Buhari Elden Giderse Din De Elden Gider Mi?
Kimi kişi ve çevrelerin maksadını son derece aşan bir şekilde Buhari elden giderse dinin elden gideceğini, Buhari ve Müslim çökerse İslam’ın çökeceğini söyledikleri görülmektedir. Belli ki bu kişiler söyledikleri şeyin ne anlama geldiğini bilmeden Allah’ın dinini, muhtemelen kendi içinde iyi niyetle, ortalıkta gezen yüz binlerce hadis arasından derleme yapan hadis derleyicilerine mahkûm ederler. Hem Buhari’yi, hem de kendi kriterlerine göre yapmış olduğu seçimler sonucunda derlemiş olduğu çalışmayı kutsamak, Kur’an’ın yanına (kimi zaman da önüne geçirerek) ve dinin merkezine koyarak onsuz Kur’an’ın anlaşılmayacağını ya da dinin eksik kalacağını iddia etmek, Allah’a iftira etmektir. Bu iddia aynı zamanda Allah’ın indirdiği ve resulünün tebliğ ettiği dini, Buhari’nin insafına bırakmak ve yine şayet Buhari diye biri çıkıp mevcut hadis rivayetlerini derlemeseydi, ortada Allah’ın dini diye bir şeyin kalmamış olacağını söylemektir. Bunun son derece yakışıksız bir iddia, Allah’a ve ayetlerine yönelik çok çirkin bir iftira olduğunu görmek zor olmasa gerek. Özellikle Buhari’nin hadis derlemesinin Kur’an ayetlerinin anlaşılması için olmazsa olmaz bir kaynak olduğu savunuluyor. Hatta içerisinde birçok Kur’an ayeti ile doğrudan çelişen hadis rivayetleri bulunmasına rağmen Kur’an’dan sonra en güvenilir ve en sahih kitap olduğu kabul ediliyor. Oysa Buhari’nin hadis derlemesi içinde Kur’an’daki kimi sureler ve birçok ayet ile ilgili herhangi bir açıklama olmadığı görülmektedir. Bu da iddia edildiğinin aksine Buhari’nin de Kur’an’ı anlamada yeterli olmadığını ortaya koymaktadır. Yine bilindiği gibi Buhari tarafından hazırlanan el-Camiu’s-Sahih’in, Buhari (810-870) tarafından düzenlenen müellif nüshası günümüze ulaşmamıştır. Günümüzdeki mevcut Sahih-i Buhari nüshaları, Buhari’den yüzlerce yıl sonraki Ali b. Muhammed el-Yunini (ö.1301) tarafından Buhari’nin meşhur talebelerinden el-Firebri’nin nüshasından hareketle hazırlanan nüshaya dayanmaktadır. Bununla birlikte bazı nüshalar arasında farklar olduğu da bilinmektedir. Yunini’nin, Firebri’den gelen Buhari nüshaları arasındaki farkların giderilmesine çalıştığı da bilinmektedir. Esasen “Buhari elden giderse din elden gider” diyenler, kendi içinde haklı bir gerçeği itiraf ederler. Buhari elden giderse elden gidecek olan, din adına uydurulanlardır. Allah’ın dini, Buhari’ye de bir başkasına da mahkûm değildir. Vahyedildiği gibi dimdik ayaktadır. Buhari, kendi ifadesiyle altı yüz bin hadis arasından seçtiği, tekrarlar çıktığında dört bin civarı hadisin şüphesiz bir şekilde peygamberimize ait olduğuna dair Allah’tan bir onay mı almıştır? Buhari’nin böyle bir iddiası var mıdır? Maalesef bazı kişi ve çevreler, Buhari’nin derlemiş olduğu kitaba iman etmeyi, Kur’an’a iman etmekle bir tutuyorlar. Yine kimi insanlar aşırıya giderek Buhari’nin ve ortaya koymuş olduğu hadis kitabının güvenilir olduğunu ve hiç tereddütsüz bunlara da iman edilmesi gerektiğini söylüyor ve bu durumu çok büyük bir iman göstergesi olarak sunuyorlar. Oysa şayet bir Müslüman bu kadar kesin ve net bir iman iddiasında bulunacaksa ona yakışan, böyle bir cümle kurarken o cümledeki Buhari’nin yerinde Allah’ın, Buhari’nin derlemiş olduğu hadis kitabının yerinde de Kur’an’ın olmasıdır. Buhari’nin el-Camiu’s-Sahih’inin İslam dünyası içindeki yeri ve görmüş olduğu ilgi üzerine anlatılan şeyler ise içindeki bunca uydurma rivayet sebebiyle insanı hayrete düşürmektedir. Muhtemelen Kur’an’ın yanına konulmasının sebebi Buhari’nin eserinin kutsallaştırılmasıdır: “İslâm dünyasında Kur’ân-ı Kerîm’den sonra en büyük ilgiyi Buhari’nin el-Camiu’s-Sahih’i görmüştür. Hadislerinin titizlikle seçilmesi, mükemmel bir tertibe sahip olması, muhtevasının zenginliği ona bu itibarı kazandırmıştır. el-Camiu’s-Sahih sevap kazanmak maksadıyla olduğu gibi maddî ve manevi sıkıntılardan, hastalık ve belâlardan kurtulmak ve her türlü murada nail olmak arzusuyla da okunmuştur. Kirmânî (ö. 786/1384), kendi devrinde İslâm ülkelerinden birinde sultanın rahatsızlandığını ve şifa bulma ümidiyle Sahih-i Buhari okunmasını arzu ettiğini haber vermektedir. Sahih-i Buhari’nin sıkıntılı günlerde okunduğu takdirde insanları huzura kavuşturduğunu, deniz seyahatine çıkarken birlikte götürülmesi halinde geminin batmadığını söyleyen İbn Ebû Cemre (ö. 699/1300), bütün bu meziyetleri duası makbul bir kişi olan Buhari’nin okuyucularına dua etmesiyle açıklamaktadır. 1281 yılında Tatarlar Suriye’ye girdiği zaman Melik Mansûr Kalavun, onlara karşı koymak üzere yola çıkmadan önce Sahih-i Buhari okunmasını emretmiş, âlimler de hatim günü cumaya gelecek şekilde eseri muhtelif celseler halinde okumuşlardır… O devirlerde Mağrib’de düşmana karşı zafer kazanıldığı zaman yapılan merasimlerde Kur’an-ı Kerîm ile birlikte Sahih-i Buhari hatimleri yapıldığı, hatta yemin merasimlerinde Kur’an-ı Kerîm üzerine olduğu kadar Sahihayn (Buhari ve Müslim’in kitapları) üzerine de yeminedildiği bilinmektedir.”M. Yaşar Kandemir, el-Camiu’s-Sahih, DİA, Cilt: 07, s. 117-118.
Allah’ın vahyi, Allah’ın evrende yaratmış olduğu ayetleri ile tam anlamıyla uyum içerisindedir. Allah’ın indirdiği ayetler ile evrende yarattığı ayetler çelişmez. Dolayısıyla Allah’ın Kitabı’ndaki ifadeler, evrendeki ayetler ile de, akıl ve fıtrat ile de çelişmez. Ancak en güvenilir kabul edilen hadis kitaplarında, hem evren ayetleri ile hem de akıl ve fıtrat ile çelişen binlerce uydurma hadisi gördüğünüzde aynı durumun hadis kitapları için geçerli olmadığını anlarsınız. Kur’an bu konuda net bir şekilde uyarır: “Kur’an’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah’tan başkasının katından olsaydı elbette içinde birçok çelişki bulacaklardı.” (Nisa Suresi 82). Demek ki Allah katından olmayan hadis kitaplarının içindeki çelişkilere şaşırmamak gerekir. Bir düşünelim. Neden sürekli olarak ‘seçme hadisler’ kullanılıp kaynak olarak gösteriliyor? Neden örneğin cami girişlerine ya da dini yayınlara, kadınlara yönelik aşağılayıcı ifadelerin yer aldığı hadisler yazılmıyor? Yoksa bu türden hadislerden utanılıyor mu? Oysa bu hadisler de sıklıkla kullanılan diğer hadislerle aynı kaynaklarda geçiyorlar. Neden Diyanet İşleri Başkanlığı’nda görevli olan yetki sahibi kişiler çıkıp da “Sahih kabul edilen kaynaklarda birçok uydurma var” diyemiyor? Yoksa sakınılıp korkulması gerekenin Allah olduğu unutularak, halkın tepkisinden mi korkuluyor? Birkaç yıl önce hadis ayıklama projesine girişildi ama gelen tepkiler sebebiyle anında askıya alındı bu proje. Peki, tüm bunların hesabını sorduğunda ne söyleyeceğiz Allah’a? “Allah’ım ben senin indirmiş olduğun halis dine bulaştırılan lekeleri temizlemeye cesaret edemedim. İnsanlardan korktum” mu diyeceğiz? Üstelik Rabbimizin bunca uyarısına rağmen: “…Öyleyse insanlardan korkmayın, benden korkun ve ayetlerimi az bir değere karşılık satmayın. Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar gerçeği örtenlerdir.” (Maide Suresi 44), “O inananlar ki, insanlar kendilerine, “Halk size karşı bir araya gelmiş, korkun onlardan!” dediklerinde, bu onların imanını artırdı da şöyle söylediler: “Allah bize yeter. Ne güzel koruyucudur O!” (Ali İmran Suresi 173), “…Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer gerçekten inanan insanlar iseniz, kendisinden korkmanıza en lâyık olan Allah’tır.” (TövbeSuresi 13).
MEŞHUR ALTI HADİS KİTABININ (KÜTÜB-İ SİTTE) İÇERİKLERİ VE HADİS SAYILARI
Daha önce de dikkat çekildiği gibi Kütüb-i Sitte hadisleri (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai ve İbn Mace) ve bunlardan özellikle Buhari ve Müslim tarafından toplanan hadisler, geleneksel yorumda Kur’an’dan sonra en güvenilir kaynaklar olarak kabul edilmektedirler. Bu hadislerin toplanış yöntemlerindeki sıkıntıların yanında kendi ifadeleri ile kitaplarına aldıkları hadisleri yüz binlerce hadis arasından ayıklamaları da ayrı bir problemi ortaya çıkarmaktadır. Örneğin Müslim’e göre sahih olan bazı hadisler Buhari’ye göre sahih kabul edilmemiştir. Oysa bu iki kitap, en sahih iki hadis kitabı (Sahihayn) olarak isimlendirilmişlerdir. En sahih kabul edilen iki kitap dahi birbirlerine benzer birçok hadis ihtiva etmelerine rağmen yine de kendi aralarında uyum gösterememektedirler. Yine bununla birlikte Buhari’nin eserinin hacmini büyütmemek düşüncesiyle sahih hadislerin tamamını kitabına almadığı ifade edilmektedir. Bu da ayrı bir garipliktir. Çünkü buna göre Kur’an’dan sonra en güvenilir olduğu iddia edilen Buhari’nin eseri, sahih hadisleri içerme konusunda eksiktir. Yine Müslim de eserinde sahih rivayetlerin hepsini derlemek gibi bir çaba içine girmemiş ve eserinde yer almayan rivayetleri zayıf kabul etmediğini özellikle belirtmiştir. M. Yaşar Kandemir, el-Camiu’s-Sahih, s. 114.
Buhari’nin ‘El-Câmiu’s Sahih’ isimli kitabında tekrarsız rivayetlerin sayısı dört bin civarıdır. Buhari kendi ifadesiyle bu hadisleri altı yüz bin hadis arasından seçmiştir. Müslim’in ‘El- Câmiu’s Sahih’ isimli kitabında aynı şekilde tekrarlar hariç dört bin civarı hadis vardır ve Müslim kendi ifadesi ile bu hadisleri üç yüz bin hadis içinden ayıklayarak seçmiştir. Ebu Davud’un ‘El-Sünen’ isimli kitabında dört bin sekiz yüz hadis vardır ve Ebu Davud bu hadisleri beş yüz bin hadis içinden seçtiğini söylemiştir. Tirmizi’nin ‘El-Sünen’ isimli kitabında ise yine dört bin civarı hadis bulunmaktadır. Nesai’nin ‘El-Müctebâ’ isimli kitabında seçilmiş beş bin yedi yüz civarı hadis bulunmaktadır. Tirmizi’nin eserine aldığı Kur’an’a uygun olmayan bunca rivayete rağmen eserini “Kimin evinde bu kitap bulunursa onun evinde konuşmakta olan peygamber var demektir” sözü ile ilim âlemine takdim etmekten çekinmediği görülmektedir. İ. Lütfü Çakan, el-Câmiu’s-Sahîh, DİA, Cilt: 7, s. 129.İbn Mace’de ise dört bin üç yüz civarı hadis rivayeti yer almaktadır. İbn Mace’nin es-Sünen’indeki üç bin civarı hadis, Kütüb-i Sitte müelliflerinin tamamı ya da bir kısmı tarafından eserlerine alınmıştır. Buna rağmen İbn Mace’de, diğer beş kitapta yer almayan bin üç yüz
kırk kadar hadis bulunduğu bilinmektedir. Görüldüğü gibi söz konusu hadis kitapları, ortalıkta gezen ve sayıları milyonu geçen hadis rivayetleri arasından yapılan ve yöntemi zannedildiği gibi sağlıklı olmayan seçimler ile yazılmışlardır. Seçtikleri hadisleri birbirinin benzeri olan ya da belirlemiş oldukları yönteme uygun bulmadıkları için dikkate almadıkları yüz binlerce hadis arasından seçmişlerdir. Birinin güvenilir bularak kaydettiğini, bir başkası dikkate almamıştır. Yani binlerce hadis rivayeti hadisçiler tarafından inkâr edilmiştir. Kütüb-i Sitte yazarlarını hadis rivayeti inkâr etmekte ya da onları ayıklamakta hak sahibi görenler onları dokunulmaz kılmakta ve eserlerine almış oldukları hadis rivayetlerinin eleştirilip inkâr edilmesine karşı çıkmaktadırlar. Üstelik bu eserlerdeki hadisleri inkâr etmeyi peygamberimizi inkâr etmek olarak sunmaktadırlar. Oysa örneğin Buhari’deki hem Kur’an ayetleri ile hem de kendi aralarında çelişkili olan hadisleri inkâr etmek peygamberimizi değil, Buhari’ye bu rivayetleri nakleden kişileri inkâr etmek ve Buhari’nin hatalarını ifade etmektir. Hiçbir hadis kitabı yazarı hatasız ve kusursuz değildir. Bunları peygamberimizden işitmiş de değildir. Hadis rivayetlerinin toplandıkları dönemin peygamberimizden yaklaşık iki-üç yüz yıl sonra olması, söz konusu metinleri daha da problemli hale getirmektedir. Belki bu çalışmalar, kendi dönemlerinde ortaya çıkan kargaşalar sebebiyle iyi niyetle yapılmış olabilir. Yine siyasi baskılar sebebiyle de birçok hadis rivayet ettirilip kayda geçirtilmiş olabilir. Ancak söz konusu rivayetler toplanırken Kur’an’a uygunluğu ve metin içeriğinden çok, rivayetin geliş zincirine dikkat edildiği için hem Kur’an ile hem de kendi aralarında çelişen birçok rivayet söz konusu kitaplara girmiş ve bu kitaplar geleneksel anlayış açısından dinin olmazsa olmaz temel kaynağı haline gelmiştir. Hadislere verilen önem Kur’an’ın önüne geçmiş, hadisler olmadan Kur’an’ın eksik ve yetersiz kalacağına inanılmış ve bu anlayışın acı bir sonucu olarak Kur’an, hadislerin gölgesinde bırakılarak hadislerin açıklamalarına mahkûm zannedilmiştir. Oysa hadis rivayetleri kendi kendilerini açıklamaktan acizdir. Kur’an ise ilahi bir bildirim olması sebebiyle kendisinden başka açıklamaya ihtiyaç duymayacak şekilde Allah tarafından açıklanmıştır.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
Hadis Rivayeti ve Rivayet Şampiyonu Ebu Hureyre
Peygamberimizden sonra kendisine isnat edilen birçok iddianın, kısa zaman içinde Müslümanlar arasında çıkan ayrılık ve tartışmalardan kaynaklandığı görülmektedir. Örneğin siyasi sebeplere dayalı olarak birçok rivayet uydurulmuştur. Muhammed Abduh’un, ‘Tevhid Risalesi’ isimli kitabındaki konu ile ilgili sözleri dikkat çekicidir: “Bundan sonra olaylar peş peşe gelmiştir ve Ali’ye biat edenlerin bir bölümü yaptıkları biat akdini bozmuşlardır. Müslümanlar arasında vuku bulan kanlı savaşlardan sonra sulta, Emevilerin eline geçmiştir. Ancak cemaat yapısı zedelenmiş, Müslümanlar arasındaki birlik kulpları kopmuş ve hilafet hususunda fırkalara ayrılarak, her grup kendi görüşünü teyit edecek nakiller aramaya yönelmiştir. Herkes gerek söz ve gerekse fiille kendi görüşünü muhalifinkinden üstün kılmaya çalışıyordu. Rivayette icat ve uydurma başlamış, tevilcilik yayılmıştır. Her grup aşırılaşıyor, halk fırka fırka bölünüyordu.” Dine sokulan ilavelerin ve hadislerin uydurulmalarının birçok sebebi olduğu görülmektedir. Muhtemelen dini bozmak ve özünden uzaklaştırmak için özellikle münafıklık edenler tarafından kasıtlı olarak yapılan uydurmalar en başta gelmektedir. Siyasi ayrılıklardan kaynaklanan uydurmalar da oldukça önemli etkenlerden biridir. Allah’ın serbest bırakmış olduğu konularda dini anlamda eksiklik olduğu inanç ve düşüncesi ile kendince dini kurtarmaya çalışanlar tarafından da birçok şeyin uydurulmuş olduğu görülmektedir. Öte taraftan mezheplerini ve görüşlerini doğru çıkarmak için uyduranlar, mevcut yönetimlerin baskı ve zorlamaları altında uyduranlar, maddi ya da manevi çıkar sağlamak için uyduranlar, gelenek ve görenekleri dinselleştirmek için uyduranlar ve önceki dinlerdeki uydurmaları dinimize taşıyanların uydurmaları ve yine bununla birlikte dini sevdirmek ve teşvik etmek için yapılan uydurmalar, hadis rivayetlerinin ortaya çıkmalarının temel sebeplerindendir. Görüldüğü gibi hadislerin ortaya çıktığı ve yaygınlık kazandığı söz konusu dönemler birçok açıdan güvensiz bir döneme denk gelmektedir. Daha peygamberimiz hayattayken bile onun üzerinden birtakım söz ve hükümlerin uydurulduğu görülmekteyken, peygamberimizden sonra bu durumun ne boyutlara geleceğini anlamak güç değildir. Gerek peygamberimiz hayattayken gerekse vefatından sonra birçok samimi inanan bu uydurmalar ile baş etmeye çalışmış ve uydurmalara karşı vahiy ile mücadele etmişlerdir. Ancak zamanla iktidar hırsına sahip kişilerin hışmına uğramışlar ve özellikle Emevilerin iktidara geldiği dönemde hadisler daha fazla rivayet edilmeye başlanmıştır. Bilindiği gibi peygamberimize en fazla hadis atfeden kişi Ebu Hureyre’dir. Buradaki asıl sorun, beş binin üzerinde hadis rivayet ederek en fazla hadis rivayet eden kişi olmasına rağmen Ebu Hureyre’nin peygamberimizin yanında sadece bir yıl dokuz ay (başka bir rivayette kendi ifadesine göre sadece üç yıl) gibi bir süre bulunmuş olması ve kimsenin işitmediği ve hatta çoğu kişinin itiraz ettiği türden birçok uydurmayı nakletmiş olmasıdır. Bunun yanında Ebu Hureyre’nin güvenilir bir kişi olmadığı, İsrailiyat ve Mesihiyat kaynaklı kimi uydurmalarını rivayet ettiği, sonradan Müslüman olan Yahudi kökenli Ka’b el- Ahbâr’dan edindiği bilgilerle birçok İsrailiyat öğretisini İslam dininin içine soktuğu da ifade edilmiştir. Ka’b el-Ahbâr’ın İslam’a girmesinin arka planında münafıklık ederek dini bozmak ve Allah’ın Resulü’ne iftiralar isnat etmek olduğu görülmektedir. Mahmud Ebu Reyye, “Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması” isimli çalışmasında Ebu Hureyre ile ilgili çok önemli hususlara dikkat çekmektedir. Mahmud Ebu Reyye, Muhammedî Sünnetin Aydınlatılması, s. 213-243.
Öncelikle Ebu Hureyre’nin gerçek ismi, geçmişi ve Müslüman olmadan önceki durumu ile ilgili net bilgiler bulunmamaktadır. Ancak kendi ifadelerinden hareketle yetim büyüyen, yoksul bir kişi olarak karın tokluğuna çalışan biri olduğu anlaşılmaktadır. Otuz yaşlarında Medine’ye geldiği ve fakirliğinden dolayı kendi ifadesiyle karnını doyurmak için peygamberimiz tarafından Mescid-i Nebevi’nin duvarına bitişik olarak kurulmuş olan ve ‘suffe’ adı verilen gölgelikte yaşayan; genellikle genç, bekâr ve yoksullardan oluşan Ashab-ı Suffe grubuna katıldığı bilinmektedir. Tarihi kaynaklar Ebu Hureyre’nin çok yemek yiyen obur biri olduğunu, her gün peygamberimizin ya da ashaptan birinin evinde karnını doyurduğunu, bazen de insanları rahatsız eden hareketleri, vakitli vakitsiz evlerine dalıp yemek istemesi sebebiyle bazı kişilerin kendisinden nefret ettiğini ve bazı sahabelerin ondan yüz çevirip kaçtıklarını ifade etmektedirler. Mizahı, şakalaşmayı ve aslı olmayan hikâyeleri gerçekmiş gibi paylaşmayı seven birisi olduğu, bol hadis rivayeti ve hikâye anlatımları ile insanları oyalayıp eğlendirdiği ve bu sayede onların sempatisini topladığı ifade edilmiştir. Hz. Ömer’in, asılsız birçok sözü peygamberimize isnat etmesi sebebiyle Ebu Hureyre’yi cezalandırdığı ve bu durumundan vazgeçmesi için onu sürgün ile tehdit ettiği kaydedilmiştir. Hz. Ömer hayattayken onun korkusundan rahat hareket edemeyen Ebu Hureyre, Hz. Ömer’in vefatından sonra aslı esası olmayan birçok hadis rivayet etmeye başlamıştır. Kendisi de bu gerçeği şu sözleri ile ifade etmiştir: “Size rivayet ettiğim şu hadisleri Ömer zamanında rivayet etseydim değneği ile beni döverdi.” Bir başka rivayette ise şöyle söylediği aktarılmıştır: “Ömer ölünceye kadar ‘Allah Resulü buyurdu ki’ diyemedik. Ömer hayatta olsaydı bu hadisleri size rivayet edebilir miydim? Vallahi, asla! Çünkü o takdirde sopasının sırtımı okşayacağını kesin olarak biliyorum. Ömer şöyle derdi: Kur’an ile ilgilenin! O, Allah’ın kelâmıdır.” Reşid Rıza da bu konuda şöyle söylemiştir: “Eğer Ömer’in ömrü Ebu Hureyre’nin ölümüne kadar olsaydı bize bu kadar çok hadis ulaşmazdı.” Yine onun çelişkili olan hadislerinin de hiçbir şekilde dini anlamda dayanak teşkil edemeyecek bir mahiyette olduğunu söylemiştir. Yine Ebu Hureyre’nin insanlara bir şeyler anlatıp aktarırken hem peygamberimizden duyduğu bazı şeyleri hem de Ka’b el- Ahbâr’dan dinleyip öğrendiklerini birbirine karıştırarak aktardığı, insanların da o gittikten sonra bu haberleri birbirine karıştırdıkları ifade edilir. İbn Kuteybe, Ebu Hureyre ile ilgili şöyle söylemiştir: “Sahabe’den hiçbirinin, benzerini rivayet etmediği sayıda yüklü hadis rivayet eden Ebu Hureyre, bu yüzden ithama uğramış ve bazılarınca yadırganmıştır. Onlar kendisine şunu sorarlardı: ‘Bunu nasıl yalnız sen duyuyorsun? Seninle bunu duyan kimdir?’ İkisinin de ömrü uzun olması itibarıyla Ebu Hureyre’nin bu bol sayıda rivayetini en fazla kınayan Hz. Aişe olmuştur.” Yine Ebu Hureyre’yi yalancılık ile itham edenlerin başında Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali gelmektedir. Kaynaklar, Hz. Aişe’nin Ebu Hureyre’ye: “Sen Resul’den duymadığın sözleri rivayet ediyorsun!” dediğinde ona edep ve hayadan uzak bir cevap verdiğine dikkat çekmektedir: “Ayna ve sürme seni Resul ile ilgilenmekten uzak tuttu.” Yine Hz. Ali’nin de Ebu Hureyre için “Dikkat edin o, insanların en yalancısıdır.” ve başka bir rivayette ise “Yaşayanlar arasında Allah Resulü’ne en fazla yalan isnat eden Ebu Hureyre’dir.” dediği kaydedilmiştir. Yine Ebu Hureyre’nin “Sevgili dostum bana haber verdi ki…” şeklinde konuştuğunu duyunca ona “Resul ne zaman senin sevgili dostun oldu?” dediği kaydedilmiştir. Ebu Hanife’nin talebelerinden olan Ebu Yusuf’tan şu şekilde bir rivayet gelmiştir: “Ebu Hanife’ye şöyle derdim: “Bize Resul’ün hadisi geliyor ve kıyasımızla çelişiyor. Bunu ne yaparız?” Dedi ki: “Eğer o hadisi sika (güvenilir) raviler aktarmışsa onu alır, reyi terk ederiz.” Dedim ki: “Ebu Bekir ve Ömer rivayeti hakkında ne dersin?” Dedi ki: O ikisinden iyisini nereden bulacaksın!” Dedim ki: “Peki Ali ve Osman?” Dedi ki: “Aynı şekilde.” Bütün sahabeyi saymaya başladığımı görünce şöyle dedi: “Bazı adamların dışında, sahabenin tümü adildir.” İstisnalar olarak Ebu Hureyre ve Enes b. Malik’i zikretti.” Mahmud Ebu Reyye, Hz. Ömer ve Ebu Hureyre arasında geçen bir tartışmayı şu şekilde aktarmıştır: “Ömer 21. yılda Ebu Hureyre’yi Bahreyn valiliğine atadı. Ne var ki, Ebu Hureyre’nin adil bir valiye yakışmayacak bazı ihlallerde bulunduğunu duyunca görevinden azlederek yerine Osman b. Ebi’l Âs b. Bişr es-Sekafî’yi atadı. Ebu Hureyre’yi çağırttı ve kendisine şöyle dedi: “Biliyor musun? Seni Bahreyn’e vali yaptığımda ayağında bir çift ayakkabı yoktu! Sonra duydum ki sen 1000 dinara, 600 dinara atlar satın almışsın!” Ebu Hureyre şu cevabı verdi: “Bizim sürekli çoğalan atlarımız ve ardı arkası kesilmeyen hediyelerimiz vardı!” Ömer: “Senin rızkını ve geçim masrafını belirlemiştim. Bu anlattıkların fazlalıktır, onları ver.” Ebu Hureyre: “Onlar sana düşmez!” Ömer: “Tam tersi. Yoksa yemin ederim ki sırtını acıtırım.” Ömer, sopasıyla kalktı ve onu kan çıkıncaya kadar dövdü ve: “Onları getir!” dedi. Ebu Hureyre: “Onları kendime ait kıldım.” dedi. Ömer: “Bu yaptığım, helalinden almadığın şeyleri itaatkâr bir şekilde vermen içindi! Sen Bahreyn’in en ücra köşesinden, insanlar vergilerini; Allah ve Müslümanlar için değil de senin için versinler diye mi geldin?” Ebu Hureyre’nin bizzat kendisinin aktardığı bir rivayette ise Hz. Ömer’in kendisine şöyle söylediği görülmektedir: “Ey Allah’ın Kitabı’nın düşmanı! Allah’ın malını çaldın değil mi? Yoksa senin on bin dinarın nereden olacak?” Hz. Ömer’in vefatından sonra Ebu Hureyre her anlamda daha serbest kalmış ve Hz. Osman’ın yumuşak huylu tabiatından da güç alarak asılsız olan birçok rivayeti yaymaya başlamıştı. Hz. Ali ve Muaviye arasındaki mücadelede, Muaviye’nin türlü planlar ile zaman içinde iktidarı ele geçirmesi ile birlikte Ebu Hureyre de altın çağını yaşamaya başlamıştı. Mahmud Ebu Reyye bu durumu şu sözleri ile ifade etmektedir: “Resul, Ebu Bekir ve Ömer döneminde yaşanan güçlü günlerden sonra fırkaların türemesinin akabinde Muaviye ile Ali, diğer bir deyişle Emeviler ile Abbasiler arasında savaş patlak verip Müslümanlar gruplaşmaya başlayınca Ebu Hureyre, tabiatının yatkın olduğu gruba yakınlaştı. Bu grubun arzuları da onunkilerle çakışıyordu. Bu, Muaviye’nin grubuydu. Bütün lüksü, savleti ve varidatıyla Muaviye’nin grubu; fakirlik, açlık ve zühtten başka bir şeye sahip olmayan Ali’nin grubuyla karşılaştırıldığında Ebu Hureyre gibi bir hayat süren kişinin yapabileceği en muhtemel tercihti. Ali’ye giden yoldan uzaklaşıp, oburluğunu Muaviye’nin rengârenk sofralarında ve ihtirasını onun değerli hediyeleri ile tatmin etmek: İşte Ebu Hureyre’nin bütün isteği. Açlıktan baygınlıklar geçiren ve etrafındakilerin “deli” diyerek boğazına bindikleri Ebu Hureyre’nin, saltanata ve lezzetli yemeklere sahip Emevi Devleti’ni bırakıp yiyeceği peksimet olan yoksul, zahit Ali’ye meyletmesi düşünülebilir miydi? Emeviler, Ebu Hureyre’nin iyiliklerini itiraf etmiş, kendilerine gösterdiği yakınlığı takdir ederek onu hediyelere ve bağışlara boğmuşlardı. Çok geçmeden Ebu Hureyre’nin durumu düzelerek dar günlerden müreffeh günlere, fakirlikten zenginliğe kavuşmuştur. Bir zamanlar vücudunu yırtık Yemen abasıyla örten Ebu Hureyre, artık ipek ve keten elbise giyiyordu. Emeviler’in, yardımına karşılık Ebu Hureyre’ye verdikleri ilk ödül, Bisr b. Artae tarafından Medine valiliğine atanmasıdır. Ona bu görevi veren Bisr, Muaviye’nin emri ile Hicaz halkına yapmadığını bırakmamış biridir. Mervan b. Hakem de ara sıra Ebu Hureyre’yi Medine valiliğine niyabetle bırakırdı. Zamanla Emevilerin Ebu Hureyre üzerindeki etkileri artmış ve onun için el-Akik’te bir köşk inşa ederek, kendisine arazi vermişlerdir. Bununla da yetinmeyerek, onu yoksul günlerinde karın tokluğuna hizmet ettiği prens Atebe b. Gazvan’ın kızı, Büsre bn. Gazvan ile evlendirmişlerdir. Kibir ve böbürlenmesi onu daha da aşağı bir hale getirmiş, aslı ve mayası ortaya çıkmıştı… Ebu Hureyre’nin Muaviye’ye yaptığı destek kılıçla veya malla değildi. Onun yardımı; ancak ve ancak Ali ve taraftarlarını kötüleyen, eleştiren hadisleri rivayet edip bunları yaymak biçiminde gerçekleşiyordu. Bunun yanı sıra Muaviye’yi ve devletini öven hadisler de söylüyordu. O yaptığı bu propagandayla halkın Ali’den uzaklaşmasını ve Muaviye’ye ılımlı bakmasını sağlıyordu.” Görüldüğü gibi durumun ve söz konusu dönemdeki rivayetlerin nasıl ortaya çıktıklarının daha iyi anlaşılabilmesi için örnek olarak aldığımız Ebu Hureyre, en fazla hadis rivayet eden ancak peygamberimizin en yakınlarındakiler tarafından “yalancı ve güvenilmez” olarak görülen bir kişidir. 5374 tane hadis rivayet ettiği bilinen Ebu Hureyre’den gelen hadislerin 446 tanesi Buhari tarafından kayıt altına alınmıştır. Peygamberimizin en yakınındaki arkadaşları tarafından rivayet edildiği kabul edilen hadis sayısı ise rivayetlerin asılsız şekilde ne boyutlara ulaştığını görebilmek açısından son derece dikkat çekicidir. Mahmud Ebu Reyye’nin dikkat çektiği gibi Hz. Ebu Bekir’in yüz kırk iki hadis rivayet ettiği iddia edilmekte, Buhari’nin ise bunlardan sadece yirmi ikisini eserine aldığı kabul edilmektedir. Hz. Ömer’in elli civarında hadis rivayet ettiği iddia edilmiştir. Hz. Ali’nin de elli civarında hadis rivayet ettiği kabul edilmekte, Buhari ve Müslim’de Hz. Ali’ye ait olduğu iddia edilen yirmi kadar hadis bulunduğu görülmektedir. Buhari, Hz. Osman’dan dokuz, Müslim ise beş hadisi rivayet etmiştir. Yine Buhari, ez-Zübeyr b. El- Avvâm’dan dokuz, Talha b. Ubeydullah’tan dört, Abdurrahman b. Avf’tan dokuz, Zeyd b. Sâbit’ten sekiz, Selmân el-Fârisi’den dört hadis rivayetini almıştır. Söz konusu sahabelerden rivayet edildiği kabul edilen hadislerin de ne kadar onlara ait olduğu şüphelidir. Bu rivayetlerin metnine bakılmalı ve Kur’an’a uygun ise işte o zaman “gerçekten söylemiş olabilirler” denilmelidir. Bununla birlikte Saîd b. Zeyd b. Nufeyl ve Ubeyy b. Amâra gibi sahabenin ileri gelenlerinden bazılarının, peygamberimizden hiçbir hadis rivayet etmediklerine de dikkat çekmek gerekir. Bu konuda bir rivayet dikkat çekicidir: “Amr İbnu Meymun anlatıyor: Ben, İbnu Mesud ile perşembe akşamları karşılaşmayı hiç aksatmazdım. Bu gelişlerimde, onun herhangi bir şey hususunda: ‘Resulullah buyurdular ki’ dediğini hiç duymadım. İşte bu akşamlardan birinde, ‘Resulullah buyurdular ki’ diyerek (söze başladı, fakat arkasını getirmeyip) başını öne eğdi. (Biraz bekledikten sonra) kendisine baktım. Gömleğinin ilikleri çözülmüş, gözlerinden yaşlar boşanmış, avurtları şişmiş vaziyette ayakta duruyordu. (Bir müddet bu vaziyette kaldıktan sonra) sözünü şöyle tamamladı: Resulullah öyle veya onun berisinde veya yukarısında veya ona yakın veya ona benzer bir şey söylemişti.” İbrahim Canan hocanın söz konusu rivayet ile ilgili yapmış olduğu açıklamanın bir kısmı şu şekildedir: “Bu hadis, İbnu Mesud’un hadis rivayetindeki titizliğini göstermektedir. Ashabın, birçoğu, hata yapma korkusuyla rivayetten hayatları boyu kaçınmışlardır. Bu rivayet, söylenen hususta İbnu Mesud’la ilgili canlı bir misal vermektedir. Hâlbuki İbnu Mes’ud Ashab’ın büyüklerinden, tanınmış âlimlerinden biridir. Onun İslam’daki ilkliği, Resulullah’a yakınlığı ve ilimdeki ileri mevkii, onu hadis rivayetinde rahat davranmaya cüret ve cesarete sevk etmemiştir. Çünkü bir sözü Resulullah’a nisbet etmenin mesuliyeti büyüktür.” 24 İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/485-486.
Şayet rivayet edildiği gibi bu şekilde bir olay yaşanmış ise peygamberimizin en yakınındakilerin bir şeyi peygamberimize isnat etmek hususunda ne kadar hassas olduklarını ve bundan kaçındıklarını görmek mümkündür. Buna rağmen zamanla rivayetlerin nasıl katlanarak çoğaldıklarını, Kur’an’a ve peygamberimizin Kur’an’ı en güzel şekilde tebliğ edip uygulayışına aykırı birçok rivayetin nasıl dinimizin içine sızdığını anlamak zor değildir. Her dönemde olduğu gibi o dönemde de dünya hırsı, menfaat ve iktidar arzusunun, inananlar arasında fitne ateşini yaktığını ve o ateşin telafisi mümkün olmayan zulümlere sebep olduğunu görmek mümkündür. Bu gerçekleri yok saymak ve Allah’ın bunca apaçık ayetini hiçe sayan rivayetleri sırf “güvenilir” zannedilen kitaplarda geçiyorlar diye kabul etmek, bu ateşe ve zulme ortak olmak demektir. Bununla birlikte sahabe kabul edilen kişilerin tamamının adil ve güvenilir olduğu yönündeki yaygın kanaatin de son derece temelsiz olduğu görülmektedir. Peygamberimiz ile birlikte Allah yolunda canı ile malı ile mücadele eden ve hiçbir yılgınlık göstermeden İslam’ı en güzel şekilde yaşamaya gayret eden sahabelerin olduğu ve her ne kadar isimleri verilmese de bu kişilerden Kur’an’da da övgü ile bahsedildiği bir gerçektir. Buna rağmen yine isimleri verilmese de daha peygamberimiz hayattayken bile birçok münafığın türediği ve peygamberimize manevi anlamda eziyet edenlerin olduğu ayetler ile bildirilmiştir. Bununla birlikte geleneksel kaynaklarda “sahabenin tümünün adil olduğu” iddiasını geçersiz kılacak şekilde kimi sahabelerin birbirlerini tekfir ederek yalanladıkları örneklerin görülmesi de mümkündür. Yine peygamberimizin yanındakilerin beşer oldukları gerçeği unutularak, hataları olabileceği, unutabilecekleri, yanılabilecekleri ya da nefislerine uyarak hareket edebilecekleri gibi insani yönleri yok sayılmıştır. Bu konuda Mahmud Ebu Reyye şu şekilde bir yaklaşımda bulunmuştur: “Âlimler ravilerin hallerinin araştırılmasının elzem olduğunu söylemişlerdir fakat sahabenin eşiğinde kalakalmışlar oradan öteye geçememişlerdir. Çünkü onların tamamını adil kabul etmişler ve ashabı tenkit caiz olmaz, onları cerhe yönel inmez demişlerdir. Sahabe hakkında söyledikleri sözlerden birisi de “onların defteri kapandı” ifadesidir. Esasen çok ilginçtir; sahabe birbirini tenkit edip tekfir ederken, bunlar bu noktada duraksamışlardır. Sahabeden kabul ettikleri kimseler içinde, toplanan zekâtlar hususunda Resulullah’a imalı itirazda bulunanlar, ona eziyet edenler, onun için ‘(o her söyleneni dinleyen) bir kulaktır’ diyenler, Mescid-i Dırâr’ı yapanlar vardır. Keza içlerinde Tebuk gazvesine katılmayıp mazeret beyan edenler var ki, bunların sayısı seksen küsurdur. Hz. Peygambere savaşa katılmayıp mazeret beyan ederek yemin etmişler, Allah’ın Resulü de onların zahiri mazeretlerini kabul etmiş ve haklarında şu ayet inmiştir: “Siz yanlarına geldiğiniz zaman kendilerinden vazgeçesiniz diye Allah’a yemin edecekler. Onlardan vazgeçin, çünkü onlar pisliktir. Kazandıkları işlerin cezası olarak varacakları yer de cehennemdir.” (Tövbe Suresi 95). Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de el- Munâfikûn isimli surenin olması yeterlidir.” Meşhur müfessir Fahreddin er-Râzî’nin (ö. 1210) hadis rivayetleri ve bunlara yaklaşım konusundaki sözleri dikkat çekicidir: “Bir grup mülhidin (inançsız, münafık) hadis uydurup onları sahih hadisler arasına karıştırdığı ümmet arasında bilinen bir husustur. Hadisçiler iyi niyetleri sebebiyle bunları tanıyamadılar ve onların bu rivayetlerini kabul edip naklettiler. Allah ve sıfatları hakkında münker unsurlar ihtiva eden bu tür haberlerin kesin olarak uydurma olduğunu bilmek gerekir. Buhari ve Müslim gaybı bilmezlerdi. Onlar güçleri yettiğince içtihat edip, sahih hadisleri seçmeye çalıştılar. Onların Hz. Peygamber’den başlayıp kendi dönemlerine kadar her şeyi bildiklerini aklı başında hiç kimse iddia edemez. Biz, onlar ve rivayette bulundukları kimseler hakkında hüsnü zan ederiz; ancak münker bir haberle karşılaştığımızda, onun Resulullah’a ait olmayıp mülhidler tarafından uydurulduğundan da şüphe etmeyiz.”
Hadis konusuna eleştirel yaklaşmak ve Kur’an’dan referans alamayan hadis rivayetlerinin peygamberimize ait olamayacaklarını ifade etmek gerçeğin peşinde olan her inanan için olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Bunun aksini iddia etmek ise hadis rivayetlerindeki iftira ve problemi yok saymak ve Allah’ın apaçık kıldığı ve hidayete yönlendiren güzel dinine yapılan bunca zulmü görmezden gelmek demektir. Geçmişteki hadis âlimleri tarafından sahih olan hadislerin olmayanlardan ayıklandıklarını iddia etmek suretiyle hadis rivayetlerini dokunulmaz kılarak bu konuda söylenecek her şeyin söylendiğini ve konunun kapandığını iddia etmek kabul edilebilir değildir. Çünkü bu iddianın hakikat adına bir şey ifade etmediği ortadadır. Söz konusu kişiler tarafından derlenmiş olan ve en güvenilir rivayetleri içerdikleri zannedilen hadis kitapları, uydurmalar ile doludur.
Musa Carullah Bigiyef’in (ö. 1949) bu konudaki yaklaşımı
önemlidir: “Raviler kasten yalan söylemezler. Fakat nakilde bir kusur bulunabilir. Yoksa kulak varken insanın aklına ihtiyaç kalmazdı. Bir haberi tefekkürsüz ve mülahazasız kabul etmektense onu tefekkür ve mülahaza sonunda inkâr etmek daha iyidir. İslamiyet’in esaslarına dokunur bir hadis hakkında serbestçe fikir yürütmek ve mülahazada bulunmak, her Müslümanın elbette mukaddes hakkıdır. “Sabit oldu, iş bitti, artık sükût!” gibi küçük çocukları tedipte (yola getirmekte) kabul kılınabilen sözün böyle hususlarda kıymeti bulunmasa gerektir.”
İsmâ’îl Mansûr ise konuya çok daha keskin bir şekilde eleştirel
yaklaşmış ve şöyle söylemiştir: “Bazı ilim adamlarının hadis ilmi diye inşa ettikleri şey (mutlak bir tarafsızlıkla söylemek gerekirse), temeli olmayan bir vehim ve doğru olmayan bir zandan başka bir şey değildir. Çünkü bu, kelimenin tam anlamıyla bir ‘ilim’ değildir; zira sabit (objektif) esasları yoktur. Sadece hüsnü zanna dayalı birtakım bakış açılarından ibarettir.” Allah’ın Sözlerinden Başka Hangi Söze İnanıyorsunuz? Kendi indirdiği dini O’na öğretmeye kalkanlara şöyle buyuruyor Rabbimiz: “Siz Allah’a dininizi mi öğretiyorsunuz? Oysa Allah, gökte ne var, yerde ne var hepsini bilir. Allah her şeyi çok iyi bilmektedir.” (Hucurat Suresi 16). “…De ki: Allah’ın, göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi Allah’a haber veriyorsunuz?” (Yunus Suresi 18).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen yorumlarınız küfür hakaret içermesin. Kendi görüş ve düşüncelerinizi ekleyebilirsiniz.