4 Aralık 2018 Salı

MUAVİYEN ESERİ YEZİD'İN SALTANATI VE HARRE OLAYI


Muteber sünnü alimi el-Munavi “ Fayd’ul-Kadiyr” adlı kitabında bu olayı şöyle aktarmış:
“ Muhacir ve Ansar’dan kalanlardan ve hayırlı olan Tabiin’den 1700 kişi şehit edilmişti. Geri kalan halk tabakasından 10 bin kişi şehit edilmişti. Yezid’in askerleri Hz. Muhammed (saa)’in mescidi içine atlarını geçirmişler ve oraya bağlamışlardı ... “ ( “ Fayd’ul-Kadiyr” c:1, s: 57-58)
Daha sonra Yezid’in ordusu Mekke’ye doğru hareket etmiş ve orada günlerce şehiri muhasara altına almışlardı. Allah’ın evi olarak bilinen Ka’be yi yakıp yıkmışlardı. Halktan çok kişi öldürülmüştü. “ Harre “ olayı olarak tescil edilmiştir. Muslim bin ‘Akabe askerleri ile Medine’ye girmiş ve binlerce insanın kanını akıtmıştı. Daha sonra Medine üç gün yağmalanmış , kadınların ve kızların ırzına geçilmişti.
Muaviye’nin tesiri o kadar uzun sürmüştü ki, halk korku ve şüphe içinde yetiştirildi. Herkes etrafında beraber yaşadığı insanlardan bile korkmaya başlamıştı. Zulüm ve kahırın hakim olduğu bu dönemlerde İslam dininin direği olan Ehli Beyt unutulmuş ve unutturulmuştu. Ehli Beytten söz etmek çok tehlikeli olmuş ve öldürülmeye kadar sebebiyet veriyordu. Halkın çoğunluğu bu sünnet üzere terbiye edildi ve yetiştirildi. Hz. Muhammed’in sünneti bu gibi şartlar altında yayılmıştı. Hz. Ali ve Ehli Beyte yakın olmak, devletin takip ettiği siyasete aykırıydı. Devletin başındakiler de kendi sünnetlerini hz. Muhammed’in sünneti yerine geçirmekle yetinmişlerdi. İşte bu tarih aşamasında Ebu Bekr, Ömer , Osman ve taraftarlarının hadisleri yayılmış ve önem kazanmıştı. Bu hadisler Muaviye’nin adamları vasıtasıyla uydurulan yalanlardı. Muaviye valiliklerine şöyle bir emirname göndermişti:
“ Her kim Ali bin Ebi Talib’in hakkında herhangi övgüyü hadis veya bir haber olarak ifade ederse takibe alınacak. Böyle davranan kişilere maaş verilmeyecek ve maaş divanından silinecek. Namaza toplanan herkes Ali’ye ve Ehli Beytine lanet ederek onlardan uzak olduğunu ifade edecek !!!
Ali, Ehli Beytinin ve taraftarlarının (şiasının) hiç bir şahitliği kabul edilmeyecektir. Osman bin ‘Affan’ın taraftarlarını, muhiplerini ve onun hakkında iyi şeyleri anlatıp yayan kişileri kendinize yakın kılacaksınız ! Osman’ı öven sözleri yayan kişilere bol para ikramında bulunun ve onların adlarını bana bildirin !!! “Muaviye’nin bu emri yayıldıktan sonra halk devletin neyi istediğini anlamış ve bu emre göre çoğunluk hareket etmişti. Muaviye herşeyin istediği gibi tatbik edildiğini ve yerine getirildiğini tespit ettiğinde şöyle bir emirname daha yaymıştı:
“ Osman hakkında söylenen hadisler bütün şehirlere ve ücra yerlere kadar yayılmıştır. Bu haberim size ulaştığında artık Ebu Bekr ve Ömer için hadisler uydurulmasına yönelik teşvikte bulunun ! Ali’nin hakkında bilinen bir hadise mukabil , Ebu Bekr ve Ömer için de aynısını uydursunlar !!! Bu gibi aksi hadislerin yayılması ile, benim sevincim yükselir. Bu gibi hadisler Osman hakkında yaymış olduğunuz hadislerden daha ziyade Ali’nin taraftarlarını huccet olarak eziyet altında bırakacaktır !!! “Muaviye’nin bu emri üzerine hadisler uyduruldu ve hz. Ali’nin hakkında söylenmiş olan doğru hadisler yalan olarak damgalanmaya başlanmıştı. Büyük, küçük, kadın ve kızlar herkes bu talimat ile eğitildi ve yetiştirildi. Emevi saltanatı boyunca Muaviye’nin talimatı geçerliliğini kaybetmemişti. Emevi halifesi Ömer bin ‘Abdulaziz görünürde lanet işini çıkarmıştı. Fakat hadis meselesini ilk sistemli bir şekilde Muaviye’nin emirnamesine uygun bir şekilde yayan da Ömer bin ‘Abdulazizi olmuştu.
Muaviye herşeyin istediği gibi yayıldığını ve yaşandığını tesbit ettiğinde şöyle bir emirname daha yollamıştı:
“ Her kim Ali’yi ve Ehli Beytini sevdiğini görürseniz veya fark ederseniz o kişiyi maaş listesinden siliniz ! Bu gibi kişilerin malına ve mülküne el koyunuz ! Ali’nin ve Ehli Beytinin sevgisi üzere bildiğiniz kişileri eziyet ediniz ve evlerini yakınız !!!” Muaviye’nin yaptıklarını ve yapılmasında etkinliği olduğu olaylardan örnekler sundum. Bu tesbitlere göre Muaviye’nin ne derecede güvenilir olduğunu beyan etmek istiyorum.
1. Muaviye, halife olan Hz. Ali’ye itaat etmiyor ve ona karşı savaş açıyor.

Bütün bunlar Emevi hanedanının İslam’ı yeryüzünden silmek, batıl bir hareketi hakim kılmak için ne denli çaba sarf ettiklerini göstermektedir.
Böyle bir ailenin kucağında yetişen ve böyle bir hanedanın kültürü ile büyüyen Yezit, adına hükmetmek istediği İslam dinine karşı, en ufak bir inanç duymuyordu.
Yezit; toy, şehvetperest, başına buyruk, tedbirsiz, dar düşünceli, akılsız, kaygısız, ayyaş ve geri zekâlı bir gençti.
Hükümetin başına geçmeden önce heveslerinin tutsağı ve aşırı arzularının bağımlısı olan Yezit, hükümetin başına geçtikten sonra babası kadar bile İslam’ın dış görünümünü koruyamadı. Taşıdığı çirkin ve şehvet dolu ruhun etkisiyle İslam mukadderatını açıkça çiğniyor, şehvetini tatmin etmek için hiçbir şeyden çekinmiyordu.
Yezit; alenen şarap içiyor, açıkta günah işliyordu. Sözde soyluların düzenlediği gece partilerine katılıyor, kadeh tokuşturarak utanmadan şu içerikte şiirler okuyordu:
“Ey kadeh arkadaşlarım! Kalkın hoş sedalı dansözleri dinleyin, peş peşe kadeh kaldırın, bilimsel ve edebi konuşmaları bırakın. Saz ve söz nağmeleri benim; “Ezan” ve “Allah-u Ekber” nidasını duymama engel oluyor. Ben, cennet hurilerini şarap fıçısıyla değiştirmeye hazırım.([2])
Bu hayasız davranışlarıyla İslam’ın kutsiyetini küçümsüyordu! O, peygamberliği, Muhammed’e (s.a.a) vahiy geldiğini açıkça inkâr ediyordu. Dedesi Ebu Süfyan gibi her şeyin bir varsayımdan ibaret olduğunu sanıyordu. Nitekim dış görünüş itibariyle Ali oğlu Hüseyin’i (a.s) yendiği zaman şu içerikte şiirler okuyordu:
“Haşim mülk ve hükümetle oynamıştır. Ne gaybi alemden bir haber gelmiş ne de vahiy inmiştir!”
Sonra, Bedir savaşında İslam serdarlarının eliyle, atalarını kılıçtan geçirilmelerine duyduğu eskilere dayanan kinini kusarak, İmam Hüseyin’in (a.s) onun telafisi olduğunu dile getirmekten utanmıyordu:
“Keşke Bedir’de öldürülen büyüklerimiz şimdi yaşıyor olsaydı da: ‘Aferin sana Yezit’ deselerdi”([3]) diyordu.
Bir senesinde Muâviye, oğlu Yezid’i bir ordu ile Rumlarla savaşa gönderdi. (Böylece oğlunun sadece alem yapmadığını bir savaşçı olduğunu da göstermek istiyordu.) “Süfyan b. Avf Ğamidi’yi”de onun yanına kattı. Yezit çok sevdiği “Ümmü Gülsüm” adındaki kadını da bu seferde yanına almıştı. Süfyan, Yezit’ten önce Rum topraklarına girdi ve “Ğezkazune” denilen bölgede hava koşullarının kötü olması nedeniyle ordu, ateşli bir hastalık olan çiçek hastalığına tutuldu.
Yol güzergâhında “Deyri Murran”([4]) (Durran Manastırı) denilen menzilde Ümmü Külsüm’ün yanında ayyaşlık yapan Yezit bu olayı haber alınca şu şiiri okudu:
“Murran manastırında odalar içinde yastığa yaslanıp Ümmü Külsüm’ün yanında keyfime bakıyorum. Müslüman askerler ateşlenip çiçek hastalığına yakalanmış, ölmüşler umurumda değil.”([5])
Ülkenin genç savaşçılarına karşı bu denli duyarsız olan bir kimse, ülke mukadderatını eline geçirdiğinde İslam ümmetinin başına gelecekleri siz düşünün!
Yezit’in sarayı çeşitli fesat ve günahların merkezi olmuştu. Onun sarayının sergilediği dinsizlik ve fesadın etkileri toplumu öyle sarmıştı ki, onun kısa süren hükümeti döneminde “Mekke” ve “Medine” gibi en kutsal şehirler bile pisliğe bulanmıştı.([6])
Yezit sonunda heveslerinin kurbanı oldu. Aşırı alkolden zehirlenerek öldü.([7])
Ünlü İslam tarihçisi “Mesûdî” şöyle der:
“Yezit, halka karşı davranışında Firavun yöntemini benimsemişti, hatta Firavun’un davranışı onunkinden daha iyi idi.”([8])
Yezit’in fesat ve ayyaşlığına, alçakça bir yaşam sürdüğüne ve halkı pek zalimce yönettiğine, Müslümanlara hiç mi hiç acımadığına dair kanıt ve belgeler o kadar çoktur ki; hepsini ortaya koymak şu özet kitabımıza sığmaz. Yukarıda sunduğumuz şu birkaç örneğin onun nasıl aşağılık bir kişiliğe sahip olduğunu anlatmada yeterli olduğunu sanıyoruz.
Yezit aslında, Hıristiyanlık öğretileriyle yetişmişti. Elimizdeki delillerle, en azından Hıristiyanlığa meyilli olduğunu söyleyebiliriz.
Üstad “Abdullah Alailî” bu hususu şöyle kaydetmektedir:
“Eğer, Yezit’in Hıristiyanlık eğitimi aldığını, İslami eğitimi, İslam kültürü ve öğretilerinden nasibini almadığını söylersek size ilginç gelebilir, hatta bazı okuyucularımız buna inkâra varacak kadar şaşırabilirler. Ama eğer Yezit’in anne tarafından, İslam dininden önce Hıristiyan olan “Beni Kilab” kabilesinden olduğunu hatırlarsak, şaşırmayacağız. Çünkü bir milletin huylarının, hasletlerinin, sosyal değerlerinin, düşünce kaynağının, gelenek ve kültürünün temelini oluşturan inançlarını söküp atması için uzun bir zamanın geçmesi gerektiği sosyal bilimin kabul ettiği bir gerçektir.
Tarih bize diyor ki: Yezit, gençlik yıllarına gelinceye kadar bu kabilede yetişmişti. Bu da şu demek oluyor ki; O, eğitimcilerin önem verdiği eğitilebilirlik çağını böyle bir ortamda geçirmiştir. Yani karakterini bu toplumda belirlemişti. Hıristiyanlıktan etkilenmiş olmasına ilaveten çölün doğal bedevi kabalığı ve sertliğini de huyuna katmıştı.
Ayrıca bazı tarihçilerin ve onlardan biri olan Hıristiyan tarihçi “Lamenus”un “Muâviye” ve “Yezit” adlı kitaplarında belirttiğine göre, Yezit’in bazı hocaları (eğitimcileri) Şam Hıristiyanlarından idi. Böyle bir eğitimin Müslümanların yöneticisi olacak bir kimsenin üzerinde bırakacağı kötü etki kimseye saklı değildir.”
“Alailî” bunun devamında şöyle kaydediyor:
“İşte Yezit’in Hıristiyan şair “Ahtel”e Peygamberin sahabesinde Ensar’ı kötüleyen şiirler okutması, oğlunun eğitimini bir Hıristiyan’a vermesi (tarihçiler bunu ittifakla kabul etmektedirler) onun aldığı Hıristiyanlık eğitiminden kaynaklanmaktadır...”([9])
Tarihin tanıklığıyla Yezit, Hıristiyanlık eğilimini gizlemiyordu. Hatta bunu açıkça dile getiriyordu:
“Eğer Şarap, Ahmed (Muhammed) dininde haramsa,
Sen Hıristiyanlık dinine göre (helal) kabul et.”([10])
Şunu kabul etmek gerekir ki; Rum devleti Şam sarayına nüfuz etmiş ve bazı Rum Hıristiyanları Şam sarayında müsteşarlık görevine yükselmişlerdi. Nitekim tarihçilerin açıkça belirttiğine göre; İmam Hüseyin (a.s) Küfe’ye doğru hareket ettiği zaman Yezit, müsteşarı Rum “Sercon”un tavsiyesi üzerine Küfe Valisi “Nûman b. Beşir”i görevden alarak yerine Basra valisi olan “Übeydullah b. Ziyad”ı Küfe valiliğine atamıştır.([11])
Yezit’in kirli çehresi, küfrü ve İslam’a olan düşmanlığı böylece aydınlanmaktadır. Buradan İmam Hüseyin’in (a.s) Yezit hükümetine karşı kıyam etmesinin nedenini daha iyi anlamaktayız.
Yezit sadece irsi saltanat rejimi başlatıcısı olmakla değil, kişisel hayatı bakımından da İmam Hüseyin nazarında gayri meşru idi. Binaenaleyh, Muâviye’nin ölümüyle engeller ortadan kalktığına göre; artık İmam Hüseyin’in muhalefetini ilan etmesinin zamanı gelmişti. Eğer İmam Hüseyin Yezit’e biat etmiş olsaydı, Yezit hükümetinin meşruiyet kazanmasının en önemli kanıtı sayılacaktı.
İmam Hüseyin’in (a.s) muhalefet etmesinin sebebi ilk açıklamalarında ve mektuplarında açıkça göze çarpmaktadır. Medine’de Yezit’e biat etmesi için baskı altında tutulduğu ilk günlerde Velit’in Yezit’e biat önerisine karşı şöyle buyurdu:
“Müslümanlar Yezit gibi birinin hükümdarlığına müptela olurlarsa İslam’ın fatihasını okumak gerekir.”
Küfelilerin davet mektuplarına verdiği cevapta da Müslümanların yönetimini üstlenen kişinin özelliklerini şu şekilde açıklamıştır[12])
“... Müslümanların lideri ve imamı; Allah’ın kitabına amel etmeli, adalet ve eşitlik yolunu izlemeli, hakka riayet etmeli ve tüm varlığı ile Allah’ın emrine itaat etmelidir.”([13])
([1]) Ali b. Hüseyin Mesûdi, Murucûz-Zeheb kitabı, C.3, S.454.
([2]) Tezkiretü’l-Havass, Sibt b. el-Cavzî, Necef bas. S.291.
([3]) Tetimmetü’l-Münteha fî vakayii eyyami’l-Hülefa, Şeyh Abbas Kımmi, S.44.
([4]) “Murran Manastırı” Şam yakınlarında bir yerdir. İslam şehirleri çevresinde bulunan Hıristiyan manastırları en kötü fuhuş ve fesat merkezleriydiler. Adeta birer meyhane idiler. Emevi ve Abbasi dönemi ayyaşları eğlence araçlarından yararlanmak için aslında ibadet için yapılan bu yerleri kullanıyorlardı. Yezit de bu amaçla Murran Manastırına gitmişti. Seyyid Murtaza Askeri, Nekşi Eimme Der İhyai din, C.6, S.72.
([5]) - Tarih-i Yâkubi, İbni Vazih, Farsça Tercümesi, Dr. M. İbrahim Ayeti, 3. Baskı, Tahran, C.2, S.160.
- Ensabü’l-Eşraf, A. b. Yahya Bilazeri, Bağdat Baskısı, C.4, S.3.
- Yakut Humevî, Mu’cemü’l-Büldan, Beyrut Baskısı, S.534, “Deyr” maddesi.
([6]) Ali b. Hüseyin Mesûdî, Murucü’z-Zeheb Beyrut Baskısı, C.3, S.67.
([7]) Makteli’l-Hüseyin, Ahteb Harezmî, Tahkik Şeyh Muhammed Semavi Kum Baskısı, C.2, S.183.
([8]) Mesûdî, Murucu’z-Zeheb, C.3, S.68.
([9]) Sumuvvu’l-Mâna fî Sumuvvu’z-Zat, Beyrut Baskısı, 1972, S.58.
([10]) Tetimmetü’l-Münteha, Ş. Abbas Kummi, S.43.
([11]) Makteli’l-Hüseyin, Ebu Mahnef, S.22-Taberi, Tarikü’l-Ümemi ve’l-Müluk, C.6, S.199-el-İrşad, Şeyh Müfid, S.205-Ali b. Misteviye, Tecaribü’l-Ümem, Tahran Baskısı, C.2, S.42.
Hıristiyan asıllı “Ferdinand Totel”, “Mu’cemü’l-e’lam-elmüncid” kitabında: “Yuhenna Dımışkî”nin babası “Mansur b. Sercon”un Muâviye’nin Maliye Bakanı ve ordunun hesap işlerinden sorumlu olduğunu yazıyor. “Akkad”, “Muâviye b. Ebu Süfyan fî’l-Mîzan” kitabında (S.168): Muâviye’nin mali işlerin sorumluluğunu “Sercon b. Mensur”a ondan sonra da oğlu “Mansur”a tevdi ettiğini yazıyor.
([12]) el-Luhuf fî katlî’t-Tufuf, Seyyid b. Tavus, S.11.
([13]) - el-İrşad, Şeyh Müfid, S.204. Türkçe Tercümesi, Davut Duman, S.240.
- Makteli’l-Hüseyin, Ebu Mahnef, S.17.
- Tarihü’l-Ümemi ve’l-Müluk, Taberi, C.6, S.196. —



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen yorumlarınız küfür hakaret içermesin. Kendi görüş ve düşüncelerinizi ekleyebilirsiniz.

KURAN VE NEBEVİ SÜNNET: BUGÜNKÜ HALİMİZİ BEN BÖYLE OKUYORUM! YA SİZ!!!?

KURAN VE NEBEVİ SÜNNET: BUGÜNKÜ HALİMİZİ BEN BÖYLE OKUYORUM! YA SİZ!!!? : MAKSAT DİN KAYGISI VE HAKİKATLERİN ORTAYA ÇIKARTILMASI İSE ; insa...