iki şey öğretilmiş olmakta ve bunlar birbirine atfedilmekte/bağlanmaktadır. Bu durumda sihir ve Hârût ve Mârût’a indirilen şeylerin farklı olması, Hârût ve Mârût’un kimseye bir şey öğretmemesi, insanların karı kocayı birbirinden ayıran şeyi onlardan öğrenmemesi, dolayısıyla öğretecekleri şey konusunda insanları uyarmaması ve küfürden sakındırmaması gerekir ki geleneksel hemen bütün çevirilerde ve tefsirlerde bunun aksi yapılmakta ve hem şeytanların, hem Hârût ve Mârût’un insanlara sihir öğrettiği, fitne oldukları ve insanları sihir konusunda küfürden sakındırdıkları anlatılmaktadır. Onun için âyetin geleneksel anlamda yapılan çevirisi de doğru değildir.
Diğer taraftan, bu anlayışla yapılan çeviride mantık tutarsızlığı da bulunmaktadır. Çünkü küfür olduğu ve onu yapanların âhirette paylarının olmadığı/mahvolacağı belirtildiği halde sözde melek olan Hârût ve Mârût’un sihir öğretirken insanlara, “Biz bir fitneyiz, sakın (sihir yaparak) kâfir olma” demelerinin hiçbir mantığı yoktur. Hem küfür olduğu söylenecek, hem yapanların kâfir olup âhirette mahvolacakları söylenip yasaklanacak hem de insanlara öğretilecek! Bu apaçık bir çelişkidir. Çünkü ister küfür olsun, ister olmasın, öğretilen şey, uygulanmak için öğretilmekte ve öğrenilmektedir. Uygulanmak için öğretilmeyecek ve öğrenilmeyecekse, o zaman neden öğretilsin ve öğrenilsin ki?!
Kaldı ki bu rivayetleri savunmak için argümanlar geliştirilirken, diğer yandan ulema sihir yapmanın ve öğretmenin küfür olduğunu söylediği gibi, sihir yapan kişinin tıpkı mürted gibi öldürülmesi gerektiğini de söylemektedir. Yani buna göre sözde sakındırmak için de olsa sihir öğreten Hârût ve Mârût meleklerini öldürmek gerekmektedir. Mesela Ebu Hanife, Malik ve Ahmed b.Hanbel, “Sihir öğrendiği ve yaptığı için sihirbaz tevbe etmesi istenmeden öldürülür. Çünkü kâfir olmuştur” derken, Şafiiler ve Zahiriler, “Büyüleyen sözler veya işler küfür ise, sihirbaz mürted kâfir olur ve tevbe etmediği takdirde mürted olarak öldürülür, ama bu sözler veya işler küfür değilse sihirbaz sadece isyankâr/büyük günah işlemiş olup kâfir olmadığı için öldürülmez” demektedir.Oysa âyetteki “ve mâ yuallimâni min ehadin hatta yekûla innemâ nahnu fitnetun fe lâ tekfur” ifadesi, tıpkı “mâ yahrucani ile’l-berdi hatta yemrada” (soğuğa çıkmıyorlar ki hastalansınlar) formunda bir ifade olup söz konusu iki kişinin soğuğa çıkmadıkları için hastalanmalarının da söz konusu olmadığını belirttiği gibi, iddia edilen Hârût ve Mârût da kimseye bir şey öğretmiyorlar ki ‘biz şöyleyiz, böyleyiz’ demiş olsunlar.
Ama rivayet, Kur’an’ın söylediği doğrultuda anlaşılacağı yerde, din anlayışının altı üstüne getirilerek Kur’an, rivayetin söylediği doğrultuda anlaşılınca, âyetin çevirisi ve açıklaması da ona göre tersyüz edilmektedir. Yani Kur’an’ın anlamı rivayetlerle yönlendirilmekte ve onlar Kur’an’a değil, Kur’an rivayetlere uydurulmaktadır. Bütün bunlar yapılırken de Allah’ın haram ettiği ve yapanları hem Allah’ın hem Peygamber’in kâfir saydığı ve âhirette hiçbir paylarının/kurtuluşun olmadığı bir şeyi değerli meleklerin insanlara nasıl öğretecekleri hiç akla getirilmez.
Bakara 102. Âyetle Verilen Mesaj
Kur’an’ın Sebe’ 34/12-14. âyetlerinden ve Tevrat’ın bu konuda anlattıklarından öğrendiğimize göre muhalif olan yahudiler Hz.Süleyman’ın emrinde esir gibi çalışmış ve onun istediği şeyleri yapmışlardır. Onun emrinde esir gibi çalışmak zorlarına gitmiş ve büyük bir imparatorluğa sahip olmasını Allah’ın vergisi olarak değil, şeytanlar ve sihir yolu ile olduğunu, şeytanların da Yahudiler’in Babil esareti sırasında Hârût ve Mârût denilen iki melekten (!) sihri öğrendiklerini, çünkü bu iki meleğin insanları sihrin kötülüğünden korumak için onlara sihir öğrettiklerini, bu bilgileri içeren bir kitabın da Hz.Süleyman’ın tahtının altında saklı olduğunu uydurup yaymışlardır.
Hz. Peygamber’in Medine’ye hicret etmesinin öncesinde şehirde Yahudilerin nüfuzu azalmış ve Arap nüfusun çoğunluğunu oluşturan Evs ve Hazrec kabileleri dizginleri ellerine almış bulunuyordu. İki kabile de aralarındaki çekişmeyi bitirmesi ve Yahudiler’e karşı destek olması için Müslümanlar’ın ve ardından Hz.Peygamber’in Medine’ye hicret etmesini onaylamışlardı. Yahudiler de kitap sahibi olmaları gerekçesiyle Peygamber’in kendilerinden yana tavır takınacağını düşünerek onunla işbirliğine gitmişlerdi.
Böyle bir ortamda Hz.Peygamber Medine’ye hicret edince oradaki kesimlerle Medine Vesikası olarak bilinen bir savunma ve işbirliği anlaşması imzalamıştır. Yahudiler, Evs ve Hazrec’in dizginleri ellerine aldıklarını gördükleri için Hz.Peygamber ile böyle bir vesikayı imzalamayı kabullenmişlerdi. Bu anlaşmaya göre Yahudiler, bir problem çıkması durumunda Rasulullah’ın hakemliğini kabul edecek ve düşman saldırısına karşı şehri birlikte savunacaklardı. Ama İslam’ı kabul eden Evs ve Hazrec kabilelerinin katılmasıyla Müslümanlar’ın güçlendiğini ve dizginleri ellerine aldıklarını görünce Medine’deki Yahudi kabileleri verdikleri sözü çiğnediler ve yaptıkları anlaşmayı görmezden geldiler. Bir yandan bu şekilde davranırken, diğer yandan da kavimleriyle öğünür, üstün ve seçilmiş bir kavim olduklarını, Allah’ın oğulları ve sevgilileri sayıldıklarını iddia ederek geçmişlerini savunur ve Rasulullah’a düşmanlık yapar dururlardı. Nasıl olsa Allah bizdendir veya biz onun oğulları ve sevgilileri olduğumuz için Muhammed’i ve onunla beraber olanları önünde sonunda dize getireceklerini düşünürlerdi. Yüce Allah, Bakara Sûresi’ndeki bu âyetlerle bu şekilde davranmanın Yahudiler’in genel tavrı olduğunu, nitekim Hz.Süleyman’ı da çekemeyerek ona karşı böyle bir hıyanet içinde olduklarını, ama en sonunda hep hezimete uğradıklarını anlatarak Hz.Peygamber’i aydınlatır, teselli eder ve aynı şekilde Yahudiler’in yenileceklerini belirtir. (Bakınız: Bakara 2/99-102).
“Hz.Süleyman’ın putlara taptığı hikâyesinin aslı, onun sihirbaz olarak görülmesidir. Yöneticiliğini yaptığı İsrailoğulları onun yönetimi sırasında ülkelerinin siyasette, sanatta, ilimde ve hikmette ulaştığı noktaya sihir sayesinde ulaştığını düşünüyorlardı. Medine Yahudileri, “Muhammed’in işine bakın! Doğruyu yanlışı birbirine karıştırıyor, Süleyman’ı peygamberler arasında anıyor. Oysa o, rüzgâra binen bir büyücüydü” demişlerdi.”
Yüce Allah, Hz.Süleyman’ın boyun eğmeyen ve hakkında iftira ve söylenti yayanlardan uzak olduğunu, Süleyman’ın değil, şeytan işi olan sihri öğreten Yahudiler’in kâfir olduğunu ve bunların onların yaydıkları şeylere uyduğunu, Babil’de Hârût ve Mârût diye iki meleğin bulunmadığını ve sözde bu iki kişiye böyle bir şeyin inmediğini, bunların da karı kocanın arasını ayıracak sihri kimseye öğretmediklerini belirtmektedir.
Bilindiği gibi, Kur’an’ın geçmiş toplumlar ve peygamberlerle ilgili anlattığı öyküler/kıssalar, Hz.Peygamber’e, Müslümanlar’a ve muhaliflerine mesaj vermek içindir. Bakara 102. âyette Hz.Süleyman için iddia edilen sihir olayının doğru olmadığı ve Yahudiler’in Hz.Süleyman’a zarar vermek için yaptıkları girişimlerin başarısız kaldığı gibi, Hz. Muhammed’e zarar vermek için yapacakları girişimlerin de başarısız kalacağı mesajı verilmektedir. Hz.Süleyman’ı çekemeyen ve sihir iftiralarıyla komplo kuran Yahudiler’in emelleri kursaklarında kaldığı gibi, Hz.Muhammed’e kurdukları komploların da boşa çıkacağı ve emellerinin kursaklarında kalacağı uyarısı yapılmaktadır. Onun için Hz. Peygamber’e sihir yapıldığını kanıtlamak amacıyla delil olarak gösterilen Bakara/102. âyetin anlattığı öykü, sihir yapıldığını savunanların lehine değil, aleyhine delildir.

 
“MİRAÇ HADİSİNE”  birazcık aklederek bakalım:

**   Kulunu bir gece Mescidi Haram'dan, kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için, çevresini mübarek kıldığımız En uzak Secde yerine götüren Allah'ın sanı yücedir. doğrusu O, işitir ve görür.(17/1)**  And olsun ki Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü. (53/18)  (ve 53 Necm: 1-17)
Bu Ayetlerde ifade edildiği gibi: Yaratan Elçisine; 
“Büyük Ayetlerinden bazılarını göstermiştir”Bunlar Ayetler Nelerdir...?  Nasıldır...? Bu konuda yapılan yorumlar çoğu kez, “İsabetsiz olmaya”  Mahkumdur.
Miraç Hadisi...?  Kütübi Sitte de  galiba hepsinde- farklı ifadelerle yer alır ve sayfalar tutar... Bu Meşhur Hadis, Miracı “Anlatmanın yada Yorumlamanın”  Hangi Noktasındadır...?Ameliyat... İman doldurma... Burak Faslını geçelim...Göğün her katına çıkıldığında tekrarlanan diyalog:— Kim o? denildi.
— Cibril'dir, dedi.
— Yanındaki kimdir? Denildi. Cibril tarafından:
— Muhammed'dir, diye cevap verildi.
— Ona buraya gelsin diye (da'vet) gönderildi mi? diye soruldu. Cibril:
— Evet, dedi.

Günümüzde, İnsan yapısı bir çok büyük bina da ileri Giriş Teknikleri uygulanır. Kamara ve Parmak izi ile tanıma, Elektronik şifreli kartlar... vs.  Yaratanın Semalarının katlarına giriş; Ortaçağ Çiftliklerine girişten daha ilkel olarak tanıtılıyor... Bu ilkelliği, Sahih Hadis(?)  Peygamber anlatımı(?)  olarak sunuyoruz...?
Peygamberimizin, Semanın Katlarında, Önceki Peygamberlerle karşılaşmaları(?) anlatılır. .... Altıncı katta:
Akabinde ben Musa'nın yanına vardım ve ona selâm verdim. O da:
— Bir kardeşten ve bir peygamberden sana merhaba! dedi. Ben Musa'yı bırakıp geçince Mûsâ ağladı. Musa'ya:
— Seni ağlatan nedir? denildi: Mûsâ:
— Yâ Rabb! Benden sonra peygamber gönderilen bu genç ki, O'nun ümmetinden cennete girecekler benim ümmetimden girecek­lerden daha faziletlidir (de ona ağlıyorum)! dedi.


Yedinci kata çıkıldığında; İbrahimPeygamberle Karşılaşır...
... Beytu'l-Ma'mûr gösterildi...
Bana Sidretu'l-Muntehâ da gösterildi. Bir de gördüm ki, sidre ağacının yemişleri sanki Yemen 'in Hecer şehri testileri gibi; yaprak­ları ise fillerin kulakları gibidir ....


Ve... (50) Vakit Namazın Farz Kılınması...!?
Sonra benim üzerime (her gün) elli namaz farz kılındı. Ben bun­ları kabul ettim ve Musa'ya geldim. Mûsâ:
— Ne yaptın? dedi.
— Üzerime elli namaz farz olundu, dedim. Mûsâ:
— Ben insanları senden daha iyi biliyorum; ben îsrâîl oğulları­nı sıkı bir denemeye tâbi' tuttum. Senin ümmetin her gün elli nama­za takat getirmez. Onun için Rabb'ine dön de hafifletmesini iste, dedi.


Peygamberimiz; Hz Musa tarafından,  
“Senin ümmetin .... takat getirmez ....hafifletmesini iste”  Gerekçesi ile;  (5 yada 9) kez “Rabbine arza”  geri gönderilir. (5 kez geri gönderme rivayetinde 4 kez 10’ar 5incide 5 Vakit; 9 kez geri gönderme rivayetinde her defasında 5’er Vakit düşülür.) Tekrar: “Mûsâ önceki gibi yine hafifletme .... ”  istemesini Söylese de  Peygamberimiz gidemez.  (5 Vakide 50 Vakit Sevabı verileceği ifade edilir.)
Bu İfadeler üzerinde... Birazcık düşünebilirsek...??
Hz. Musa büyük bir bilge,  Peygamberimiz   -haşa-  bön ve saf bir Kişi... Değişmeyen  Kuralların Kanunların (Sünnetullah’ın) koyucusu Yüce Yaratan  -haşa.. en hafif tabirle-  her gelindiğinde tenzilatlar yapan pazarlıkçı bir varlık durumuna düşürülmüştür...?
“(50) Vakit Namazın Gerçekten Farz Kılındığını”  Varsayalım...:Kişi; Zorunlu ihtiyaçlarını gidermeden, Uyumadan, Yemeden-İçmeden, hatta Abdest 'de almadan Namaz kılsa; (29) dakikada bir  "Vakit Namazı"  kılması gerekiyor. Bunun olamayacağı açık...! "Geçim için zaman ayırmayı"bir yana bırakalım. Kişinin (6) saat uyuduğunu, Diğer ihtiyaçları için, asgari (3)saate ihtiyacı olduğunu düşünerek, Namaz için günde (15) saat ayırabildiğini(!) kabul edelim. Bu durumda (18) dakikada bir  "Vakit Namazı"  kılması gerekiyor.  Bir Vakit namazının -Sünnetler (nafileler) hariç, azından-  (8-10) dakika sürdüğü kabul edilirse, Kişiye (8-10) dakikada Namaz arası kalıyor....!?
İslam Toplumlarında, Kişilerin, günde 15 Saatini Namaza ayırmaları; 
“Kendilerini Açlıktan Sürünmeye Mahkum etmeleri” demektir... Bunun Sonucu  “Başka Toplumlara Köle olmaktır...”  Ve Bununda sonucu:  “Hiç Namaz Kılamamaktır...” Çünkü, Kölesi olduğunuz Toplum, Sizi ölesiye Çalıştırabilmek için,  “Namaz kılmanıza”  Müsaade etmeyecektir...   
Buyurun...: Böyle bir emir vermeyi, 
"Gündüzü, geçim için çalışma zamanı yaptık."(78/11) diyen; Kişilerin, Alın teri ile Helalinden kazanıp Mutlu yaşamasını isteyen; Ve Kullarına:  “.... takatinin üstünde yük yüklemeyen” (2/286) Yüce Yaratan'a ve Bu Ayetlerini Toplumuna Tebliğ eden Elçisine yakıştırın...?Bu Hadiste(!) anlatılan, Peygamber ve Allah;  Kuran’ın anlattığı, “Peygamber ve Allah”  değildir.Yukarıda arz edilen; İmam Buharin’in; günde, ortalama 103 Hadisi, 2’şer Rekat Namaz kılarak, “Sahihliğine yakiyn hasıl ettiğini”  tekrar anımsayalım. 
Yüce Yaratanı,  Kuran’ın anlattığı gibi  bilen-inanan  ve  
“Aklını kullanan”  bir Mümin’in;  İlkel bir aklın, sözde Peygamberi övmek için uydurduğu, Bu Hadisi(?) ürpermeden okuması mümkün müdür?ÖRNEK KİTAP:  “SAHİHİ BUHARİ’YE”  YAKINDAN BAKALIM :
Bakışımız,  
“Akıl Gözü İle - Aklın soracağı sorulara Cevap arayarak”  olacaktır...İmam Buhâri  Hicri (194-256) Yılları arasında (yaklaşık: 61 yıl) yaşamıştır. Kitabında: (9082) Hadise yer vermiştir. Ayrı (Bab)lar ve İfadelerdeki Farklılık nedeni ile yapılan Tekrarlar dikkate alındığında,
Bu sayı (4000’ lere)(*) iner.
İmam Buhari  
Sahihlerini,  “altı yüz  bin (Hadis) içinden tahriç ve intihab ....” eylediğini söyler.

“Bir Kitabı Hıfzına alabilmesi için sadece bir bakması yeterli idi... ”  gibi, Hafızasını göklere çıkaran kayıtlar var.  Fakat,“Yazarak Hadis topladığı”  konusunda bir kayda rastlamadım.
--  (600.000) Sayısını  
“Doğru Varsayalım”  veDüşünelim:   Kişiye:  “Ana dilinde kaç kelime bildiği?”  sorulsa; Sözlüğü açıp, tek-tek kontrol etmeden cevap veremez...?Toplanan Hadisin:  “600bin olduğu?”  İfadesi ne ölçüde doğru olabilir...? “Doğru Varsaymaya”  devam edelim.“Raviler hakkına birer olayı Bildiğini”  de bir yana bırakalım:  Ravi Zinciri ile birlikte; Bir kitap sayfasına Ortalama (üç) hadis sığdığı kabulüne göre; 600.000 Hadis; Toplamı (200.000) sayfa olan; (500)er sayfalık (400) kitap eder.  Göklere çıkarılan bir Hafıza da olsa... Bunu Ezberde Taşımak...?  Buna inanmak kolay değildir sanırım.
--  Bu noktada, “Göklere çıkarılan Hafıza” konusunda bir örnek olaya(!) bakalım...“Henüz ... bir civan iken ... Bir kitabı ezbere alması için ..bir kere bakması kafi idi ... Bir defa bir çok  zevat ile bir şeyhi dinliyorlarmış.”  (herkes yazdığı halde onun yazmayıp sadece dinlemesi dikkat çekmiş.  Yazan İki  kişinin ısrarlı sorusu üzerine)  “Görüyorum ısrarınız çoğa vardı. Yazdıklarınızı haydi ortaya çıkarın demiş.  Yazılı evrakta   “Onbeşbinden  ziyade  hadis  varmış”. Hepsini ezberden o kadar  dürüst  okumuş ki”  (Yazan iki kişi hatalarını onun ezberinden düzeltmişler) (Tecridi Sarih Dibace)
--  Ve Birlikte düşünelim: -yukarıdaki hesaba göre- (15.000) Hadis (5,000) sayfa, o da (500)er sayfalık (10) kitap ediyor. Söz konusu olan,  en çok, 3-4 Saatlik, bir Vaaz / Konferanstır. -8 saat olduğunu var sayalım-  (Saat başına: 625; Dakika başına: 10,4 sayfa düşer) Bu süre içinde,  5000  sayfalık  bilgi; Nasıl sığdırılır, Nasıl  anlatılır? Nasıl yazılır?
Hala, 
“Göklere çıkarılan Hafızada”   Şişirme yok mudur dersiniz...?
--  Kitabının hacmi büyümesin diye,  Sahih olanlardan;  
“Bir bu kadarını da kitabına alamadığını”  yazar. Bu ifadeye göre, topladıkları içinde, Kendisinin  “Sahih”  olarakkabul ettiği Hadis: (2x9082=18164) adet oluyor.Bu sayı, toplanan (600bin) Hadisin; (Yüzde 3’üdür). Hesap, Tekrarlar dışındaki (2x4000=8000) Hadis üzerinden yapılırsa bu oran: (Yüzde: 1,3’ü yani Binde: 13 oluyor.) Bu durumda, Bizzat İmam Buhari; derlediği Hadislerin, en azından  (Yüzde 97’sinin)  “Uydurma olduğunu”  Kendisi de kabul etmiş oluyor.
--  Buhari: 
“.... tasnifini on altı senede ikmal edebildim. Onu kendim ve Allah beyninde huccet ittihaz ederim.der. Yine kendisi:(“...bu kitab-ı mübareki Mescid-i Haram’da tasnif”  ettiğini  “-bir rivate göre gusledip- istihare edip iki rek’at namaz kılmadan ... sıhhatine yakin hasıl etmeden”, hiçbir hadisi kitabına almadığını) ifade ederBunlar, bir kaç yönden, üzerinde durulması gereken ifadelerdir...!
--  16 Yıl (5840) gün ediyor. Ortalama bir hesapla,  1 günde incelenen Hadis sayısı: (600,000 / 5840)= 103 tür.
--  
“Gusül Rivayeti”  Kabul edildiğinde: -Kabe’nin yakınında yıkanma yeri bulduğunu varsayalım-  103 kez, Soyunma-Yıkanma-Kurulanma-Giyinme: 15 dakika kabulü ile: 24 saat yıkanmaya yetmiyor. (bu rivayet yatıyor)Her Rekatı 3 er (her namazı 6) dakikada kıldığı ve 2 dakika Namaz arası olduüu kabul edilse:  103x(6+2) =824 dakika, (13 Saat 40 dakika) gerekiyor...
Geriye: Evine gidip gelme – Uyuma – defi hacet – Abdes alma – Yeme içme – Seçtiği Hadisleri Yazma – Ve diğer ihtiyaçları için 11 Saatten daha az vakti kalıyor...? Buyurun... Programını yapın...
--  “....Onu kendim ve Allah beyninde huccet ittihaz ederim. ... sıhhatine yakin hasıl etmeden..”  (Kitabına Yazmadığı) ifadeleri...?Bunun Açık Anlamı: “Kitabıma aldığım Hadislerin Sahihliği konusunda, Allah’tan Garanti Aldım”  demektir...Bu durumda; Tabii olarak: (Akıl-Mantıkla,  Kuran’la Çelişiyor mu...?)  Sorularına gerek kalmıyor...??
--  
“Allah’ın Sevgili Kulu olarak; (Böyle bir İlhamın Olabileceğini)”  düşünenler olabilir.Bunun  “Olabilirliğini”  tartışmaya gerek yok...Verilen örneklerde, -Sahihlik bir yana- İlkel kafa ürünü olan ifadeler var. Bu durum; Sadece, böyle bir garantiyi değil; Bu alt Başlık altında incelenen Buhari’nin diğer ifadelerinin de -azından- Anlamsızlığını ortaya koyar.   

            (*) Bu (6) Sahih(?) Kitabın;  35bin küsur olan genel toplamının; Tekrarları dikkate alındığında, (4000) lere düşmesi              ile çelişmez.  Buharideki Tekrarlar dışındaki (4000)in diğer (5) Kitapta tekrarları vardır.

Üçüncüsü: Ali ve ailesi hakkında uydurulan hadisler:
Kişilerin kendi görüş, fikir ve hevalarını destekleyip herhangi bir şeyden pay çıkartmak için uydurdukları hadisler de çoktur. Tenzihiş-Şeria adlı kitabın sahibi Ebu Hasen Ali b. Irak şöyle dedi:Bazı hafızlar şöyle dediler: << Yalnız Küfe ehlinin, Ali (r.a.) ve ailesinin fazileti hakkında uydurduğu hadisleri araştırınca 393 binden fazla uydurma hadis olduğunu gördük. >> (Tenzihiş-Şeria) Bunlardan bazı örnekler: El-Hatib <<Tarih >> adlı kitabında şöyle rivayet edilmiştir:Enes b. Malik’den Rasulullah (s.a.v) güya şöyle demiştir: - Ben nebilerin sonuncusuyum. Ey Ali! Sen de velilerin sonuncususun! >> El-Hatib bu hadis için uydurma hadistir hikayecilerden, Ömer b. Vasıl uydurmuştur, demiştir.- << Ben ve Ali Nur’dan yaratıldık ve arşın sağ tarafında Adem (a.s)’ın yaratılmasından bin sene önce biz orada idik. Sonra Allah ve Teala Adem (a.s)’ı yarattı ve sonra biz atalarımızın sulbünden sulbüne ta Abdulmuttalib’in sulbüne gelinceye kadar geçtik. Allah Subhanehu ve Teala bizim ismimizi kendi isminden türetmiştir. Allah’ın ismi Mahmud’dur. Benim ismim ise Muhammed’dir. Allah’ın ismi el-Ala ve Aliyyun’dur. Ali’nin ismi ise Ali’dir. >>
Bu hadisi rivayet eden Cafer b. Ahmed b. Ali b. Beyan hadis uyduran yalancı Rafizilerden bir kimsedir.
<< Kim Ali için o insanların en hayırlısıdır demezse kafir olur. >> Bu hadisi rivayet eden Muhammed b. Kesir el-Kufi yalancı ve güvenilmez bir kişidir. << Ben ilmin şehriyim Ali ise bu şehrin kapısıdır. Kim ilim tahsil etmek istiyorsa önce kapıya gelsin. >> Rasuullah (s.a.v)’in, Ali (r.a) ikindi namazını kaçırdığı zaman namazı kaçırmasın diye güneşe tekrar geri dönmesini emrettiği hadis de uydurmadır. << Ali’ye bakmak ibadettir. >> << Kur’an’daki benim ismim << Veş-Şemsi ve Duhaha, Ali’nin Kur’an’daki ismi ise << Vel Kameri iza teleha >> Hasan ve Hüseyin’in Kur’an’daki isimleri << Vennahariu iza celleha, Muaviye’nin (İbn Umeyye’nin ) Kur’an’daki ismi ise << Velleyli iza yegşaha >>dır. İmam Zehebi << Ezzeyl >> kitabında bu hadisin uydurma ve yalan bir hadis olduğunu söylemiştir. Ali (r.a) şöyle demiş: << Ben Rasulullah’ı yıkadım ve göz çukurlarının suyundan içtim. Bundan dolayı geçmiş ve gelecekteki bütün her şeyin ilmine vakıf oldum. >> (El Fevaid s: 983) Bu da uydurma bir hadistir. İbn Abbas’dan: Rasulullah’a sordum ki, Adem (a.s)’ın Allah’a söylediği ve Allah’ın da bu sebeple onu affettiği kelimeler hangileridir? Rasulullah (s.a.v) şöyle cevap verdi: << Adem (a.s)’ın Allah’a söylediği ve bundan dolayı affolunduğu kelimeler şunlardır: << Muhammed’in, Ali’nin Fatma’nın Hasan ve Hüseyin’in hakkı için beni affet. << İşte bundun dolayı Allah onu affetmiştir. >>
(Tenzihiş-Şeria c: 1 s: 395 )
Bu gibi uydurma hadisler o kadar çoktur ki bu küçük kitaba sığdırmamız mümkün değildir. Bunları uyduranların ve bu inançta olanların Müslüman olmadıklarına ve bilakis İslam düşmanı olduklarından hiçbir şüphe yoktur. Buradaki gayemiz örnek vermek ve bu gibi hadislerle İslam’ı ve İslam ümmetini değişik inançlar ortaya çıkararak parçalamak isteyenlere dikkat çekmektir.
Dördüncüsü: Hurafe ve bid’atlerin ortaya çıkmasına sebep olan uydurma hadisler: İnsanların, İslamın esas hakikatini, temellerini ve sağlam akideyi öğrenmemesi için İslamla alakası olmayan öyle şeyler uydurulmuştur ki, cahiller yüzyıllarca bunlarla oyalamış, gerçeğe yönelememişlerdir. İslam öyle çirkin gösterilmiş ki insanlar uzun zamandan beri gerçek İslamdan uzak durmuş, ona yaklaşmak istememişlerdir. Bu konuda çok hadis uydurulmuştur. Ama bunların hepsini burada zikredemeyeceğimiz için sadece örnekler vermekte yetineceğiz.<< Allah (c.c) birinci semanın meleklerini inek suretinde, ikinci semanın meleklerini kartal suretinde, üçüncü sema-nın meleklerini insan suretinde, dördüncü semanın meleklerini Hur’il iyn suretinde beşinci semadaki melek-leri kuş suretinde, altıncı semadaki melekleri at suretinde yaratmıştır. Yedinci semadaki melekler ise arşın taşıyıcısı kılmıştır. (Tenzihiş-Şeria) << Harut ve Marut iki melek idiler. Yere insan şeklinde inmişlerdi. İnsanlardan bir kadın onları fitneye düşürmüş böylece Onunla zina yapmışlar. Sonra da Allah (c.c) bu kadını gezegen suretine çevirmiş Bu gezegenin ismi de Zehra imiş. Bu iki melek işledikleri suça karşılık dünya azabını seçmişler. >> (Tenzihiş-Şeria s: 209) << Allah’ın öyle bir horozu vardır ki onun boynunun altında sarkan kısmı yerde, ibiği ise arşın altındadır. Namaz vakti öter, O öttükten sonra gök ve yerlerin horozları öter. Onlar << Ruh ve meleklerin Rabbini tesbih ve takdis ederiz >> diye öterler. >> (Tenzihiş-Şeria s: 189) << Ey Muaz! Ben seni kitap ehline teliğ etmen için gönderiyorum. Eğer gökteki kuyruklu yıldız hakkında sorarlarsa şöyle cevap ver: << O arş altında bulunan yılanın tükürüğüdür. >> demiş. << Allah (c.c) güneş için dokuz melek görevlendirdi. Her gün ona kar atarlar. Böyle yapmasaydılar. Güneş herşeyi yakardı. >><< Dünya su üzerinde, su ise bir kaya üzerinde, kaya ise Yunus balığının üzerindedir. O balığın kenarı arşa dayanır ve ayakları havada olan bir meleğin sırtındadır. >> << Suheyl adındaki yıldız insanlara zulmederek harac alan bir insandı. Sonra Allah (c.c) onu yıldız şekline çevirdi. >><< Hurma ağacı Adem (a.s)’ın yaratıldığı çamurun artan kısmından yaratılmıştır. >>(Tenzişih-Şeria s: 209-210) << Allah (c.c) öyle bir dağ yarattı ki onun ismi Kaf’tır. Bütün alemi sarar, dağın bir tarafı dünya üzerinde olan kaya-ya ulaşır. Allah (c.c) bir beldede zelzele yapmak isterse, dağa emir verir, dağda o belde hangi tarafta ise o tarafı sarsar ve bu şekilde zelzele (deprem) meydana gelir. << Dünya bir kaya üzerinde kaya bir boğanın boynuzları üzerindedir. Boğa kafasını sallayınca yer sallanır ve deprem meydana gelir. >> (El Esraril Merfua s : 450-45) Bu ve bunun gibi uydurma hadisler o kadar çoktur ki bu kitaba sığdırmamız mümkün değildir. Fakat hepsinin tek gayesi vardır: İslam akidesini bozmak, islamı kötülemek, Rasulullah (s.a.v)’i küçültmektir. Beşincisi: Kur’an hakkında uydurulan hadisler:Akide konusunda en çok tahribat yapan uydurma hadisler Kur’an hakkında söylenen uydurma hadislerdir.
Kıyamete kadar mucizesi baki kalacak ve insanların hayatını düzenleyici sistem olan Kur’an’ı, hurafelerden ibaret, sadece ölüler için mezarda veya hastalıklar için okunan, içinde uydurma hikayeler bulunan bir kitap olarak göstermeye yetmiştir. Bu konudaki uydurmalara bazı örnekler: << Dediler ki: Ey Musa! Orada zorba bir millet vardır. Onlar oradan çıkmadıkça biz o yere girmeyiz. Eğer onlar çıkarsa biz o zaman gireriz. (Maide: 22) Bu ayeti şöyle tefsir etmişlerdir: - << O beldede yaşayan insanlar öyle kocamanmışlar ki, onlardan birinin çenesinin gölgesi Musa’nın kavminden yetmiş kişi gölgelendirmeye yetermiş. Musa Filistindeki Eriha şehrine bu amalikalar hakkında bilgi edinmek için beni İsrail’den on kişiyi onlara göndermiş. Bunlar o amalikalılar  hakkında öyle şeyler görmüşler ki, bu gördüklerinden dolayı onlardan çok korkmuşlar. Bu on iki kişi bir amalikalının bostanına girmişler, bostan sahibi onları yakalayıp meyve sepetinin içine koymuş, kralına götürmüş ve meyvelerle birlikte kralın masasına onları dök-müş. Şimdi insan ister istemez düşünüyor:
Amalikalılar bu kadar büyük olduğuna göre acaba o zamanki portakalın büyüklüğü ne kadardı?! Bu gibi saçma sapan uydurma hikayeler maalesef bazı tefsir kitaplarında da geçmektedir. << Allah Teala onlara yaratılışı tam ve düzgün bir çocuk, kendilerine verdiği bu çocuk hakkında ona şirk koşmaya başdılar. Allah onların ortak koştuklarından yücedir. >> (Araf: 190)Sapıklar bu ayetin tefsirinde kast olunanların Adem ile Havva olduğunu söylediler ve bu suretle Adem ile Havva (a.s)’a şirk isnadında bulundular. << Umulur ki Rabbin seni bir Makamı Mahmda yüksel-tir.>> (İsra:79)
- Yine o sapıklara göre; << Buradaki Makamı Mahmud’dan kasıt; << Arştır >> ve Rasulullah (s.a.v) arşın üzerinde oturacaktır. >> - << Nuh (a.s)’ın gemisi Kabe’yi yedi defa tavaf etti. Makamı İbrahim’in arkasında iki rekat kıldı. >> Bunu hadis olarak Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem Rasulullah (s.a.v)’e isnad ederek rivayet etmiştir. Hakim ve Ebu Naim bu hadis için uydurmadır. Çünkü Abdurrahman b. Eslem mevzu hadisler rivayet eden yalancı ve güvenilmez bir kimsedir, demişlerdir. Bu ayet ve hadisler Tenzihiş-Şeria da c: 1 s: 250’de geçmekte-dir. < Ve onu (hz. Nuh’u) tahtaları birbirine perçinlenmiş bir gemiye yerleştirdik. > ( Kamer: 13 ) Yani: << Bu geminin perçinleri beş çividen ibarettir. Birinci çivi; Rasulullah’ın ismi, ikinci çivi Ali’nin, üçüncü çivi Fatıma’nın, dördüncüsü Hasan’ın, beşincisi de Hüseyin’in ismidir. Rasulullah (s.a.s) bu konu hakkında şöyle demiş:<<Levhalar geminin tahtaları, perçinleri ise biziz. Biz olmasaydık gemi yürüyemezdi.>> (Tenzihiş-Şeria c: 1, s:249) Bazı tefsir kitaplarında, kimi müfessirler kafalarından bir adam uydurarak ona İvac b. Unuk’it Tavil ismini vermiş ve onunla ilgili şu uydurma hikayeleri uydurmuşlardır:
- <<Bu adamın boyu 3333 arşınmış. Nuh (a.s) bu kişiyi tufanla korkuttuğunda Nuh’a: << Senin o tabağım kadar olan gemine nasıl bineyim demiş. Ve tufan koptuğunda sular sadece dizine kadar ulaşmış. Denize girdiğinde deniz ancak topuk kemiğine kadar gelmiş. Denizden Yunus balığı avlar, güneş ışığında pişirip yermiş.
Daha sonra Musa’nın askerleri büyüklüğünde bir kaya koparmış bunu Musa’nın askerlerine atmak istemiş, fakat Allah-u Teala bunu onun boynuna gerdan gibi dolamış, da o kayayı atamamış. İbn Kayyım bu rivayet hakkında: Bu ve bunun gibi rivayetler, Rasullerle ve İslam diniyle alay etmek için uydurul-muş şeylerdir. Bunlar zındıkların işleridir, demiştir.  El-Esraril Merfua s: 484)
- << İbrahim (a.s) Nemrut tarafından ateşe konulduğun-da, ateşten korunmak için Allah’a dua etmemiş, Cibril ona gelip ne istediğini sorunca da ona şöyle demiş:<< O benim halimi nasıl olsa biliyor, ondan bir şey istemem gerekmez. >> (Tenzihiş-Şeria c: 1 s: 420) << İblis ve zürriyeti size düşman olduğu halde, onları dost mu ediniyorsunuz? >> (Kehf: 50) Bu ayetin tefsirinde şöyle bir uydurma rivayet vardır: Rasulullah (s.a.v) iblis hakkında şöyle demiş:<< Ben şimdi; İblisin kendi kuyruğunu kendi dübürüne so-kup yedi yumurta çıkarttığını görüyorum. Her yumurtadan kendine bir çocuk doğuruyor. Birinci yumurtadan çıkan; fakihlerle ilgileniyor, onlara ilmi unutturuyor ve devamlı abdest aldırıyor. İkinci yumurtadan çıkan; insanların mescid-de uyumalarını sağlıyor. Üçüncü yumurtadan çıkan ise; pazarlardaki insanlarla ilgileniyor...>> (Tenzihiş-Şeria c: 1 s: 250) Hafız İbn Hacer bu rivayet hakkında şöyle dedi: << Bu apaçık bir uydurmadır.>> - << Süleyman (a.s) zamanında konuşan karınca köpek büyüklüğündeydi. >> - << Bir adam varmış. İsmi Hama b. el-Heym b. Lakays b. İblismiş. Yeryüzünde ifsad edici birisiydi. Sonra tevbe etti.Bu adam Nuh, Hud,Salih,Musa,İsa ve sonra da Muhammed (s.a.v) zamanında yaşamıştır. Bu adam Muhammed (a.s) öldüğü halde ölmemiş yaşamaktadır. >>(Tenzihiş-Şeria s: 239) Mirac hakkında İbn Abbas’a nisbet eden ve sahih olmayan uydurma hadisler de vardır. İbn Merdivih tefsirinde, İbn Abbas’a senedle, semanın sıfatlarını anlatmıştır. - << Birinci sema; dumandan, ikinci sema; demirden üçüncü sema; bakırdan, dördüncü sema; gümüşten, v.s....>>
Bir de daha sapık bir başka grup Kur’andaki Adem (a.s) kıssasını Ebcet (Ebcet, Hevves, Hutti, Kelimun) hesap-larıyla tefsir etmişlerdir. << Herşeyin bir sebebi vardır. Ama herkes bu sebepleri bilemez. >>Ebcet hakkında ilginç bir olay anlatılmıştır. Ebcet Allah’a itaat etmeyip yasak olan ağaçtan yemiş. Hutti de bütün günahları affetmek anlamındaymış, Kelimun ise; ağaçtan yedi. Sonra Allah onun tevbesini kabul etti, anlamındaymış. Ebcet hesabıyla Kur’an’ı tefsir etmek büyük bir bid’at ve sapıklıktır.Hatta tarih boyunca Melek ve rasulerin bile bileme-diği ancak Allah (c.c)’in bildiği kıyametin vaktini ebcet hesa-bıyla tayin eden kimselerin çıktığı da görülmüştür. Bu rivayet İbn Cerir’in Taberi tefsirinde geçmektedir. Çok uydurma bir rivayettir. Zaten ibn Cerir Taberi bu uydurma ri-vayetleri insanlar öğrensin ve çekinsinler diye kitabında zik-retmiştir. Yoksa sahih olduğundan değil. Zaten ibn Cerir sakınsınlar diye sapık rivayetleri böyle önemli bir kitapta al-masaydı daha iyi olurdu. Çünkü cahil kimseler bunlarda hakikatten bir pay olduğunu zannedebilirler. Maalesef tefsir kitaplarının çoğunda böyle hurafe, uydur-ma, sahih olmayan, zayıf rivayetler geçmektedir. Hatta bir tefsir kitabı hakkında alimler şöyle demişlerdir: << Tefsir dışında her şey vardır. >> Bu zayıf, uydurma, hurafe olan hikayelerin tefsir kitapların-da geçmesi ve müfessirlerin bu hikayeleri gerekli araştırmaları yapmadan nakletmeleri İslam’a büyük bir zarar vermiştir. Cahillerin gözünde Kur’an’ı bir hayat sistemi olmaktan uzaklaştırıp bir masal kitabı haline getirmişler. Hatta hadis uyduranlar öyle şeyler uydurdular ki Kur’an’ın her şey için olduğunu iddia ettiler. Bu konuda şöyle uydurma bir rivayet vardır: - << Kur’andan dilediğiniz yerden, dilediğiniz şeyi alın, fayda verir. >> Bu rivayet batıl ve uydurma bir rivayettir. Tasavvufçular bunun gibi rivayetlere dayanarak Kur’an’ın her ayetinin bir hastalığa şifa olarak indiğini söylemişlerdir. Mesela; << Gece ve gündüzde sakin olan her şey onundur. >> ayetini baş ağrısı için, (En’am: 13 ) << Dağlar hakkında sorar, Allah onu dümdüz yapacak.>>
(Ta-ha: 105) ayetini bacak şişmesi ve romatizma için, << Her hamile taşıdığı çocuğu doğurur. >> (Hc: 2) ayetini doğum yapacak fakat doğumu zor olan kadın için şifa verdiğini ve bunların da tecrübeyle sabit olduğunu her insana anlatırlar. Üstelik sözlerini desteklemek için şöyle derler: Zaten Rasulullah (s.a.v)’de Kur’andan dilediğinizi alın size fayda verir, demiştir. Şüphesiz Kur’anın ayetleri bu şekilde tefsir edilerek menfaatperestler tarafından bir gelir kaynağı olarak kullanılmıştır. Sonunda Kur’an bir hayat sistemi, bir hidayet kitabı olma özelliğinden uzaklaştırılıp alay, oyun, insanlardan mal kazanmak ve Müslümanların akidesini bozmak için kullanılan bir kitap haline getirilmiştir.
.
53- Ebû Seleme’nin yaptığı diğer bir rivayette şöyle gelmiştir: “Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)’nin yanına girmiştim. Yanımda Hz. Aişe’nin süt kardeşi vardı. Kendisine, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)’ın cenâbetten nasıl yıkandığını sorduk. Bir sa’ miktarında bir kap getirtti ve onunla yıkandı. Aişe ile aramızda bir perde vardı. (Yıkanırken) üzerine üç kere su döktü ve dedi ki: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın zevceleri, saçları kulak memesi civarında olması için saçlarının başlarını alırlardı.” (K.S. 3760 C.10 S.542 Akçağ-1990, alıntıları; Buhari, Gusl 2, Müslim Hayz 41,42, (319-320); Muvatta, Tahâret 68, (1,44,45); Ebu Dâvud, Tahâret 97, (23; Nesâi, Tahâret 144, (1,127) )
İddia ettiklerine göre, bir tanesi ki kim olduğu belli değil, iki kişi Aişe’ye giderek Peygamberin cünüplükten nasıl yıkandığı konusunda soru sormuşlar. Güya, Aişe yıkanarak onlara öğretide bulunmuş. Arada perde vardı demeleri ise lafı dallandırmalarından başka bir şey değildir. Zira yıkanan görünmeyecekse, yıkanmak suretiyle tarifte bulunmanın bir manası yoktur. Görünmesi halinde yıkanarak tarifte bulunması mümkün olur. Nitekim, başına üç kere su döktü demeleri ve saçın kısalığından bahsetmeleri bunu ima etmek içindir. Olay iddiaları sırf başa su dökülmesi olayı da değildir, zira cenâbetten yıkanmada bütün vücudun yıkanması söz konusu olduğundan asıl anlatmak istedikleri, Aişe’nin bu yıkanmayı tatbiki olarak gösterdiğidir. Aişe’ki, müminlerin annesidir. Ona yapılmış bir iftira bütün müminleri derinden yaralar. Yıkanma merak ediliyorsa, neden gidip kendisinden bayan sahabeler sormadı da, erkek sahabeler gidip sorsun. Kaldı ki yıkanmayı bir çocuk bile anlaya bilirken, Aişe yıkanmayı niçin tatbiki olarak erkeklerin önünde göstersin ki? Kaldı ki, belli bir yaştan sonra, İslam dinine göre çocuklar dahi öz anne babalarını çıplak olarak göremezler. Bu konuda daha birçok şey yazılabilir. Fakat konu üzücü olup uzatmak istemiyorum. Zira hakaret kastıyla bu rivayeti uydurdukları çok açıktır.
İslam ahlakıyla ilgili olarak, Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:
- Ey müminler, ellerinizin altında bulunan (köleler, cariye)ler, ve sizden henüz erginliğe ermemiş (çocuk)lar. Üç vakitte (odalarınıza girebilmek için) izin istesinler: Sabah namazından önce, öğleden sonra elbiselerinizi çıkar(ıp yat)acağınız vakit ve yatsı namazından sonra. Bunlar sizin üstünüzü açabileceğiniz üç vakittir. Bunların dışında (köle, cariye ve çocukların, izin almadan içeri girmelerinden dolayı) ne size, ne de onlara bir günah yoktur. (Onlar sizin) yanınızda dolaşırlar, birbirinizin yanına girip çıkarsınız. Allah ayetlerini size böyle açıklar, Allah bilendir, hikmet sahibidir. 24/58
Görüldüğü gibi, bir müminin, üstünün açık olabileceği üç vakitte, müminlerin odalarına, köleleri, cariyeleri ve bülüğ çağına ermemişlerse dahi, yeğenleri ve diğer mümin çocukları izin almadan yanlarına giremezler. Kendi öz çocukları da Ergenlik çağına (bülüğe) ermeleri halinde, onların da izin almaları gerekir. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen :
- Çocuklarınız ergenlik çağına erdikleri zaman, kendilerinden öncekilerin izin istedikleri gibi (kendileri de ) izin istesinler. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklıyor, Allah bilendir, hikmet sâhibidir. 24/59
Bu duruma göre ergenlik çağına ermiş bir çocuk kendi öz anne ve babasını çıplak olarak göremez, dolayısıyla kendi öz anne ve babasından tatbiki olarak yıkanmayı öğretmelerini isteyemez. Bu itibarla, Aişe anamız hakkın da uydurulan rivayetin, İslam dininde yeri yoktur. Ancak ona yapılmış bir iftiradır. Bu tür iftiralar epey yapılmıştır, Şöyle ki:
54- Ebu’s-Semh (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a hizmet ediyordum. Yıkanmak isteyince:
“Bana enseni dön! derdi. Ben de ensemi dönerdim. Böylece ona perde olurdum.” (K.S. 3764 C.10 S.545 B.1990, alıntısı; Nesâi, Tahâret 143, (1,126) )
Bir kimse, şahısla bir cepheden perdelenirse, öbür üç cephesi açıkta kalır. Üç cephesi kapalıysa biz buna oda diyoruz, ya kapı takarız, yada en azından bir bez perde ile örteriz. Kaldı ki, şahıs, şahsa bir cepheden dahi tam olarak perde olamaz, cüsse farkından dolayı ve biraz kıpırdama ile dahi sütre açılır. Hem peygamber yıkanırken hizmetçide olsa başkasının onun yanında ne işi var? Onun için bu rivayet peygambere bir iftiradır.
55-......... Ebû Tâlib’in kızı Ümmü Hâni’nin himâyesinde bulunan Ebû Murre haber vermiştir. O da Ebû Tâlib’in kızı Ümmü Hani’den işitmiştir ki, o şöyle diyordu: Ben fetih yılı Resûlullah’ın yanına gittim ve O’nu yıkanır hâlde buldum. Fatıma da O’nu perdeliyordu. “Bu kadın kimdir?” diye sordu. Ben Ümmü Hâni’im dedim. (Buhari, Kitâbu’l-Gusl 31 s.387 cilt 1, Ötüken 1987)
Bu rivayette aynı şekilde bir iftiradır.
56- ........... Huzeyfe ( R ) şöyle demiştir: Ben kendimi bildim ki, ben peygamber ile berâberce yürüyorduk. Derken Peygamber bir kavmin bir duvar arkasındaki süprüntülüğüne geldi ve herhangi birimizin dikilmesi gibi dikilip işedi. Ben de ondan uzaklaştım. Kendisi bana işâret etti. Ben de yanına vardım ve işemesini bitirinceye kadar topuğunun yanında dikildim. (Buhari, Kitâbu’l-Vudu 88 s.352, c.1 Ötüken 1987)
İşerken arkadaşlar istemese de çağırıp seyrettirmek lazım demek istiyorlar. Peygamber bu kabil bir ahlaktan uzaktır ve bu rivayetin İslam dininde yeri yoktur.
57- Ebu Sa’id radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ı işittim, şöyle demişti: “İki kişi (asıl metinde iki adam) beraberce helaya gidip, avretleri açık kaza-yı hacet ederken konuşmasınlar. Zirâ Allah Teâla Hazretleri, bu hale gadap eder. (K.S. 3556 C.10 S.375 B.1990, alıntısı; Ebu Dâvud, Tahâret 7, (15). )
Uydurdukları bu rivayette, iki kişinin ki, bunlar herhangi iki kişi olabilirler. Beraberce tuvalete gidip avretlerini açabileceklerini, bunun bir mahzuru olmadığı, fakat konuşmalarının büyük günah olduğunu rivayet etmeleri, İslam ahlakına aykırıdır, ve bu rivayet asılsız bir iftiradır. Daha önceki örneklerde belirttiğim gibi, Kur’an’a göre İslam dininde, müminlerin öz çocukları bile, anne veya babalarının odalarına onlar soyunukken giremezler. Anlaşılacağı üzere izin istemek tesettür olayının sağlanması içindir. Anne veya baba soyunuksa, odada tek başlarına iseler dahi, çocuklar odaya girmeden önce örtünmeleri gerekir. Ondan sonra izin verebilirler. Buna rağmen Kütüb-i Sitte’de İslami tesettüre karşı rivayetler uydurulmuştur. Yukarıdaki örnekten başka örnek verecek olursak, Şöyle ki:
58- Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissâlatu vesselâm buyurdular ki: ............. Kim helâya giderse (imkân nispetinde) tesettürde bulunsun, (kuytu bir yer) bulamazsa, hiç olmazsa kum (taş vs., den) bir tümsek yapıp ona arkasını dönsün, zira şeytan, insan oğlunun makatlarıyla (oturak kısmıyla oynar. Kim bunu yaparsa en güzelini yapmış olur, yapmayana bir beis (zararı) yok. (K.S. 3558 C.10 S.376 B.1990, alıntısı Ebu Dâvud, Tâharet 19, (35). )
Görüldüğü gibi, gizlenmeden açıkta tuvalet ihtiyacını görmenin bir mahzuru olmadığı tahdis ettiler.
59- ............. Sehl ( R ) şöyle demiştir: (Bâzı kereler) bir takım erkekler, bellerindeki fûtaları çocuklar gibi boyunlarına bağlamış olarak Peygamber’le birlikte namâz kılarlardı da. (cemâate gelen ) kadınlara: Erkekler doğrulup oturmadıkça başlarınızı secdeden kaldırmayınız, denirdi. (Buhari, Kitab’ul-Salât 14 S.458 C.1 Ötüken 1987 )
Bura da da erkek sahabelerin secdeye gittiklerinde avretlerinin açıldığını, bayanların görmemesi ihtar edilmekle beraber, erkeklerin, bir birinin gösterilmesi ayıp olan yerlerini görmelerinin bir mahzuru olmadığını rivayet etmeleri. İslami tesettüre aykırı asılsız bir iddiadır.
60- ... Amr b. Selime dedi ki, Biz halkın Peygamber (s.a.)’i (ziyârete) gidip geldikleri (yol üzerinde bulunan) bir yerleşim bölgesinde idik. (İnsanlar ziyâretten) dönerlerken bize uğrarlar ve “Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu.” diye konuşurlardı. Ben zeki bir çocuktum. Bu sebeple Kur’an’ı Kerimden pek çok (âyetler) ezberledim. Babam (bir defa) kabilesinden bir heyet içerisinde Peygamber (s.a.)’e elçi olarak gitmişti. (Resûlullah-s.a.-) onlara namazı öğretip: “Kur’an’ı Kerimi)” “en çok bileniniz size imam olsun” buyurdu. (içlerinde) ezberinde en çok Kur’an-ı Kerim bulunan kimse olduğum için, Kur’an-ı Kerimi en çok bilenleri ben idim. Beni öne geçirdiler, onlara üzerimde sarı küçük bir hırkam olduğu halde imamlık yapıyordum. Secdeye vardığım zaman hırka vücudumdan sıyrılıp kısalıyordu. Kadınlardan biri “İmamınızın avret mahallini bizden gizleyiniz” dedi ve bana Umman kumaşından bir gömlek satın alıverdiler. Müslümanlıktan sonra onun kadar hiçbir şeye sevinmiş değilim. Onlara yedi, yahut sekiz yaşında iken imamlık yapıyordum. “Ebû Dâvud, K. Salât (2), Bâb 60 Cilt 2 S.424 H.585 Şâmil-1988. Buhari, Ezan 54; Tirmizi, salâ 60; Nesâi, imâme 3,5,11,43; Kıble 16; İbn Mace, ezan 5; ikâme 46; )
Daha önce ki örnekte, namaz kılan cemaat erkeklerinin secde ederken avret mahallerinin açıldığını rivayet etmişlerdi, bu örnekte ise secdede avret yeri açılan çocuk imam icat ediverdiler. Her halde bu rivayeti bu şekilde uydurmalarının nedeni, yetişkin imamın avret yerinin açıldığı rivayetini kolay yutturamayacaklarını düşünmeleri nedeniyledir.
61-........Bana Ukeyl, İbn Şihâb’dan; o da Urve’den; o da Âise (R)
‘den tahdis etti (ki o şöyle demiştir): Peygamberin zevceleri geceleyin hâceti def’e çıktıklarında (Medine’nin kenârında olan) Menâsı’a kadar giderlerdi. O (Menâsı denilen yer) açık bir yerdir. Umer, Peygambere: Kadınlarını perde arkasına koy (yâni evden çıkmalarını menet),der idi de, Resûlullah ( S ) onun dediğini yapmıyordu. Nihâyet Peygamberin zevcesi Sevde bin tu Zem’a gecelerden bir gece yatsı namâzı vaktinde dışarıya çıktı. Sevde uzun boylu bir kadı idi. Umer, hicap emrinin indirilmesine çok arzu duyduğu için, ona: Yâ Sevde, bilmiş ol ki, biz seni muhakkak tanıdık, diye bağırdı. Bundan sonra Allah “Hicap Âyeti’ni indirdi. (Buhari, Kitâbu’l-Vudû 12, C.1 S.298 Ötüken 1987)
Bu rivayette de, yine Peygamberin zevcelerine ağır iftiralar vardır. Ayrıca iddialarına göre Ömer ayıbı bilmekte ve önemsemekte Peygamberden daha ileri bir seviyede idi. Ve Peygamberin zevceleri gece Medine’nin kuytu bir yerine değil, açık bir yer olan Menâsı’a defi hacet için giderlermiş. Kadın olsun, erkek olsun hiç kimse, eğer defi hacet ihtiyacı varsa, gündüzden geceye, geceden gündüzü bekleyemez. Hatta sıkışan bir insan için birkaç dakika beklemek dahi bir sorun olabilir. Hal böyle olunca, gündüz defi hacet ihtiyacını giderecek gizli yeri olan kimse, gece oldu diye neden şehrin ta açık yerlerine kadar gidip defi hacetini görsün. İnsan gecenin herhangi bir saatinde sıkışa bilir. Yatağından kalkıp defi hacet için şehirde seyahat etmenin ne manası vardır. Hele her çeşit zarar verebilecek, fırsat kollayan kafir ve münafıkların olduğu bir ortamda. Onun için ne böyle bir davranışın pratiği vardır, nede böyle bir olay vuku bulmuştur. Ancak hakaret kastıyla uydurulmuş bir rivayettir.
Peygamber zevcelerinin gizlenme derecelerine bir örnek verecek olursam, Kur’an’dan mealen:
- Ey peygamberin kadınları! Siz başka kadınlardan herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Eğer (Allah’ın azabından) sakınıyorsanız, ince, yumuşak konuşmayın ki kalbinde hastalık olan biri, kötü ümide kapılmasın, sözü ciddi ve güzel söyleyin.
33/32
Görüldüğü gibi, değil Peygamber zevceleri kendilerini haşa teşhir etsin, nasıl konuşmaları gerektiği dahi Kur’an vahyiyle bildirilmiştir.
Bu konuyla ilgili olarak Kur’an’dan bir örnek daha verecek olursam, mealen:
- Ey iman edenler! Hazırlanmasını beklemeyeceğiniz bir yemeğe çağrılmanız hariç, izin verilmeden Peygamberin evlerine girmeyin, Fakat çağrıldığınız zaman girin, Yemek yediğiniz zaman, hemen dağılın, sohbete dalmayın, Çünkü bu durum, Peygamberi üzüyor. O (sizi evden çıkarmaktan) utanıyor. Halbuki Allah, hak olan bir şeyden utanmaz, Peygamberin hanımlarından bir eşya istediğiniz zaman bir perdenin arkasından isteyin. Bu durum, sizin kalpleriniz ve onların kalpleri için daha temizdir. Resûlullah’a eziyet etmeniz, ondan sonra onun hanımlarıyla evlenmeniz asla caiz değildir. Şüphesiz bu durum, Allah katında büyük bir günahtır. 33/53
Bu duruma göre, Sahabelerin bir eşyayı dahi, Peygamberin hanımlarından yüz yüze isteyemeyeceği düşünülürse, yapılmış olan rivayetin ve benzeri rivayetlerin asılsız bir iftira olduğu anlaşılır.
62- Bize Müsedded Yahyâ ibn Said’den: o da Humeyd’den; o da Enes’ten tahdis etti: Enes ibn Mâlik (R ) şöyle demiştir: Umer (R ):
- üç şey hakkındaki dileğim Allah’ın vahyine uygun geldi, yâhut Rabb’im bana muvafakat etti. Ben: Yâ Resûlullah! Makaamu İbrahim’den bir namâz yeri edinseniz! dedim. (Bu lafızla âyet indi.) yine ben: Yâ Resûlullah! Yanınıza iyi ve kütü kimseler giriyor. Müminlerin anaları olan kadınlarınızın örtünmelerini emretseniz! dedim. Bunun üzerine Allah Hicap (el-Ahzâb: 59) âyetini indirdi. (Buhari, Kitâbu’t-Tefsir C.9 H.10 S.4182, Ötüken 1987 )
Bu rivayette de, yine bir iftira mevcuttur. İnsanın aklına şöyle bir soru geliyor. Allah’ın öğretmesiyle, Peygamber mi insanlara iyi ahlakı öğretip örnek oluyordu, yoksa insanlar mı peygambere iyi ahlakı öğretiyorlardı. Rivayetler dininin mensuplarına göre insanlar peygambere öğretiyorlardı. Halbuki ahlak konusunda Kur’an’da onun için şöyle denmiştir; Kûr'an'dan mealen
- Nûn. Kaleme ve yazdıklarına andolsun! 68/1
- Sen, Rabb’inin nimetiyle cinlenmiş değilsin. 68/2
- Senin için kesintisiz bir mükâfat vardır. 68/3
- Ve sen, büyük bir ahlâk üzerindesin. 68/4
- Andolsun Allah’ın Elçisinde sizin için, sizden Allah’ı ve ahret'i arzu eden ve Allah’ı çok anan kimseler için (uyulacak) en güzel bir örnek vardır. 33/21
Yaptıkları iftiralarda diğer bir hususta, özellikle erkeklerin, Peygamber eşlerinden, cenabetten yıkanma, hayız v.s. gibi konularda gidip soru sorduklarını iddia etmeleridir. Bu gibi konuları gidip soracak bayan sahabe yok muydu? Erkek sahabeler gidip Peygamberden veya bu konuda bilgisi olan diğer erkek sahabelerden soramaz mıydılar? Eğer bu gibi hususlar düşünülse asıl maksatlarının bir şeyi sormak değil, Peygamber eşlerine iftira etmek olduğu kolayca anlaşılır. Şimdi bu tür rivayetlerinden başka örnekler verecek olursam:
63- ........... Bize Mâlik, Hişâm’dan; o da babası Urve’den; o da Peygamber’in zevcesi Âişe’den haber verdi (şöyle demiştir): Peygamber (S ) cünüplükten yıkandığı zamân ellerini yıkamaktan başlardı. Sonra namâz için ab dest alır gibi ab dest alırdı. Sonra parmaklarını suya daldırır ve onlarla saçlarının diplerini hilâl lardı. Sonra iki eliyle başı üzerine üç avuç su dökerdi. Ondan sonra suyu bütün bedeni üzerinden akıtırdı. (Buhari, Kitâbu’l-Gusl C.1 H.1 S.370, Ötüken 1987 )
64-.............. İbn Abbâs’tan; o da Peygamber’in zevcesi Meymûne’den tahdis etti. Meymûne (R ) şöyle demiştir: Resûlullah (S ) yalnız ayaklarını yıkamayarak namâz için ab dest alışı gibi ab dest aldı. Bacak aralarını ve oralarına isâbet eden yıkanacak şeyleri de yıkadı. Sonra kendi üzerine su döktü. Sonra ayaklarını yerinden ayırıp yıkadı. Onun cünüplükten dolayı yıkanması işte budur. (Buhari, Kitâbu’l-Gusl C.1 H.2 S.370, Ötüken 1987)
65-............ Bana Eflâh, el-Kaasım’dan; o da Âişe’den haber verdi. Âise (R ): Peygamber (S ) ile ben bir kaptan yıkanırdık, ellerimiz, o kabın içinde gidip gelirdi, demiştir. (Buhari, Kitâbu’l-Gusl C.1 H.14 S.377, Ötüken 1997)
66-............ Bize Şu’be, Hammâd’dan; o da babası Urve ibn Zubeyr’den; o da Âişe’den tahdis etti. Âise (R ): Resûlullah (S ) cünüplükten dolayı yıkandığı zamân ellerini yıkar idi, demiştir. (Buhari, Kitâbu’l-Gusl C.1 H.15 S.377, Ötüken 1997 )
Böylece yıkanan bir kimsenin ellerini de yıkadığını öğrenmiş olduk, bu bilgi kaybolsaydı halimiz nasıl olacaktı. Elleri olup ta, elini yıkamadan vücudunu yıkayan tek bir insan var mıdır veya üç avuç suyla yıkanmak nasıl mümkün olur? Maksatları iftira etmek değil mi, dillerine ne gelirse düşünmeden söylerler.
67-.............İbn Abbâs şöyle demiştir: Meymûne (R ) şöyle dedi: Ben Resûlullah için yıkanacağı suyu koydum. Kendisi elleri üzerine su boşalttı ve onları ikişer defa veyâ üçer defa yıkadı. Sonra sağ eliyle sol eli içine su boşalttı da bu su ile hayâlarını yıkadı. Sonra elini toprakla sürttü. Sonra ağzını çalkaladı ve burnuna su çekti. Sonra yüzünü ve ellerini yıkadı, başını da üç defa yıkadı. Sonra bedeni üzerine su döktü. Sonra yerden ayrıldı da ayaklarını yıkadı. (Buhari, Kitâb’l-Gusl C.1 H.18 S.378, Ötüken 1997 )
68-.............Bize A’meş, Sâlim ibn Ebi’l-Ca’d’den; o da İbn Abbâs’tan; o da Meymûne’den tahdis etti ki (o şöyle demiştir): Peygamber (S ) cünüplükten dolayı yıkandı. Şöyle ki: Eliyle hayalarını yıkadı. Sonra elini duvara sürttü. Sonra elini yıkadı. Sora namaz abesti gibi abdest aldı. Nihayet yıkanmasını bitirince ayaklarını yıkadı. (Buhâri, Kitâbu’l-Gusl C.1 H.13 S.376, Ötüken 1997 )
Burada da yıkanırken elleri duvara sürtüp duvarı kirletmeyi rivayet ediyorlar.
69-..............Bize İbrahim, o da Esved’den; o da Âişe’den (R ) tahdis etti ki (o şöyle demiştir): Ben, Peygamber ile birlikte her ikimizde cünüp iken iken bir kâbdan yıkanırdık. (Hayız olduğumda) O bana emrederdi, bende fûtamı bağlardım. Ben hayızlı iken Peygamber tenini tenime dokundururdu. Kazâ O (mescide) itikafta iken, ben de hayızlı olduğum hâlde başını (itikâf yerinden dışarıya) çıkarırdı da, ben de yıkar idim. (Buhari, Kitâbu’l-Hayz C.1 H.14 S.400 Ötüken 1997)
Bu rivayette de, Âişe’nin erkeklere sevişmeyi anlattığı iftirasında bulunuyorlar, aynı iftirayı ( aynı kaynak s.401 deki rivayetle) Meymûne hakkında uyduruyorlar. Aslında bu tür rivayetleri yazmak ağırıma gidiyor; yüzlerce senedir yazılıp insanlara anlatılan bu yalanları eleştirmek için, istemezsem de yazmak zorunda kaldım. uydurmuş oldukları dört bin civarındaki rivayetlerini tekrarlar yapmak suretiyle 35647 rivayete çevirerek ciltler dolusu külliyat haline getirmişler.
70- ............. El-Kaasım şöyle diyor:Ben Âişe’den işittim, şöyle diyordu: Biz ancak Hac etmeği düşünerek yola çıktık. Şerif mevkiine geldiğimiz zamân ben hayz oldum..............(Buhari, Kitâbu’l-Hayz C.1 H.1 S.397, Ötüken )
71-.............Bana Hişâm, Urve’den haber verdi ki, Urvetu’bnu’z-Zubeyr’e: Hayızlı kadının bana hizmet etmesi yâhut kadının cünüp iken yanıma gelmesi câiz midir? diye sorulmuş. Urve de : Bana göre bunun hepsi câiz, öyle olan da, böyle olanda bana hizmet eder. Bundan dolayı hiçbir taraf için beis yoktur. Bana Âişe haber verdi ki, kendisi hayızlı ve hücresinde ikamet ederken, Resûlullah da mescide itikâf ettiği zamân, Resûlullah başını uzatır, o da Resûlullah ın başını tarardı. (Buhari, Kitabu’l-Hayz C.1 H.3 S.398, Ötüken 1997
72-............Zerrate şöyle demiş : Âise (r.anhâ)’dan, şöyle demiştir:
“Ben hayızlı olduğum zaman ( Resûlullah’ın) yatağından bir hasır üzerine iner ve temizleninceye kadar Resûlullah (s.a)’a yaklaşmazdım.” (Ebû Dâvûd, K.Tahâre (1), Bâb 106 Cilt 1 H.271 s.479, Şamil 1987)
Böylece bu konuda da kendi kendilerini tekzip etmiş oldular. Zaten rivayet uydurmalarında en sık başvurdukları metotları zıt ve ihtilaflı rivayetler uydurmaktır, bunu da bir konuda sıkıştıklarında veya işlerine geldiğinde kullanmak üzere veya ortalığı karıştırmak için planlı tasarlamışlardır. Sık sık bu tür zıt rivayetlerine örnekler vermeğe çalışacağım. Şimdi iftira rivayetlerini sıralamaya devam edecek olursam:
73- ...........Enes Bin mâlikten rivayet: Uhud harbinde, Yemin olsun ki, Âişe binti Ebi Bekir, ile Ümmü Süleym’i paçalarını sıvamış halde gördüm, Baldırlarının bileziklerini görüyordum. Su tulumlarını sırlarında taşıyor gâzilerin ağızlarına boşaltıyorlardı. ( Müslim, cilt 8 139/655 ter. Ahmed Davudoğlu, Sönmez neşriyat a.ş
Bura da da savaş heyecanıyla kamufle ederek, Âişe’nin ve Ümmü Süleym’in baldırlarını gösterdiği iftirası rivayet edilmiştir.
74- Müslim’in bir diğer rivayetinde : “ Hz. Âise radıyallahu anhaya bir zat misafir oldu. Adam sabahleyin elbisesini yıkamaya başladı. Hz. Âise ona :
“ Sana (meni) bulaşan yeri (gördüysen) orasını yıkaman kâfi idi. Göremediğin takdirde etrafını yıkardın. Ben, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ın elbisesinden ( meni bulaşığını ) ovalamak suretiyle çıkardığımı biliyorum. O, ( Birde yıkamaksızın ) onun içinde namaz kılardı”.......... (K.S 3517 C. 10 S. 345 Akçağ 1990 alıntısı Müslim, Tahâret 105, 109 (288,290) )
Güya Âişe’ye bir adam misafir olmuşta, Âise adama menisini nasıl yıkayacağını izah etmiş. Biz Âişe’yi böyle bir iftiradan tenzih ederiz. Özellikle cinsel konularda, Âise hakkında rivayetler uydurmuşlardır. Bu da, Âişe’nin şahsında Peygambere ve Ebu Bekr’e olan kinlerini göstermektedir.
75-.........Biz Amr İbn Meymûn, Süleyman İbn Yesâr’dan tahdis etti. O şöyle demiştir: Ben Âişe’ye elbiseye isâbet eden meniden sordum. Âişe: Ben onu Resûlullah’ın elbisesinden yıkardım da, yıkama izi yer yer ıslaklıklar elbisesinde göründüğü halde çıkardı, dedi (Buhari, c. 1 Kitabu’l-Vudu 93 s. 354 Ötüken 1997 )
Bu da önce ki benzerleri gibi iftira içeren bir rivayettir. Erkekler menilerini nasıl yıkayacaklarını Âişe’den başka soracak kimse bulamadılar mı, kaldı ki ahmaklar bile meninin nasıl yıkanacağını bilirler.
76-.........Ben Urve ibnu’z-Zubeyr’den işittin, Peygamber (S) Âişe’ye ( R )’ye:
-”Ebû Bekr’e emret de insanlara namâzı kıldırsın” buyurmuş.
- Ebû Bekr pek yufka yürekli bir adamdır. Ne zamân Senin makamına dikilirse kalbi incelir, demiş.
Peygamber evvelki emrini tekrar buyurmuş, Âise de “Ebu Bekr hüzünlü bir adamdır” sözünü tekrarlamış.
Şu’be ibnü’l Haccâc yukarıdaki senedle dedi ki: Peygamber üçüncü yahut dördüncü defasında:
- Şüphesiz sizler, Yusuf Peygamber’in karşılaştığı kadınlarsınız. Ebû Bekr’e emredin de namâzı kıldırsın.” buyurdu. (Buhari, Kitabu’l Enbiyâ 59 C.7 S.3148-3185, Ötüken-1987)
Burada da, Âişe’ye ne tür bir iftirada bulunduklarını belirtmek için, Yusuf Peygamberin karşılaştığı kadına, Kur’an’dan örnek vereceğim, mealen:
-Yusuf’un evinde kaldığı kadın, onun nefsinden murâd almak istedi ve kapıları kilitleyip: “Haydi gelsene!” dedi. (Yusuf): “Allah’a sığınırım dedi, efendim bana güzel baktı ( ben nasıl onun İyiliği’ne karşı hıyanet ederim), zalimler iflah olmazlar!: 12/23
- And olsun, kadın onu arzû etmişti, eğer Rabb’inin doğruyu gösteren delilini görmeseydi Yusuf da onu arzû etmişti. Böylece biz kötülüğü ve fuhşu ondan çevirmek istedik; çünkü o, ıhlâsa erdirilmiştir (seçkin) kullarımızdandır. 12/24
Görüldüğü gibi, Yusuf Peygamberin karşılaştığı kadın evli olmasına rağmen, Yusuf peygambere zina teklifinde bulunmuştur. Peygamber nasıl olur da Âişe’yi böyle kadınlara benzetir, bu ağır bir ithamdır.
77- Hz. Âişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Ebu’l-Ku’ays’ın kardeşi Eflah, örtünmeyi emreden ayet indikten sonra yanıma girmek için izin istedi. Ben:
“Allah’a yemin olsun, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâmdan izin istemedikçe ben ona girme izni vermeyeceğim! Çünkü o’nun kardeşi Ebu’l-Ku’ays beni emziren kimse değildir. Beni Ebu’l-Ku’ays’ın hanımı emzirdi! dedim. Derken yanıma Aleyhissalâtu vesselâm girdiler.
“ Ey Allah’ın Resûlü dedim, Ebu’l-Ku’ays’ın kardeşi Eflah yanıma girmek için izin istedi. Ben sizden sormadıkça izin vermekten imtina ettim! dedim. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “amcana izin vermekten seni alıkoyan sebep ne?” buyurdular. Ben :
“ Ey Allah’ın Resûlü! dedim. Beni emziren erkek değil. Beni onun hanımı emzirdi” dedim. Resûlullah yine:
“Sen onun girmesine izin ver. Zira o senin amcandır, Allah iyiliğini versin” buyurdular. (K:S 5670 C.16 s.28 alıntısı, Buhari, Humus 4, Şehadet 7, Nikah 20; Müslim, Radâ’2. (1444); Muvatta, Radâ 2, (2.601,602); Tirmizi, Radâ’1, (1147); Ebu Dâvud, Nikah 7, (2055); Nesâi, Nikâh 49,(6,99). )
..........Bize Şu’be, el-Eş’as’tan; oda babası Ebû’s-Sa’sâ Selim İbnu’l-Esved’den; o da Mesrûk’tan; o da Âise’R )’den tahdis etti ki, Âişe’nin yanında bir adam varken Peygamber (S ) içeri girdi. Peygamber bunu hoş görmediğini belli eder gibi yüzünün rengi değişti. Bunun üzerine Âise:
- Bu benim (süt) kardeşimdir! dedi.
Peygamber de:
-”Süt kardeşlerinizin kim olduğuna iyi dikkat ediniz. Çünkü süt, ancak açlıktandır buyurdu. (Buhari, Kitâbu’n-Nikâh, 40 S.519 C.11 Ötüken 1988 )
İddia ettiklerine göre süt amca, süt kardeş gibi kimselerin, serbestçe bayanların yanına girebileceğini rivayet ettiler. Bunun böyle olmadığını Kur’an’dan örnekler vererek gösterecek olursam, mealen:
- Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesnâ olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunan cariyeleri , erkeklerden, kadına ihtiyacı kalmamış (cinsi güçten düşmüş) hizmetçiler, yahut henüz kadınların mahrem yerlerini anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süslerin bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hep birden Allah’a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz. 24/31
Görüldüğü gibi ziynet eşyalarının gösterilebileceği kimseler arasında, süt kardeş veya süt amca bildiril memeştir. 24 Nur 31 de belirtilen kardeş lafzı öz kardeşler hakkındadır. Zira, Kur’an’da süt kardeşlerden bahsedilirken “süt kardeş” olarak ayrı bir şekilde belirtilmişlerdir. Bunlar nikah yönünden yasaklanmışlardır, fakat nikahlarının haram oluşu, onlara öz kardeş hususiyeti vermemektedir. Yani mümin bayanlar için gizlenme konusunda diğer süt kardeş olmayanlardan bir farkları yoktur. Buna benzer olarak dikkat edilirse, Peygamberin zevceleri, Kur’an’da müminlerin anneleri olarak belirtilmişlerdir. Peygamberden sonra müminlerin onları nikahlamaları ebediyen haramdır. Buna rağmen müminler onlardan yüz yüze eşya dahi isteyemezler, ancak bir perde arkasından olursa, yani aralarında bir perde varsa isteye bilirler. Demek ki bazı akrabalıklar vardır ki gizlenmeyi ortadan kaldırmaz. Müminlere anne olmak gizlenmeyi ortadan kaldırmıyorsa, nasıl olurda süt kardeş olmak, hele kavramı dahi İslamiyet te olmayan, süt amca diye uydurdukları akrabalık, gizlenmeyi ortadan kaldırsın. Şimdi bu hususlara ait Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:
- Size (şunlarla evlenmeniz) haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren analarınız, süt kardeşleriniz, karılarınızın anaları , birleştiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız, -eğer onlarla henüz birleşmemişseniz (kızlarını almaktan ötürü) üzerinize bir günah yoktur- kendi sulbünüzden gelen oğullarınızın karıları ve iki kız kardeşi bir arada almanız. Ancak geçmişte olanlar hâriç. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan çok merhamet edendir. 4/23
Dikkat edilirse süt kardeşler, ismen süt kardeş olarak belirtilmiştir. Öz kardeşler sadece kardeşleriniz olarak isimlendirilmiştir. 24 Nur 31 de süt kardeşlere ruhsat verilmemiş, 4 Nisa 23 te ise nikahlanmaları yasaklanmıştır.
Kûr'an'dan mealen:
- Müminlerin, Peygamberi kendi nefislerinden çok sevmeleri gerekir; onun eşleri onların anneleridir; akraba olanlar, miras hususunda, Allah’ın Kitabında birbirlerine müminler ve muhâcirlerden daha yakındırlar. Dostlarınıza yapacağınız uygun bir vasiyet bunun dışındadır. Bu Kitab’ta yazılı bulunmaktadır.

    "Ey iman edenler! Hazırlanmasını beklemeyeceğiniz bir yemeğe çağrılmanız hariç, size izin verilmeden Peygamberin evlerine girmeyin, Fakat çağrıldığınız zaman girin, Yemek yediğiniz zaman, hemen dağılın, sohbete dalmayın, çünkü bu durum, Peygamberi üzüyor. O, (sizi evden çıkarmaktan) utanıyor. Halbuki Allah, hak olan bir şeyden utanmaz, Peygamberin hanımlarından bir eşya istediğiniz zaman bir perdenin arkasından isteyin. Bu durum, sizin kalpleriniz ve onların kalpleri için daha temizdir. Resûlullah’a eziyet etmeniz, ondan sonra onun hanımlarıyla evlenmeniz ebediyen caiz değildir. Şüphesiz bu durum, Allah katında büyük bir günahtır."
33/53
Bu itibarla, süt amca ve süt kardeş konusunda rivayet edilen hadisler, uydurma olup aslı yoktur.
Süt çocukluğu konusunda iddiaları da, Kur’an’da belirtilenden çok değişiktir. Kûr’an’da çocuk en fazla iki yıl emzirilir, yani iki yaşından sonra öz annesi dahi onu emziremez. Fakat onlar adamlarında emzirilebileceğini rivayet ettiler.
Emzirme ile ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:
- Anneler, çocuklarını -emzirmeyi tamamlamak isteyen kimse için- tam iki yıl emzirirler. Onların uygun biçimde yiyeceğini ve giyeceğini sağlamak, çocuğun babasına aittir. Herkes ancak gücü ölçüsünde bir şeyle mükellef tutulur. Ne anne çocuğu yüzünden, ne de çocuğun ait bulunduğu baba, çocuğu yüzünden zarara sokulmasın. Mirasçının da aynı şeyi yapması gerekir. Eğer (ana, baba) anlaşıp danışarak (çocuğu memeden) kesmek isterlerse, kendilerine günah yoktur. Çocuklarınızı (süt annesi tutup) emzirmek isterseniz, vereceğinizi güzelce verdikten sonra yine üzerinize bir günah yoktur (emzirirseniz) Allah’tan korkun ve bilin ki, Allah yaptığınız her şeyi görmektedir. 2/233
Çocukların en fazla iki yaşına kadar emzirtilebileceği açıktır, buna rağmen şu rivayette bulundular:
.............. Aişe’den naklen rivayet:
Ebû Huzeyfe’nin âzâdlısı Sâlim, evlerinde Ebû Huzeyfe ile ailesinin yanında bulunuyormuş derken, Sehle binti Süheyl, Peygambere gelerek:
- Sâlim artık erkeklik çağına geldi; ve erkeklerin akıl ettikleri şeylere akıl erdirmeye başladı ama yanımıza giriyor. Zannediyorum ki, bundan Ebû Huzeyfe’nin hatırına bir şey geliyor; demiş.
Bunun üzerine peygamber ona:
“Salim’i emzir, ona haram ol da Ebû Huzeyfe’nin hatırına gelen şey gitsin!” buyurmuş.
(Sehle bunu yapmış ve) dönerek:
- Ben onu emzirdim; Ebu Huzeyfe’nin hatırına gelen şey de gitti; demiş. (Müslim, 27/371 Cilt 7 Ahmet DAVUTOĞLU, Sönmez Neşriyat A.Ş.)
Salim’in yaşı konusunda yine Müslim’de şu ifadeler geçmektedir.
- Koskoca adam olduğu halde onu nasıl emzireyim dedi. “Resûlullah gülümseyerek onun koskoca adam olduğunu biliyorum.” cevabını verdi. (Müslim, 26 C.7 Sönmez Neşriyat ).
- Sehle; ama o saçlı sakallı (adam)dır, dedi. (Müslim, 30/373 C.7 Sönmez Neşriyat ) .
............ Âise (Radıyallâhu anhâ)’dan; Şöyle demiştir: (Ebû Huzeyfe’nin karısı) Sehle binti Süheyl (Radıyallâhu anhüm) Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)’e gelerek:
- Yâ Resûlullah! (Evlatlığımız) Sâlim’in yanıma girmesinden dolayı (kocam) Ebû Huzeyfe (bin Utbe)’nin yüzünde cidden bir hoşnutsuzluk görüyorum, dedi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) (Sehle’ye
- “Sen Sâlim’e süt emzir” buyurdu. Sehle:
- O, yetişkin bir adam olduğu halde ben nasıl onu emzireyim? dedi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) gülümsedi ve: - “Ben onun yetişkin bir adam olduğunu şüphesiz biliyorum.” buyurdu. Sehle (Radıyallahu anhâ) (gidip bu işi) yaptıktan sonra Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’e )’e gelerek:
Ben (Sâlim’e süt emzirdikten) sonra (kocam) Ebû Huzeyfe (Radıyallahu anh)’ ın yüzünde bir hoşnutsuzluk görmedim, dedi. Sâlim (onun sütünü emmeden önce ) Bedir savaşına katılmış idi.” (İbn’i Mace, H.1943, Sünen-i İbn-i Mace, S.412 C.5 Baskı 1992 Kahraman Yayınları. )
Görüldüğü gibi süt emzirmeyle ilgili iddiaları ve rivayetleri İslam la ilgisi olmayan sapık iddialardır. Hangi kadın göğsünü açıp bir adama kendini emzirirde, bunun adına süt çocukluğu denir. Kur’an öğretisine karşı o kadar kin ve nefret doludurlar ki, dillerine ne gelirse söylemekten çekinmemişlerdir.
Diğer bir rivayet çeşitleri de , İslamiyet’teki, erkeklerin birden fazla kadını nikahlama ruhsatıyla ilgilidir. Bu rivayetlerini sıralarken kendilerince alay etmek amacındadırlar. Zira sarf ettikleri ifadelerden bu anlaşılmaktadır. Bu rivayetlerine konu olarak ta Peygamberleri ele almışlardır, örneğin:
- Hz. Enes radıyallâhu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselâm, hanımlarına gece ve gündüz aynı saatlerde ziyarette bulunurdu. Onlar on bir tane idiler. Enes’e: “Buna tâkat getirebiliyor muydu? denmişti. O : “Biz ona otuz kişinin gücü verildiğini konuşurduk” diye cevap verdi.” (K.S. 5713 C.16 S.69 alıntısı, Buhari, Gusl 12; Nesâi, Nikâh 1, (6,53,54). )
82- Bize Müseddet tahdis etti. Bize Yezid ibn Zurey’ tahdis etti. Bize Said ibn Ebû Arûbe, Katâde’den; o da Enes (R)’den tahdis etti ki, Peygamber (S)’in dokuz kadını olduğu hâlde, tek bir gece içinde kadınların hepsi üzerine dolaşırdı.
Ve yine bana Halife ibn Hayyât şöyle dedi: Bize Yezid ibnu Zurey’ tahdis etti: Bize Said, Katâde den tahdis etti ki, onlara da Enes, Peygamberden olmak üzere bunu tahdis etmiştir. (Buhari, Kitâbu’l-Nikâh H.6 C.11 S.5163 Ötüken 1988 ).
Görüldüğü gibi iki rivayet birbirleriyle çelişkilidir, birinde on bir eş derken, diğerinde dokuz eş denmiştir. Güya Peygamber Enes’e söylemiştir, peki Enes on birle, dokuzu ayıramıyorsa bunu nasıl tahdis etti. Farz edelim ki, ayrı ayrı zamanlar için tahdis etmiş olsunlar, yani Peygamber iki eş için evlenmiş veya boşanmış olsun. Buna rağmen rivayetlerin herhangi bir temele dayalı ciddiyetleri yoktur. Aile yaşantısı içerisindeki bazı şeyleri insan kendi öz anne babasına söylemezken. Peygamber gibi bir insan aile sırlarını neden gidip Enes’e söylesin. Şimdi bu tür iftiralarını yazmaya devam edecek olursam:
83- Hz. Ebu Hureyre radıyallâhu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Süleyman aleyhisselâm (bir gün)
“Bugün, kesinlikle doksan kadınıma uğrayacağım. Hepsi de Allah yolunda cihad edecek bir yiğit doğuracak! dedi (veya melek) ona:
“İnşaallah de bari!” uyarısında bulundu. Ama Hz. Süleyman inşaallah demedi.
Söylediği gibi, o gün, bütün hanımlarına uğradı. Kadınlarından sadece biri hâmile kaldı. O da yarım insan doğurdu.”
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm sözüne devamla:
“Nefsimi elinde tutan Zât’a yemin olsun! Eğer Süleyman aleyhisselâm “inşallah!” demiş olsaydı hepsi de Allah yolunda atlı olarak cihad eden çocuklara sahip olacaktı” buyurdu.” (Buhari, Enbiya 40, Eymân 23,(1654); Nesâi, 39,40,(7,25); K.S. 5825 C.16 S.299 Akçağ 1993 )
84-............. El-A’rac’dan; Ebû Hureyre (R)’den tahdis etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: “Dâvud’un oğlu Süleymân: Ben bu gece yetmiş kadını dolaşacağım da onlardan her biri Allah yolunda mücahide edecek birer süvâri oğlana gebe kalır, diye kesin konuştu. Arkadaşı olan melek ona: İnşâallah de, dedi. O diliyle inşâallah demedi. O hakikaten o kadınları dolaştı, fakat içlerinden yalnız biri iki şıkkından biri düşük bir oğlana hâmile kalmıştır”.
Peygamber: “Eğer Süleymân İnşâallah deseydi, elbette o çocukların hepsi Allah yolunda cihâd ederlerdi” buyurdu..........
(Buhari, Kitâbu’l-Enbiyâ 97 C.7 S.3237 Ötüken 1987 )
85-.............. Bize Vuheyb, Eyûb’dan; o da Muhammed ibn Sirin’den; o da Ebû Hureyre (R)’den şöyle tahdis etti: Allah’ın Peygamberi Süleymân Aleyhisselâmın atmış tâne kadını kadını vardı. “Ben bir gecede kadınların üzerine dolaşırım da onlardan her bir kadın muhakkak Allah yolunda savaşacak birer süvari oğlan çocuğu doğurur” diye (İnşâallah demeden) yemin sözü söyledi. Hakikaten kadınları üzerine dolaştı. Fakat kadınlardan hiçbiri doğurmadı, yalnız bir kadın eksik doğumlu bir oğlan çocuğu doğurdu. Allah’ın Peygamberi Muhammed (S) : -”Eğer Süleymân Peygamber inşâallah diyerek yemininden bir istisna yapsaydı, kadınlardan her bir kadın muhakkak gebe kalır ve Allah yolunda savaşacak birer süvâri doğururdu” buyurdu. (Buhari, Kitâbu’t-Tevhit 95 C.16 S.7340 Ötüken 1989 ).
Görüldüğü gibi, Peygamberlere iftira ve saygısızlık kastıyla tahdis edilmiş olan bu rivayetler aynı zamanda çelişkilidir. Zira, iddia etmiş oldukları kadın sayıları ihtilaflıdır. Din yönünden Süleyman peygambere ağır sözler içermektedirler, öyle ki bir peygamber olmasına rağmen, Allah adına konuşup, İnşâallah dememekte direnen bir kimse seviyesine indirmektedirler. Bu ise bir peygamber hakkında sarf edilen çok ağır iftiradır. İnşâallahın kelime manası, Allah isterse demektir. Böyle bir şeyi red etmek, Allah istemezse de demek olur ki, bu ise Allah’a şirk koşmak demektir. Süleyman peygamber ise bir müşrik değildi, bu itibarla bu rivayetlerde bir uydurmadır.
86-........... Âise (R) şöyle demiştir: Fâtıma yürüyerek yönelip geldi. Fâtıma’nın yürüyüşü tıpkı Resûlullah’ın yürüyüşü gibidir. ............(Buhari, Kitâbu’l-Menâkıb 126 C.7 S.3393 Ötüken 1987 )
Bir bayanın erkekler gibi yürümesi övünülecek bir şey değildir. Rivayet aslı olmayan bir iftiradır. Hele, rivayeti Peygamber açısından rivayet etmeleri ise peygambere açıkça saldırıdır, zira erkeklerin bayanlar gibi yürümesi de İslam Dininde kabul edilemez.
87-................ Hz. İbrahim zalim birinin diyarına (Mısır’a) beraberinde Sâre de olduğu halde gelmişti, Sâre güzel bir kadındı. Sâre’ye: “Bu cebbâr herif, bilirse ki sen karımsın, senin için bana galebe çalar. Eğer sana soracak olursa, kız kardeşim olduğunu söyle! Çünkü sen, zaten İslâm yönünden kardeşimsin, din kardeşiyiz. Ben yeryüzünde senden ve benden başka bir Müslüman bilmiyorum” dedi.
Bunlar zâlim kralın memleketine gelince, adamlardan biri bunları gördü. Hemen gidip:
“Senin memleketine öyle güzel bir kadın girdi ki, sizden başkasının olması münasip değildir” dedi. Kral derhal adamlar gönderip, Sâre’yi yanına getirtti. Hz. İbrahim namaza durdu. Sâre adamın yanına girince, kral (onu ayakta karşıladı, fakat) elini ona uzatamadı. Eli şiddetli şekilde tutuldu. Sâre’ye :“Elimi salması için Allah’a dua et! Sana zarar vermeyeceğim!” dedi. Sâre de dediğini yaptı. Ama kral tekrar Sâre’ye sataşmak istedi. Eli, öncekinden daha şiddetli tutulup kaldı. Sâre’ye aynı şekilde ricada bulundu. O da kabul etti. (Adam normal hale dönünce tekrar) sataşmak istedi. Eli önceki iki seferden daha şiddetli şekilde tutuldu. Sâre’ye yine: “Allah’a dua et, elimi salsın sana zarar vermeyeceğim!” diye rica etti. Sâre dua etti, adamın elleri açıldı. Kral kadını getiren adamı çağırdı ve ona: “Sen bana insan değil bir şeytan getirmişsin. Bunu diyarımdan çıkar!” dedi. Sâre’ye, Hâcer’i bağış olarak verdi. “Sâra yürüyerek geldi. İbrahim onu görünce “Nasılsın, ne haber?” dedi. Sâre: “Hayır var! Allah cebbârın elini tuttu (bana) bir hâdim verdi!” dedi.” .................. (K.S. 5212 C.15 S.6-7 Akçağ 1992 alıntısı, Buhari, Enbiyâ 9, Büyû’ 100, Hibe 36, Nikâh 6; Müslim, Fezâil 154, (2371); Ebû Dâvud, Talâk 16, (2212); Tirmizi, Tefsir, Enbiya, (3165).)
İddia ettiklerine göre, İbrahim peygamber neyle karşılaşacağını bile bile, kralı zalim olan bir memlekete gitmiş. Kendisinin de önceden tahmin ettiği gibi, karısı “Sâra” kral tarafından kendisinden istenmiş ve karısını krala teslim etmiştir. Canının kurtulmasına sebepte karısını kız kardeşi olarak tanıtması imiş. Güya da, İbrahim peygamber kendisinden ve karısından başka yer yüzünde bir Müslüman bilmiyormuş. Bu İbrahim peygamber gibi bir kimseye karşı hayasızca yapılmış bir iftira ve saygısızlıktır. O İbrahim peygamber ki, Allah rızası için bir kavmin karşısına tek başına dikildi. O’nu ateşe attıklarında dahi çekinmeyecek kadar cesur bir kimse idi. Nasıl gidip namusunu zalim bir krala teslim eder. Allah’ın arzı geniştir, madem ki durumu önceden biliyordu o zaman, zalim kralın memleketine uğramaz, başka bir yere giderdi. Deseler ki zaten hiçbir şey olmadı, ne mahzuru var ki? İslam'a göre durum hiçte öyle değil zira İslam da mümin kadınlara sataşma şiddetle yasaktır ve tesettür olayı vardır ve söyledikleri tesettüre aykırıdır. Öyle ya, kral ve adamları tesettüre rağmen Sâre’nin güzelliğini nasıl gördüler? Bu demek oluyor ki, iddialarına göre İbrahim peygamber ya karısını tesettürsüz gezdiriyordu yada tesettürünün açılmasına ve kendisine sataşılmasına aldırmıyordu. Ben İbrahim peygamberi böyle bir şeyden tenzih ederim. O İbrahim peygamber ki Allah O’nu dost edinmişti. Bu konuda Kur’an’dan mealen:
- Hangi insan, din yönünden, iyilik edici olarak yüzünü Allah’a teslim edip dosdoğru İbrahim’in dinine tabi olandan daha güzel olabilir? Allah, İbrahim’i dost edinmişti. 4/125
Diğer bir hususta, olayı uydurmak için sarf ettikleri, güya İbrahim peygamberin karısına: “Ben yeryüzünde senden ve benden başka bir Müslüman bilmiyorum.” ifadesi de, Kur’an’a uymayan ve yalancı olduklarını belgeleyen bir sözdür. Zira kendisine hicretten önce Lût peygamber iman etmişti. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:
- Bunun üzerine Lût ona iman etti ve (kavmine) dedi ki: “Ben Rabb’ime hicret ediyorum; zira O, daima gâliptir; hikmet sâhibidir”. 29/26
Bu itibarla, İslam Dininde ki gerçeklere uymayan bu rivayetlerin aslı yoktur

   
88-.............. (İbn ebi Leyle’den naklen, dedi ki.... Bize Ali şöyle tahdis etti: ................... Müteakiben biz yataklarımıza girmiş hâlde iken Peygamber bize geldi. Biz hemen yatağımızdan kalkmağa davrandık. Peygamber (S) :
- “Yerinizde durunuz!” buyurdu ve (ikimiz arasına oturdu) hattâ ben göğsümün üzerine dokunan iki ayağının serinliğini hissettim........
......... (Buhâri, Kitâbu’l-Humus 21 C.6 S.2899 Ötüken 1987 )
Bu konuda daha önce belirttiğim gibi, İslam’da yatak odalarına izinsiz girilemez. Bu itibarla, peygamberin, kızının ve damadının yatak odalarına izinsiz ve aniden girdiği yolundaki bu rivayet asılsız bir iftiradır. Hele, yatağa girip aralarına oturması olacak şey değildir.
89- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) efendimiz buyurdular ki: (Tahâret maksadıyla) taş kullanmak tektir. Şeytana atılan taş tektir. Safa ile Merve arasında say tektir. Öyle ise sizden biri (tahâret için) taş kullanacaksa bunu da tek kılsın.” (K.S. 1493 C.6 S.23 Akçağ 1989 alıntısı, Nesâi, Hacc 202, (5,254) )
Müslümanlarca tavaf edilen, Kabe tavafı ile Sefa ve Merve sa’yi’ni. Tuvalette temizlik için kullandıkları taş ile ve şeytana atılan taşla ilişkilendirmek ve birbirlerine emsal göstermek açık bir saygısızlıktır. Bu itibarla bu rivayette hakaret kastıyla uydurulmuş asılsız bir rivayettir.
90- Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, mescide otururken, bir bedevi girip iki rekat namaz kıldı. Sonra da şöyle dua etmeye başladı: “Allah’ım bana da, Muhammed’e de rahmet et. Bizden başka kimseye rahmet etme!”
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm atılıp: “Geniş alanı daralttın!” dedi. Derken adam hemen kalkıp mescidin içine akıtmaya başladı. Halk ta hemencecik üzerine yürüdü. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm onları yasaklayıp: “Kolaylaştırıcılar olarak gönderildiniz, zorlaştırıcılar olarak gönderilmediniz. Üzerine bir kova su dökün!” ferman buyurdular.” (K.S. 3509 C.10 S.340 Akçağ 1990 alıntısı, Buhari, Vudû 58; Ebû Dâvud, Tahâret 138, (380); Tirmizi, Tahâret 112, (147); Nesâi, Tahâret 45, (1,48,49, ) )
91- .... Abdullah b. Ömer (r.a.)’den, şöyle demiştir:
“Ben Resûlullah (s.a.) zamanında bekâr bir genç idim ve Mescid de gecelerdim. Köpekler mescide girerler çıkarlar, bevlederler, sahabiler de bundan dolayı hiçbir şey (su) dökmezlerdi.” (Ebû Dâvud K. Tahâre (1), Bâb 137 H.382 C.2 S.97 Şamil 1988, diğer tahdis edenler, Buhari, tabir 36, fedaili ashabın-Nebi 19; Müslim, fedaili’s-sahâbe 140 )
Peygamber mescidini, insanların ve köpeklerin tuvalet olarak kullandığını rivayet etmeleri, İslam dinine ve Müslümanlara duydukları kinin açık ifadesidir. İslam dininde, Allah’ı anma ile temizlik birlikte emredilmiştir. Bu konuda Kur’an’dan mealen:
Rahmân ve Rahim Allah’ın adıyla
- Ey elbisesine bürünen, 74/1
- Kalk, uyar. 74/2
- Rabb’ini tekbir et(O’nun büyüklüğünü an), 74/3
- Elbiseni temizle, 74/4
- Pislikten kaçın. 74/5
İslam dininde iç ve dış temizliğe büyük önem verilmişken, bu tür aykırı rivayetler uydurmaları, Kur’an’a uymadığı gibi yaptıkları aynı zamanda hayasızlıktır.
92- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “İbrahim (aleyhisselâm) Kaddûm nâm-bazısı da şeddesiz olarak Kadûm demiştir- mevkide seksen yaşında olduğu halde sünnet oldu.” (K.S. 2150 C.7 S.531 Akçağ 1988 alıntıları, Buhari, İsti’zân 51, Enbiya 8; Müslim, Fedâil 151,(2370). )
Yukarıda ki, metinde de her ne kadar, Kadûm nam mevkide İbrahim peygamber sünnet oldu falan diyorsa da, Metnin aslında, İbrahim peygamber seksen yaşında keserle sünnet oldu şeklindedir. Kaddum keser demektir, “bil Kaddum“, keser ile manasınadır.
93- Useym İbnu Kesir İbni Küleyb an ebihi an ceddihi’nin anlattığına göre (ceddi Küleyb) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a gelerek: “Müslüman oldum! der. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm; “Üstünden küfür saçını at!” der ve tıraş olmasını söyler. Useym’in babası dedi ki: “Bana bir başka (sahabe)nin bildirdiğine göre Aleyhissalâtu vesselâm, beraberinde olan bir diğerine de; “Üzerindeki küfür tüyünü at ve sünnet ol!” buyurmuştu.” (K.S. 3817 C.11 S.33 Akçağ 1991 alıntısı, Ebû Dâvud, Tahâret 131,(356) )
Bu uydurma rivayetleriyle de, Müslümanların sünnet olması gerektiğini rivayet ettiler. Rivayetlerine delil olarak ta peygambere isnat ettikleri hadiste. İbrahim peygamberin seksen yaşında keserle sünnet olduğu rivayeti ile Müslüman olan bir kimsenin derhal sünnet olması gerektiği rivayetidir. İbrahim peygamber için söyledikleri alay etmekten başka bir şey değildir. Sünnet olayının yaygın bir şekilde uygulandığı toplumlarda dahi, bir kimseye baban seksen yaşında balta veya keserle sünnet oldu deseler bunu hoş karşılamaz alay olarak kabul eder. Böyle bir iddiayı İbrahim peygambere yakıştırdılar. bununla da yetinmediler, kızlarında sünnet olması gerektiği yolunda iddia ve rivayetlerde bulundular. Ayrıca sünnetin kendilerince ne kadar iyi bir şey olduğu konusunda şu tür izahlarda bulundular:
94- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Fıtrat beştir: Sünnet olmak, etek tıraşı olmak, bıyığı kesmek, tırnakları kesmek, koltuk altını yolmak.” ( K.S. 2147 C.7 S.523 Akçağ 1988 alıntısı, Buhâri, Libas 63, 64, İsti’zan 51; Müslim, Taharet 39,(257); Muvatta Sıfatu’n Nebiyy 3,(2,921); Tirmizi, Edeb 14,(2757), Ebû Dâvud, Tereccül 16, (419; Nesai, Taharet 10,11,(1,14,15,) )
Böylece sünnet olmayı fıtrattan saydılar.
Kızların sünneti için ise:
95- Ümmü Atiyye (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Bir kadın Medine de kızları sünnet ederdi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm ) (kadını çağırarak ) kendisine: “ Derin kesme. Zira derin kesmemen kadın için daha çok haz vesilesidir, koca için daha makbuldür” diye talimat verdi.” (Ebû Dâvud, Edeb 179, (5271). ) Rezin rivayetinde Resûlullah şöyle buyurur: “Kızları sünnet ederken üstten kes, derin kesme, bu şekilde kesilmesi yüze daha çok parlaklık , kocaya daha çok haz verir.” (K.S.2153 C.7 S.534 Akçağ 1988 )
Ehli sünnetçe, Kelime-i Şehadet te olduğu gibi, Müslüman ile kâfiri birbirinden ayıran âlamet olarak kabul edilen sünnet ameliyesi, bazı Sünni önderlerce vacip ve hatta farz denecek kadar mühim bir emir kabûl edilmiştir. Şafiiler. “Bülüğ yaşına ermezden önce çocuğu sünnet etmek velisine vâciptir.” derler. Bir kısım önderleri de, sünnet olmadıkça, mühtedinin Müslümanlığının noksan olacağına, sünnetsizin namazının câiz olmayacağına, kestiğinin yenilemeyeceğine, Kabe’yi tavaf edemeyeceğine hükmetmiştir. Hadiste bu hususta “İslama girince küfür tüyünü at, sonra sünnet ol” diye emreder iddiasındadırlar. Hülâsa bazı alim kabul ettikleri kimselere göre: “Hayatına mâl olacak dahi olsa.” yaşlı kişinin bile sünnet olması gerektiği hükmünü verecek kadar bu meseleye ehemmiyet verilmiştir. Muhtar olan zamanda doğumun yedinci günüdür derler.
KIZLARIN SÜNNETİ: Kızlarında sünnetinden bahseden bir hadiste: “Hıtân, erkekler için sünnet, kadınlar için mekrüme (şeref verici) dir.” denmektedir. Ebu Hanife, hadisin zahirine bakarak, sünnet erkekler için mendûb, Şafii ise her ikisi için de vacip hükmünü çıkarmıştır. Her hâl’u kârda sünnet mevzûunda kadınlarla ilgili olarak da farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bir kısım kimseler, bu meyânda, Maşrık kadınları ile Mağrib kadınlarının fizyolojik bakımından farklı olduklarını kâbul ederek, Maşrık kadınlarındaki yaratılıştan
gelen fazlalık sebebiyle sünnetle yükümlü olduklarına hükmetmişlerdir. Kızların sünnet edilmesi hakkında, Aliyyu’l Kâri şöyle der: “Kadının yüzünü taze kılar ve güzelliğini arttırır. Şehveti teskin eder, cimayı lezzetli ve câzip kılar, kocanın karısına karşı sevgisini arttırır.” Ebû Dâvud’un da bu konuda söylediği rivayette: “Medine’de bir kadın(ki ismi Ümmü Atiye’dir) kızları sünnet ediyordu, Peygamber ona. “Fazla derin kesme, böyle yapman hem kadın için ahzâ (en ziyâde haz ve lezzet vesilesi) hem de kocası için daha hoştur”der.” ifadesinde bulunuyorlar. Sünnet olayına o kadar ehemmiyet veriyorlar ki, onu Kelime’i Şehadet’le özleştirerek, Müslüman la kafiri birbirinden ayırma ölçüsü âlameti olduğunu, hatta hayatına mal alacaksa dahi bir kimsenin sünnet olması gerektiği şeklinde ısrar etmeleri ve sünnetin çok iyi bir şey olduğu yolunda övgüler ileri sürmelerine asıl temel neden ise. İslam Dininde bu tür ameliyelerin şiddetle yasaklanmış olmasından dolayıdır. Zira bu tür ameliye, Allah’ın yarattığını değiştirme manasındadır. Allah’ın yarattığını değiştirenler ise Kur’an’da şeytanın payı olarak nitelendirilmişlerdir. Bu konuda Kur’an’dan mealen:
- Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, bundan başka her şeyi dilediğine bağışlar. Allah’a ortak koşan da uzak bir sapıklığa düşmüştür. 4/116
- O (Allah’a ortak koşa)nlar, O’nu bırakıp birtakım dişilerden başkasına çağırmıyorlar ve onlar, inatçı şeytandan başkasına yalvarmıyorlar. 4/117
- (O şeytan)ki Allah ona lânet etti ve o da, “Elbette senin kullarından belirli bir pay alacağım.” dedi.” 4/118
- Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları boş kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim: hayvanların kulaklarını yaracaklar; onlara emredeceğim: Allah’ın yaratışını değiştirecekler!” Kim Allah’ın yerine şeytanı dost tutarsa, muhakkak ki açık bir ziyâna uğramıştır. 4/119
- (Şeytan) onlara söz verir, ümit verir, fakat şeytanın onlara va’di, aldatmadan başka bir şey değildir. 4/120
- İşte onların varacağı yer cehennemdir. Aslâ cehennemden kaçmak (imkânı) bulamazlar. 4/121
Görüldüğü gibi, bu konuda şeytanın kendisine, Allah’ın yarattıklarından pay alma tanımlaması; metodu, Allah’ın yarattığını değiştirme yolunda vereceği emirlerdir. Kim şeytanın bu emrini yerine getirirse şeytana pay olmuş olur. İsterse yaptığı değişiklik hayvanların kulaklarını yarma şeklinde olsun fark etmez. Allah, yaratılışı değiştirme olayı çerçevesinde hayvanların kulaklarının yarılmasına müsaade etmiyor. Nasıl olurda sünnet veya başka bir şekilde insanlar üzerinde değişiklik yapılmasına müsaade etmiş olsun. Yaratılışı değiştirme olayı, hiçbir ihtiyaç, hastalık gibi zaruretler olmadan, yaratılış üzerine yapılacak değişiklikleri kapsar. Zira, bir koyun kesilip yenile bilir bu yaratılışı değiştirme manasında değildir. Veya bir kimsenin çürümüş dişi çekile bilir; çürümüş böbreği alına bilir, bütün bunlar zaruret veya tedavi amaçlı ameliyelerdir. Saç sakal veya tırnağı kesmekte öyledir, yaratılışı değiştirme manasında değillerdir. Zira tırnağı kesmekle, parmağı kesmek arasında belli bir fark vardır, biri ihtiyaç içerikli ve geçici, diğeri sakatlayıcı ve kalıcıdır. Bu zamanda sağlıklı genler üzerinde meydana getirilen veya getirilmesine çalışılan değişiklikler yaratılışı değiştirme olayı kapsamına giren işlemlerdir. Ayrıca, nasıl ki bir kimse tipi değişsin diye hayvanların kulaklarını yararsa veya sağlıklı dişini çeker veya törpülerse, vücudunun her hangi bir yerinden sağlıklı bir organı daha güzel olur diye keser veya vücudunun her hangi bir yerinden bu bağlamda bir parça et veya deri keserse, kısırlaştırma veya hadım yaparsa, deriyi tahrip ederek döğme yaparsa, küpe için kulak delerek kulağın yapısını değiştirmek v.s. Gibi ameliyelerde bulunursa, bütün bu tür şeyler yaratılışa müdahale etmek suretiyle, Allah’ın yarattığını değiştirmedir. Bütün bunlar, Allah’a ortak koşmayla eş anlamlıdır. Bunları yapan şeytana pay olduğu gibi, asla cehennemden ebediyen kurtuluş imkanı bulamaz. Sünnet olmak yaratılışa müdahale etmenin onu değiştirmenin tipik bir örneğidir. Zira küçük, büyük, kadın, erkek, sağlıklı bir kimseden bu şekilde parça et koparmanın başka bir izahı yoktur.
Bu itibarla sünnet konusunda uydurmuş oldukları rivayetlerin aslı yoktur.

PEYGAMBERE ve İSLAMA GERÇEK SAYGI :

Buraya kadar yazılanlarla (özetle):
1-  Hadis Uydurma ve Tahrifatlarının, Sanılanın Çok üstünde olduğu;
2-  Uydurmalar arasında; “Akıl, Mantık ve Kuran’la Çelişmenin”  ötesinde, “Peygamberimize, İftira ve Hakaret” Boyutuna varanlar olduğu;
3-  Uydurma olmadığı ve  Tahrifata uğramadığı (Varsayılan) Hadislerin;  -3-5 kelimelik olanlar için “Belki” diyelim-  “Peygamberimiz in Söylediği Şekli ile”  Günümüze ulaşamayacağı;  Bunlar için; Eğer, (Akıl, Mantık ve Kuran’la Çelişmiyorsa) Ancak: (Anlam olarak, Peygamberimiz tarafından İfade edilmiş olabilir) denilebileceği;

Ortaya konulmuştur kanısındayım.

Bu durumda;  
“Hadis Etiketi”  ile önümüze konulan ifadelerin;1-  Doğrudan,  “Peygamberimize ait olduğunu kabul edildiğinde”  O’na Saygı olması bir yana; O’na  “İftira ve Hakaret etmiş konuma”  düşebiliriz.
2-  **  .... Allah'a ve onun sözlerine inanan o ümmi peygambere iman edip uyun ki, ..... 
(7/152)Gibi, “Peygambere Uyun”  İfadesi olan Ayetler;  “Peygamberin  -söylediği söylenen-  Hadislere(!) Uyun”  Şeklinde, Anlaşılmakta(!) ve yorumlanmaktadır.  Bunun Anlamı; “Elçisinin Tebliğine = Kuran’a Uymaktır”  Zira, **  Resule düşen, tebliğden başka bir şey değildir. ....  (5/99 24/56 29/18)Bilgisine  “Sınır Düşünülemeyen”  Yaratan; Hadis denilen ifadeleri, bu duruma getireceğimizi, ve “Hadise Uyun”  demenin,“Peygamber adına uydurulan Yalanlara Uyun”  demekle eşdeğer hale geleceğini tabii ki biliyordu.Ve bu durumda:**  ..... "Hayır! Biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız." ......( 2/170)Demek durumunda kalacağımızı da biliyordu.
**  Bu Kitap'ın indirilişi Aziz ve Hakim olan Allah'tandır.  (39/1  40/2)**   ..... Biz bu Kitap'ta, herhangi bir şeyi ne eksik bıraktık ne fazla yaptık......” (6/38)**   And olsun ki bu Kuran'da insanlar için her türlü misali vermişizdir........” (30/58)Allah Tarafından İndirilen Kuran’da; “Gerekli her şey; Gerektiği kadar; Örnekleri ile” verilmiştir.




 
                                      ŞİA NIN BİZİM KİTAPLARIMIZDAN ÇIKARDIĞI KONULAR
- Kötülüklerin kaynağı da Allah (Haşa)  [Müsned Ebu Hanife, sayfa 152]
- Allah’ın bacağı cehennemde olacak [Sahih Buhari, 6. Cilt 371. Hadis]
- Allah tahtında bağdaş kurmuş bir şekilde oturur (Haşa) (neuzubillah) [Ebu Ya'la, Ibtalül Tevilat, Cilt 1, Sayfa 189]
- Allah, melekleri kolundan ve göğsünden yarattı (Haşa) (neuzubillah) [El Sünnet, Abdullah İbn Ahmed İbn Hanbel, sayfa 190]
- Allah bir sivrisinek üzerinde seyahat edebilir (Haşa) (neuzubillah) [Akaid'ül Selef, İmam Darimi, sayfa 443]
- Allah kilo alır (Haşa) (neuzubillah) [el Sünnet, Abdullah İbn Ahmed İbn Hanbel, sayfa 161]
- Allah, kutsadığında farsça, azaplandırdığında arapça kullanır (Haşa) (neuzubillah) [Ruh'ul Beyan Tefsiri, Cilt 10, sayfa 480]
- Asıl Kuran’da 40 cüz vardı (Haşa)(neuzubillah) [Feth'ül Bari, Cilt 9, sayfa 95]
- Kuran’daki dört hatayı göstererek Aişe, onun güvenirliğini reddetti (neuzubillah) [Salebi Tefsiri, Cilt 6, Sayfa 250]
- Selef, ayetleri inkar eder ve değiştirirdi (neuzubillah) [Mecmua'ül Feteva, İbni Teymiyye, Cilt 12, sayfa 492]
- Peygamber 40 yıl putperest yaşadı (Haşa) (neuzubillah) [Fahreddin er-Razi, Cilt 8, sayfa 424]
- Peygamber, vahiy geldikten sonra intihar etmek istedi (Haşa) (neuzubillah) [Sahih Buhari, Cilt 9, Kitap 87, 111]
- Peygamber, cünub halde namaz kıldırmak için mescide geldi (Haşa) (neuzubillah) [Sahih Buhari, Gusl Kitabi, Cilt 1, Kitap 5, 274]
- Peygamber ayakta bevlederdi (Haşa) (neuzubillah) [Sahih Müslim, Temizlik Kitabı Cilt 2, 523]
- Peygamber bir kolyenin aranmasını namazdan öncelikli gördü (Haşa) (neuzubillah) [Sahih Buhari, Teyemmüm Kitabı Cilt 1, Kitap 7, 330]
- Peygamber zina etmeyi düşündü (Haşa) (neuzubillah) [Sahih İbn Hibban, Cilt 14, sayfa 169]
- Peygamber ölüm öncesi zamanında bile cinsi münasebetle meşguldü (Haşa) (neuzubillah) [Sahih Buhari, Cilt 7, Kitap 62, 144]
- Peygamber yabancılar önünde eşiyle flört ederdi (Haşa) (neuzubillah) [Usdül Ğabe, İbn Esir, Cilt 1, sayfa 56]
- Peygamber alkol tüketirdi (Haşa) (neuzubillah) [Mücem'ül Kebir, Cilt 2, Sayfa 14, 1177]
 Ebu Hanife’nin bildirileri Peygamber bilgisinden daha iyiydi (Haşa) (neuzubillah) [Tarih'ul Bağdad, Cilt 13, sayfa 401]
-Peygamber, ashabına Aişe’nin yaninda seks tavsiyeleri verirdi (Haşa) (neuzubillah) [Sahih Müslim, Hayz Kitabi 3. Cilt, 685]
- Peygamber, Aişe’nin muayyen gününde dizinde Kuran okurdu (Haşa) (neuzubillah) [Sahih Buhari, Cilt 1, Kitap 6, 295]
- Peygamber, erkek cinsel uzvuyla ilgili mahrem olmayan kadınlar ile konuşurdu (Haşa) (neuzubillah) [Muvatta, İmam Malik, Kitap 2, 2.16.60]
- Şeytan, Peygamber suretine bürünebilir (Haşa) (neuzubillah) [El Vesile, İbni Teymiyye]
- Şeytan, Ömer’den korkardı (neuzubillah) (Peygamberden değil, Ömer’den korkuyor :]) [Sahih Tirmizi, Cilt 3, sayfa 206, 2913]
- Ashab, Peygamberi saçmalamakla suçladı (neuzubillah) [Sahih Buhari, Cilt 9, Hadis 468, Cilt 4, Hadis 393]
- İmam Hüseyin (a.s.) yezit tarafindan haklı olarak öldürüldü (Haşa) (neuzubillah) [Camiüs sağir, Cilt 1, sayfa 365]
- Aişe erkekler önünde gusl etti (neuzubillah) [Sahih Müslim, Kitap 3, 626]
- Aişe, Peygamberin doğru konuştuğundan emin degildi (neuzubillah) [İhyaü Ulumiddin,   Gazali, Cilt 2, sayfa 36]- Aişe, sahabelere seks tavsiyelerinde bulunurdu (neuzubillah) [Sahih Müslim, Kitap 3, 684]
- Sahabe, Peygamberin hırsız oldugunu iddia etti (neuzubillah) [Ed Durrül Mansur, Cilt 2, sayfa 361]
- Ebu Bekr ve şeytan imanda eşittiler (neuzubillah) [Tarihül Bagdad, Cilt 13, sayfa 376]
- Sahabe mastürbasyon yapardı (neuzubillah) [Bedayi'ül Fevayid, Cilt 4, sayfa 129]
- Ömer İbnül Hattab, cariye ile muayyen gününde ilişkiye girdi (neuzubillah) [Sünen Beyhaki, Cilt 1, sayfa 316]
- Sahabe Ömer rızası dışında bir kadınla evlendi ve ona tecavüz etti (neuzubillah) [Tabakat, İbn Sad, Cilt 8, sayfa 265]
- Sahabe Havvat Bin Cübeyr Ensari bir kıza tecavüz etti (neuzubillah) [El Vafi Bil Vefeyat, Cilt 13, sayfa 266]
- Sahabe Amr Bin Hamza zina etti (neuzubillah) [Usdül Ğabe, Cilt 1, sayfa 846]
- Sahabe Hit homoseksüeldi (neuzubillah) [Usdül Ğabe, Cilt 1, sayfa 1319]
- Ebu Hureyre’ye hint domuzu diyorlardı (neuzubillah) [Sahih Buhari, Cilt 5, Kitap 59, sayfa 544]
- Ebu Bekr, Urve Bin Mesud Sakafi’ye “Lat’ın vajinasını em” dedi (neuzubillah) [Sahih Buhari, Kitabu'ş Şurüt, Bölüm: El-Şurüt Fil Cihad, Hadis 2770]
- Ebu Hanife, Muhammed (a.s.) dahil olmak üzere bütün Peygamberlerden daha üstündü (Haşa) (neuzubillah) [Durül Muhtar, Cilt 1, sayfa 56]
- İbrahim Peygamber üç kez yalan söyledi (Haşa) (neuzubillah) [Sahih Buhari, Cilt 4, Kitap 55, 577]
- Süleyman Peygamber doksan dokuz kadınla bir gecede cinsel ilişkiye girdi (Haşa) (neuzubillah) [Sahih Buhari, Cilt 4, Kitap 52, 74]
- Musa (a.s.) çıplak olarak kavminin önünde yıkandı (Haşa) (neuzubillah) [Sahih Buhari, Bölüm 39, numara 5849]
- Yezit homoseksüeldi (neuzubillah) [Tarih'ül İslam, Cilt 1, sayfa 634]
- Sünni halifelerinden Velid homoseksüeldi öcicvigneuzubillah) [Tarih'ül İslam, Cilt 8, sayfa 294]
- Birisinin annesiyle cinsel iliskiye girmesi ve babasını öldürmesi onun inancını azaltmaz (Haşa) (neuzubillah) [Tarih'ül Bağdad, Cilt 13, sayfa 378]
- Kabe’nin Mekke’de olduğunun doğruluğundan emin olamayan kimse yine de mümin kalır (Haşa) (neuzubillah) [Tarih'ül Bagdad, Cilt 13, sayfa 372]
- Mastürbasyon helal (Haşa) (neuzubillah) [Bedayi'ül Fevayid, İbn Kayyım, sayfa 129]
- Seks oyuncağı (dildo) kullanmak caizdir (Haşa) (neuzubillah) [Bedayi'ül Fevayid, İbn Kayyım, sayfa 129]
- İmam Malik arkadan cinsel ilişkiye girdi (neuzubillah) [Tefsiri Dürr'ul Mansur, Cilt 1, sayfa 111]
-
Sahih rivayetlerde, sahabe Abdullah İbn Ömer’e göre kadınlarla arkadan ilişkiye girmek caiz idi (neuzubillah) [Tefsiri Dürr'ul Mansur, Cilt 1, sayfa 638]
- Şafi’ye göre kadınlarla arkadan ilişkiye girmek caizdir (neuzubillah) [Tefsiri Dürr'ul Mansur, Cilt 1, sayfa 638]
- Sünni bir kadının sakalları çıkmış (yetişkin) bir sünni erkeği emzirmesi caizdir (neuzubillah) [Sahih Müslim, Hadis 3426]
- Bir kadına, İslami bir cezalandırma korkusu olmadan, seks için para ödemek caizdir (Haşa) (neuzubillah) [Dürr'ul Muhtar, Cilt 2, sayfa 474]
- İbn Ömer çarşıda bir kızın üzerine atlayıp onu öpmeye başladı (neuzubillah) [Mesail, İmam Ahmed, sayfa 281]
- Muaviye çıplak bir cariyeyi meclisinde sergileyip aynı şekilde onu erkeklere sundu (neuzubillah) [El Bidaye Ve'n Nihaye, Cilt 8, sayfa 992]
- Ömer cariyelerini misafirlerin önünde saçları ve göğüsleri açık bir biçimde sergilerdi (neuzubillah) [Es Sünen'ül Kübra, Cilt 2, sayfa 227]
- İbn Ömer cariyelerini satın almadan önce, onların vücudunun mahrem yerlerıne dokunup incelerdi (neuzubillah) [Sünen'ül Kübra, Cilt 5, sayfa 329]
- Muaviye’nin babası  ebu süfyan, yabancılar önünde bir fahişe ile seks yaptı, sonucunda piç oğlu ziyad doğdu (neuzubillah) [Tarihi Kamil, Cilt 3, sayfa 301]
- Bir adam, zina sonucu olan kızıyla evlenebilir (Haşa) (neuzubillah) [Tefsir Kurtubi, Sure 25, ayet 54]
- Muhammed (a.s.), İsa (a.s.)’dan üstün değildi (Haşa)  [Sahih Buhari, Cilt 3, Kitap 41, 594]
- İsa Peygamber Ebu Hanife’nin mezhebine göre yönetecek (Haşa) (neuzubillah) [Çeşitli sünni kitapları]
- Abdulkadir Geylani’nin ölümler üzerinde Azrail’den daha çok tasarruf yetkisi vardı (Haşa) (neuzubillah) [Tefrih'ül Hatir fi Menakib'ül Şeyh Abdulkadir, Cilt 5, sayfa 12]


1- ** Allah’ın Resulu Muaviye’ye bir ok verdi ve şöyle dedi: Bu oku al ve cennette beni onunla karşıla!
2- ** Allah’ın Resulu şunu derken duydum: Allah vahyini üç kişiye emanet etti: Ben, Cebrail ve Muaviye
3- ** İşlerinizde Muaviye’yi bulundurunuz. Çünkü, o kavi ve emindir. [Tathir-ül-cenân]
4- ** Ümmetimin en halimi ve cömerdi Muaviye bin Ebu Süfyan’dır. [İ.Süyuti]
5- ** Muaviye’nin mülk sahibi olmasına fazla zaman geçmez. [Deylemi]

Muaviye için Uydurulan hadisler bunlardan ibaret değildir. Hepsi, yaptıklarına / Yapacaklarına, haram servetine birer Kılıf ve Zırhtır. Yaptıkları da, bunlardan ibaret değildir. Onlardan bir-kaçı:
Hz. Hasan (as) yaptığı anlaşmayı (Şartları?) bozmuş, Hz. Hasanı (as) zehirletmiş (kişiliği?); Cuma Hutbesini -Cemaati, Ehli beyte hakaretlerini dinleme mecburiyetinde bırakmak için- Namazdan önceye almış; (Dine Resule saygısı?) Hilafeti soy Krallığına çevirmiştir. Oğlu Yezit; Kerbela vahşetini işlemiş; Peygamberimizin “Cennet çiçeklerim” dediği sevgili torunlarını hunharca Şehit etmiş, Ve hala kini dinmemiş, Hz. Hüseyin’in Mubarek kesik başına hakaretler yağdırmıştır.

DİPNOTLAR :
[1] Ebû Hureyre Yemen’in Devs kabilesindendir. Hicret’in yedinci yılı başında Müslüman olup Medine’ye hicret etmiş ve Allah Resûlü’yle 1 yıl dokuz ay ara sıra Peygamberimizi görüyormuş. ...Ayşe, Ömer ve Ali’nin tepkilerine teviller getirilir) (f.gulen sitesi)
Müslim’in Fezailus Sahabe’deki 159. Bölüm’ünde Ebu Hureyre’nin sırf karın tokluğuna Peygamber’le beraber olduğu anlatılır.
İbn Hazm sırf Baki bin Mahled’in müsnedinde Ebu Hureyre’ye ait 5374 hadis olduğunu söyler. Buhari bunlardan 446’sını kitabına almıştır. (Gün başına yaklaşık 4 hadis)
Ömer’in Ebu Hureyre’yi atadığı valilikten hırsızlıkları nedeniyle geri çağırttığı anlatılır. Ömer Ebu Hureyre’ye hitaben: “Seni Bahreyn’e vali yaptığımda ayağında bir çift ayakkabı yoktu. Sonra duydum ki sen 1000 dinara, 600 dinara atlar satın almışsın. ... der (Zehebi, Siyer).
Aişe ... “Sen Peygamber’den duymadığım hadisler rivayet ediyorsun!” ....”(Zehebi, Siyeru Alemin Nubela 2. cilt, sayfa 435).
[2] Kab el Ahbar: İsrailiyat’ı, Yahudi uydurmalarını dinimize en çok sokan kişidir.
Mahmud Ebu Reyye, Kab’ın Ömer’in öldürülmesinde parmağı olduğunu söyleyerek şu izahları yapar: “Ömer’in bu dahi Yahudi’yi akıllıca ve ısrarlı bir şekilde izlemesi ve .... bir takım çirkin emellerinin farkına varmasına rağmen sonunda o dehasının gücüyle Ömer’in uyanık ve iyi niyetli oluşuna galebe çalmış, gizli ve açık tuzağını kurmaya devam etmiştir.
[3] En çok korktuğu kişinin Ömer olduğu ... Ömer’in Ebu Hureyre’yi hadis naklinden dolayı tehdit ettiği ve tartakladığı Sünni hadis kitaplarında anlatılır. “Size naklettiğim şu hadisleri Ömer zamanın da anlatsaydım değneği ile beni döverdi.” der (Ez Zehebi – Tezki-retul-Huffaz) “Ömer ölünceye kadar Allah’ın Resulü buyurdu diyemezdik.” (Sahihi Müslim, 1. cilt, sayfa 34).
kendisinin aktardığı bir hadiste ise Ömer ona şöyle demiştir: “Ey Allah’ın ve Kitabının düşmanı! Allah’ın malını çaldın değil mi? Yoksa senin on bin dinarın nereden olacak?” (İbni Sa’d, Tabakat, 4. cilt, sayfa 59)
Hz. Ali şöyle demiştir: “Yaşayanlar arasında Allah Resulü’ne en fazla yalan isnat eden Ebu Hurey-re’dir.”(İbni Ebul Hadid, Şerhu Nehcul Belağa, 1. cilt, sayfa 360).
[4] Emeviler Ebu Hureyre’ye el Akik’te bir köşk inşa edip arazi vermişlerdir
Kur’an’da, “Diri diri toprağa gömülen kız çocuğu hakkında, ‘Bu çocuğun suçu neydi de diri diri toprağa gömüldü?” diye hesap sorulacağı zaman” diye buyrulurken, Ebû Dâvûd ve Ahmed b. Hanbel gibi muhaddisler Hz. Peygamber’den, “Kız çocuğu diri diri toprağa gömen kişi de, toprağa gömülen çocuğun kendisi de cehennemdir” (Ebû Dâvûd, “Sünne” 17; İbn Hanbel, el-Müsned, III. 478) diye hadis nakledebiliyor. Kur’an’ın bu ayetlerine, “Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin” (En’âm 6/151; İsrâ 17/31) mealindeki kesin hükümlerine rağmen Hz. Peygamber’in böyle bir söz söylemesi mümkün müdür? Kesinlikle mümkün değildir. Bu hadisin Kütüb-i Sitte’de yer aldığı ve sahih olduğu ön kabulünden hareketle, Hariciler gibi, “Kâfirlerin, müşriklerin küçük yaşta ölen çocukları da cehennemliktir” diyenlere, Amr b. Ubeyd’in, “O zaman Allah’a, ‘Ama sen bizimle böyle antlaşmamıştın’ derim” sözünü hatırlatmak isterim.
Mu’tezilî müfessir Zemahşerî, diri diri toprağa gömülen kız çocuklarının hesabının sorulacağını bildiren ayetle ilgili olarak, “Bu ayette müşriklerin çocuklarına azap edilmeyeceği hususunda açık bir delil var” derken (Zemahşerî, el-Keşşâf, IV. 222), zihnine, fikrine ve ilmî birikimine hayranlık duyduğum İbn Âşûr Zemahşerî’nin bu çıkarımına mezhepçilik etiketi yapıştırmış, ardından bir dizi hadis aktarmış, ama o hadislere atıfla bir şeyler söyler gibi yapıp sonuçta meseleyi muallâkta bırakmıştır (İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, XXX. 147). İşte hadis külliyatındaki çöpler, yakıcı bir zekâya ve aynı zamanda çok geniş bir ilmî müktesebata sahip olan İbn Âşûr gibi bir müfessiri bile, “İyi kaleciler kötü gol yer” sözünü –ki bu söz bu bağlamda aslen Oflu, ikamet yeri itibariyle Çorumlu bir dostumuz tarafından dile getirilmiştir- hatırlatırcasına, olmadık şeyler söylemek zorunda bırakmıştır.