10 Aralık 2018 Pazartesi

MAKSAT KAVGAMI, ALLAH RIZASI M? BU HAKİKATLER NASIL GÖRÜLMEZ?!!



MAKSAT DİN KAYGISI VE HAKİKATLERİN ORTAYA ÇIKARTILMASI İSE; insanların bu amaçla  düşüncelerini  ifade etmesi ve yazmasının  sansüre tabi tutulması asla kabul edilemez.! O Allah ki… bir başkasının etkisi ve zoru ile yapılan ibadetlere itibar etmeyeceğini bildirmiş,  her hangi bir  etki ve baskı ile kulun özgür ifadesine, fiillerine dokunulmasını istemeyip özgür bırakmışken,  bir kulun yada bir zümrenin  kendi doğrusu istikametinde olmayanları bir şekilde susturulmaya çalışması, susturulması için her türlü kişiliğin yok edilmesi, zulüm iftira, hakaret etmesi yada bu yönde gayret göstermesi ne insanidir ne de İslamidir.  Zaten insani olmayan hiçbir şeyde İslami değildir. 
Din algısı ile, İslam toplumu içine yerleştirilmiş urları,  şirk unsurlarını temizlemeye yönelik bir çalışmanın ifadeleri olarak yazılan  yazıların,  geleneği din edinmiş insanlara ters gelmesi gayet doğaldır. Nedenine gelince;  ben 62 yaşında bir eğitimciyim. Çocukluğumla birlikte 40 yıl geleneği din diye okudum ve yaşamaya çalıştım! Dini hikaye, masal, destan fıkıh ve vaaz kitaplarından oluşan  din algısı ile doldurduğum Yüce Kitabıma olan ihanetimi fark etmem çok uzun sürdü! İçindeki şirk unsurlarını, çelişkiler, uydurma savsatalar kafama takıldıkça, bunlar benim anlayamayacağım, fakat içinde hikmet barındıran hususlar zannı ile yıllarca kendimi avuttum avutturuldum! Oysa, Allah bize anlamayacağımız bir dini gönderir mi idi!..?   Kafama yatmayan konuları okumamız yasaklanmış sıra dışı kitaplarda  da gördükçe  yol göstericilerimizin, “Tarih boyunca o kadar büyük alimler, evliyalar gelmiş geçmiş onların sorun görmediği şeylerin, bir kısım  reformistlerce dillendirilmesine itibar edilmez!” Propagandaları ile ipnotizma edilip uyutulduğumuzu acı ile ifade ediyorum!!! Bu süreç hep böyle sürdürüldü!!!
 Kuran’ın  anlam ve maksadı ile tanışmamın ardından  tüm inançlarımı  vahiy ışığında  akıl süzgeci ile sorgulama ve test etme ihtiyacı ile karşı karşıya kaldım. Araştırmaya  baştan başladım. Geçmişte ne oldu? Dine neler ilave edilip  çıkartıldı.? Bunlar hangi maksatla, kimler vasıtası ile yapıldı.! Gördüğüm manzara dehşet verici idi! Yalanan talanın, rüşvetin, suistimalin, şirkin başlangıcı yeni değildi! Aslında bütün bunlar zaten baştan beri yazılıp çizilmişti. Sadece bizlerin görmememiz istenmiş!. Yanlışa yönlen dirilmiştik!    Yeni olan, onların varislerinin onlardan daha acımasız çamur  olduğu idi!!!
SONUÇTA GÖRDÜĞÜM ŞU Kİ; Her insan imtihana tabii olduğuna göre sorumluluk sahibidir. doğruyu da yanlışı da  yapabilir. Yanılabilir!.. Resuller bile sadece kendi görev kapsamı içinde korunmuşken, kimsenin masum olmayacağını, uçtu kaçtıların insandan kurtarıcıların yalan olduğunu anladım.  Nitekim bu gün geriye dönüp baktığımızda büyük alim saydığımız kişilerin nerdeyse tamamına yakını önceden doğru bildiği bilgilerinin zamanla yanlışlığını görüp yanlışlarından bir şekilde  kurtulmanın yollarını bulmaya çalıştığını görüyoruz. Bunların en bariz örnekleri İmam Şafi ve Ahmet Bin  Hanbel’ dir. Bu kişilerin  sonradan caydıkları görüşleri ile yeni görüşleri arasındaki çelişkileri görmezden gelip, her ikisini de doğru kabul etmenin tevillerini üreten anlayışlara, hikmet gözü ile bakmamız, daha sonradan da değişebilecek görüşleri  Kuran ayarında görmemiz, ne hüsran ve ne büyük bir tezattır.
İslam kul’lar tarafından oluşturulan paket  program değildir. Bu güne kadar çeşitli ekoller kendi itikat anlayışlarını bir paket haline getirip taraftarlarına din diye sunmuşlardır!. Bir biri  ve  kuran ile uyuşmayan  bu programlar sayesinde Müslümanlar kutuplaşmış,  tefrikaya düşmüş, bir birlerini katleder hale gelmişlerdir.  Allah ı bırakıp, evliya, büyük alim, gavs, kutup,  Allah dostu, gibi kutsallar üretip onları masum ve her şeyi doğru anlıyor, kılarak tapınma noktasına getiren arızalı anlayışlar,  Müslümanları bu körlüğü getirmiş durumdadır. Eğer kutsanan kişilerin söyledikleri doğru olmuş olsaydı!  inançta bu kadar tefrika çelişki olmaz, bunlar bir birlerini küfürle itham etmez, insanları kendilerine değil Allah’a Kuran’a çağırırlar, toplumda cemaat kardeşliği değil din kardeşliği hakim olurdu!!!!  Allah’ın doğruları ile bunların paket  içindeki doğrular büyük oranda bir birleri ile örtüşmediği gibi,  saygı duyduğumuz  alimlerin hiç birinin görüşleri bir diğeri ile bire bir aynı değildir. mezhepler arası  icma adı ile oluşturulan ifade  tamamen yalandır. Zira birin haram dediğine diğeri helal diyebilmişlerdir.  Şartlardan dolayı belki baştan  iyi niyet çerçevesinde oluşturulan paketler, her ekolün alimlerince geliştirilip ilaveler yapılmış, daha sonrakiler  bütün uydurmalarla birlikte uydurulmuş inançları uyutmak amaçlı hap haline getirip  tabletleri bizlere yutturmuşlardır!!!
Kuran kendisi için "Açık ve açıklayıcı, onda her şey tamam, sadece bundan sorumlu olacaksınız, başkalarına kul köle olmayasınız diye O’nu Allah size açıklamıştır. Resulün örnekliğinde İslam’ı anlayıp yaşarsanız mutlu ve sağlıklı toplum olursunuz" demesine rağmen, haşa Allah ı  yalan çıkartıp bu kitap anlaşılmaz, anlaşılır olması içinde Allah resulü adına sözler uydurup, bu kitabı, “ Allah peygamber aracılığı ile açıklamıştır”!  iftirası ile kendi  anlayışlarını kitaba yedirenlerin,  beş yüz ayeti bile kendine yeterli delil bulmayanların, falanca çökerse din çöker borazancılarının,  rivayetlerin namusunu kurtarmak için vahyin itibarını düşürmeye çalışanların, deve sidiğini doktora gitmeye yeğleyenlerin!,  gerici, bağnaz, kendinden olmayana yaşama hakkı tanımayan, din taciri, sömürücülerinin,  hakikati ifade edenlere karşı  acımasızca saldırılarının acaba maksadı nedir!!?
 Bu batıla tepki olarak çıkan peygamber siz bir din tasavvur edip, Kuran’ı sözlük/lügat üzerinden anlamlandırıp, ibadetsiz, ruhsuz bir din oluşturmaya  kalkanlara yandaş olanlar!!! Düşünmezler mi ki Kuran  hayat kitabıdır. Peygamber O kitabı hayat haline getirmiş  numunedir.  O’nun vahyin ışığındaki örnekliğini nasıl görmezsiniz?!! Bu hale düşmemizin en büyük sebebi onu insanlıktan çıkartıp melekleştirmekti! Ya siz ne yapıyorsunuz?! O’nu hayattan siliyor yok ediyorsunuz!  Farkınızı nasıl anlayacağız?
Bu hale  neden, niçin  düştüğümüzü akıl etmeyenler görmeyenler,  görmek istemeyenler, görüp te menfaatim elimden gidecek diye susanlar, emeksiz beleşten kolayca cenneti bulduk diyenler, yada korktuğu için sesini çıkartamayanlar!!! Pasif  kendine iyiler  vay halimize!!! Vay halimize!!!! Bu sorumluluk hepimize!!!!

7 Aralık 2018 Cuma

İÇİ BOŞALTILAN İBADET

 İnancımızda ibadet kavramı kadar anlamı daraltılmış, içeriği boşaltılmış çok az kavram vardır. Hâlbuki içeriği bu kadar zengin, kapsamı bu kadar geniş çok nadir bir kavram vardır.
İbadet; Allah’ın sevdiği, gizli ve açık söz ve dav-ranışların tümünü içine alır. Genellikle ibadet denilince, namaz, oruç, zekat, hac gibi ibadetler aklımıza gelir. Kur’ân bunları ibadet kategorisine almaz bile. Bunlar Kur’ân’da; “nüsuk, (çoğulu menasik) ibadet şekilleri” olarak geçer. Bir takım ritüellerin toplamına “ibadet” denilmez İslam’da! Anne-babanın evladına şefkati ibadet olduğu gibi, tüccarın dürüstlüğü de bir ibadettir. Hatta zalim idareciler karşısında hakkı söylemek en büyüklerinden!
Ne zaman ki, hayatın tamamını kuşatan takva/sorumluluk bilinci yerine “zühd” adı altında ruhbanlık ikame edildi, İslam tarihinde en büyük kırılma gerçekleşti. İslam; bir takım ritüeller toplamından ibaret bir ibadet dini değildir. Aksine İslam; hayatı ibadetleştiren bir ubudiyet dinidir.
Gün boyu işlenen ahlâki her davranış, daimi sevaptır, ibadettir. İbadet; salih ameldir, yani; düzgün ve kaliteli iş yapmaktır, üretmektir. Yararı yalnızca kendimize olan ameller değil, belki faydası başkalarına da olan sâlihattır!
İslam; tevhid ve adalet, sevgi ve merhametten ibarettir. Allah’ın hakkına tevhid, kulların hakkına da adalet çerçevesinde riayet etmektir! İbadet; mutlak itaati yalnızca O’na özgüleyerek, O’ndan başkasına boyun eğmemektir! İbadet; O’nun mahlûkatına sevgi ve merhamet ile muamele etmek, yani; kul hakkı karşısında saygıyla eğilmektir!
İbadetler; “köşk, şarap, huri vs. gibi” ahirette zevk-ü sefa sürmek için yapılan bir takım ritüeller değildir. Asla bir Müslüman ibadetlerini, kar-zarar hesabı yapan bir tüccar mantığıyla yapmaz! Allah’ın rızası dışında hiçbir mükâfat beklentisi yoktur!
Örneğin bir mümin sevap toplamak için Kur’ân okumaz! Namazını; psikolojik olarak kendisini rahatlatan bir tür yoga-meditasyon olarak görmez! Namaz; baş aşağı, kıç yukarı, iki takla bir bakla, tavuğun yem topladığı gibi eğilip, kalkmak değildir. Kendimizi, ailemizi ve toplumumuzu fahşâ ve münker’den korumanın şuuruna varmaktır!
Din; ahireti kazanmak için dünyayı terketmek değildir! Din, dünya içindir, dünyayı ıslah içindir. Ahiret yaptık-larımızın karşılığıdır! Din, gün boyu iyiliği, adaleti, hakkaniyeti ayakta tutmak, bunları ikâme etmektir. Kötülüğü, hak-sızlığı, zulmü engellemektir. Emr-ibil ma’ruf ve nahye ani’l-münkerdir! İnsan hakkına tecavüzün, en büyük günah olduğunu idrak etmektir, Ubudiyet!
İbadet zulme savaş açmak, zalimlere hasım olmaktır. İbadet; yolsuzluğa, yoksulluğa isyan etmektir. Fahşa ve münkerin karşısına dikilmektir. Yetimlerin, mustazafların koluna girmek, onların önünde yürümektir!
Mazlumların ahı göğü inletirken, bir köşede doksan dokuzluk tespih çevirmek hiç değildir. İnsanları aç-bî ilaç -boğaz tokluğuna bile değil-çalıştırıp, bunların sırtından iktisab edilen sermaye ile hac-umre yapmak değildir!
Vurana elsiz, sövene dilsiz, devletlüler karşısında divan-pençe duran, ensesine vurulduğunda ağzındaki lokmayı da veren pasif, miskin itaatkâr vatandaşlar olmak da değildir!

6 Aralık 2018 Perşembe

RASUL'E İTAAT NASIL OLUR... CEVABINI KUR'AN'DAN ALALIM...



Allah resulüne uymak; onu körü körüne taklit etmek değil, eylemlerini tetkik ederek onu anlamaya çalışıp nedensenleri tespit etmekle başlar.  O neyi niçin yaptı ise onu örnek almakla olur! Resulün  Kuran’dan  anlayarak yaptığı çıkarımlarını örnek almak sünnettir.
 O dönemin örfü, geleneği, resulün kişisel özel alışkanlıkları, çerçevesinde yapıp ettiklerini taklit etmek din değildir. Bunlar sünnet değildir.  Kişi muhabbetinden dolayı onları yapabilir. Ancak bunları din adına yapmaya başlarda bunlarla daha iyi bir müslüman olduğunu düşünmeye başlarsa sorun orada başlar. Dinde olmayanları din kabul etmesi dine ilaveler getirdiği anlamına gelir ki bu başlı başına sorundur.
Asıl sorumuzun cevabını birde doğrudan  KUR'AN'a soralım!
“Allah’a ve Resul’üne itaat edin” (3/132 - 8/20 )
Beni seven Rasulüme / Elçime itaat etsin (3/31) ki, Rasule / Elçiye itaat eden, O'nu gönderen Allah'a itaat etmiş olur. (4/80
Çünkü ; Rasule / Elçiye düşen sadece tebliğdir. (3/20 - 29/18 - 42/48)
Muhammed benim Rasûlümdür / Elçimdir. O’na itaat edin. (33/40 - 48/29)
Rasulüm sadece Allah’a kulluk eder. O’na itaat edin. (27/91 - 39/11 - 40/66)
Rasulüm sadece Kur'an’a uyar. O’na itaat edin. (6/50,106 - 7/203 - 10/15, 109 - 33/2 - 46/9)
Rasulüm Kur'an'a sımsıkı sarılıyor. O'na İtaat edin. (39/55 - 43/43)
Rasulüm sadece Kur'an'la Uyarır, Benim vahyettiklerimi size tebliğ eder, O'na itaat edin. (6/19 - 21/45 - 50/45 - 51/51)
Rasulüm sizi sadece Allah’a davet eder. O’na itaat edin. (16/125 - 41/33 - 12/108 - 33/46)
Rasulüm aranızdaki anlaşmazlıkları, ihtilafları, soru ve sorunları Kur’an’la çözer. O’na itaat edin. (2/213 - 4/105)
Resulüm sadece benim söylediklerimi söyler.
Benim yap dediklerimi yapar. O’na itaat edin. (5/67 - 7/62, 68 - 46/23)
Rasulüm benim söylemediklerimi söylemez. Benim yapma dediklerimi yapmaz. Benim vahyetmediklerimi size tebliğ etmez O’na itaat edin. (4/113 - 10/16 - 17/73, 74, 75 - 69/44, 45, 46, 47)
Rasulüm benim haram dediğime helal, Benim helal dediğime de haram demez. O’na itaat edin. (6/145, 151)
Benim iznim olmadan Rasulüm ayet getiremez. O’na itaat edin. (6/37 - 13/38 - 29/50 - 40/78 )
Rasulüm kimsenin koruyucusu, kurtarıcısı, bekçisi, vekili değildir. O’na itaat edin. (4/80 - 6/66 - 104 - 107 - 11/86 - 39/41 - 42/6, 48 )
Rasulüm'ün ahirette sizi Bana şikayet etmesini istemiyorsanız Kur'an'a sarılın, sahip çıkın. O'na itaat edin. (25/30 )

İSLAM TOPLUMUNDA ANLAŞILMAYAN HADİS VE SÜNNET SARMALINDAN KURTULMALI NEDİR BU SARMAL?



İ 

İslam toplumlarında, Kuran, Hadis ve Sünnet kavramlarını doğru anlamadığı sürece, gerilikten, fitneden, kavgadan asla kurtulamazlar! Bu güne kadar olan bütün fitnenin ve kavgaların sebebi kavramların yanlış anlatımları ve anlaşılmasındandır. Bu alanları, sürekli kitap yazıp, konferanslar verip kazanç kapısı haline getirenlerin, istismarcıların elinden mutlaka kurtarmak gerek! Zira bu konu anlaşılmayacak bir konu değil, özellikle anlaşılmaması için uğraşılan bir husustur!. Allah dini belirlerken kendisine ortaklar mı edindi!:? Hayır. İnsanı ve fıtratı yaratan o ise ki, odur. O halde kurallarını da, onların anlayabileceği uygulayabileceği ölçüde yaratmıştır.  E, e,e.. hem buna inanacaksınız, hem de ama diyerek bir sürü zırva üreteceksiniz! İşte geçmişten günümüze bir çok insanın konuya ilişkin görüşlerinin benim ifadelerimle kısa ve öz anlatımı;
 Hadis ve sünnet ifadelerine  ilk dönemde şimdi anladığımız şekilde  yüklenmeyen anlamlar, daha sonraki  karmaşalar,  iç çekişmelerin başlayıp mezheplerin ortaya çıktığı dönemlerde imamı Şafi’nin görüşleri doğrultusunda şekillenmeye, bugünkü şekliyle anlamlar yüklenmeye, mezheplerce sahiplenmeye  başlandığını görüyoruz!.  Bu süreçte sünnet hadis ile eşitlenmiş, eş anlamlı kullanılmaya başlanmıştır! Oysa, başlangıçta  Sünnet, Kur’an’da  on dört yerde (Sûnnah) kelimesi ile  geçen,  Allah'ın değişmez kanunları olarak  algılandığı bilinmesine rağmen,  Allah'ın sünneti olur da, Resulün sünneti olmaz mı mantığı üzere üretilen bir kavramdır.!
Hadis ise ; sahabe sonrası bir biri ardına yaşayan yedi sekiz nesli kapsayan yani  iki yüz elli üç yüz yıllık sözlü dolaşımı olan sözlerin  bire bir Allah resulünce  söylenmeyip te  söylendiği var sayılan zan ifadelerdir!

Sünnet  ise; ikinci bir vahiy ürünü değil,  Allah Resulünce  uygulayıp nesilden nesile  taşınarak gelen Kur'anın hayata yönelik  uygulamalarıdır. Bir amelin uygulanıyor olması ve bu uygulamanın mütevatir bir biçimde bize kadar yaşanarak gelmesi sağlamlık olarak çok yüksek bir dereceyi ifade etmektedir. Hadis ise, bir uygulama değil, bazen uygulamalardan da bahseden rivayetleri ifade etmektedir. Üstelik bu rivayetler sünnetler gibi uygulama ile değil, sözel aktarımlarla yaklaşık üç asır sonra kitaplara geçmişlerdir. Dolayısıyla, ilk dönem uygulamaları ile çok sonraları kitaplaştırılan sözlerin eş değerde tutulması asla mümkün değildir. Gelenekçi yapı; uygulamaların önemine ve sağlamlığına atıfta bulunarak,  sağlamlık derecesi daha çok daha düşük bir konumda olan rivayetleri onunla eş tutarak,  sünnetin kanatları altında hadisleri dokunulmaz kılmaktadır. Böyle bir anlayış,  başta sahih sünnete büyük haksızlıktır. Çünkü hadiste görülen çelişkiler, cer çöp ve çürüklükler, sünnette olan güveni sarsabilmekte, olumsuz yönde istismara yol açmaktadır. Nitekim de bu çürüklüğü hayatın içinde görmek mümkündür! Sünnetle alakası olmayan birçok eylem, uydurma rivayetler kanalıyla bazı toplumlarda sünnet olarak yaşanmakta! Sünnet gibi bir değeri ayaklara düşürmektedir!
Müslümanların büyük bir çoğunluğu hadis konusunda gerçek bilgilere sahip olmadıkları için, hadis adı altında duydukları her sözü gerçekten Allah resulü söylemiş zannetmektedirler!.. En azından bu sözler  sanki  Allah Resulü ‘nün dilinden aynen duyulmuş, bizlere hiç değişmeden gelmiş gibi algılanır hale gelmiştir!. Böyle bir algılama içinde olanlar, bu konu hakkında derin malumatı olan, araştıran ve kanaat belirten  orta ve geç dönem alimlerini, sanki Allah Resul’ünü eleştiriyormuş, yok sayıyormuş, postacı konumuna koyuyormuş!,  hatta sünneti inkar ediyormuş  gibi,  ağır bir dille itham edip suçlaya bilmişler, hatta suçlamaktadırlar!!! Bu kesimce,  Allah resulü, 23 yılda hiçbir şey konuşmadı mı? gibi polemik cümleleri üretilmektedir!  Allah resulü tabi ki konuştu. O din adına  kendinden bir şey söylemek yerine Kuran’dan konuştu. Onun hayata dair açılımlarından konuştu. Bundan başka Devlet başkanı olarak, komşu olarak, aile babası olarak arkadaş olarak edindiği tecrübelerden konuştu. Sosyal hayatın içinde ki tüm konuşmalarının din ile alakası olanlar var olmayanlar var! Her konuştuğu, her eylemi din değildi ki!... O, insan olarak o toplumun bir ferdi idi.  Hangi kültür ile yetişti ise onunla yattı kalktı.  Dine dair konuştuğu sözlerin içinde sünnet barındırıyor ise, o zaten  kendisi ve sahabe tarafından yaşanır duruma gelmiş bir eylem oldu. Bunlarda  büyük çoğunluğu günümüze kadar nedeyse hiç değişmeden tüm İslam coğrafyasına ulaşmış durumdadır. Meseleyi karmaşık hale getirip cahiliye adetlerini, farklı kültür kalıntılarını din edinerek şirke kapı aralamanın ne manası var!.? Bir sürü hurafeleri din diye yaşamak şeklen bir kültürü yaşatıyor olmak insanı daha mı iyi Müslüman yapar!.? Eğer öyle olsa idi, en ufak teferruatı veren Kuran bunları bize söylemez mi idi!..?

HADİSLER VASITASI İLE HRİSTİYANLIĞIN VE MESİHİYATIN İSLAM KÜLTÜRÜNE SOKULMASI



Derler ki, kıyamet alametlerinden biri de İsa'nın gökten inmesidir. Buhari ve Müslim'de Ebu Hureyre kanalından rivayet edilen bir hadiste buna şu şekilde işaret edilir: "Allah Rasulu buyurdu ki: "Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki İsa'nın adil bir hakem olarak aranıza inmesi yakınlaşmıştır. O indiğinde haçları kırıp domuzları öldürür, cizyeyi kaldırıp maymunu öldürür ve İslam'dan başkasını kabul etmez."(Buhari, Müslim, İbn Mace)

Rivayetlerin ifadesine göre İsa bağımsız bir şeriatle inmeyecek, Mehdi'den işi devralacak ve Mehdi, onun tabisi ve arkadaşı olacaktı.

Yapacağı tüm işler, Mehdi için söylenenlerin aynısıdır.

İniş Yeri: Şam'ın doğusuna düşen Beyaz Minareye iner. Avuçlarını iki meleğin kanatları üzerine koymuştu; başını salladığında damla damla yağar, başını kaldırdığında, ondan inci gibi gümüşler düşürür. Günün altı saati geçtikten sonra iner ve minberin üzerine oturur. Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudiler mescide girerler. Müslümanlara ikindi namazı kıldırtıktan sonra Şam ehliyle birlikte Deccal'ı aramaya çıkar. Beytu'l Makdis'e varıncaya kadar yeryüzü onun önüne serilir. Oraya varınca Beytu'l Makdis'in Deccal'ın muhasarası altında ve kapalı olduğunu görür...

Kalış Süresi: Taberani'yle İbn Asakir'in Ebu Hureyre'den yaptıkları bir rivayete göre Rasul şöyle buyurmuştur: "İsa, insanların arasında kırk yıl geçirir." Sonra müminler onı Rasul'un yanına defnederler. İbn Ömer'den merdu olarak nakledilen bir hadiste ise şunlar yer alır: "Evlenir ve iki erkek çocuğu olur. Birine Musa, diğerine de Muhammed adını verir. Kırk beş yıl yaşadıktan sonra ölür ve benim yanıma gömülür. Ben ve İsa, Ebu Bekir be Ömer'in ortasında tek kabirden haşroluruz.

Yeryüzünde yedi yıl kalacağına dair hadisler de vardır. Deccal'ı öldürtükten sonra Medine'ye gidip, Rasul'un mezarını ziyaret eder. Haccı eda ettikten sonra döndüğü Medine'de vefat eder...

Bu husuya bir çok haber olmadına rağmen faydasız olduğuna inandığımızdan dolayı zikretmeye gerek görmüyoruz.

Son olarak Reşid Rıza'nın İsa'nın nüzulu, DeccL ve Mehdinin zuhuruyla ilgili hadisler hakkındaki kanaatini dile getirelim:

"Sahiheyn ve diğer Sünen kitaplarında İsa'nın inişi hakkında rivayet edilen hadisler oldukç fazladır. Çoğu da kıyametin alametleri ve Devcal hadisleriyle birlikte zikredilmiştir. Kıyamet alametleri özellikle Deccal ve Mehdi hakkında yapılan nakillerde büyük çelişkiler ve tutarsızlıklar vardır. Hepsinin toplamından anlaşıldığı üzere, Yahudiler belki de ümmetlerinin başına gelebilecek en büyük Deccal'ı beklemişler ve bunun kendisine çoklarının aldanacağı Meryem oğlu İsa Mesih olarak zuhur etmiştir. Onun nuzulü, Şam'ın doğusuna düşen Beyaz Minare'de olacaktır. Deccal, Mesih'le Filistin'in Led kapısında karşılaşacak ve gerçek Mesih olan İsa Deccal'ı öldürecektir. Bu müslümanlarla yahudiler arasında uzun sürecek savaşlardan sora inandığı bir akıde olup, İslam'ın zuhurundan bugüne dek, bu akideyi müslümanlar arasında yaymaya çalışmışlardır. Bu uğurda uğraşıp didinen ve Kuran tefsirlerinin hurafelerle bulandırılmasın için uğraşanlardan biri de Vehb b. Münebbih'tir."

AKLA ve MANTIĞA SORULAR SORAN KURAN ;

AKLA ve MANTIĞA SORULAR SORAN KURAN ;

Yüce Allah Kuranda sürekli akla vurgu yapmıştır. Bir noktada Kuran'ın  ''Akla sorular soran'' bir kitap olduğunu anlıyoruz. Bu kapsamda düşündüğümüzde;

1) Hüdhüd anlatısında (kuş mantığından )bahsedip kuşları denetledikten sonra Hüdhüdü neden göremiyorum anlatısında ilk bakışta bu HÜDHÜD ün o dönemde KUŞ ismi olan bir İNSAN ve hatta bir MAHKUM olduğunu anlamak gerçekten çok zor olması gerekir fikrine katılıyorum. Oysa Kartal Tibet deyince nasıl bunun KUŞ olmadığını biliyor ve Kuş isimli bir sanatçı olduğunu biliyor isek.. Hüdhüdün hatta(NEML =karıncanın ) bir insan olacağı aklımızın ucunu bile gelmeyen bir şey olabilir mi?..!


2) KURBAN anlatısında ( saffat 102-107) ayetlerini bir arada düşününce ayetler arasında zaman aralığını bilmeden saffat 102 de RÜYA da ZBH = oğlunun boğazlanması ile ayetin sonunda ZİBH = Kurbanlık arasında bağ oluşturuyoruz. Oysa ayetlerde Rüyada boğazlandığı söylenirken gerçek hayatta Hz ibrahimin oğlunu boğazlamaya gittiği yada boğazlamaya kalktığı ile alakalı TEK ayet yoktur.

3) Hırsızlık konusu anlatılırken ( EL) kelimesinin güç kudret takat anlamında MECAZ olduğunu düşünmeden binlerce insanın Fiziksel EL inin kesildiğinide biliyoruz. (El kesmek ve Hırsızlık arasında ) bağ kurup fiziksel EL düşünülmeside aslında Allahın ESMA larına sığmayan hatta (geri dönüşü olmayan cezanın sadece adam öldürünce Kısas olduğunu bilmiyormuyuz ?) (yedullah = Allahın gücü kudreti manasında MECAZ bir EL olduğunu biliyoruz ama başka ayetlerde EL kelimesine yine de Fiziksel EL anlamı veriyoruz.

4) Yine Hz Yusuf ve efendisinin karısı anlatılırken misafirleri çağırıpta önlerine BIÇAK konulduğunu görünce Yusufu gören kadınların yine Fiziksel EL lerini kestiğini düşünmemiz doğal gibi gelebilir. Oysa Yusufu MELEK gibi görüp onun güzelliği ve çok yakışıklı olmasından kaynaklanan ve kadınların ( EL= güç ve takatlarının) kesildiğini ve EL kelimesinin Mecaz olduğunu düşünemiyoruz.

5) Bakara 67-73 te ineğin kesilip bir parçası ile maktüle vurulduktan sonra ( İşte böylece Allah diriltir ölüleri ) denince anlıyoruzki Musa ve yanındakilerin önünde ölü bir adam var ve o diriliyor. Oysa Ayetlerde ölü dirildi kalktı katilini söyledi yada Musanın önünde bir ÖLÜ olduğu ile tek bir anlatı yokken uydurma rivayetler ve hatta ölünün dirilip katilini söylediğini iddia eden uydurmacıların etkisi ile yanılabiliyoruz..

6) CİN ve ŞEYTAN kelimeleri hem İnsan için hem metafizik varlıklar için kullanıldığını bilmeden çevirilerde Cin yada Şeytan kelimesi görünce bunları Metafizik varlıklar olarak düşünebiliyoruz

7) SALAT kelime sininde bir KAVRAM olduğunu bilmediğimiz için Kuranda yüze yakın yerde ( salat =namaz) olarak çevrildiği için yat- kalk NAMAZA endekslenen bir DİN algısının oluştuğunu sanıyoruz. Hatta sorgulamadığımız için defalarca ( namaz kılın zekat verin ) namaz kılın infak edin ) dendiği için neden NAMAZ'ın ardına zekat ve infak yani PARA dan bahsettiğini sormuyor, düşünmüyoruz. Aslında bu SALAT kavramı ile gerçekte ne istendiğini ve neden ardından zekat ve infak denerek PARASAL bir şeyin istendiğini de hiç sorgulama ihtiyacı bile duymayız.

Kısaca ( Kuş mantığınden bahsedip sonra kuşların denetlenmesi anlatılınca ve Hüdhüd 'den bahsedilince hüdhüdü (KUŞ ) sanıyoruz. Sonra (Yunus ve Balık ) anlatılınca bu (BALIK)ı gerçek balık sanabiliyoruz. Sonra (zbh = bir anlamı kurban etme olan bu zbh kelimesi ve anlatının devamında zibh= kurbanlık arasında bir bağ kurup yüce bir peygamber oğlunu kesmeye götürdü diye iftira bile atabiliyoruz hemde yüzyıllardır. (EL) kelimesinin mecaz olduğunu biliyoruz ama ( bıçak ve el kesme ) hatta (hırsızlık ve el kesme) arasında bağ kurup bu elin ( yedullah) Allahın EL i ( gücü-kudreti) manasındaki gibi MECAZ olduğunu akledemiyoruz. Bu anlatılar aslında Kuranın AKLA ama düşünen AKLA sorduğu sorulardır.
Daha çok örnekler var tabii . Lakin Allah gerçekten (AKLA sorular sorarak insanın aklını nasıl kullandığını ve MANTIK ile nasıl Mantıklar kurarak neler yapabileceğine bakıyor.

Çevremizdeki insanlara bakınca Akılsızca davranan, düşünen , hareket eden hatta davranışları ile HAYVAN özelliği taşıyan o kadar İnsana rastlıyoruz ki. Böyle bir dünyada ve kıyamete kadar başka kitap gelmeyeceği bir dünyada Kuranda AKLA SORULAR SORMASI ve insanı İmtihan etmesi kadar doğal bir şey göremiyorum.

Kıssaları öğrendikçe önümüzdeki Ufuklar açıldıkça bunu daha iyi görebildiğimizi düşünüyorum. Kuranda neden MUHKEM ve MÜTEŞABİH ayetler olduğunu iyi anlıyor ve sorgulayabiliyorum. Kuran ZAMAN ÜSTü bir kitap ve sadece tek bir ZAMAN DİLİMİNE hitap etmiyor. Bunun için her çağa hitap eden müteşabih ayetleri ile ( benzetmelerle TEŞBİH ve MECAZ larla ) O kadar şey anlatmışki. Bazen tek bir ayeti bile açıklamak için kainat ayetlerine bakarak binlerce sayfa izahlar yapıp anlatabiliyoruz. Kuran APAÇIK değil mi sorusu gelebilir önümüze Kuran apaçıktır Kainat ayetleride doğada apaçıktır lakin o yasaları bulmak araştırmak ayetleri hem kuran ayetlerini hem kainat ayetlerini öğrenmek için ÇABA sarfetmeliyiz. oturduğumuz yerden KOLAY LOKMA yok diyor aslında Kuran.

5 Aralık 2018 Çarşamba

GARANİK OLAYI

Hz. Peygamber'in' Mekke döneminde Habesistan'a hicret eden müslümanlarin Mekke'ye tekrar dönmelerine sebep olarak gösterilen, ama gerçekte Islâm düsmanlarinin uydurduklari asilsiz bir rivâyet.
Islâm düsmanlarinin sinsi birtakim faaliyetlerle müslümanlarin akîdelerini bozmak, inançlarini sarsmak, Islâm esaslari üzerinde birtakim süphe ve tereddütler meydana getirmek niyetiyle uydurduklari rivâyetlerden birisi olan Garânîk kissasi, Ilk dönem Islâm alimlerinden birçogunun izledigi "kendilerine ulasan tüm rivâyetleri tenkid süzgecinden geçirmeksizin oldugu gibi aktarma ve meselenin tenkidini ilinî yeterlilige sahip okuyucuya birakma metodu sebebiyle, aslinda uydurma olmasina ragmen bazi Islâm tarihi ve tefsir kaynaklarinda yeralir. Sözde Garânîk olayi ile ilgili çesitli kaynaklarin anlatim tarzlari ve yazarlarin yorumlarinda bazi farkliliklar olmakla birlikte ana hatlariyla,bu uydurma olay söyle olmus: ...Mekke'de müslümanlarin eziyet ve iskencelere ugradiklari, bu sebeple bir kisim müslümanin Habesistan'a göç ettigi bir dönemde Hz. Peygamber, Mekke müsrikleri ile uzlasmanin yollarini ariyor, devamli anlasma çareleri düsünüyormus. Zihni bu düsünce ile hep mesgul iken bir gün Kâbe yaninda Necm suresini okuyormus. "Gördünüz mü o Lât ve Uzza yi ve üçüncü(leri olan) öteki (put) Menât'i?" seklindeki 19 ve 20. ayetlerini okuduktan hemen sonra Seytan, Hz. Peygamber'e musallat olmus ve seytanin etkisiyle Hz. Peygamber, farkinda olmaksizin "Bunlar yüce kugu kuslari (veya turnalar)dir ve sefâatleri umulur" cümlelerini vahyin devami gibi söyleyip Necm suresini okumaya devam etmis. Surenin sonuna gelince secde ayeti oldugu için Hz. Peygamber ve orada bulunan müslümanlar secdeye kapanmislar. Müsrikler de Hz. Peygamber'in okudugu bu cümleler sebebiyle son derece sevinerek; "Artik Muhammed ilâhlarimizin sefâatini kabul ettigine göre aramizda önemli bir ayrilik kalmadi" deyip hepsi secdeye kapanmislar. Son derece yasli bir veya birkaç müsrik, yere egilip secde etmek zor geldigi için yerden bir avuç toprak alarak alinlarina degdirmis ve böylece ilâhlarina tâzimde bulunmuslar. Bu olay dolayisiyla müsrikler kIsa bir süre müslümanlari kendi hâline birakmislar. Bu haber Habesistan'daki müslümanlara "tüm Mekkelilerin Islâm'a girdigi" seklinde ulasmis ve Habes muhâcirleri orayi terkedip Mekke'ye yönelmisler. Ancak bu olayin ardindan Cebrâil (a.s.) gelerek hatasi dolayisiyla Hz. Peygamber'i ikaz etmis, bu arada nâzil olan Hacc sûresinin "...Senden önce gönderdigimiz hiçbir resul ve nebî yoktur ki birseyi arzuladigi zaman seytan onun arzusuna (vesvese) atmamis olsun. Allah, kendi ayetlerini saglamlastirir...'' meâlindeki 52. ayeti ile önceki cümle neshedIlmis. Hz. Peygamber, olanlardan üzüntü ve nedâmet içinde, yeni inen ayetleri ilân edince Mekkelilerin eziyetleri yeniden baslamis..."
Temelde bu anlatim tarzini ve Garânîk olayinin vukû buldugunu kabullenen bazi yazarlar bu rivâyeti; "Garânîk sözünün geçtigi cümleyi söyleyen, Hz. Peygamber degildir; bizzat seytan, sesiyle ortaya atIlmistir", "Bu cümleyi, Hz. Peygamber Kur'an okurken gürültü yapip, bagirip çagirarak ona baskin çikma seklinde müsriklerin devamli izledikleri bir politikanin geregi olarak ve son okunan ayette putlarinin adi zikredilince onlarin siddetli bir sekilde kötülenmesinden endise ederek kendi akîdelerine uygun bir sekilde müsriklerden birisi söylemistir. Bu sözün sâhibi, Hz. Peygamber olmadigi gibi, seytan da degildir, ama seytanlasmis Insanlardan birisidir", "Bu cümle, müsrikler tarafindan daha önce bilinen, tavaflari ve yeminleri sirasinda kullanilan bir cümle idi. Müsrikler "Lat, Uzzâ ve öteki üçüncüleri Menât; bunlar yüce kugu kuslaridir ve sefâatleri umulur' derlerdi. Hz. Peygamber'in okudugu Necm suresinin 19 ve 20. ayetlerinde bu putlarin adi geçince müsriklerden biri önceden kullandiklari bu yemin cümlesini araya sokusturuvermis, Ilk plânda bunu kimin okudugu bilinememisti..." gibi çesitli yorumlamalara tabi tutmaktadirlar.
Ancak gerek geçmis dönemlerin, gerekse asrimizin tahkik ehli âlimleri, bu rivâyeti çesitli yönleriyle inceden inceye tetkik etmisler ve birçok noktadan tamamen asilsiz, uydurma bir rivayet oldugunu ortaya koymuslardir. Kur'an-i Kerîm'in, Cenâb-i Hakk'in muhâfaza ve garantisi altinda oldugu, ayetlerin beserî ve seytanî tasallutlardan mahfuz bulundugu bilinen bir gerçektir. Bu bakimdan Hz. Peygamber Kur'an okurken seytanin tasallutuyla Kur'an ayetlerine bir seytan sözünü karistirmasi ya da seytanin veya bir müsrigin herhangi bir sözünün geçici bir süre için bile olsa farkedIlmeyip Kur'an'dan zannedIlmesi, katiyetle ihtimal dahilinde degildir. Ayrica Hz. Peygamber, müslümanlarin ugradigi eziyet ve iskenceler dolayisiyla ne kadar üzüntülü ve bu eziyetlerin kaldirIlmasi hususunda ne derece düsünceli olursa olsun, dilinden, yillar boyu' ugrunda mücâdele verdigi tevhid akidesine tamamiyle zit böyle bir cümlenin dökülmesi veya baskasi tarafindan söylenen bir cümleyi farkedip müdâhale etmemesi sözkonusu otamaz.
Garânîk rivayetini kitabinda Ilk nakleden müellif, h. III. asir baslarinda 204/819 tarihinde vefat eden Ibnü'l Kelbî'dir. Daha sonra Vâkidî, Ibn Sa'd, Taberî, Zemahserî gibi bazi tarihçiler ve müfessirler Ibnü'l-Kelbî'den alarak bazi küçük degisiklik veya ilâvelerle aktarmislardir. Ibnü'l-Kelbî'nin; naklettigi rivayetlerde hiçbir hassasiyet göstermeyen ve nakillerine güvenIlmeyen bir kisi oldugu bilinen bir gerçektir. Üstelik Garânîk kelimesinin geçtigi cümle, muhtelif kaynaklarda birbirinden çok farkli sekillerde nakledIlmistir ki bu da rivayetin uydurma olduguna Isaret etmektedir.
Su halde Garânîk rivayeti, tamamiyla asilsiz olup Islâm'in daha Ilk asirlarinda Islâm düsmani zindiklar tarafindan uydurulmus, günümüze gelinceye kadar çesitli asirlarda Islâm'a muhalif belli çevrelerce bir koz olarak kullanIlmis, günümüzde de Islâm düsmani garazkâr müstesrikler tarafindan zaman zaman tekrar ortaya atilarak bu vesile ile Islâm'a karsi saldirilarda bulunulmustur.
Su halde Habesistan'daki müslümanlarin Mekke'ye geri dönmelerinin sebebi, sözde Garânîk olayi degil; bu yillarda Hz. Hamza ve Hz. Ömer gibi güçlü ve itibarli sahislarin Islâm'a girmeleri dolayisiyla Mekke müsriklerinin bir süre çekinerek eziyet ve iskencelerine ara vermeleri, dolayisiyle Mekke'de geçici bir sükûnet havasinin olusmasi; Habesistan'da Necâsî Ashame'ye karsi bir ayaklanmanin basgöstermesi ile karisikliklarin zuhûr etmesidir.
Necm suresinin Kâbe yaninda Hz. Peygamber tarafindan okundugu; surenin sonunda secde ayeti bulundugu için Hz. Peygamber'in ve orada bulunan ashabinin secdeye kapandiklari, buna mukâbil müsriklerin de tamamiyla secde ettiklerine dari Imam el-Buhârî'nin el-Câmi'u's-Sahîh'inde sahih bir rivâyet vardir (bk. Buhârî, Tefsiru Sûrati ve'n-Necm 4). Ancak bu rivayette Garânîk meselesiyle ilgili hiçbir husus yoktur; olmasi da zaten hem nakil yönünden, hem de akil yönünden mümkün degildir. Islâm düsmanlari adetleri vechile yalan ve uydurmalarini Iste bu rivayet üzerine bina etmis, asli ve esasi olmayan Iftiralarla bu sahih rivayeti tamamiyla çarpitmislardir. Hz. Peygamber ve ashabi, Necm suresinde geçen secde ayeti dolayisiyla secdeye varirken müsrikler de bu surenin 19 ve 20. ayetlerinde adlan anilarak kötülenen putlari ve akîdelerine sahip çiktiklarini belirtmek ve putlarini tazim etmis olmak için putlari adina secde etmis olmalidirlar.
Bibliyografya:

1) Aksekili Ahmed Hamdi, "Hâtemü'l-Enbiyâ Hakkinda En Çirkin Bir 0snâdin Reddiyesi " Istanbul 1338.
2) Ismail Cerrahoglu, "Garânîk Meselesinin 0stismarcilari" ; A. Ü. 0lahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara 1981, sayi XXI V; s. 69-92.
3) Hüseyin Hatemî, Seytan Rivâyetleri, Istanbul 1989.
4) Sabri Hizmetli, "Garânîk Meselesi Üzerine", Islâmî Arastirmalar Dergisi, Ankara 1989, sayi: 9, s. 40-58.
Ahmet ÖNKAL 

İMAMI AZAM ın lehinde ve aleyhindeki sözler

İMAMI AZAMIN HADİS ANLAYIŞI
Ebû Hanîfe rey ehli olarak bilinir, hadisleri sadece senet ve rivayet açısından değil, anlam açısından da kritiğe tabi tutar. Mana açısından Muhammed’e (a.s) atfedilemeyeceğine inandığı hadisleri kabul etmez ve bu hadislere aykırı fetvalar vermekten çekinmez. Bu şekilde 200 kadar hadise aykırı fetvası bilinir ve bu yüzden hadisleri dinde “mutlak nass” gören hadisçiler tarafından şiddetle tenkit EDİLMİŞTİR.
”Tekzip etmek, ancak “Ben Hz. Peygamber’in sözünü yalanlıyorum,” diyen kimsenin yalanlamasıdır. Lâkin bir kimse “Ben Hz. Peygamber’in söylediği her şeye iman ederim, fakat o kötülük yapılmasını söylemedi, Kur’ân’a da muhalefet etmedi” derse, bu söz o kimsenin, Hz. Peygamber’i ve Kur’ân-ı Kerim’i tasdik etmesi; Allah’ın Resulünü, Kur’ân’a muhalefetten tenzih etmesidir. Eğer, Hz. Peygamber, Kur’ân’a muhalefet etse ve Allah için hak olmayan şeyleri kendiliğinden uydursa idi, Allah onun kudret ve kuvvetini alır, kalp damarını koparırdı. Nitekim bu husus Kur’ân’da şöyle belirtilir:
 “Eğer peygamber söylemediklerimizi bize karşı, kendiliğinden uydurmuş olsa idi, elbette onu kuvvetle yakalar, sonra da kalp damarını koparıverirdik. Sizin hiçbiriniz de buna mâni olamazdı.” (Hâkka, 69/45-47)

Allah’ın peygamberi, Allah’ın kitabına muhalefet etmez, Allah’ın kitabına muhalefet eden kimse de Allah’ın peygamberi olamaz. Onların rivayet ettikleri bu haber Kur’ân’a muhaliftir. Çünkü Allah; Kur’ân-ı Kerîm’de “Zina eden kadın ve erkek..” (Nur, 24/2) ayetinde zâni ve zâniyeden iman vasfını nefyetmemiştir. Keza, “Sizden fuhşu irtikap edenlerin her ikisini de..” (Nisa, 4/16) ayetinde Allah “sizden” kaydı ile Yahudi ve Hıristiyanları değil, Müslümanları kastetmektedir. O halde Kur’ân-ı Kerim’in hilafına, Hz. Peygamber’den hadis nakleden herhangi bir kimseyi reddetmek, Hz. Peygamber’i reddetmek veya tekzip etmek demek değildir. Bilakis, Hz. Peygamber adına bâtılı rivayet eden kimseyi reddetmek demektir. İtham Hz. Peygamber’e değil, nakleden kimseye râcidir. Hz. Peygamber’in söylediğini duyduğumuz yahut duymadığımız her şey can, baş üstünedir. Biz onların hepsine iman ettik, onların Allah’ın Resulü’nün söylediği gibi olduğuna şehadet ederiz. Keza Hz. Peygamber’in, Allah’ın nehyettiği bir şeyi emretmediğine, Allah’ın kullarına ulaştırılmasını emrettiği bir şeye de mâni olmadığına şahitlik ederiz. O, hiçbir şeyi Allah’ın tavsif ettiğinden başka şekilde tavsif etmez. Yine şehadet ederiz ki O, bütün işlerde Allah’ın emrine muvafakat etmiş, hiçbir bid’at ortaya koymamıştır. Allah’ın söylemediği hiçbir şeyi de, Allah’a isnat etmemiştir. Bunun için Allah Teâlâ “Kim Resule itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa, 4/80) buyurmaktadır. (İmam-ı Azam’ın Beş Eseri, Tercüme, Mustafa Öz, 2. Bs., İFAV Yayınları, İstanbul, 1992, “el-Âlim ve’l-Müteallim”, s: 24-25)”


 EHLİ HADİSCİLERİN İMAMI AZAMA YAPTIKLARI ACIMASIZ ELEŞTİRİ VE İTHAMLARI
       
Ahad haber konusunda fakihler, muhaddisler ve kelamcılar arasında farklı görüşler mevcuttur. İbn Termiyenin haber-i vahidi kabul ettiğini söylediği alimler arasında da farlı görüşler mevcuttur. Ehl-i Rey ekolünün öncülerinden Ebu Hanife, haber-i vahidin kesin bilgi ifade etmediği görüşündedir.

Ebu Hanife, haber-i vahid olan hadisleri metin açısından tenkit etmesi ve bir kısmını reddetmesi nedeniyle Ehl-i Hadis mektebinin amansız saldırılarına uğramıştır. Hadise karşı Ebu Hanife’ Den daha cüretli birisini görmedik diyen nakilciler, onun iki yüz hadise muhalif fetvalar verdiğinden bahsetmişlerdir.
Ehl-i hadis ekolünün Ebu Hanife’ye yönelttiği bazı eleştiriler şunlardır:
* İmam Ahmet’in: ‘Allah bu zatı hadis için yaratmıştır. Diyerek hadis ilmindeki ehliyetini takdir ettiği meşhur muhaddislerden Ahmet b. Mehdi: ‘Ebu Hanife, ilim nedir, bilmezdi. Dalalete düşürdüğü insanların vebali yarın kıyamet günü sırtına sarılacaktır. Hak bile olsa Müslümanların tutundukları dini bağları, teker teker söküp atan Ebu Hanife’nin reyini ve görüşlerini kabul etmeyiniz.
* Evzai: ‘‘onu itham etmemizin sebebi, kendisine hadis getirildiği halde, onu bırakıp başka türlü hüküm vermesidir.(19)
* İbn Teymiyye’nin kaynakları ara sında önemli bir yere sahip olan İmam Buhari, Ehl-i Reyin reisi olan Ebu Hanife’yi zayıf bir hadis ravisi olarak görüyor, kendisini metruk sayıyor. Ve halktan biridir,  Diyordu. Ne Buhari, ne de Müslim’de Ebu Hanife’den tek bir hadis rivayet edilmemiş olması bile ehl-i hadis ile ehl-i rey arasındaki geçimsizliğin ve uyuşmazlığın derecesi hakkında bize fikir verebilir.’(20)
* Hadis ve Hicaz fıkıh hareketinin başında bulunan İmam Malik şöyle demiştir: Ebu Hanife fitnesi, İblis fitnesinden daha zararlıdır. (21)

* İmam Ahmet: ‘Ebu Hanife’nin reyi de hadisi de zayıftır.’ (22)
* Süfyan es-Sevri, Ebu Hanife’nin vefat haberini alınca, derin bir memnuniyet duymuş ve: Elhamdülillah, Allaha şükürler olsun. Birçok insanın belaya düşmesine sebep olan kişiden bizi afiyette kıldı.’(23)
Hadisleri mutlak nass olarak gören İbn Teymiyye ve yukarıda bahsettiğimiz ehl-i rey ekolünün öncülerinden Ebu Hanife arasındaki fark şudur: Ebu Hanife sünnet ve hadisi birbirinden ayırır ve her hadisi sünnet olarak telakki etmez. Oysa İbn Teymiyye ve ehl-i hadis bir konu hakkında sağlam senede sahip bir hadis bulduklarında bunu mutlak nass yani sünnet olarak telakki eder ve o hadisle amel etme cihetine giderler.
Ebu Hanife ise hadisleri sadece isnad zinciri açısından ele almaz. Aynı zamanda hadislerin metinlerini de göz önünde bulundurur. Böylece o, metnin Kuran’ın muhkem naslarına karşı çelişkide olup olmadığına daha çok önem verir. Bu noktada o, sahabeden Peygamberimizin eşi Hz. Ayşe’nin yolunu izler.
Bundan dolayıdır ki, Ebu Hanife kendisine sunulan iki yüz hadisi kabul etmemiş veya onların hilafına kendi reyi ile hüküm vermiştir.(24) Bu özelliği ile o; Ebu Hureyre’yi, yanlış ve eksik rivayet ettiği için tenkit ve zemmeden Hz. Aişe ile ortak görüşe sahiptir.
Kanaatimizce İbn Teymiyye ve ehl-i hadisin sünnet konusundaki yaklaşımı İslam düşüncesinin rey yani akletme konusundaki özgür ve esnek bakış açısını daraltmıştır. Daha sonra Selefiyye hareketi adını alacak bu ekol, çok sert ve kesin bir dille kendi saflarında yer almayan Müslümanları tekfir etme cihetine kadar gitmişlerdir.
Peygamber (s)’in sünneti olarak gördükleri zayıf, sahih, garip vb. birçok hadisi dinde uyulması zorunlu kurallar bütünü olarak görmüşler ve hemen her konuda helal, haram, bid’at gibi terimlerle Allah’ın hududuna müdahale etmişlerdir.
Şurası unutulmamalıdır ki, vakıa olarak Kur’an’ı belirleyen sünnet, hadis veyahut icma ve kıyas değildir. Bizatihi belirleyici konumda olan, sünneti belirleyen ve yönlendiren Kur’an’dır. Din ile ilgili bütün belirlemelerin kaynağı, Rabbimizin Hz. Muhammed’e vahyettiği ve günümüze mütevatir bir yolla gelen, korunmuş olan Kur’an’dır. (25)

Notlar:
16. Yunus V. Yavuz, İctihad Felsefesi, s.86, işaret Yay., istanbul/1993.
17. Süleyman Uludağ, İslam Düşüncesi nin Özellikleri, s. 98, Dergah Yay.,İst./1979.
18. A. g. e., s. 57.
l9. Ibn Kuteybe, Hadis Müdafaası, s. 125, Kayıhan Yay., İsl.71989. 2, Baskı.
20. Uludağ, a. g. o., s. 58.
21. A. g. e., s. 99.
22. A. g. e., s. 99.
23. A. g. e., s. 99.
24. A. g. e., s. 98.
25. Hamza Türkmen. ‘Hz. Muhahammed’in Sünnetini Doğru Anlayabiliyor muyuz’, Hak Söz, Sayı: 20. s. .5.
Ayrıca bkz.:
‘ İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, (Bombay,!983), XEV. 148-282 (Kitabu’r-Radd âlâ Ebî Hanife).
‘ Hilmi Merttürkmen, Buhari’nin Ebu Hanife ‘ye İtirazları ve Aralarındaki İhtilaflar. (Basılmamış doktora tezi, A.Ü. İslamî İlimler Fakültesi, Erzurum).
‘ Muhammed Gazali, Fatihlere ve Muhaddislere Göre Nebevi Sünnet. İslami Araştırmalar Yayınları.
‘ , Hz. Aişe’nin Hadis Tenkidçiliği (A.Ü.İ.F. dergisi, c.XK. Ankara,!973).
‘ Muhammed Avvâme, İmamların Fıkhi İhtilaflarında Hadislerin Rolü, (2.bsk.. Ist.,l988).
‘ Doç. Dr. Hayri Kırbaşoğlu, İslam Düşüncesinde Sünnet, Fecr Yayınları

Selefîlerin Yolunu Tâkip Ettikleri ve Bunu Dinin Görevi Olarak Bildikleri Âlimlerin Ebû Hanife Hakkında Görüşleri

MUHAMMED BİN İDRİS EŞ-ŞÂFİÎ (İMAM ŞÂFİÎ): "Ebu Hanife'nin reyini sihirbazın ipine benzetiyorum. Şöyle çekersen sarı, böyle çekersen yeşil gelir."; “Ebu Hanife, Kur’an ve Hadis câhilidir.”; “Yazdığı kitapların yarısından çoğu Kitap ve Sünnete muhaliftir.”
MÂLİK BİN ENES (İMAM MÂLİK): "Dinde hile yaptı" der. Ebu Hanife'nin, eline kılıç alıp bu ümmete karşı savaşma­sının, kıyas ve reyi onlar arasında yaymasından daha ehven olacağını söyler. İbn Adiyy’in naklettiğine göre; İmam Mâlik, “Ebu Hanife beldenizde anılıyor mu?” diye sorduğunda "evet" cevabı alınca; “O beldede durulmaması gerekir” diyor. 
İMAM AHMED BİN HANBEL: “Ehl-i Re’yden, Ebû Hanife ve ashâbından hadis rivayet olunmaz.” Derdi. Ona göre, Ebu Hanife'nin meclisinde bulunmak bile bir cerh sebebidir.
BUHÂRÎ: Ebû Hanife’yi cerh etmiş, hiçbir hadisini kitabına almamıştır. “Ebû Hanife, mürciedendir. Re’y ve hadisi terk edilir. Buhari’nin, "Sahih"inde zaman zaman "bazı insanlar dediler ki" diye başlayarak üstü kapalı bir biçimde Ebu Hanife'yi ve onun görüşlerini tenkid ettiği bilinmektedir. 
MÜSLİM BİN HACCAC (İMAM MÜSLİM): "Ebu Hanife, rey sahibidir. Hadisi muztaribdir ve fazla sahih hadisi yoktur.” der ve Ebû Hanife’yi cerheder, hiçbir hadisini kitabına almaz.
NESÂÎ: O da Ebû Hanife'yi cerhedenlerdendir. Nesâî, Ebu Hanife hakkında şöyle der: "Hadiste kuvvetli değildir. Rivayeti az olmasına rağmen hata ve galatı çoktur." 
EVZAÎ: “Biz onu, kendisine bir hadis ulaştığı halde başka bir görüşle hadise muhalefet ettiğinden dolayı kınıyoruz."
SÜFYÂN-I SEVRÎ: Süfyân, Ebû Hanife’nin ölüm haberini alınca; "Elhamdülillah!” diyor ve ilâve ediyor: “O İslâm’ı ilmek ilmek çözen birisiydi. İslâm’da ondan daha uğursuz biri doğmamıştır." Ebu Hanife'yi iki veya üç kere tevbeye dâvet ettiğini söyler.
KADI ŞERİK: Şerik'e sorulur. Ebu Hanife'yi neden dolayı tevbeye davet ettiniz? Şerik'in cevabı kesindir: "Küfürden." Yine, Şerik şöyle der: "Kûfe'nin dört bir ta­rafında içki satıcısı olmak oralarda Ebu Hanife'nin kavliyle konuşan birinin bulunmasından daha hayırlıdır"
İBN EBÎ ŞEYBE: Buhârî’nin naklettiğine göre o, Ebû Hanife hakkında şöyle demiştir: "Onun bir Yahudi olduğu kanaatindeyim" 
EBÛ ZUR’A ER-RÂZÎ: Ebû Hanife, cehmiyye’ye şiddetle karşı çıktığı halde; onu cehmiyyeden sayar ve hadis konusunda zayıf olduğunu söyler.
İBN KUTEYBE: Ebu Hanife ve talebelerini Mürcie'ye mensub kimseler arasında sayan İbn Kuteybe, bunların da içinde yer aldığı rey ehlini "mazeretsiz olarak Kur'an'a ve Resulüllahın sünnetine muhalefet” ile suçlar.
UKAYLÎ: Ebû Hanife’yi yalancı, hadis ve reyine güvenilmez, sahtekâr, zaman zaman küfre düşen bir insan olarak takdim etmiştir. 
HAMMÂD BİN SELEME: "Ebû Hanife bir şeytandı. Resulullah’ın (s.a.s.) hadislerini alır, ama re’yi ile reddederdi."
VEKÎ’: İmam Şâfii’nin hocası Vekî’ şöyle der: “Ebû Hanife, Hasen b. Salih'i kasdederek: "Annesiyle nikâhlansa bile imanı Cebrail'in imam gibi­dir" dedi. Bundan sonra Şerîk, onun ve ashabının şehadetini kabul etmedi. Sevrî ise ölene kadar onunla konuşmadı."
İBN EBÎ DÂVUD: “Ebu Hanife'yi kötüleme konusunda ule­manın icmâı vardır.” (Ne kolay icmâ var diye iddia edebiliyorlar!) “Çünkü Basra'nın imamı Eyyüb es-Sahtiyânî, Kûfe'nin imamı Sevrî, Hicaz'ın imamı Mâlik, Mısır'ın imamı Leys b. Sa'd, Şam'ın imamı Evzâî, Horasan'ın imamı Abdullah b. Mübarek onun aleyhinde ko­nuşmuşlardır.”
İBN HIBBÂN: Ebu Hanife'ye yönelik ithamlarını şu şekilde maddeleştirebiliriz:
Hadis bilgisi zayıf, rivayet ettiği 130 hadisin 120’sinde hata etmiş,
200 civarında hadis ri­vayet etti. Bunlardan sadece dördünde isabet etti. Geri kalanların ya isnadını karıştırdı ya da metnini değiştirdi" (İtham ettiği iki maddedeki ifadenin birbirleriyle çeliştiğine dikkat) 
Mürcie'den ve ircaya davet ediyor,
Küfürden iki defa tevbeye davet edildi. (Sevrî'den naklen),
Kur'an mahlûktur diyor,
Bu ümmetin fitnecisi (Sevrî’den naklen),
Muhammed’in (s.a.s.) dinini değiştiren,
Hz. Peygamberin bir hadisine hezeyan, başka bir hadisine hurâfe diyen, 
Domuz eti yiyen bir kimse hakkında ne dersin? diye soran birisine: “Bir şey gerekmez” diyen,
Allah'a yakınlık maksadıyla bir katıra ibâdet eden kimsenin bu davra­nışında bir beis görmeyen kişi olarak Ebû Hanife’ye ithamlarda bulunuyor. 
İBN ADİYY: Hz. Peygamber'i rüyasında gören bir şahıs, Ebu Hanife'den hadis alı­nıp alınamayacağını soruyor. Hz. Peygamber "alınmaz" diyor.
Ebu Hanife birisine, "size rivayet ettiklerimin hepsi hata" diyor.
Fadl b. Dükeyn, "doğuda ve batıda hayırla yadedilen hiçbir fakih yoktur ki Ebu Hanife meclisini ayıplamamış olsun" diyor.
Ebu Hanife'nin işe yarar hadisleri olmakla beraber; genel olarak riva­yetleri, galat, tashif, sened ve metinlerde ziyadeler, raviler arasında tashiflerle doludur. On küsur hadisi dışında, rivayetlerinin tamamı gayrı sahihtir. 
EBÛ NUAYM EL-İSFEHÂNÎ: “Kur'an'ın mahlûk olduğunu söyledi. Bu rezil sözünden dolayı birçok defa tevbeye davet edildi. Hatası ve evhamı çok birisidir.”
HATÎB BAĞDÂDÎ: “Bir kısmı dini asıllara, bir kısmı furuata ait olan birçok çirkin işlerden dolayı (bu imamlar), onun (Ebu Hanife) hakkında çok şey söylemişlerdir.”
CÜVEYNÎ: Ebû Hanife için: “Kendisi saptığı gibi, başkalarını da saptırdı.” Ebu Hanife'nin nazarının (re’yinin) çoğunun; Kur'an, Sünnet, âsâr ve icma-ı ümmete muhâlif olduğu­nu söyler.
GAZÂLÎ: “Ebu Hanife'ye gelince o, müçtehit değildir. Çünkü lügat (Arap­ça) bilmiyordu. O, hadisleri de bilmiyordu. Bu yüzden zayıf hadisleri kabul edecek, sahihleri reddedecek derecede cüretkârdı. Bizatihi anlayış sahibi biri de değildi, fakat akıllı geçinirdi.”
Yukarıdaki ehl-i hadis âlimlerin yanında; Beyhakî, Darekutnî, İbnü'l-Cevzî, Ca'fer b. Muhammed es-Sâdık, İbn Ebî Hatim er-Râzî, Fahreddin Râzî ve kısmen Nâsıruddîn el-Elbânî gibi selefi geçinenlerin izinden gitmeye çalıştıkları Ebû Hanife’ye muhâliflikte aşırı gidenlerdendir. Yukarıdaki âlimlerin bu görüşlerinin kaynakları için bkz. Ahmed Kalkan’ın facebook sayfasındaki “Ebû Hanife’ye Ehl-i Hadis Âlimlerin Düşmanlığı” adlı 2. Yazının sonundaki dipnotlar ve D.İ.B. yayınlarından, Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife'nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu adlı kitabının 219-322 sayfaları.


AŞAĞIDA OKUYACAĞINIZ SÖZLER İMAM BUHARİNİN EBU HANİFE HAKKINDAKİ SÖYLEMLERİDİR.
 1- “Güvenilmez Adam.” (Tarihul Kebir c. 8 s.81)
 2- “Sapık Mürcie Mezhebinin Mensubu.” (Tarihul Evsat c.2 s.93)
 3- “Küfründen dönmesi için iki defa tövbeye çağrılan adam.” (Kitabuz Zuafa s.132)

Ehl-i Sunnet için meşhur olan, ünlü Muhaddis, alim ve Fakih, Süfyan bin Uyeyne, Ebu Hanifenin Ölüm haberi kendisine gelince, kendisi İmam Buhariden geri kalmayarak şöyle demiştir:
“Allah ona lanet etsin! İslam’ın can damarlarını, bir, bir kopardı. Müslümanlar arasında ondan daha şerir biri doğmamıştır.” (İbni Abdulbirr, El İntika s.149-150) İbnül Carud ise Ebu Hanifeyi tanıtırken şu korkunç sözü söylüyor: “Müslüman olup olmadığı tartışmalıdır.” (El İntika s.150)
BİR DİĞER MEZHEP İMAMI OLAN İMAM MALİK İSE ŞÖYLE DEMİŞTİR:
 “Ebu Hanife, İslam bünyesinde doğan en şerir varlıktır. Bu ümmete, fikirleri yerine kılıçla vursaydı daha iyi olurdu.” (El İntika s.150)
 Ebu Hanife hakkında o dönem pek çok iddia ve söylem ortaya atılmış işte onlardan bir kısmı :
Ebuşşeyh Tabakat
 Dedi ki: Asım b. Yezid’i şöyle derken işittim Sufyan es-Sevri söyledi ki: Ebu Hanife hem sapık hemde saptırıcı idi.(Ebuşşeyh Tabakat 2/110)
Ahmed b.Hanbel Kitabul-İlel
 Sufyan es-Sevri: Ebu Hanife’nin iki kere tevbeye davet edildiğini nakleder. (Ahmed b.Hanbel Kitabu’l-İlel.II/69/428-32)
Malik b.Enes: Ebu Hanife az kalsın dini yıkacaktı der. (Ahmed b.Hanbel Kitabu’l-İlel.II/69/428-32)
Hammad bin Seleme: Ebu Hanife bir şeytandı: Hz Peygamber’in sözlerini kendi görüşlerine dayanarak reddederdi (İbn Adi el-Kamil fi Zuafair-Rical.8/239)(Ahmed b.Hanbel İlel II/68/428
 II/246/1775)
Ebu’l-Hasan el-Eş’ari: Sufyan es-Sevri İmam Ebu Hanife’nin hocası Hammad bin Ebu Süleyman’dan şu sözü nakletmiştir: O Müşrik Ebu Hanife’ye söyle ben ondan tamamen beriyim onunla hiçbir ilişkim yoktur (Eşari.el-İbane.77)
İmam Buhari et-Tarihul-Kebir
 İmam Buhari: Ebu Hanife Murcii’dir rey ve hadisleri terk edilmiştir (Buhari et-Tarihul-Kebir VIII.81)
İmam Müslim b Hacac Kitabul Kuna vel Esma
 İmam Müslim şöyle der: Ebu Hanife Numan b Sabit rey sahibidir Hadisi muztaribtir ve fazla sahih hadisi yoktur (İmam Müslim b Hacac Kitabul Kuna vel Esma .31)
İbn Adi el-Kamil fi Zuafai’r-Rical
 İmam Malik: Ebu Hanife dini mahveden hastalıklardan biridir.(İbn Adi el-Kamil fi Zuafair-Rical.8/237)
İbn Ebi Davud:Ebu Hanife’ye saldırı ve onu itham, İslam ümmetinin icma noktalarından biridir: Basra’nın fıkıh imamı Eyyüb es-Sahtiyani onun aleyhinde konuşmuştur.Küfe’nin imamı Süfyan es-Sevri öyle Hicaz bölgesinin imamı Malik bin Enes öyle Mısır’ın imamı Leys bin Sa’d öyle Şam’ın imamı Evzai öyle Horasan’ın imamı Abdullah bin Mübarek öyle Kısacası yeryüzünün her yanındaki İslam uleması onun hakkındaki kanaati menfidir.(İbn Adi el-Kamil fi Zuafair-Rical.8/241)
İbn Abdilberr el-İntika
 Sufyan bin Uyeyne: Allah ona lanet etsin: İslam’ın can damarlarını bir bir kopardı Müslümanlar arasında ondan daha şerir biri doğmamıştır.(İbn Abdilberr el-İntika/149-150)
İbnül-Carud: Müslüman olup olmadığı tartışmalıdır.( İbn Abdilberr el-İntika.150)
Abdullah bin Mübarek şöyle diyor: Biz önceleri onu tanımıyorduk ve sohbetlerine devam ediyorduk.Ne zamanki onu yakından tanıdık kendisini terk ettik.( İbn Abdilberr el-İntika./151)
Hatib el-Bağdadi Tarihu Bağdad’da şöyle der: Onun hakkında dinin hem esaslarına hem de fürüatına ilişkin şecaatleri yüzünden çok sözler söylenmiştir.Gerçek şu ki Ebu Hanife bütün ilmi kudretine rağmen bizim bu eserimizde tanıttığımız ulema gibi örnek alınacak bir insan değildir.
İmam Malik: Benim için Ebu Hanife’nin sözüyle hayvan pisliği arasında hiçbir fark yoktur. (Hatib el-Bağdadi Tarihu Bağdad.13/411)
 (Hatib el-Bağdadi 13/371-372)
Ebu Davud Süleyman es-Sicistani şöyle diyor: İmam Malik Şafii ve İbn Hanbel Ebu Hanife’nin dalalet içinde olduğunda ittifak etmişlerdir.(Hatib el-Bağdadi Tarihu Bağdad 13/383-384)
Hatib el-Bağdadi Tarihu Bağdad’da şöyle der: Onun hakkında dinin hem esaslarına hem de fürüatına ilişkin şenaatleri yüzünden çok sözler söylenmiştir.Gerçek şu ki Ebu Hanife bütün ilmi kudretine rağmen bizim bu eserimizde tanıttığımız ulema gibi örnek alınacak bir insan değildir
el-Bağdadi Tarihu Bağdad.13/4239)
Evza’i:Ebu Hanife İslam’ın can damarlarına musallat oldu ve onları birer birer parçaladı.Evzai Ebu Hanife’nin ölüm haberini alınca şöyle dedi:Elhamdülillah Yok olup gitti Yaşamaya devam etseydi İslam’ın can damarlarını parçalamaya devam edecekti. (Hatib el-Bağdadi Tarihu Bağdad.13/398)

Kadı Şerik: Ebu Hanife Allah’ın kitabından iki ayeti inkar etti: Ebu Hanife imanın artıp eksilmeyeceğini iddia etti. Ve o namazın Allah’ın dininden bir parça olmadığını savundu. (Hatib el-Bağdadi Tarihu Bağdad.13/372)
Sufyan es-Sevri: İslam bünyesine Ebu Hanife’nin yerleştirdiği şerden daha büyük bir şer yerleşmemiştir (Hatib el-Bağdadi Tarihu Bağdad.13/397)
Sufyan es-Sevri:Zındıklığından dönmesi için iki kez kafirliğinden dönmesi içinse defalarca tövbeye çağrıldı.(Hatib el-Bağdadi 13/382-383) Sufyan es-Sevri Ebu Hanife’nin ölüm haberini alınca şunları söyledi: Toplumun büyük bir kesimine musallat olan bir beladan bizi kurtaran Allah’a hamd olsun Ümmetin fitne kaynağı yok oldu. (Hatib
 İbn Ebi Şeybe: Sanıyorum Ebu Hanife Yahudi idi (Hatib 13/413)
Ebu Davud Süleyman es-Sicistani şöyle diyor: İmam Malik Şafii ve İbn Hanbel Ebu Hanife’nin dalalet içinde olduğunda ittifak etmişlerdir.(Hatib el-Bağdadi Tarihu Bağdad 13/383-384)
İbn Hibban Kitabul-Mecruhin
 Kendisinden başka kimsenin rivayet etmediği 130 hadis rivayet etti. Bunların yüz yirmi tanesinde yanlışlar yapmıştır ya senetlerini karıştırmış yahut da farkında olmadan metinleri değiştirmiştir
 Hatası doğrularına galp gelince de hadisleri delil olarak kullanmaktan tümüyle vazgeçme yoluna gitmiştir. Ebu Hanife’yi din konusunda delil yapmak caiz değildir Çünkü o Mürcie mezhebinin davetçisi idi. Bid’ata devletçilik edenlerin din konusunda asla kanıt olmayacağı ise imamlarımızın ortak kanaatidir. Müslümanların önderi imamlar bu kişi hakkında bütün bölgelerde eleştiriler yapmış onu tek tek reddetmişlerdir.(İbn Hibban Kitabul-Mecruhin.s.405-213)

1-Küfür’den iki defa tevbeye davet edildi (Sevri’den naklen)
2-Kur’an Mahluktur diyor
3-Bu Ümmetin fitnecisi (Sevri’den naklen)
4-Muhammed s a v dinini değiştiren
5-Hz Peygamberin bir hadisine heyezan diyor
6-Hz Peygamberin bir hadisine hurafe diyor
7-Sufyan es-Sevri sika ve emin değildir
8-Abdullah b Mübarek Ebu Hanife hadiste yetim id
9-Domuz eti yiyen bir kimse.
BUGÜN EHLİ SÜNNETİN BÜYÜK  ALİMLERİ  OLARAK ADI GEÇEN HANİFİLİK MEZHEBİ ALTINDA İÇTİHATLARI DİN DİYE UYGULANAN NİCE KİMSELERİN İMAM  HAKKINDA SÖYLEDİKLERİ BUNLARLA YETİNİLDİĞİ SANILMASIN.
''EBU HANİFEYİ KİMLER, NİÇİN KAFİR İLAN ETTİ ‘
       
Günümüzde Müslümanlar farklı Mezheplere bölünmüş vaziyetteler. Yine bu Mezheplerin içerisinde yüzlerce ayrı fırka, tarikat ve cemaat bölünmesi de işin cabası. Kur’anda “Hep birlikte Allah’ın ipine(Kur’ana) sımsıkı sarılın ve parçalanıp, bölünmeyin…”, “Müminler kardeştir” diyen Allah’a rağmen bu çarpık tutum ve Kur’ana muhalif bu uygulamalar günümüzde Müslümanların içine düştüğü açmazı, parçalanmışlığı ve zilleti adeta gözler önüne sermektedir. İslam kardeşliğinin mezhep kardeşliğine hatta tarikat kardeşliğine kadar indirgenmesi haşa Allah’a meydan okumaktan başka ne anlama gelebilir. Mezhepsizlik insanlara bir küfür aracı olarak kullanıldığından beri artık Mezheplilik bir İman esası haline gelmiş, ben bir Mezhep kuruyorum diye yola çıkmadıkları halde İmamlar Mezhep İmamı, verdikleri fetvalardan oluşturulan kitaplar ise Hak Mezheplerin kitapları kabul edilmiş dahası bu kitaplar da Allah’ın hükmüne eş ve ortak kabul edilmiştir.
 Hadis kelimesine ise öyle bir anlam yüklenmiştir ki sanki Peygamberimizden asırlar sonra toplanmamış, sanki insan sözü değil de Allah sözü imiş ve kesin doğrularmış gibi öyle bir algı ortaya konmuştur ki, geçen uzun zaman diliminde Hadis adı altında yığınla rivayet uydurulmuş, bunlar Peygamberimize atfedilmiş ve Emeviler döneminde, sonraki süreçte bunlar adeta resmi bir devlet prosedürü şeklinde sistematik olarak, baskı ve zulümle yerleşik hale getirilmiştir. Bu dönemde  Ebu Hanife görüşleri sebebiyle o güne kadar ki islam tarihinde hadislerin ilk kez baş tacı yapıldığı ve asıl yayılma zeminini sağlayan siyasi iktidar tarafından hayatı maalesef ki dünya da cehenneme çevrilip zindanlarda geçirtilmiştir ..
 İşte böylesi bir dönemde Ebu Hanife yılmadan Allah Rasulü Kurana muhalefet etmez diyerek uydurma rivayetleri reddetmiş ve Kur’an kaynaklı bir bakış açısını ortaya koymuştur. Fakat bugün Kuran’ı merkeze alanların yaşadığını, o günde Ebu Hanife yaşamıştır. Kendisi Tekfir edilmiş, Peygamber düşmanı ilan edilmiş, her türlü hakarete maruz kalmıştır.
 İşte bugün bu konu hakkında bilgisi dahi olmayan cahil bırakılmış çok büyük yığınlar var. Birbirini tekfir eden Mezhep İmamlarının hepsine Hakk demek, ya da bir başkasına batıl demenin ölçüsü nedir.? Ben Hanefi mezhebindenim dediği halde Ebu Hanifeyi sapık ve kafir ilan eden Buhari ve diğer hadis ehlinin kitaplarında  geçen her sözü Kuran’a uygunluğu tartılmadan, sahih sünnete uyumu gözetilmeden sahih zannetmek,  körü körüne savunmak, Buhari batarsa islam batar fikrini savunmak nasıl bir mantıkla izah edilebilir ki ‘
Ebu Hanife bugün yaşasaydı, adı sahih olan kitaplara geçse dahi, akla Kuran’a ve diğer sahih hadislerle çelişen sözleri kabul etmediği  için, bugün kendini hanifi ve ehli sünnet olarak tanımlayan nice hocaların reddiyelerine ve hışmına uğraması kaçınılmazdı!
Yukardaki sözleri sarf eden insanlar ne işlam düşmanı, ne de cahil cüheladır. Hemen hemen çoğu koca koca alimlerdir. İslama bir şekilde hizmet etmiş insanlardır. Pekiyi öyle de bu ne lahana ne perhiz demek geliyor insanın içinden.
Olaya şöyle bakalım. İyi niyetli bir insan bir ailede  doğuyor. bir köyde bir şehirde her hangi bir toplumda yetişiyor. Daha çocukken evde okulda çevresindeki doğru ve yanlış algısı ile yetişiyor.    Daha sonraki hayatında öğrendiği doğruların ispatı ve güçlendirilmesi yönünde fikir üretip mesafe katetmeye çalışıyor. İlk etepta doğru sandığımız şeylerin içinde yanlışların barındığını fark etmemiz mümkün olmuyor. Çelişkili olduğunu görsek bile bize diyorlar ki sen anlamazsın. Bunda bir hikmet vardır. Bu aşamadan sonra sürekli çelişkili şeylerin altında hikmet aramak, onu bir şekilde tevil ederek yanlış yönlerinin üstünü kapatmaya çalışıyoruz. Oysa tarih boyunca bu tür yanlışların üstünü kapatmadan yalana uydurmalara, şirke karşı mücadele veren canını veren insanlar olmuş. Bunlar zulümlere uğratılmıştır. Bunlardan imamı azam, baskıların ötesinde bu yanlışlara yalanlara direndiği için öldürülmüştür. Hz. Hasan zehirlenerek, Hüseyin, İmam Zeyt yine hunharca katledilenler arasındadır., Hasan Basri, Seyit Kutup, Hasan El benna, Mehmet Akif, Elmalı Hamdi   gibi….. sayıları hiçte küçümsenmeyecek sayıda Alimlerimiz mevcuttur. hakaretlere maruz kalmış  bir çoğu sürgün yemiş, işkence görmüş veya öldürülmüşlerdir. Kimler tarafından deriniz? Tabi ki geleneği din edinmiş, öğrendiği duyduğu her şeyi din zannedip akıl etmeyenler tarafından!
Yukarda sözünü ettiğimiz imama düşmanlık yapan hadis uleması bile kendi aralarında birlik sağlayamadıkları için bir birlerine düşmüşler, bir çoğu diğerlerinin rivayetlerini kabul etmedikleri için öldürülmüştür.
Misal; Buhari’nin memleketine konulmaması  ve memleketi dışında öldürülmesi, Taberi’nin  evi başına yıkılarak öldürülmesi, yine hadis alimi nesai’nin Bağdat’ta linç edilerek  öldürülmesi, Gazaliyi eleştiren meşhur alim Bikai’yi ölesiye dövülerek öldü diye bırakılması, hep bu tarafgirlik farklı yorumları din yerine konulmasından dolayıdır.  Maalesef tarihimizde ve günümüzde böylesi hakikatler vardır.   İslam mezhebe indirgendiği zaman,  kendi mezhebinden olmayanları,  başka dine mensupmuş gibi küfürle itham edilenlerin, ne şekilde islam dışılığı sergilediği açıkça ortadadır.  Bu anlayış; dışlayıcı, ötekileştiriçi ve tahakkümcü bir tutum ortaya çıkarmaktadır.  Misal Ehli-Sünnet Vel-Cemaat görüşü uygulamada  geniş bir çoğulculuğa, hoşgörüye ve zenginliğe sahip, tekfiri benimsemeyen bir görüş iken, günümüzde  İslam eşittir ehli sünnet, ehli sünnet eşittir Hanefilik, Hanefilik eşittir filanca tarikat oda eşittir onun falanca kolu yada cemaati gibi algılanır olması ne hale geldiğimizin göstergesi değil ya nedir? Oysa bugünkü hanifiliğe bakıyorsunuz İmam ı Azamla benzerliği bile kalmayan yorumların din edinildiğini görüyoruz.
BÜYÜK İMAM BİR KISIM İNSANLAR TARAFINDAN TEKFİR EDİLİRKEN, ONU SEVENLER BOŞ MU DURMUŞ? ELBETTE Kİ HAYIR. ONLARDA UYDURMANIN YALANIN BİR BAŞKA ÖRNEĞİNİ ORTAYA KOYMA YARIŞINA GİRMİŞLERDİR. NASIL MI? İŞTE KAYNAKLARIMIZDA ONUN LEHİNE UYDURULANLARDAN SADECE BİR DEMET:

Ebû Hüreyrenin «radıyALLAHü anh» bildirdiği bu hadîs-i şerîfde, (Ümmetim arasında Ebû Hanîfe denilen biri gelecektir. O, kıyamet günü ümmetimin ışığı olacaktır) buyuruldu. Yine bu yoldan gelen bir hadîs-i şerîfde, (Ümmetim arasında biri gelecektir. ismi Nu'mân, künyesi Ebû Hanîfedir. O, ümmetimin ışığıdır) buyuruldu. Yine bu yoldan gelen, Enes bin Mâlikin bildirdiği hadıs-i şerîfde, (Benden sonra bir kimse gelir, tsmi Nu'mân bin Sâbitdir. Künyesi Efeû Hanîfedir. ALLAHü teâîâ, dînini ve benim sünnetimi O'nun elinde kuvvetlendirecektir) buyuruldu. Yine bu yoldan gelen haberde, Alî «radıyALLAHü anh», (Size, Küfe şehrinde gelecek birini bildiriyorum. Künyesi Ebû Hanîfedir. Kalbi ilm ve hikmet ile doludur. Âhır zamanda, (Benâniyye) denilen kimseler, O'nun yüzünden helak alacaklardır)
Hilmi Işık Ebu Hanife’nin şahsında ALLAH’a ve Resülune iftira ediyor. (s:441-442)

Hadîs-i şerîfde, (Ümmetimden, Ebû Hanîfe adında biri gelecektir. Bu, Kıyamet günü, ümmetimin ışığı olacaktır) buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfde, (Nu'mân bin Sabit adında ve Ebû Hanîfe denilen biri gelecek, ALLAHü teâlânın dînini ve benim sünnetimi canlandıracakdır) buyuruldu. (Ebû Hanîfe adında biri gelir. O, bu ümmetin en hayrlısıdır), (Ümmetimden biri, sünnetimi canlandırır. Bid'atleri öldürür. Adı, Nu'mân bin Sâbitdir), (Her asırda, ümmetimden, yükselenler olacakdır. Ebû Hanîfe, zemânının en yükseğidir), (Ümmetimden, Ebû Hanîfe adında biri gelecekdir. İki küreği arasında ben vardır. ALLAHü teâlâ, dînini, onun eli ile canlandırır) hadîs-i şerifleri meşhurdur.
Âlimlerden biri, rü'yâda, Resûlullaha "sallalla-hü aleyhi ve sellem", (Ebû Hanîfenin ilmi için ne buyurursunuz?) dedi. Cevâbında, Onun ilmi herkese lâzımdır) buyurdu. Başka bir alim, rü'yasında (Ya ResulALLAH! Küfe şehrindeki Nu'mân bin Sabitin bilgileri için ne buyurursunuz?) dedi. (Ondan öğren ve onun öğretdiği ile amel et. O, çok iyi kimsedir) buyurdu! İmâm-ı Alî "radıyALLAHü anh" (Size, bu Küfe şehrinde bulunan, Ebû Hanîfe adında birini haber vereyim. Onun kalbi, ilm ile, hikmet ile dolu olacakdır. Âhır zemânda, birçok kimse, onun kıymetini bilmiyerek helak olacakdır. Nitekim, şî'îler de, Ebû Bekr ve Ömer için helak olacaklardır) dedi. İmâm-ı Muhammed Bakır "rahmetullahi aleyh", Ebû Hanîfeye "rahmetullahi teâlâ aleyh" bakıp (Ceddimin dînini bozanlar çoğaldığı zemân, sen onu canlandıracaksın. Sen korkanların kurtarıcısı, şaşıranların sığınağı olacaksın! Sapıkları doğru yola çevireceksin! ALLAHü teala yardımcın olacak!) buyurdu.
Vehhabiye Nasihat, H.Hilmi Işık        
İMAM-I AZAM BU DİNİN ASIL PEYGAMBERİDİR. (s.467)
Ebû Hanîfenin kıyâsı doğru değildir diyen kâfir olur.
(Adama sormazlar mı?  o zaman  Buhari, Müslim, Ehli sünnetin Kurucusu Ahmet bin Hambel İmamı azamın kıyasını kabul etmedikleri için kafir mi  oldular!?
HZ. İSA DA HANEFİ MEZHEBİNDENDİR.(s.106)
Îsâ “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” gökden inip, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe mezhebine uygun ictihâd edecek, onun halâl dediğine halâl diyecek, harâm dediğine harâm diyecekdir.

1. Cafer-i Sadık’ın şahsında Ebu Hanife’ye iftira. (S.24)
İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri, ömrünün son yıllarında, içtihadı bıraktı. İki sene, Ca'fer Sâdık hazretlerinin sohbetinde bulundu Sebebini sorduklarında, (Bu iki sene olmasaydı, Nu'mân helak olurdu buyurdu.  Vehhabiye Nasihat, H.Hilmi Işık
(GÜYA HER İKİ İMAMI  DA BİR TARİKATA GİRMİŞ,  ilimde ve ibadette son derece ileri oldukları! hâlde, tasavvuf büyüklerinin yanına giderek, ma'rifet ve bunun meyvesi olan (hakîkî iman) edinmişlermiş. Oysa ilim öğrenmekten, Ders vermekten, İslamiyet’i yaymaktan daha üstün amel olur mu? Bunları bırakıp, tasavvuf büyüklerinin hizmetlerine sarıldılar, bir hırka bir lokma ekmek miskin miskin zikir mi çektiler. Böyle olsaydı imamı azamın hapislerde ne işi vardı. Niye öldürüldü.
İslam dininin, ubudiyet hayat ve ahlak dini olduğu gerçeğini, imamı azam görüntüsüyle geri plana atmak isteyenlerin, onu sevdiğini iddia edenler tarafından yapıldığını da görmekteyiz.  İki rekât lık namazında Kuran’ı iki kere hatim etmesi, kırk yıl, yatsı namazının abdesti ile sabah namazını kılıyor olması gibi asılsız iddialarla onun sosyal hayattaki aktivitesi, haksızlığa başkaldırısının üstü örtülmeye çalışılmıştır. Zira hayatı ilim, talebe yetiştirmek ve  haksızlıklara karşı mücadele ile geçmiş bu insan  aynı zamanda yer, içer, uyur, ticaret yapar ve ev geçindirir. Bu kadar meşgale içinde nasıl olurda   kırk yıl geceleri sabaha kadar mescitte  kalır!..? iki rekat namazda  Kuran’ı iki kere hatim ederken diğer vakitler güme gitmez mi? Hem Allah ın insan istediği Kuran’ın gösterdiği din bu mudur? asıl olmayan  bu övgüler onu yüceltme mi yoksa başka amaçlar mı taşıyor düşünülmeli!..?      
SONUÇ olarak kısa bir değerlendirme yapacak olursak, mazide olduğu gibi bizler de dinimizi hemen hemen hadis kitapları ve diğer vaaz ve nasihat kitaplarından öğrendik. Bize  Kuran anlaşılmaz O’nu kimse anlayamaz dediler. O’nu okuyun sevap kazanın, geçmişlerinize bağışlayın dediler. Bizde öyle yaptık. Bu görüşler hakikatle hiç test edilmediği için islam dünyasında her alimin bir cemaati oldu. Hepsi alimlerinin anladığı kadar dindar, onun anlattığı kadar ilim sahibi oldu. Her birisi diğerini yanlış gördü tekfir etmeye başladı. Şu an öyle bir aldı ki birlerinin celladı durumunda. Bunun sebebi nedir dersiniz?  Elbetteki Anlaşılmayan Kuran! Eğer önce insanlar Kuran ın anlam maksat ve amacını öğrenseydi. Sonra diğer kaynaklara yönelseydi. Kuran doğru söylediği için diğerlerindeki uydurmalara itibar edilmeyecek, islam kardeşliği zedelenmeyecekti. Herkeste üç aşağı beş yukarı doğru islam algısı gelişecekti. İslam’ın genetiği ile öylesine oynanmıştır ki, geleceğe bir miras bırakmak isteyen yada kitaplar yazıp kendine göre yeni nesiller oluşturmak isteyenlerin en büyük handi kapı kendilerinin Allah  tarafından  seçilmiş kul olduğunu fikrini öncelemesi. Söylediklerini ve yazdıklarını Allah’a ve resülüne tasdik ettirmiş olmaları gibi savsatalarla okuyucularını avsunlamalarıdır.  Her ne hikmetse Allah ve resülü tarafından tasdik edildiği iddia edilen kitaplardaki din adına söylenen şeylerin bir çoğu Allah ın kitabı ile tezatlık teşkil etmekte, bunlarla birlikte bu kitapların biri diğerini yalanlamakta.  Haşa Allah ta mı bir sorun var yoksa resulünde mi? Veya kendilerinin Allah ve resülü tarafından görevlendirildiğini iddia edenlerde mi? Bu hezeyanlar onların halisilasyonları değil de nedir? Bu konulara merak edenler geçmişte ne olup bitmiş, uydurmaların kaynağı nedir? Gelenekte ne kadar uydurma var. Bugün sahih kitaplarda geçen rivayetler ne kadar uydurma arasından seçilmiş, hangi metot kullanılmış, bu metotlar ne kadar doğru bunlara bir bakmalı.
Bir başka makalede bu tip insanların kitaplarındaki Kuran’a ve sahih sünnete ne kadar ters uydurmalarla dolu olduğunu göstermeye gayret edeceğim.
  

EHLİ HADİSİN BİR ÇOĞUNUN İMAMI AZAM HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ

AŞAĞIDA OKUYACAĞINIZ SÖZLER İMAM BUHARİNİN EBU HANİFE HAKKINDAKİ SÖYLEMLERİDİR.
 1- “Güvenilmez Adam.” (Tarihul Kebir c. 8 s.81)
 2- “Sapık Mürcie Mezhebinin Mensubu.” (Tarihul Evsat c.2 s.93)
 3- “Küfründen dönmesi için iki defa tövbeye çağrılan adam.” (Kitabuz Zuafa s.132)

Ehl-i Sunnet için meşhur olan, ünlü Muhaddis, alim ve Fakih, Süfyan bin Uyeyne, Ebu Hanifenin Ölüm haberi kendisine gelince, kendisi İmam Buhariden geri kalmayarak şöyle demiştir:
“Allah ona lanet etsin! İslam’ın can damarlarını, bir, bir kopardı. Müslümanlar arasında ondan daha şerir biri doğmamıştır.” (İbni Abdulbirr, El İntika s.149-150) İbnül Carud ise Ebu Hanifeyi tanıtırken şu korkunç sözü söylüyor: “Müslüman olup olmadığı tartışmalıdır.” (El İntika s.150)
BİR DİĞER MEZHEP İMAMI OLAN İMAM MALİK İSE ŞÖYLE DEMİŞTİR:
 “Ebu Hanife, İslam bünyesinde doğan en şerir varlıktır. Bu ümmete, fikirleri yerine kılıçla vursaydı daha iyi olurdu.” (El İntika s.150)
 Ebu Hanife hakkında o dönem pek çok iddia ve söylem ortaya atılmış işte onlardan bir kısmı :
Ebuşşeyh Tabakat
 Dedi ki: Asım b. Yezid’i şöyle derken işittim Sufyan es-Sevri söyledi ki: Ebu Hanife hem sapık hemde saptırıcı idi.(Ebuşşeyh Tabakat 2/110)
Ahmed b.Hanbel Kitabul-İlel
 Sufyan es-Sevri: Ebu Hanife’nin iki kere tevbeye davet edildiğini nakleder. (Ahmed b.Hanbel Kitabu’l-İlel.II/69/428-32)
Malik b.Enes: Ebu Hanife az kalsın dini yıkacaktı der. (Ahmed b.Hanbel Kitabu’l-İlel.II/69/428-32)
Hammad bin Seleme: Ebu Hanife bir şeytandı: Hz Peygamber’in sözlerini kendi görüşlerine dayanarak reddederdi (İbn Adi el-Kamil fi Zuafair-Rical.8/239)(Ahmed b.Hanbel İlel II/68/428
 II/246/1775)
Ebu’l-Hasan el-Eş’ari: Sufyan es-Sevri İmam Ebu Hanife’nin hocası Hammad bin Ebu Süleyman’dan şu sözü nakletmiştir: O Müşrik Ebu Hanife’ye söyle ben ondan tamamen beriyim onunla hiçbir ilişkim yoktur (Eşari.el-İbane.77)
İmam Buhari et-Tarihul-Kebir
 İmam Buhari: Ebu Hanife Murcii’dir rey ve hadisleri terk edilmiştir (Buhari et-Tarihul-Kebir VIII.81)
İmam Müslim b Hacac Kitabul Kuna vel Esma
 İmam Müslim şöyle der: Ebu Hanife Numan b Sabit rey sahibidir Hadisi muztaribtir ve fazla sahih hadisi yoktur (İmam Müslim b Hacac Kitabul Kuna vel Esma .31)
İbn Adi el-Kamil fi Zuafai’r-Rical
 İmam Malik: Ebu Hanife dini mahveden hastalıklardan biridir.(İbn Adi el-Kamil fi Zuafair-Rical.8/237)
İbn Ebi Davud:Ebu Hanife’ye saldırı ve onu itham, İslam ümmetinin icma noktalarından biridir: Basra’nın fıkıh imamı Eyyüb es-Sahtiyani onun aleyhinde konuşmuştur.Küfe’nin imamı Süfyan es-Sevri öyle Hicaz bölgesinin imamı Malik bin Enes öyle Mısır’ın imamı Leys bin Sa’d öyle Şam’ın imamı Evzai öyle Horasan’ın imamı Abdullah bin Mübarek öyle Kısacası yeryüzünün her yanındaki İslam uleması onun hakkındaki kanaati menfidir.(İbn Adi el-Kamil fi Zuafair-Rical.8/241)
İbn Abdilberr el-İntika
 Sufyan bin Uyeyne: Allah ona lanet etsin: İslam’ın can damarlarını bir bir kopardı Müslümanlar arasında ondan daha şerir biri doğmamıştır.(İbn Abdilberr el-İntika/149-150)
İbnül-Carud: Müslüman olup olmadığı tartışmalıdır.( İbn Abdilberr el-İntika.150)
Abdullah bin Mübarek şöyle diyor: Biz önceleri onu tanımıyorduk ve sohbetlerine devam ediyorduk.Ne zamanki onu yakından tanıdık kendisini terk ettik.( İbn Abdilberr el-İntika./151)
Hatib el-Bağdadi Tarihu Bağdad’da şöyle der: Onun hakkında dinin hem esaslarına hem de fürüatına ilişkin şecaatleri yüzünden çok sözler söylenmiştir.Gerçek şu ki Ebu Hanife bütün ilmi kudretine rağmen bizim bu eserimizde tanıttığımız ulema gibi örnek alınacak bir insan değildir.
İmam Malik: Benim için Ebu Hanife’nin sözüyle hayvan pisliği arasında hiçbir fark yoktur. (Hatib el-Bağdadi Tarihu Bağdad.13/411)
 (Hatib el-Bağdadi 13/371-372)
Ebu Davud Süleyman es-Sicistani şöyle diyor: İmam Malik Şafii ve İbn Hanbel Ebu Hanife’nin dalalet içinde olduğunda ittifak etmişlerdir.(Hatib el-Bağdadi Tarihu Bağdad 13/383-384)
Hatib el-Bağdadi Tarihu Bağdad’da şöyle der: Onun hakkında dinin hem esaslarına hem de fürüatına ilişkin şenaatleri yüzünden çok sözler söylenmiştir.Gerçek şu ki Ebu Hanife bütün ilmi kudretine rağmen bizim bu eserimizde tanıttığımız ulema gibi örnek alınacak bir insan değildir
el-Bağdadi Tarihu Bağdad.13/4239)
Evza’i:Ebu Hanife İslam’ın can damarlarına musallat oldu ve onları birer birer parçaladı.Evzai Ebu Hanife’nin ölüm haberini alınca şöyle dedi:Elhamdülillah Yok olup gitti Yaşamaya devam etseydi İslam’ın can damarlarını parçalamaya devam edecekti. (Hatib el-Bağdadi Tarihu Bağdad.13/398)

Kadı Şerik: Ebu Hanife Allah’ın kitabından iki ayeti inkar etti: Ebu Hanife imanın artıp eksilmeyeceğini iddia etti. Ve o namazın Allah’ın dininden bir parça olmadığını savundu. (Hatib el-Bağdadi Tarihu Bağdad.13/372)
Sufyan es-Sevri: İslam bünyesine Ebu Hanife’nin yerleştirdiği şerden daha büyük bir şer yerleşmemiştir (Hatib el-Bağdadi Tarihu Bağdad.13/397)
Sufyan es-Sevri:Zındıklığından dönmesi için iki kez kafirliğinden dönmesi içinse defalarca tövbeye çağrıldı.(Hatib el-Bağdadi 13/382-383) Sufyan es-Sevri Ebu Hanife’nin ölüm haberini alınca şunları söyledi: Toplumun büyük bir kesimine musallat olan bir beladan bizi kurtaran Allah’a hamd olsun Ümmetin fitne kaynağı yok oldu. (Hatib
 İbn Ebi Şeybe: Sanıyorum Ebu Hanife Yahudi idi (Hatib 13/413)
Ebu Davud Süleyman es-Sicistani şöyle diyor: İmam Malik Şafii ve İbn Hanbel Ebu Hanife’nin dalalet içinde olduğunda ittifak etmişlerdir.(Hatib el-Bağdadi Tarihu Bağdad 13/383-384)
İbn Hibban Kitabul-Mecruhin
 Kendisinden başka kimsenin rivayet etmediği 130 hadis rivayet etti. Bunların yüz yirmi tanesinde yanlışlar yapmıştır ya senetlerini karıştırmış yahut da farkında olmadan metinleri değiştirmiştir
 Hatası doğrularına galp gelince de hadisleri delil olarak kullanmaktan tümüyle vazgeçme yoluna gitmiştir. Ebu Hanife’yi din konusunda delil yapmak caiz değildir Çünkü o Mürcie mezhebinin davetçisi idi. Bid’ata devletçilik edenlerin din konusunda asla kanıt olmayacağı ise imamlarımızın ortak kanaatidir. Müslümanların önderi imamlar bu kişi hakkında bütün bölgelerde eleştiriler yapmış onu tek tek reddetmişlerdir.(İbn Hibban Kitabul-Mecruhin.s.405-213)

1-Küfür’den iki defa tevbeye davet edildi (Sevri’den naklen)
2-Kur’an Mahluktur diyor
3-Bu Ümmetin fitnecisi (Sevri’den naklen)
4-Muhammed s a v dinini değiştiren
5-Hz Peygamberin bir hadisine heyezan diyor
6-Hz Peygamberin bir hadisine hurafe diyor
7-Sufyan es-Sevri sika ve emin değildir
8-Abdullah b Mübarek Ebu Hanife hadiste yetim id
9-Domuz eti yiyen bir kimse.

KURAN DA MÜSLÜMAN TARİFİ NASIL YAPILMIŞTIR?

AYETLERLE MÜSLÜMANIN TARİFİ:
- İman edip, salih amellerde bulunurlar. (Bakara, 25)
- Allah'tan korkup sakınırlar. (Al-i İmran, 15)
- Bollukta da darlıkta da infak ederler. (Al-i İmran, 134)

- Öfkelerini yenerler. (Al-i İmran, 134)
- İnsanlardaki haklarından bağışlama ile vazgeçerler. (Al-i İmran, 134)
- Çirkin bir hayasızlık işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp, -hemen günahlarından dolayı bağışlanma isterler. (Al-i İmran, 135)
- Yaptıkları kötü şeylerde bile bile ısrar etmezler. (Al-i İmran, 135)
- Allah'a ve elçisine itaat ederler (Nisa, 13)
- Namazı kılarlar, zekatı verirler, elçilere inanır, onları savunup desteklerler. (Maide, 12)
- Doğru sözlüdürler. (Maide, 119)
- Hicret ederler, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd ederler. (Tevbe, 20)
- Güzel davranışlarda bulunurlar. (Yunus, 26)
- Rabbimiz'e kalpleri tatmin bulmuş olarak bağlanırlar. (Hud, 23)
- Tevbe ederler. (Meryem, 60)
- Emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler. (Müminun, 8)
- Namazlarını (titizlikle) korurlar. (Müminun, 9)
- Hayırlarda yarışırlar. (Fatır, 32)
- Muhlistirler. (Saffat, 40)
- Allah'ın ayetlerine iman ederler. (Zuhruf, 69)
- Bizim Rabbimiz Allah'tır deyip sonra dosdoğru bir istikamet tuttururlar. (Ahkaf, 13)
- Takva sahipleridir. (Muhammed, 15)
- Gönülden Allah'a yönelip, dönerler. (Kaf, 32)
- Görmedikleri halde Rahman'a karşı içleri titreyerek korku duyarlar ve içten Allah'a yönelmiş bir kalp ile gelirler. (Kaf Suresi, 33)
- İhsanda bulunurlar. (Zariyat, 16)
- Seher vakitlerinde istiğfar ederler. (Zariyat, 18)
- Yarışıp öne geçerler. (Vakıa, 10)
- Adaklarını yerine getirirler ve şerri (kötülüğü) yaygın olan bir günden korkarlar. (İnsan, 7)
- Ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. (İnsan, 8)
- Elçiye gereken saygıyı gösterirler. (Hucurat, 3)

TASAVVUF

TASAVVUF
Tasavvuf konusunda Feriduddin Attar (Tezkiretül Evliya), Hucviri (Keşf-el mahcup), Kelâbâzî(Ta'arruf), Kuşeyri (Kuşeyri Risalesi) gibi eski eserleri bir tarafa bırakacak olursak araştırma yapmak isterken karşılaşacağınız en önemli engel, yeterli ve ciddi kaynak sıkıntısıdır. Piyasada yığınla tasavvuf kitabına bakarak insanlar tasavvuf hakkında birçok kaynak olduğunu zannedebilirler, ancak durum hiç de sanıldığı gibi değildir. Bunlar ya önüne gelenin yazdığı; "Tenbih-ül ğafilin", "menakıb-il arifin" türünden şeylerdir ya da tasavvuf geleneğine tamamen garazkârane bakan taraflı yayınlardır. İslâmî Harekete büyük bir sekte vuran Ali Kalkancı gibi cahil ve sahtekârların bile "İrşadul Müridin" gibi saçma sapan kitaplar yazdığı göz önüne alınacak olursa bu konuda piyasanın ne kadar gayrı ciddi kitaplarla dolu olduğu kolayca anlaşılır.
Evvela, biz Anadolu'da yaşayan Türklerin İslâmiyet'le nasıl tanıştığımız, tasavvufi cereyanların Anadolu'ya nasıl ve nereden girdiğini merak ettim. Bu Konuda Ordinaryüs Profesör Fuat Köprülü'nün "Türk Edebiyatında ilk mutasavvıflar" adlı eserinden başka faydalanılacak ciddi bir kaynak bulamadım. Bosna Hersek'li İsmail Fenni Ertuğrul merhumun İbn Arabî ve Vahdet-i Vücut Nazariyesine yapılan tenkitlere karşı yazdığı reddiyeden başka da Tasavvufa yapılan itirazlara cevap konusunda ciddi bir araştırmaya maalesef rastlamadım.
"İslâm hicri ikinci asırda tasavvufla büyük değişikliklere uğramaya başladı.
İran gibi eski ve zengin medeniyet, çölden gelen, mukavemet edilemez kuvvete (İslam'a) karşı hiç olmazsa manevi istiklalini muhafaza edecekti. İslâm, süratle yayılmaya, İran'da başka medeniyet ve dinlerle karşı karşıya gelmeye başlamıştı. Hint Medeniyeti, Musevilik, Suriye'yi baştanbaşa kaplamış olan Hıristiyanlık nüfuzu, Eski Yunan feylesoflarından çevrilmiş fikir cereyanları, bütün bu amiller dinî gelişme üzerine tesir icra ediyor, bu suretle geniş İslam memleketinin her tarafında çeşitli mezhep ve meslekler vücut bularak, birbirleriyle şiddetle çarpışıyorlardı. (İran Milli ruhunun İslamiyet üzerindeki tesirlerini iyi anlamak için Dozy'nin "tarihi İslamiyet”ine, Clement Huart'ın "Histoire Des Arabes"(1912-1913) indeki "Mehdi" faslına bakınız. F.Bloohet, İranîliğin, daha İslâmiyet'ten evvel Araplar üzerinde tesir icra ettiğine kuvvetli deliller getiriyor. Corci Zeydan sair bütün Arap tarihçileri gibi, Abbasi saltanatının İran tahakkümünden başka bir şey olmadığı kanaatindedir. Firdevsi'den Hakanî'ye kadar Acem neslinden birçok İran şairleri Ruhen Zerdüştîdirler (tıpkı bizim sözde Müslüman özde Şamanist birçok Türk yazar ve şairi gibi (R.E.)). Hatta Şeyh Ebul Kasım Cürcanî, bütün "Şeyhnameyi" mecusilerin medihleri ile doldurduğundan dolayı Firdevsî'nin cenaze namazını kılmak istememiştir.(Devletşah Tezkiresi (S.58))
Türklerin gittikçe artan taarruzlarıyla zaten yıkılmaya hazır bir hale gelmiş olan Sasani Saltanatı, Arap kılıcı karşısında önce boyun eğdikten sonra İranilik Hz. Hüseyin'in evladını Sasani'lerin varisi sayarak "Ehli Beyt'in hukukunu müdafaa" perdesi altında Arap medeniyetine ve İslâm Dinine dehşetli darbeler yurdu. Ve eski bir medeniyetin kolayca yok edilemeyeceğini. Zerdüşt Akidelerini İslâm kisvesi altına sokmak suretiyle açıkça gösterdi. İslâm Memleketlerinin her tarafında çeşitli mezhep ve meslekler hüküm sürüyor ve hükümdarların siyasi ihtirasları bunların gelişmesine büyük saha bırakıyordu.
Bu esnada İslâmiyet'in ilk asırlarında hiç mevcut değilken sonraları İran, Hind, Yunan fikirlerinin ve kısmen de İsevîliğin tesirleriyle - unsurlarından en fazlasını da İslâmiyet'ten alarak - teşekkül eden TASAVVUF Mesleki az zamanda bütün İslâm memleketlerini kaplamıştı.
İlk "sufi" unvanını alan ve Küfe'de ilk zaviyeyi kuran Kufeli Ebu Haşim'den sonra, Süfyan-ı Sevri,(H.168), Eski Hıristiyan keşişlerinin yetiştiği Mısır'dan yetişen Zun Nun-ı Mısrî (H.245), Horasanlı Beyazıd Bestami (H.261) Hallac-ı Mansur(H.309), Cüneydi Bağdadî ilk sufilerdendir. Kuşeyri (H.465-M.1072) meşhur risalesiyle tasavvuf mesleğinin Ehlisünnete uygunluğunu ispata çalışıyor. Daha sonra Gazali (H.410-505.M. 1058-1112), bu hususu zihinlere telkini başarıyor.
Daha sonra bazı meşhur alimlerin bir çoklarının, hükümdar ve ümeranın bu cereyana kapılmasıyla, İslâm aleminin her tarafına şeyh ve dervişler yetişiyor ve yeni içtimai zümreler oluşuyordu.
Bilhassa her büyük şeyhin ölümünden sonra amme muhayyilesi, onu bir keramet halesiyle ihata etmekte idi. Tarihi ve ilmi kıymeti olmayan hurafelerle dolu menakıbe kitapları bir yana, Sufîlik tarihinin en kıymetli kaynakları bile bu gibi muhayyelat ile doludur.
Fergana'da Türkler ilk defa kendi şeyhlerine "BAB" (BABA) adı verdiler.
İslamiyet Türkistan'a girince Herat, Nişabur, Merv, III. asırda nasıl mutasavvıflarla dolup taştıysa, Fergana'da da şeyhlere rastlanmaya başladı. Horasan'a herhangi bir münasebetle gidip gelen Türkler arasında da mutasavvıflar yetişiyordu.
Meşhur sufi Ebu Said Ebu Hayr'ın pek ziyade hürmet ettiği Muhammet Maşuk Tusi ile Emir Ali Abu Halis Türk idiler. Buhara ve Semerkant'ta yayılmaya başlayan Sufilik,   göçebe Türklere yeni akideler götürüyordu.   TÜRKLER, DERVİŞLERİ ESKİDEN DERİN HÜRMET DUYDUKLARI ŞAMAN OZANLARINA BENZETEREK HARARETLE KABUL EDİYORLARDI. BU SURETLE ESKİ OZANLARIN YERİNİ "ATA" YA DA "BAB" (BABA) UNVANLI BİR TAKIM DERVİŞLER ALMIŞTI. (Çevrenizde özellikle ırkçı (milliyetçi) yönü ağır basan kimselerden sıklıkla eski Türkler'in İslâmiyet'i çok kolay kabul ettiklerini, çünkü Türkler'in eski dininin de zaten İslâm'a yakın olduğunu iddia ettiklerini duymuşsunuzdur). Aslında "Tasavvufa yakındı" demeleri daha doğru olurdu kanaatindeyiz (R.E.)
TÜRKLER İSLÂMİYET'İN BİRÇOK UNSURLARINI DOĞRUDAN DOĞRUYA ARAPLAR'DAN DEĞİL, ACEMLER VASITASIYLA ALDILAR. Kutadgu Bilig'de İran tesirleri açıkça göze çarpar."7
Türklerin büyük saygı duyduğu ilk Türk mutasavvıflarından Ahmet Yesevi, Peygamberimizin erkek evladı yaşamadığı için, kendi oğullarının ölüm haberini getirecek olanlara büyük bir ödül vaadetmiştir. 63 yaşına varınca (peygamberimiz bu yaşta vefat ettiği için) kendisine bir mezar yaptırmış, geri kalan ömrünü orada geçirmiş ve oradan hiç çıkmamıştır. Bu davranışın bir bağlılık ifadesi olarak algılanması mümkünse de unutmamak gerekir ki, Hint mistikleri ya da Hıristiyan ruhbanları da sapkın dinî anlayışlarına delicesine bağlıdırlar, Hatta Hz. İsa'nın güya çarmıha gerildiğinde duyduğu acıyı hissetmek için ellerini ayaklarım tıpkı onun gibi çarmıha çiviletenlere bile rastlanıldığını biliyorsunuz.
Türklerin İslâmiyet'e böylesine tasavvuf kanalıyla bodoslama daldığını öğrendikten sonra şimdi de İlk mutasavvıflarla, bu cereyana tepki gösterenlere bir bakalım, yani bir anlamda İslâm Düşünce Tarihine şöyle bir göz atalım.
Tasavvuf daha başlangıcından itibaren şarlatanların cirit attığı bir saha haline gelmesi kaçınılmaz oldu, çünkü bu saha daima vasatın üzerinde bir şeyler arayanların ilgi duyduğu bir alandır. Tasavvuf üzerine yazılmış ilk risaleler, iki belli başlı amaç için kaleme alınmıştır:
1. Bu eseri okuyan herkese tasavvufun gerçekte ne anlama geldiğine işaret etmek,
2. Şarlatanların su istimallerine karşı olabildiğince güçlü bir protesto notası vermek ve tasavvuf yoluna bağlanmak isteyenlerin bu şarlatanların kucağına düşmelerine engel olmak. Bu konudaki eserlerin ilki olmasa da ilklerden biri olan "Kitab-el Luma" nın yazarı Serrâc (öl.466/1063), tasavvuf risalelerini nasıl elde ettiğine dair duygularını şöyle ifade etmiştir: "Bu grup (sufiler) içindeki dürüst ve seçkin olanların ilke, hedef ve metotlarını anlamak zorunludur; öyle ki biz onları (gerçek sufileri) onların kisvesine bürünen ve kendilerini Sufi diye tanıtan taklitlerinden ayırt edebilelim." "Bu günlerde bunlardan birçok olaya şahit olunmaktadır." Diye ekler Serrâc, "bunlar Sufi gibi gösteriş yapar, kendilerine gerçek sufi derler ve tasavvufla alakalı her türlü sorgu-suale cevap vermekle meşgul olurlar.” Bu sahtekârların hepsi tasavvufa dair bir iki kitap yazdığı iddiasındadır; gerçekteyse onlar, aynı biçimde anlamsız ve aptalca sorulara cevap verirken işe yaramaz ve saçma derecesinde anlamsız materyali kullanmaktan başka bir şey yapmamışlardır. Bu sahtekârlar, iyi olmamak bir yana, bunu sürekli yapmanın bir kötülük olduğunun da farkında değildirler." Dikkat edilirse Tasavvuf konusunda yazılan ilk eserlerden birinde bile yoğun bir şekilde bu yolun sahtekârlarından bahsedilmekte ve insanlar uyarılmaktadırlar; dolayısıyla tasavvufa dair eleştirilere bu yoldan ekmek parası kazanan esnafların, cevap verirken "bu yolun sahtekârları sonradan çıkmıştır eskiden yoktu" şeklindeki itirazları tutarsızdır. İkinci bir husus Serrac Tasavvuf risalelerini yazarken topladığı materyali Kur'an ya da Peygamberin sünnetinden devşirdiğini iddia etmiyor, "dürüst ve seçkin sufilerin ilke, hedef ve metotlarından" topladığını söylüyor; dolayısıyla zamanımızın türedi sufilerinin tasavvufu tamamen Kur'an ve Sünnete dayandırma gayretlerini de beyhude bir çaba olarak görüyoruz.
El-Kuşeyri de (Öİ.465/1072) risalesinde aynı üslupla şunları söyler:" Tasavvuf yolunda bir duraklama ve gevşeme baş göstermiştir. DAHA DOĞRUSU BU YOL HAKİKİ MANASIYLA YOK OLUP GİTMİŞTİR. Kendileriyle hidayete ulaşılan şeyhler vefat edip gitmiş şeyhlerin gidişatına ve adetlerine tabii olan gençler azalmış, verâ kaybolmuş, sergisi durulmuş, tamah kuvvetlenmiş , ihtirasın kökleri ve bağları güçlenmiştir. Şeriat'a hürmet hissi kalblerden zail olmuştur. Daha geç dönemde ise Keşf el-Mahcub'un yazarı Ali Hucvirî (Öİ.456/1063) zamanında yaygın olan bozulmadan daha sert bir dille bahseder:"Allah azze ve celle bizi öyle bir zamanda yarattı ki, o zamanda yaşayanlar heva ve hevese şeriat adını veriyorlar. Kibirlenmeye. başkan olma hırsına ve makam tutkusuna izzet ve ilim, halka karşı mürailik yapmaya hasiyet; kinlerini kalplerinde gizli tutmaya hilm; mücadeleye münazara; muhasebeye ve sefihliğe azamet; münafıklığa zühd; temenniye irade; nefsani hezeyanlara marifet; gönlün hareketlerine nefsin desiselerine muhabbet; ilhada fakr; inkâra safvet; zındıklığa fena; peygamberin (as) şeriatını terk etmeye tarikat ve zamane ehlinin afetlerine muamele ismini veriyorlar." (Hucvirî bir de zamanımız tasavvufçu geçinen sahtekârları görseydi ne derdi acaba? R.E).
Tasavvuf konusundaki kaynaklarımızın hiçbirisi 5./11. yüzyıldan önceye gitmez.
Merak edilen konulardan biriside şudur: ilk sufilere karşı alimlerin tavrı ne oluştur?
İbn Kayyım El Cevzi İbn Teymiyye Tasavvufun aleyhindeki Sünni alimlerdendir. İmam Ahmet Bin Hanbel, öğrencileri Hasis ve Ebu Zur'a çağdaşı, bütün sufilerin saygı duyduğu Haris Muhasibi'den hoşlanmıyorlardı.
Meşhur muhaddis Ebu Zur'a; "Haris Muhasibi'nin eserlerinden sakının, bu eserlerde bid'at ve dalâletten başka bir şey yoktur." "bu eserlerde ibret ve ders alacak şeyler var" diyenlere , "Allah'ın kitabından ibret almayanlar bu kitaplardan ibret alıp da ne yapacaklar?" İmam Malik, İmam Evzai ve Süfyan Sevri, nefsin vesvesesi konusunda ve havat konusunda eser yazdılar mı? Şimdiki insanlar ne çabuk bid'at'a koşuyorlar?"9 İbn-i Akil :" İslâm dinine en zararlı iki zümre kelamcılar ve sufilerdir. Kelamın ulaştığı gaye şüphecilik, tasavvufun ise şathiyecilik (naslara zıt şeyler söylemek) tir. 10 Şatıbî: " türedi sufiler ayete, hadise ve şer'i naslara aykırı bile olsa kitaplarda nakledilen mutasavvıfların sözlerine ve menkıbelerine bağlanıyorlar ve bunları kendilerine din haline getiriyorlar. Veliliği sabit olanların her söz ve fiili haktır, uyulması gerekir, fıkıh avam için, tarikat havas içindir diyorlar. Mutasavvıfların söz ve davranışlarına hüsn-ü zan gösterdikleri halde Muhammed (as) in şeriatına hüsn-ü zan beslemiyorlar. Bu ise Hakka değil kişilere uymak manasına gelir." Türbelerden, ruhlardan istimdat etmek, bütün sufilerce kabul, fıkıh ye kelam alimlerinin tamamınca reddedilmiştir. İLK ÜÇ NESİLDE BÖYLE BİR TATBİKAT YOKTUR.11
Nesefî, Akaidün-Nesefiye adlı eserinde ; "Hak ehli olanlara göre ilham bir şeyin sıhhatini tespit etme konusunda işe yarar bir vasıta ve ölçü değildir."
Taftazani biraz yumuşatarak; " ilham ancak sahibini bağlar, başkasını bağlamaz" der.
Kaffal: "ilhamla ilim sahibi olmak mümkün olsaydı aklın ve düşüncenin manası kalmazdı."12
Nesefi: " Naslar zahiri manasına hamledilir. Bir nassın zahirinden anlaşılan ne ise nassın manası odur. Zahiri manaları bir tarafa bırakarak, ehli batının iddia ettikleri birtakım manaları kabul etmek ilhad ve küfürdür. (Metnül Akaid)
İbn Arabinin Fütuhat ve Füsüs' daki fikirlerinin çoğu bazı fıkıh alimlerince zındıklık, ilhad ve küfür olarak görülmüş ve kendisine "Şeyhül Ekfer" denmişti. (Alauddin Buharı "Fazihatul Mulhidin eseri ile Ali Kâri'nin İbn Arabî aleyhindeki risaleleri 1294/1877'de İstanbul'da basılmış, İsmail Fenni tarafından bunlara reddiye yazılmıştır. )13
Hallac-ı Mansur (309/921) ulema heyetinin verdiği hükümle zındık sayılmış ve idam edilmiştir.
Beyazıd Bestami, "sultanul Arifin" , ulemanın baskısıyla 7 defa sürülmüştür. Zünnun-ı Mısrî 'nın zındık olduğu ileri sürülerek ellerine kelepçe takılmış ve Mısır'dan Bağdat'a sürülmüştür.
Cüneyd gibi temkinli bir sufi bile ulemanın baskısından çekindiği için tasavvufi telkinleri fıkıh perdesi altında ve kapalı kapılar ardında yapmaya mecbur kalmıştır.
İmam Ebu Bekir Nablusi, Mısırda derisi yüzülerek idam edildi.14
Tasavvufu (özellikle Vahdet-i vucut) eleştirirken bazı kardeşlerimizin - haklı olarak- akıllarına yukarıda örneğini verdiğimiz zatlar; bazen de aslında tasavvufçu dahi olmayan bir çok İslâm alimi geldiği için şiddetle tepki göstermektedirler. Hâlbuki biz onları ayırıyoruz; Hasan Basri, Cüneyd-i Bağdadi, Mavlana Halid, Kuşeyri, Serrâc, Kelebâzi, Hucvirî, Gazali, İmam-ı Rabbani; son devirden örnek verecek olursak, M.Zahid Kotku ve bunlar gibi tasavvuf disiplinini, Şeriat'ın, Kur'an ve sünnetin yaşandığı bir okul haline getirenlerle hiçbir alıp veremediğimiz yoktur.
RÜŞTÜ EMİR

KURAN VE NEBEVİ SÜNNET: BUGÜNKÜ HALİMİZİ BEN BÖYLE OKUYORUM! YA SİZ!!!?

KURAN VE NEBEVİ SÜNNET: BUGÜNKÜ HALİMİZİ BEN BÖYLE OKUYORUM! YA SİZ!!!? : MAKSAT DİN KAYGISI VE HAKİKATLERİN ORTAYA ÇIKARTILMASI İSE ; insa...