Muteber sünnü alimi el-Munavi “ Fayd’ul-Kadiyr” adlı
kitabında bu olayı şöyle aktarmış:
“ Muhacir ve Ansar’dan kalanlardan ve hayırlı olan
Tabiin’den 1700 kişi şehit edilmişti. Geri kalan halk tabakasından 10 bin kişi
şehit edilmişti. Yezid’in askerleri Hz. Muhammed (saa)’in mescidi içine
atlarını geçirmişler ve oraya bağlamışlardı ... “ ( “ Fayd’ul-Kadiyr” c:1, s:
57-58)
Daha sonra Yezid’in ordusu Mekke’ye doğru hareket
etmiş ve orada günlerce şehiri muhasara altına almışlardı. Allah’ın evi olarak
bilinen Ka’be yi yakıp yıkmışlardı. Halktan çok kişi öldürülmüştü. “ Harre “
olayı olarak tescil edilmiştir. Muslim bin ‘Akabe askerleri ile Medine’ye
girmiş ve binlerce insanın kanını akıtmıştı. Daha sonra Medine üç gün
yağmalanmış , kadınların ve kızların ırzına geçilmişti.
Muaviye’nin tesiri o kadar uzun sürmüştü ki, halk korku
ve şüphe içinde yetiştirildi. Herkes etrafında beraber yaşadığı insanlardan
bile korkmaya başlamıştı. Zulüm ve kahırın hakim olduğu bu dönemlerde İslam
dininin direği olan Ehli Beyt unutulmuş ve unutturulmuştu. Ehli Beytten söz
etmek çok tehlikeli olmuş ve öldürülmeye kadar sebebiyet veriyordu. Halkın
çoğunluğu bu sünnet üzere terbiye edildi ve yetiştirildi. Hz. Muhammed’in
sünneti bu gibi şartlar altında yayılmıştı. Hz. Ali ve Ehli Beyte yakın olmak,
devletin takip ettiği siyasete aykırıydı. Devletin başındakiler de kendi
sünnetlerini hz. Muhammed’in sünneti yerine geçirmekle yetinmişlerdi. İşte bu
tarih aşamasında Ebu Bekr, Ömer , Osman ve taraftarlarının hadisleri yayılmış
ve önem kazanmıştı. Bu hadisler Muaviye’nin adamları vasıtasıyla uydurulan yalanlardı.
Muaviye valiliklerine şöyle bir emirname göndermişti:
“ Her kim Ali bin Ebi Talib’in hakkında herhangi
övgüyü hadis veya bir haber olarak ifade ederse takibe alınacak. Böyle davranan
kişilere maaş verilmeyecek ve maaş divanından silinecek. Namaza toplanan herkes
Ali’ye ve Ehli Beytine lanet ederek onlardan uzak olduğunu ifade edecek !!!
Ali, Ehli Beytinin ve taraftarlarının (şiasının) hiç
bir şahitliği kabul edilmeyecektir. Osman bin ‘Affan’ın taraftarlarını,
muhiplerini ve onun hakkında iyi şeyleri anlatıp yayan kişileri kendinize yakın
kılacaksınız ! Osman’ı öven sözleri yayan kişilere bol para ikramında bulunun
ve onların adlarını bana bildirin !!! “Muaviye’nin bu emri yayıldıktan sonra
halk devletin neyi istediğini anlamış ve bu emre göre çoğunluk hareket etmişti.
Muaviye herşeyin istediği gibi tatbik edildiğini ve yerine getirildiğini tespit
ettiğinde şöyle bir emirname daha yaymıştı:
“ Osman hakkında söylenen hadisler bütün şehirlere
ve ücra yerlere kadar yayılmıştır. Bu haberim size ulaştığında artık Ebu Bekr
ve Ömer için hadisler uydurulmasına yönelik teşvikte bulunun ! Ali’nin hakkında
bilinen bir hadise mukabil , Ebu Bekr ve Ömer için de aynısını uydursunlar !!!
Bu gibi aksi hadislerin yayılması ile, benim sevincim yükselir. Bu gibi hadisler
Osman hakkında yaymış olduğunuz hadislerden daha ziyade Ali’nin taraftarlarını
huccet olarak eziyet altında bırakacaktır !!! “Muaviye’nin bu emri üzerine
hadisler uyduruldu ve hz. Ali’nin hakkında söylenmiş olan doğru hadisler yalan
olarak damgalanmaya başlanmıştı. Büyük, küçük, kadın ve kızlar herkes bu
talimat ile eğitildi ve yetiştirildi. Emevi saltanatı boyunca Muaviye’nin
talimatı geçerliliğini kaybetmemişti. Emevi halifesi Ömer bin ‘Abdulaziz
görünürde lanet işini çıkarmıştı. Fakat hadis meselesini ilk sistemli bir
şekilde Muaviye’nin emirnamesine uygun bir şekilde yayan da Ömer bin
‘Abdulazizi olmuştu.
Muaviye herşeyin istediği gibi yayıldığını ve
yaşandığını tesbit ettiğinde şöyle bir emirname daha yollamıştı:
“ Her kim Ali’yi ve Ehli Beytini sevdiğini
görürseniz veya fark ederseniz o kişiyi maaş listesinden siliniz ! Bu gibi
kişilerin malına ve mülküne el koyunuz ! Ali’nin ve Ehli Beytinin sevgisi üzere
bildiğiniz kişileri eziyet ediniz ve evlerini yakınız !!!” Muaviye’nin
yaptıklarını ve yapılmasında etkinliği olduğu olaylardan örnekler sundum. Bu
tesbitlere göre Muaviye’nin ne derecede güvenilir olduğunu beyan etmek
istiyorum.
1. Muaviye, halife olan Hz. Ali’ye itaat etmiyor ve
ona karşı savaş açıyor.
Bütün bunlar Emevi hanedanının İslam’ı yeryüzünden
silmek, batıl bir hareketi hakim kılmak için ne denli çaba sarf ettiklerini
göstermektedir.
Böyle bir ailenin kucağında yetişen ve böyle bir hanedanın
kültürü ile büyüyen Yezit, adına hükmetmek istediği İslam dinine karşı, en ufak
bir inanç duymuyordu.
Yezit; toy, şehvetperest, başına buyruk, tedbirsiz,
dar düşünceli, akılsız, kaygısız, ayyaş ve geri zekâlı bir gençti.
Hükümetin başına geçmeden önce heveslerinin tutsağı
ve aşırı arzularının bağımlısı olan Yezit, hükümetin başına geçtikten sonra
babası kadar bile İslam’ın dış görünümünü koruyamadı. Taşıdığı çirkin ve şehvet
dolu ruhun etkisiyle İslam mukadderatını açıkça çiğniyor, şehvetini tatmin etmek
için hiçbir şeyden çekinmiyordu.
Yezit; alenen şarap içiyor, açıkta günah işliyordu.
Sözde soyluların düzenlediği gece partilerine katılıyor, kadeh tokuşturarak
utanmadan şu içerikte şiirler okuyordu:
“Ey kadeh arkadaşlarım! Kalkın hoş sedalı dansözleri
dinleyin, peş peşe kadeh kaldırın, bilimsel ve edebi konuşmaları bırakın. Saz
ve söz nağmeleri benim; “Ezan” ve “Allah-u Ekber” nidasını duymama engel
oluyor. Ben, cennet hurilerini şarap fıçısıyla değiştirmeye hazırım.([2])
Bu hayasız davranışlarıyla İslam’ın kutsiyetini
küçümsüyordu! O, peygamberliği, Muhammed’e (s.a.a) vahiy geldiğini açıkça inkâr
ediyordu. Dedesi Ebu Süfyan gibi her şeyin bir varsayımdan ibaret olduğunu
sanıyordu. Nitekim dış görünüş itibariyle Ali oğlu Hüseyin’i (a.s) yendiği zaman
şu içerikte şiirler okuyordu:
“Haşim mülk ve hükümetle oynamıştır. Ne gaybi
alemden bir haber gelmiş ne de vahiy inmiştir!”
Sonra, Bedir savaşında İslam serdarlarının eliyle,
atalarını kılıçtan geçirilmelerine duyduğu eskilere dayanan kinini kusarak,
İmam Hüseyin’in (a.s) onun telafisi olduğunu dile getirmekten utanmıyordu:
“Keşke Bedir’de öldürülen büyüklerimiz şimdi yaşıyor
olsaydı da: ‘Aferin sana Yezit’ deselerdi”([3]) diyordu.
Bir senesinde Muâviye, oğlu Yezid’i bir ordu ile
Rumlarla savaşa gönderdi. (Böylece oğlunun sadece alem yapmadığını bir savaşçı
olduğunu da göstermek istiyordu.) “Süfyan b. Avf Ğamidi’yi”de onun yanına
kattı. Yezit çok sevdiği “Ümmü Gülsüm” adındaki kadını da bu seferde yanına
almıştı. Süfyan, Yezit’ten önce Rum topraklarına girdi ve “Ğezkazune” denilen
bölgede hava koşullarının kötü olması nedeniyle ordu, ateşli bir hastalık olan
çiçek hastalığına tutuldu.
Yol güzergâhında “Deyri Murran”([4]) (Durran
Manastırı) denilen menzilde Ümmü Külsüm’ün yanında ayyaşlık yapan Yezit bu
olayı haber alınca şu şiiri okudu:
“Murran manastırında odalar içinde yastığa yaslanıp
Ümmü Külsüm’ün yanında keyfime bakıyorum. Müslüman askerler ateşlenip çiçek
hastalığına yakalanmış, ölmüşler umurumda değil.”([5])
Ülkenin genç savaşçılarına karşı bu denli duyarsız
olan bir kimse, ülke mukadderatını eline geçirdiğinde İslam ümmetinin başına
gelecekleri siz düşünün!
Yezit’in sarayı çeşitli fesat ve günahların merkezi
olmuştu. Onun sarayının sergilediği dinsizlik ve fesadın etkileri toplumu öyle
sarmıştı ki, onun kısa süren hükümeti döneminde “Mekke” ve “Medine” gibi en
kutsal şehirler bile pisliğe bulanmıştı.([6])
Yezit sonunda heveslerinin kurbanı oldu. Aşırı
alkolden zehirlenerek öldü.([7])
Ünlü İslam tarihçisi “Mesûdî” şöyle der:
“Yezit, halka karşı davranışında Firavun yöntemini
benimsemişti, hatta Firavun’un davranışı onunkinden daha iyi idi.”([8])
Yezit’in fesat ve ayyaşlığına, alçakça bir yaşam
sürdüğüne ve halkı pek zalimce yönettiğine, Müslümanlara hiç mi hiç acımadığına
dair kanıt ve belgeler o kadar çoktur ki; hepsini ortaya koymak şu özet
kitabımıza sığmaz. Yukarıda sunduğumuz şu birkaç örneğin onun nasıl aşağılık
bir kişiliğe sahip olduğunu anlatmada yeterli olduğunu sanıyoruz.
Yezit aslında, Hıristiyanlık öğretileriyle
yetişmişti. Elimizdeki delillerle, en azından Hıristiyanlığa meyilli olduğunu
söyleyebiliriz.
Üstad “Abdullah Alailî” bu hususu şöyle
kaydetmektedir:
“Eğer, Yezit’in Hıristiyanlık eğitimi aldığını,
İslami eğitimi, İslam kültürü ve öğretilerinden nasibini almadığını söylersek
size ilginç gelebilir, hatta bazı okuyucularımız buna inkâra varacak kadar
şaşırabilirler. Ama eğer Yezit’in anne tarafından, İslam dininden önce
Hıristiyan olan “Beni Kilab” kabilesinden olduğunu hatırlarsak, şaşırmayacağız.
Çünkü bir milletin huylarının, hasletlerinin, sosyal değerlerinin, düşünce
kaynağının, gelenek ve kültürünün temelini oluşturan inançlarını söküp atması
için uzun bir zamanın geçmesi gerektiği sosyal bilimin kabul ettiği bir
gerçektir.
Tarih bize diyor ki: Yezit, gençlik yıllarına
gelinceye kadar bu kabilede yetişmişti. Bu da şu demek oluyor ki; O,
eğitimcilerin önem verdiği eğitilebilirlik çağını böyle bir ortamda
geçirmiştir. Yani karakterini bu toplumda belirlemişti. Hıristiyanlıktan
etkilenmiş olmasına ilaveten çölün doğal bedevi kabalığı ve sertliğini de
huyuna katmıştı.
Ayrıca bazı tarihçilerin ve onlardan biri olan
Hıristiyan tarihçi “Lamenus”un “Muâviye” ve “Yezit” adlı kitaplarında
belirttiğine göre, Yezit’in bazı hocaları (eğitimcileri) Şam Hıristiyanlarından
idi. Böyle bir eğitimin Müslümanların yöneticisi olacak bir kimsenin üzerinde
bırakacağı kötü etki kimseye saklı değildir.”
“Alailî” bunun devamında şöyle kaydediyor:
“İşte Yezit’in Hıristiyan şair “Ahtel”e Peygamberin
sahabesinde Ensar’ı kötüleyen şiirler okutması, oğlunun eğitimini bir
Hıristiyan’a vermesi (tarihçiler bunu ittifakla kabul etmektedirler) onun
aldığı Hıristiyanlık eğitiminden kaynaklanmaktadır...”([9])
Tarihin tanıklığıyla Yezit, Hıristiyanlık eğilimini
gizlemiyordu. Hatta bunu açıkça dile getiriyordu:
“Eğer Şarap, Ahmed (Muhammed) dininde haramsa,
Sen Hıristiyanlık dinine göre (helal) kabul
et.”([10])
Şunu kabul etmek gerekir ki; Rum devleti Şam
sarayına nüfuz etmiş ve bazı Rum Hıristiyanları Şam sarayında müsteşarlık
görevine yükselmişlerdi. Nitekim tarihçilerin açıkça belirttiğine göre; İmam
Hüseyin (a.s) Küfe’ye doğru hareket ettiği zaman Yezit, müsteşarı Rum
“Sercon”un tavsiyesi üzerine Küfe Valisi “Nûman b. Beşir”i görevden alarak
yerine Basra valisi olan “Übeydullah b. Ziyad”ı Küfe valiliğine
atamıştır.([11])
Yezit’in kirli çehresi, küfrü ve İslam’a olan
düşmanlığı böylece aydınlanmaktadır. Buradan İmam Hüseyin’in (a.s) Yezit
hükümetine karşı kıyam etmesinin nedenini daha iyi anlamaktayız.
Yezit sadece irsi saltanat rejimi başlatıcısı
olmakla değil, kişisel hayatı bakımından da İmam Hüseyin nazarında gayri meşru
idi. Binaenaleyh, Muâviye’nin ölümüyle engeller ortadan kalktığına göre; artık
İmam Hüseyin’in muhalefetini ilan etmesinin zamanı gelmişti. Eğer İmam Hüseyin
Yezit’e biat etmiş olsaydı, Yezit hükümetinin meşruiyet kazanmasının en önemli
kanıtı sayılacaktı.
İmam Hüseyin’in (a.s) muhalefet etmesinin sebebi ilk
açıklamalarında ve mektuplarında açıkça göze çarpmaktadır. Medine’de Yezit’e
biat etmesi için baskı altında tutulduğu ilk günlerde Velit’in Yezit’e biat
önerisine karşı şöyle buyurdu:
“Müslümanlar Yezit gibi birinin hükümdarlığına
müptela olurlarsa İslam’ın fatihasını okumak gerekir.”
Küfelilerin davet mektuplarına verdiği cevapta da
Müslümanların yönetimini üstlenen kişinin özelliklerini şu şekilde açıklamıştır[12])
“... Müslümanların lideri ve imamı; Allah’ın
kitabına amel etmeli, adalet ve eşitlik yolunu izlemeli, hakka riayet etmeli ve
tüm varlığı ile Allah’ın emrine itaat etmelidir.”([13])
([1]) Ali b. Hüseyin Mesûdi, Murucûz-Zeheb kitabı,
C.3, S.454.
([2]) Tezkiretü’l-Havass, Sibt b. el-Cavzî, Necef
bas. S.291.
([3]) Tetimmetü’l-Münteha fî vakayii
eyyami’l-Hülefa, Şeyh Abbas Kımmi, S.44.
([4]) “Murran Manastırı” Şam yakınlarında bir
yerdir. İslam şehirleri çevresinde bulunan Hıristiyan manastırları en kötü
fuhuş ve fesat merkezleriydiler. Adeta birer meyhane idiler. Emevi ve Abbasi
dönemi ayyaşları eğlence araçlarından yararlanmak için aslında ibadet için
yapılan bu yerleri kullanıyorlardı. Yezit de bu amaçla Murran Manastırına
gitmişti. Seyyid Murtaza Askeri, Nekşi Eimme Der İhyai din, C.6, S.72.
([5]) - Tarih-i Yâkubi, İbni Vazih, Farsça
Tercümesi, Dr. M. İbrahim Ayeti, 3. Baskı, Tahran, C.2, S.160.
- Ensabü’l-Eşraf, A. b. Yahya Bilazeri, Bağdat
Baskısı, C.4, S.3.
- Yakut Humevî, Mu’cemü’l-Büldan, Beyrut Baskısı,
S.534, “Deyr” maddesi.
([6]) Ali b. Hüseyin Mesûdî, Murucü’z-Zeheb Beyrut
Baskısı, C.3, S.67.
([7]) Makteli’l-Hüseyin, Ahteb Harezmî, Tahkik Şeyh
Muhammed Semavi Kum Baskısı, C.2, S.183.
([8]) Mesûdî, Murucu’z-Zeheb, C.3, S.68.
([9]) Sumuvvu’l-Mâna fî Sumuvvu’z-Zat, Beyrut
Baskısı, 1972, S.58.
([10]) Tetimmetü’l-Münteha, Ş. Abbas Kummi, S.43.
([11]) Makteli’l-Hüseyin, Ebu Mahnef, S.22-Taberi,
Tarikü’l-Ümemi ve’l-Müluk, C.6, S.199-el-İrşad, Şeyh Müfid, S.205-Ali b.
Misteviye, Tecaribü’l-Ümem, Tahran Baskısı, C.2, S.42.
Hıristiyan asıllı “Ferdinand Totel”,
“Mu’cemü’l-e’lam-elmüncid” kitabında: “Yuhenna Dımışkî”nin babası “Mansur b.
Sercon”un Muâviye’nin Maliye Bakanı ve ordunun hesap işlerinden sorumlu
olduğunu yazıyor. “Akkad”, “Muâviye b. Ebu Süfyan fî’l-Mîzan” kitabında
(S.168): Muâviye’nin mali işlerin sorumluluğunu “Sercon b. Mensur”a ondan sonra
da oğlu “Mansur”a tevdi ettiğini yazıyor.
([12]) el-Luhuf fî katlî’t-Tufuf, Seyyid b. Tavus,
S.11.
([13]) - el-İrşad, Şeyh Müfid, S.204. Türkçe Tercümesi,
Davut Duman, S.240.
- Makteli’l-Hüseyin, Ebu Mahnef, S.17.
- Tarihü’l-Ümemi ve’l-Müluk, Taberi, C.6, S.196. —
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen yorumlarınız küfür hakaret içermesin. Kendi görüş ve düşüncelerinizi ekleyebilirsiniz.