28 Haziran 2016 Salı

EHLİSÜNNET KALESİ


 

 

Çok değerli dostlar;  Meselem dini anlamadaki karışıklıklar. Herkes bir yol tutturmuş benim ki doğru iddiasında. Bunlara kapılanlar doğru ve yanlış hiç sorgulamadan doğru bildiği yolda yürüyor. İyi güzel de doğru sandığımız şeyler ya yanlışsa? Bunu kime sormalıyız. Doğru ve yanlışı nasıl ayırt etmeliyiz bunu anlamaya çalıştım. Gelin bir kere de beraber anlayalım. Bunu bir bilene soralım. Bir bilen işin asıl sahibidir. O asla yanılmaz

Her bir konu büyük bir kitap konusu olmasına rağmen en kısa şekliyle izah etmeye çalıştım. Konulara ulaşmak için http:/adreslerine tıklayınız.

Lütfedin okuyun ve tenkit edin. Acaba tespitler doğru mu? Yoksa abartılı mı?

----------------------------------------------------------------------------------------

Kuranı okuyoruz anlamıyoruz. Birileri bize Kuran anlaşılmaz diyor, onlara itibar ediyoruz. Dini anlayanlardan öğreniyoruz. Her birimize farklı kanallardan din öğretildiği için, öğrendiklerimiz bir birini tutmuyor. Bu sefer seninki doğru, benimki doğru kavgasına giriyoruz. http://nebiveresul.blogspot.com.tr/2016/06/blog-post_81.html#!/2016/06/blog-post_81.html

HZ. PEYGAMBERDEN SONRA DİN ÜZERİNDE YAPILAN AMELİYATLAR; http://nebiveresul.blogspot.com.tr/2016/06/blog-post_36.html#!/2016/06/blog-post_36.html

PARCALANMIŞ ÜMMET KENDİ DIŞINDAKİLERİ NASIL GÖRMEKTELER! http://nebiveresul.blogspot.com.tr/2016/06/blog-post_44.html#!/2016/06/blog-post_1.html

AMAN HA SAKIN DÜŞÜNME DEDİLER, SENİN YERİNE BİZLER DÜŞÜNÜRÜZ? SAĞ OLSUNLAR DÜŞÜNDÜLER! http://nebiveresul.blogspot.com.tr/2016/06/blog-post_10.html#!/2016/06/blog-post_10.html

EN GÜZEL DEDİĞİMİZ GÜNLERDE HALİFELER ÖLDÜRÜLDÜ. ARDINDAN PEYGAMBER TORUNLARI, DAHA SONRA KABE YIKILDI. http://nebiveresul.blogspot.com.tr/2016/06/blog-post_44.html#!/2016/06/blog-post_44.html



TASAVVUF-TARİKAT-YOL DİNDE REVİZYON MU YAPTI?


DİN ADINA DUYDUĞUMUZ HER SÖZ DOĞRU MU?  Kuran ve hakiki sünnet ile taban tabana zıt eylemleri inançları kabullendirmek için bir sürü zırvalar ortaya atılıyor. Vahyin ap açık söylediği şeyin zıt tına olan şeyleri bir sürü rivayet ve teville izah etmeye çalışıyorlar. http://nebiveresul.blogspot.com.tr/2016/06/blog-post_28.html#!/2016/06/blog-post_28.html

SEN KİM OLUYOR DA HADİSLERİ İNKAR EDİYORSUN?  Öncelikle hadis tenkidi veya eleştirisi ile hadis inkarcılığını ayırt etmek gerekir. Hadis tenkidi; hadisin doğrusunu yanlışından ayırmak hz. Peygambere atfedilen kötü çürük ve yanlış olan hadisleri ayıklamaktır. Hadis inkarcılığı ise hadislerin hiçbir değerinin  olmadığını söyleyerek toptan reddetmektir. Bununla birlikte hadislerin korun musluğu yoktur. http://nebiveresul.blogspot.com.tr/2016/06/blog-post_26.html#!/2016/06/blog-post_26.html

İSLAM TEFRİKA DİNİ DEĞİLDİR.  Ancak ya bundan nemalananlar; Günümüz İslam dünyasında grupçuluk tefrika o kadar zirveye çıkmıştır ki, adeta birinin ak dediğine mutlaka diğerinin kara demektedir. Bunları saklayamayız. Kaçamayız da. O halde özgür bir ortamda iyi niyet çerçevesinde Müslümanların bir birlerine diş bilediği konuların ne olduğuna bir bakalım; Tabii, yönetimi elinde tutanlar, bu özgürlüğe tahammül edebilirlerse! Bakarsınız birilerinin hoşuna gitmeyebilir!


KİMİLERİ ŞEYHLERİNİ, KİMİLERİ ALİMLERİNİ RAB EDİNMİŞ, BİRBİRLERİNİ MÜŞRİK DİYE SUCLARLAR  http://nebiveresul.blogspot.com.tr/2016/06/blog-post_0.html#!/2016/06/blog-post_0.html

HERKEZ ANLAŞILMAK ÜZERE KONUŞUR. YÜCE RAB LAF OLSUN DİYE Mİ KONUŞTU? http://nebiveresul.blogspot.com.tr/2016/06/blog-post_84.html#!/2016/06/blog-post_84.html

 

24 Haziran 2016 Cuma

ALLAH İÇİN BİR ÇAĞRI DİLEYEN BİR KERE OKUR


EY MÜMİNLER;  HİÇBİRŞEY OLMAYAN BİRİNDEN SİZE BİR CAĞRI.
ALLAH RIZASI İÇİN,

SÖYLEYENİ HİÇ DÜŞNMEDEN SÖYLENENLERE BİR BAKARMISINIZ?

Kuranı okuyoruz anlamıyoruz. Birileri bize Kuran anlaşılmaz diyor, onlara itibar ediyoruz. Dini anlayanlardan öğreniyoruz. Her birimize farklı kanallardan din öğretildiği için, öğrendiklerimiz bir birini tutmuyor. Bu sefer seninki doğru, benimki doğru kavgasına giriyoruz.

Evet dostlar. Hakikat tek iken, bugün hakikatlerin sayısı binlerle ifade ediliyor. Hakikati bulma gayreti içinde olanlar imkanları ölçüsünde kendisine sempatik gelen, yaklaşımları mülayim olan her hangi bir gruba din öğrenmek için giriyor.  Fazla dini bilgisi olmadığı için onların sohbetleri, tavsiye ettikleri kitapları, usulleri, her bir şeyi ile kendisinin de doğrusu oluyor. Ona göre, dini en iyi anlayan “ Her yüz yılda gelen mürşit “ üstat ya da mehdilik makamında oturan  bağlı olduğu kişi!.. Orada bulunanlar buna inandırılıyor, Bulundukları yerde öyle gizemli şeyler söyleniyor ki; Orada olunması, Allah ın bir lütfu, ve nasip’li olunmasından!. Dışarda kalanların vay haline!

Farklı bir düşüncenin olacağı da anlatılıyor. Ancak onların sapık olduğu telkinleri ile yetiştiği için kendini tüm farklılıklara kapatıyor. Kısaca oranın militanı oluyor. Bal kavanozunun dışına bakanlar onun tadını bilmez demeye başlıyor! Zira kendisi artık içinden yalamaya başlamış! Yani, oranın körü körüne savunucusu.

Her grub ferdinin iddiası bu!.

Hakikati bulma adına kafasını yoranların bir kısmı da; İslam dünyasındaki örneklere bakıyor. Onlardaki cehalete, çelişkili söylem ve davranışlarına, görünümlerine bakıyor. Böyle din mi olur? Deyip dinden soğuyor kendi dünyasını yaşıyor.

Diğer bir kısım ise; Allah bana akıl vermişse, düşünmeyi emretmişse, düşünmez, araştırmaz doğruyu bulmaya çalışmazsam bunun bir sorumluluğu var. Deyip, bu karmaşa içinde doğruyu araştırıyor.  Küçük bir çaba ile bu çelişkilerin kaynağı dinden değil insandan kaynaklandığını anlıyor. Bu çelişkilerin din adına söylenen sözlere ve kitaplara yansıdığını da görüyor. Ve içinde çelişki barındırmayan kaynağa Kuran’a yöneliyor. Aynı zamanda gelenekten faydalanmayı da ihmal etmiyor. Zira İçinde yanlışların olduğu gibi Kuran’ın desteğini almış hakikatlerinde orada azımsanamayacak kadar çok olduğunun farkına varıyor.

Bunları nerden biliyorsunuz? Derseniz, kendimden biliyorum. Evet dostlar dinini öğrenmek isteyen bir kardeşiniz olarak ülkemizdeki meşhur tüm grupların içine girdim bal kavanozunu içinden yalayayım diye! Her birinin bir tarafında zehir gördüm. İfrat gördüm tefrit gördüm. Bazı gruplarda Allah ın artık yeryüzünde o grup şeyhinin suretinde insanlara göründüğünü öğrendim. Grup liderlerine rüya ile, ya da ilham la Hz Peygamberden stratejiler öğrettiğini duydum. Bazılarının yazdıkları kitabı Hz peygamberin dikte ettirdiğini söylediler. Hz. Peygamberin cemaat toplantılarına, olimpiyatlara, müdahil olduğunu söylediler. Ayakta boynu bükük, mahzun bir şekilde sohbet eden cemaat liderlerinin böyle duruş sergilemelerinin nedeni olarak Hz Peygamberin onun yanında olmasından kaynaklandığını ifade ederken bunu videoya çektirip taraftarlara dinletildiğine şahit olundu.   Bazı cemaat liderleri acık acık söylemese de kendisinin peygamber, mensupların bedir sahabesi olduğu imasını inancını verdiğini gördüm. Oradan ayrılmanın sonucu münafıkla eş değer tutuldu.  Bazı tarikatlarda olmanın, peşinen cennetlik olduğunu inandırdılar. Bazı üstatların son nefeste hırsız şeytandan imanı kurtaracağını fısıldadılar. 

Nasıl oluyor da rüyalarda gezen Hz peygamber, her bir şeyhe ayrı ayrı şekilde görünüp farklı öğretiler söylüyor?!.

Diğerlerinin gördüğü acaba şeytan mı..!? Oysa şeytan, peygamber suretinde rüyalara girmez deniyor. Kuran kendisi için “En doğruyu söyleyen Kuran” dır demesine rağmen Kuran’a farklı şeyler söyletiliyor

O hale getirdiler ki bu tacirler. İslam; içinden çıkılmaz bir labirent!..... çık çıkabilirsen!.....

Tertemiz beyinler safiyane duygular içinde nerelere savruluyor. ya da savrulmakta

Oysa, şeyhlere, masum imamlara değil de, Allah resulüne inen Kuran, onların bu konulardaki iddialarını bir bir yalanlıyor. O tür düşünceleri şirk sayıyordu.

Sonuç itibariyle; kişiler kime inanıyor, hangi gurup fikirlerinden besleniyorsa, Kuranı ve dini o grubun daha iyi anladığı hükmüne varıyor. Oradaki din onun dini oluyor. Tüm islam dünyasındaki gerçek böyle. Sadece karşımızdakini bilmeden onları tanımlamaya kalkıyoruz. Bizim gibi düşünmedikleri içinde onların sapkın olduğu kanaatini taşıyoruz. Kendimizde asla bir hata yanlış eğilme bükülme yok sanıyoruz. Acaba diye düşünmek bile aklımıza gelmiyor. Bizlerdeki akıl, ya nasipli olmak karşımızdakilerde yok mu acaba. Allah bu doğruları yalnız bize mi fısıldadı? Sonra doğru dediğimiz şey acaba Allah’a göre mi bize göre mi?

Ama herkes kendinde olanın Allah’ın doğrusu olduğunu iddia ediyor. Ya bizde yanlış varsa, ya herkeste bir parça doğru varsa.  Onlarda oldu diye o doğruları reddettirmişlerse,   bunun vebalinden kaçabilecek miyiz?.

Kırk beş yıldan beri bir fiil bi yolculuğun içindeyim. Size hikayemi değil, buralara nasıl geldik’i kendimden örnek vererek anlatmaya çalışmak.   Hadis düşmanı asla değilim. Sahih hadis ve sahih sünneti net bir şekilde anlama ve yaşamaya gayret ediyorum. Şia, mutezile kesinlikle değilim.  Zaten makalelerimde bunlarla ilgili gördüğüm yanlışlardan bahsettiğimde benim kimsenin borazancısı olmadığımı göreceksiniz. Mezhepliyim fakat mezhepçi değilim. Her hangi bir grup adına seslenmiyorum. Amacım ünlü olmak filan değil. Bir kitap yazayım onun alt yapısını oluştursun gibi bir gayretimin olmadığına Allah’ı şahit tutuyorum.  Ben kendimi sadece Müslüman olarak tanımlıyorum.  Lütfen peşin hükümlü olmayın. Kimseye çağırmıyorum. Yanız Kuran’a. Yorumlarınızı, sorularınız bekliyorum. Saygılar. Odabaşoğlu

NASIL BU HALE GELDİK?


Hz. Peygambere inen  Kuran, o vahşi toplumu kuzuya döndürdü. İnsanlığa zirvesini yaşattı. Güzel bir örneklik teşkil etti..  Günümüze din adına söylenen şeyler milyarlarca katına çıktı amma, Şimdi o örneklikten zerre kalmadı. Biz mi dini bozduk, yoksa din mi bize vahşeti yaşatıyor!.?

1-       Önce Kuran’ı anlaşılmaz ilan ettik

2-      Sonra aklı devre dışı bıraktık.

3-      Bir sürü yalanı, Kuran’a ve Allah resulüne yakışmayan ifadeleri haşa Hz. peygambere söylettik.

4-      Kadim medeniyetlerin kültürlerini, ruhçuluk, cifircilik, vb. gibi akımları İslam’ın bir ürünü haline getirdik.

5-      Tefsirlere yine eski kültürün geleneğini, israiliyatı, ve İslam dünyasında uydurulan rivayetleri soktuk

6-      Hadisleri vahiy saydık.

7-      Kuran’ın bazı ayetlerini hadisle nesh  edildiği hükmünü getirdik. ( ayetlerin hükmünü hadisler ortadan kaldırır dedik hem de örneklendirdik).

8-      Mezhepleri dinin kendisi saydık.

9-      Rüya, ilham gibi bazı vehimleri bilgi kaynağı yerine koyduk.

10-     Bazı insanları insan üstü bir takım güçlerle donattık. Nerdeyse haşa Allah’ın ortakları haline getirdik.

11-     Şeyh ve alim tapıcılığı geleneği olmazsa olmazımız oldu.

12-     Azıcık aklını kullanmaya, düşünmeye kalkanları mutezile ilan ettik.

13-     İslam’ın bütününü bozduk. İlkelerini parçaladık.  Her bir parçası ayrı bir dinmiş gibi sunumunu yapıyoruz. Her bir parçayı sahiplenenlerimiz diğerlerini düşman ilan etti. Tekfir ettiler.

14-     Mezheplere, meşreplere, tarikatlara, cemaatlere, lime lime gruplara bölündük.

15-     Karşı düşmanlarımıza (bizden olmayan Müslümanlara) savaş ilan ettik. Şimdi cihat için eleman arıyoruz.

16-     Bizden olmayan her grubun malı, canı, ırzı namusu, çoluk-çocuğunun kanını ganimet saydık.

17-     Bunları sorun görüp  dile getirmeye kalkanlara neler demedik ki; Rafızi, sünnet ve hadis inkarcısı, oryantalist, dini bozmada görevli proje adamı!.   Şunu demeyi de unutmadık “ -Ya sen nerden çıktın. Bugüne kadar o kadar alim mütefekkir, ulema gelmiş geçmiş. Bunlar fark etmemişler mi de, bunu sizler söylüyorsunuz?” 

Bu sözlerle suçladığımız cılız sesli kişilerin şu savunmasını dinlemeye değer bulmadık!

-Hz. Peygamberden sonra, Kurandan uzaklaşarak İslam’ın çivisini sökme adımları atıldı. Her dönemde birileri gerek din adına gerek farklı sebeplerden dolayı bu çiviyi yerine oturtayım derken daha da laçkalaştırdı. Gecen on beş asırdan beri yapılan yamaları öz kaldıramaz oldu. Çivi de ilkelerde, kurallarda her bir şey darmadağınık oldu. Hakikat parça parça ümmetin elinde kaldı. Herkes kendi parçasını bütün sanıyor. Oysa bütünün ne olduğunu gelin Kuran’a soralım. Artık tek birleşebileceğimiz asıl kaynak O’ dur. Bu kitabı gelin sahih sünnet ve sahih hadis bağlamında okuyalım ve anlayalım!   
 -Bu savunmaya  inanmadık.. Rivayetleri Kuran’a sormaya kalkıyorlardı. Ha bir de  onlar mutezile idi. çünkü düşünün, akıl edin diyorlardı.  Onlar yine susmadılar;                                  -İslam’ı bu hale getiren bölük pürçük eden anlayışa niye bu kadar bağlısınız?                                                                                                                               - Nasıl bağlı olmayalım. Bu anlayış bize atalar mirasıdır. Onların sizin kadar aklı yok muydu? Bu halimizle  İslam adına dünyadaki insanlara çok iyi bir örnek değil miyiz!?

        

KURAN ANLAŞILMAZ DİYENLER DOST MU ACABA!


Bi

Kuranı okuyoruz anlamıyoruz.  Birileri bize Kuran anlaşılmaz diyor,  Arapça bilmediğimiz için onlara itibar ediyoruz. Dini anlayanlardan öğrenmeye çalışıyoruz. Dini daha iyi anladıklarını iddia eden onlarca hatta yüzlerce farklı anlatımlar var. Buralarda öğretilen din anlayışları bir birini tutmuyor. Nerdeyse birinin ak dediğine diğeri kara diyor.  Bu sefer seninki doğru, benimki doğru kavgasına giriyoruz. İslam’da vahdet sağlanamıyor. Gittikçe de bölünmeler sürüyor. Bunun sebebi ne? ;

1-İslam dünyasında  dinin birinci  kaynağı olarak ifade edilen Kuran, aslında dini anlaşılmasında  nerdeyse en alt sıralara inmiş durumdadır. Bu hale düşmemizin en büyük sebebi budur.

2- İslam’ın ilk yıllarındaki siyasi kavgalar, kavmiyetçilik, fetihler neticesi göç dalgaları ve  daha bir çok nedenlerden dolayı  kötü niyetli kişilerin yüzbinlerce hadis uydurması neticesinde din algısında değişikliklerin yaşanması. Mezheplerdeki görüş ayrılığının en büyük sebebi olmuştur.

3-Tefrikaya sebep olan ana unsurlardan birisi de mezhebin din yerine konmasındandır. Mezhepler Kuran’dan, gelenekten, örften faydalanılarak çıkartılan hükümler manzumesidir. Mezheplerdeki kaideler Allah’ın ifadeleri değil insanların kaynaklardan anladıklarının yorumudur. Bunun için de farklı farklıdırlar. (Bunu mezhepler başlığında inceleyeceğiz)

4-.Usul ve kaynak farlılıklarından dolayı Tarikat ve cemaatlerin her biri bir hizbi temsil eder duruma gelmişlerdir.

5- Bizim coğrafyamızda  din öğretenlerin içinde; her şeyi bilen, haşa Allah ile görüşebilen, Hz peygamberi hem uyanıkken hem de rüyasında gören, bilgilerini ondan alan, masum, hata işlemeyen, yanılmayan, hiçbir şekilde eleştirilemeyen, her söylediği nas hükmünde sayılması gereken, şefaat yetkisi olan, keramet sahibi kutsal kişiler mevcut. Bunlar;  alim, mürşit, üstat, kutup, gavs, alleme, muşum imam, ağabey, mehdi,  gibi isimlerle adlandırılmaktadırlar. Söz olarak ifade edilmese de İslam dünyasında eski alim ve şeyh tapıcılığına dönüştürülen bir anlayış oluşmuştur ki, onların sözü üzenine söz söylenmez.   .

Bunlardan hangisine ulaşabilmişsek, ya da onlardan hangisi bizi bulmuşsa önce onların usulüne tabii olmak durumundayız. Nasıl inanacağımızı, neyi okuyacağımızı, kimi dinleyeceğimizi, neyi nasıl yapacağımızı, hatta çocuklarımızın ismini, okutup okutmayacağımızı, giyeceğimiz elbisenin şeklini ve kumaşını onların belirlediği ölçülerde yerine getirmek zorundayız.

İslami literatürde olup da orada bahsedilmeyen konularda soru sorulmaz. Orada verilenlerin dışında her hangi bir konuyu düşünmeye de gerek yoktur. Çünkü kafa karıştırır. Onlar size neyi ne kadar bilmeniz gerektiğini zaten öğretirler! Şüphesi olan ikna olmayanın orada kalma imkanı yoktur. Öyle gizemli şeyler anlatılır ki; Orada olunması, Allah ın bir lütfu, ve nasip’li olunmasından. Kuran ve sünnet çerçevesindeki hakikatler sadece onların dağarcığında. Nerdeyse imanlı olmanın tek şartı! Allah kurtuluş yolunu sadece onlara bahşetmiş! !.  

Diyemiyoruz ki ya da dedirtmiyorlar ki; ya tamam da bu sözünü ettiğiniz kişilerin her söylediği doğru ise, söylenenler bir birini tutmuyor.  Doğru bin tane değil ki. Hakikat birdir. Her zaman doğruyu bilemeyebilirler. Onlarda insan yanılabilirler. Tabii bunu söylediğiniz gibi yutmak durumundasınız!

Okudukları kaynaklara gelirsek; hepsinde ortak okunan hiç şüphesiz Kuran var. Ancak genelde Kuran anlaşılmaz bir kitap anlayışıyla dinin emirlerini öğrenmek için değil sevap almak için Arapça metninden okunuyor, öpülüyor ve yüksek bir yere asılıyor. Sonraki kaynaklar gruplara göre değişiyor. Kimisi hadisleri, kimisi mektubat’ı,  kimisi farklı tasavvuf kitaplarını, kimisi risaleleri, kimileri de ekollerinin baştan beri takip ettikleri serileri okuyorlar.  Azınlıkta olsa bazıları da meal dışında tüm kaynaklara kendini kapatıyor.

Bazıları  da,  Mehmet Akif’ örnekliğinde olduğu gibi; ön yargısız tüm geleneği  Kuran’ın özüne bağlı olarak okunması doğru ve yanlışların Kuran’a arz edilmesi fikrini benimsemişler.  Kuran’a tezat olan hususlar hangi kaynakta geçerse geçsin itibar etmiyorlar. Ne geleneği süpürüp atıyorlar, ne de çerini çöpünü sahipleniyorlar.

 

BİZİM GİBİ İNANMAYANLAR HAPI YUTTU MU?


PARCALANMIŞ ÜMMET KENDİ DIŞINDAKİLERİ NASIL GÖRMEKTELER!

Aynı Allah’a, peygambere ve kitaba iman ettikleri halde parça parça olmuş ümmet  kendi dışındakileri  nasıl görürler?. Bu kadar ortak yön bu kadar tefrikayı getirir mi?

Kişi ve grupların ortak yönleri var ama bunlar belirleyici değil. Belirleyici olan bu grupların kendine özgü kitaplarının gizemli yönlerinin  mevcut olması. Nedir bunlar? Bu kitapların bir çoğu Hz Peygamberin bir emri ve ikazı ile yazılmış, rüyada yazdırılmış,  Allah tarafından yazarlarının kalbine nakşettirilmiş kitaplardır. Bunlar; anlaşılmaz olarak kabul edilen Kuran’ın anlamını da içerirler. Yüzde yüz doğru olarak itibar edilen kaynaklardır. Gizemli ortamda yazılan ve yazdırılan kitaplar her ne hikmetse bir çok alanda çelişkilerle doldur. Bir grubunki diğerine uymaz.  Haşa  sanki Allah her birine farklı şeyler fısıldamış, farklı boncuklar dağıtmış!.

Pekiyi bu gruplar bir birlerini nasıl tanımlarlar? Nasıl mı?. Mesela vehhabi ler ve bir kısım selefiler, tarikatçıları müşrik görürler.  Tarikatçılarsa  onları acınacak durumda!...dinin batınıni yönünü anlamayan, zahiri ve cahil olarak görürler. Hak ve hakikat iddiasında bulunanlar  sünni ise; sade kendilerinin ehli sünnet vel cemaat, şii ise; tek ehlibeyt mektebi kendilerinin olduğuna inanıyor, inandırılıyor lar!..gerek sünni cenahta gerekse şii cenahında bir birinden farklı yüzlerce anlayışlar mevcuttur.

Genel olarak gruplar kendilerinden olmayanları, yeterince tanımadıkları halde;  Mutezile, mürcie, selefi, vehhabi, Reformist, hadis inkarcısı, tarihselci, Kuran’cı, oryantalist, şiacı, gullatı şia,  Sünnici, din bozmak için görevli proje adamı, gibi  yaftalama ifadeleriyle tanımlarlar! Saflarındakilerini bu öcülerle sürekli korkuturlar. Korkuturlar ki bir ısınma olmasın.

Allah’ın rahmetinden ümitli, kurtuluşa bir adım atmak için yola çıkan insanlara bilmedikleri tanımadıkları karartılara düşman ederek başlayan bu sapmalar, genellikle tek boyutlu, dar bir İslam algısının, güçlü bir propaganda ve sıcak yaklaşımlarla  dinin aslı ve bütünüymüş gibi  yutturulmasıyla başlıyor. Tamamen iyi niyetli masum beyinler yıkanıp, düşünme engelleniyor. Her birisinin karşısına korkunç bir öcü konuyor.  

Halimiz, çaresizliğimiz, geldiğimiz son nokta  bu!....

AMAN DÜŞÜNMEYEYİM NE OLUR NE OLMAZ?


Müslümanların en büyük korkusu haline getirilen şey; düşünmek ve akıl etmek;

Kuran düşünün diyor. Akletmezmisiniz?, görmez misiniz? Ders almaz mısınız? gibi tabirlerle yüce kitap bize yüzden fazla soru sormasına rağmen düşünmek tehlikeli midir.?

Düşünme ve akıl etme en çok istismar edilen konulardan birisidir. insanlara akıl etmenin yanlış ve tehlikeli olduğu telkini yapılır. İlk bakışta haklı  sebeplere dayandığı düşünülen  bu telkinin aslında  görünmeyen  gösterilmek istenmeyen başka bir amaca hizmet ettiği de unutulmamalıdır.  Bunun en kısa izahı; akılcılık hastalığının arkasına saklanarak düşünmeyi  ve akıl etmeyi engelleyerek batıl inanç ve akidelerini yutturmaya çalışılması!.

 Pekiyi bu akılcılık hastalığı nerden bulaştı?  Bu anlayışın çıktığı dönemlerde, aklı tamamen bir tarafa atan düşünmeyen   aklı yok sayan Müşebbihe, Mücessime, Haşviyye  ve   Kuran’ı maksat ve amacı dışında yorumlayan Râfızi gibi gruplar toplumda taraftar bulmaya başlamıştı. Bunlara tepkisel olarak ortaya çıkan akılcılık hastalığına batan anlayışa mutezile adı verilmiştir.

Batılı felsefe kitaplarının Arapçaya çevrilmeye başlaması hicri ikinci yüz yıldan sonra olmaya başlamıştır. Bunları okuyan bir takım İslam alimleri meseleleri anlama gayretine, bu kitapların bakış acısını müdahil ederek aklı her şeyin önüne çıkartmaya başlamışlardır. Mutezile bu kaynaklardan en çok fayda sağlayan bir mezhep olmuştur.   Yahudi, Hristiyan, İran, Hind dinleri ve Yunan felsefesi gibi inançlar ile temas etmiş, onları anlamaya çalışmış ve bu inanç sistemlerine karşı da İslam dini akaidini savunmuştur.

Faydalandığı kaynağın etkisi ve aklı bir tarafa iten anlayışların bozuk mantığından nemalanan mutezile,  Kuran ölçüsünü aşan akılcılık hastalığına bulaşmış, kendisi gibi düşünmeyenlere siyaseti kullanarak büyük baskı ve şiddet gösterdiğinden toplumda fazla itibar kazanamamış bir mezheptir.

Başkalarının beynini kullanmayı meslek haline getirenler,   insanları kendi anlayışlarında esir etmeyi sürdürmek için Mutezile ile korkutulurlar.  Oysa mutezilenin en büyük sapması akıl ile değil, akılcılık ile olmuştur.  Akıllı olmak ile akılcı olmak aynı şey değildir.  Akıllı olan Allah’ın varlığını etrafına bakarak bulur. Akılcılığın kaidesinde görmediği bir şeye inanmama gibi sapmalar mevcuttur. Bu çok iyi bilinmesi gereken bir durumdur.

 Kuran’ında ifade ettiği gibi akıl bilginin ışığında ancak doğruyu bulabilir. Akıl etmek düşünmek, Kuran’ın yüzlerce dile getirdiği bir ifadedir. Zira aklı olmayanın dini yoktur anlayışı İslam’ın ifadesidir.  Mutezilenin sapkın görüşlerini ileri sürerek aklı yok saymaya çalışanlar, ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışanlar gibidir.  

 Bugün müminlerin hali maalesef ki budur.  Öyleyse bu hale nasıl geldik? Bunların bir sebebi olmalı? Geçmişe bir şey diyemiyoruz. Çünkü Alimlerimiz ve şeyhlerimiz, din diye ortaya koyduğumuz müktesebatın bütünü bizim için kutsal olmuş. Herkes kendi akidesinin etrafına öyle bir zırh örmüş ki onlara değil dokunmak hakkında bir söz edemezsiniz. Onlar asla eleştirilemez. İçinde hiçbir şey yanlış olamaz. Bir bozulmuşluk var sa ki var. O zaman hata kimde? Yukardakiler masum olduğuna göre haşa hata Kuran’da dolayısıyla Allah’ta!.

İşte atalar dini örnekliğinin bir başka benzerinizi islam toplumu yaşıyor. Öyleyse geriye dönüp bir bakalım.  Önceki dönemlerde yazılan her bilgi doğru, bütün alimlerde aynı doğruyu söylemiş mi?  Bakalım öyle mi!..?

 

Kuran kendisi için “En doğruyu söyleyen Kuran” dır. demesine rağmen Kuran’a farklı şeyler söyletiliyor. Ha, birde Kuran ın bir zahiri bir de batıni anlatımı var deniyor. Kuran’ın batıni yönünü bildiğini iddia edenler de, batını yönle ilgili bir birinden farklı şeyler söylüyor. Bu konularda Kuran’a o kadar çelişkili şeyler söylettiler ki! , Haşa bu çelişkiler sanki Allah’ tan.  Sözüm ona çelişkiyi gidermeye çalışanlarda bu zatlar!  Kuran’ı gösterip herkesi kendine çağıran bu tacirler dini o hale getirdiler ki; İslam, içinden çıkılmaz bir labirent!..... çık çıkabilirsen!.....

Bu çelişkileri sonucu islam coğrafyasında şu anda,  Müslümanlar cihat yapmak için bir birini Allah Allah diyerek öldürüyor. Malını ırzını ganimet sayıyor.

Hidayete davet ettiğimiz insanlar bu manzara karşısında neye karar verebilirler ki!?

AMAN HA SAKIN DÜŞÜNME DEDİLER,  SENİN YERİNE BİZLER DÜŞÜNÜRÜZ? SAĞ OLSUNLAR DÜŞÜNDÜLER!  BİR DÖNÜP BAKTIM Kİ NE YALANLARI YUTMUŞUM?! AZ KALSIN…..! ALLAH KORUSUN

KURAN'I NİÇİN OKURUZ? ANLAMAK İÇİN Mİ, SEVAP İÇİN Mİ?

BU HALE NASIL GELDİK
   Kuran kendisi için; Mübin, anlaşılır, açıklayıcı ve kolay bir kitaptır. Kıyamette yalnız Kuran’dan sorumlu olacaksınız. Demesine rağmen, halen birileri  Kuran anlaşılmaz diyerek Kıyamette de kendi okudukları kaynaktan sorumlu olunacakmış imasını veriyorlar. Kuran anlaşılmıyorsa (haşa)Allah’ın sözümü doğru değil mi?
Kuran aslında anlaşılır, yaşanır, bir kitaptır. 23 yıl boyunca kademe kademe inmiş, Yüce rab’bın kullarından istedikleriyle birlikte,  hayatın içinde, toplumdaki sorunların çözümüne ve öğrenilmek istenen konulara açıklık getirmiştir.   Toplumdaki gelişmelerin içine inen vahiy, herkes tarafından ne dendiği, kime söylendiği, ne yapılması gerektiği anlaşılıyor ve yaşanıyordu.  Gelen vahiyde herhangi bir gizemlilik yoktu. Bir aile içindeki meselelere, aile fertlerinden birinin hakim olması kadar, Kuran ın maksat ve amacına söz konusu toplumun çoğu vakıftı.   Sahabe bir meselesi olduğunda önce Allah’ın mesajına, sonar Hz Peygamberin uygulamasına bakardı.
Buna rağmen Kuran anlaşılmaz  demek? Her türlü yalan ve uydurmanın dine yamanmasına kapıyı açmak demektir.  Bunu söyleyenler eğer gafletinden söylemiyorsa mutlaka Kuran dışı bir şeye hizmet ettiği kesindir.  Her fikir sahibi, kendisinin anlaşılmasını isterken,  Yüce Rab’ın  mesajlarının  anlaşılmasını istememesi gibi bir durum olabilir mi? Bu ne büyük bir garabettir.   Haşa Yüce Allah’, mesajlarını gizemli kılmış, bunları sadece kullarından bir kısmının anlaması istemiştir. Başka anlamak isteyenlere her türlü yolu kapatmış olabilir mi?  Bu kanaat Allaha iftiradır.
Bu kanaati doğru bir anlayış olarak bize dikte etmeye çalışanlar, Allah’ın bir takım sıfat ve fillerini kullanma yetkisini bazı kullarına verdiğini iddia ederek nüfuz elde etmişler nerdeyse Allah’ın rızası onların rızasına bağlanmış durumdadır. Oysa yüce yaratan kendi yerine birisin haram helal belirlemesini, din kuralı koymasını, Allah’a din öğretmek isteyenlerin işi olarak nitelendirip, bunların müşrik olarak nitelendiriyor.
Allah’ın mesajlarının inmeye başlaması ve kitap haline getirilmesi konusunda doğru bildiğimiz yanlışlarımızda az değildir. Allah’ masajlarını bir kağıt üzerine Arap harfleriyle yazılı bir metinle Hz peygambere ilettiği gibi bir anlayış doğru değildir. İşin aslı Allah resulünün kalbine  Cebrail aracılığı  vah yedilip, nakşedilişidir.  Ortada kağıt üzere yazılı bir metin yoktur. Bu mesajlar unutulmasın diye, okuma yazma bilenler tarafından Arap alfabesi ile taşlara, yapraklara veya derilere yazılmaya başlanması bir sonraki aşamadır.  Hz Peygamberimizden sonra ilk defa Hz. Ebu Bekir döneminde iki kapak arasında toparlanmıştır. Ayetlerde görülen noktalama işaretleri ve sayısal rakamların verilmesi de Abbasi döneminde acemler tarafından yapılmıştır. Kuran’ın gönderilişinin asıl amacı Arap harflerinin tecvit ile okunması değil, tertil ile (anlayarak düşünerek) okunmasıdır. Yani mesajların anlamıdır. Yüce kitabın  yüzünden tecvit ile okunması da elbette önemlidir.
Kuran’da geçen tevhidi kavramlar Hz. Ademden beri hiç değişikliğe uğramamış, yüce Rab bütün peygamberle aynı şeyleri söylemiştir. Her bir şeyde Allah’ı birlemek, ona yardımcı üretmemek, onun yetkilerini birilerine devretmemek,  Allah ile kul arasına torpil müessesi yerleştirmemek,  Haşa Allah’a Allah’ın söylemediği bir şeyi söyletmemek. Mükemmeliyeti Allah’tan başkasında görmemek gibi.
Hz Peygamberimiz    İslamı  yalnız Kuran’dan öğrenmiştir. Diğer dinlere yönelik detaylı bir bilgisi yoktu.
Bir başka yanlış bilgimiz, İslam Allah ve resulünün koalisyon yaparak ortaya koyduğu kaideler değildir. Kuralları Allah belirler resul güzel örnekliği ile onu hayatın içine sokar. Yani onu yaşar. Biz bu uygulamalara nebevi sünnet diyoruz. (İbadetlerin yapılışı, güzel ahlakın toplum içinde uygulanışı, tevhitte, muamelatta  haksızlığa karşı duruşta)  Bir Müslümanın nasıl olması örnekliğini sahabe ondan öğrendi.  Bu sünnet baştan beri nesilden nesile uygulanarak bizlere intikal etmiştir.  Ancak bizim bugün, kuran ve sünnet algımız maalesef ki onun bıraktığı mirasla aynı değildir. Kuran okunan anlaşılmayan bir kitap, Sünnet, ahlaktan muamelattan, insan hak ve hürriyetlerinden arındırılıp bir kuşa döndürülmüştür.  Bugün sünnet dediğimiz şeyin çoğu Arap adetlerinden  olup ta Kuran’ın müdahale etmediği, yaşanmasında bir beis görmediği eylemlerden ibarettir. Bunlara da sünneti adetten denmiştir.
 Hz peygamber din adına Allahtan aldığı bütün mesajları  hiçbir şeyi saklamadan, gizlemeden eksiltmeden ümmetine iletmiş ve  onları hiç eksiksiz  hayatına uygulamıştır. Resul ve nebi olmasının gereğini bi hakkın yerine getirmiştir. .Eğer bazı bilgileri saklamış yada sadece belirli kişilere söylemiş olsaydı, peygamberlik görevini yerine getirmemiş olurdu. Bu Kuran’i bir ifadenin özetidir. O sahabeden bazılarının kulağına gizli bir bilgi aktarmamıştır. Bilinmesi gereken her şeyi herkesin bilebileceği bir şekilde söylemiştir. Batıni yorumların kaynağı bozulmuş dinlere aittir.

ADIM ADIM İSLAMI YOK EDENLER ŞİMDİ HAZRET OLDULAR!


Pekiyi bu hale nasıl geldik? Bozulma ne zaman ve hangi şartlarda başladı sorusuna dönersek;

Bozulma bir proje olarak mı başladı? Kimler le başladı?, Nasıl devam etti?

Hz Peygamberin vefatı sonrasında, eski medeniyetlerin hakim olduğu toprakların büyük bir çoğunluğu Müslümanların hâkimiyetine girdi. Bu yönetim ve gelir paylaşımında ihtilafları ortaya çıkardı. Ömer, Osman (r.a)  halife iken şehit edilmesinden sonra  Hz. Ali nin halifeliği döneminde Cemel ve Sıffin savaşlarında yetmiş bin kadar Müslüman birbirini öldürdü. Ardından halife Ali(r.a) öldürüldü.  Akmaya başlayan kan bitmedi. Hasan zehirlenerek,  Hüseyin de boynu kesilerek kerbela da şehit edildi. Bu olayların üzerine  Medineliler, Emevîlere karşı isyanı başlattılar; onları Medine’den kovdular. Kovulan Ümeyye Oğullarının  geçecekleri yolları kayalarla tıkadıdar. Bunun üzerine  yezidin ordusu  şehre saldırdı ve kısa sürede şehri teslim aldı. Üç gün boyunca şehir yağmalandı, talan edildi. Kadınlara, kızlara üç gün boyunca tecavüz serbest bırakıldı. Birçoğu ganimet olarak alındı. Mekke ve Medine’de onbine yakın insan katledildi.

 İslam Tarihinin yüz karası sayılan bu olay (Harra Katliamı)  akabinde kızların bekâreti tartışılır oldu. Aileler bunun garantisini veremedi!. İşte mazisiyle övündüğümüz tarihin bir yüzü!

Medine katliamından sonra Mekke kuşatıldı. Şehir mancınıklarla dövüldü.  Kâbe’nin duvarları yıkıldı. Ahşap kısımları ve örtüsü yandı. Bu insanlık dışı üzücü olaylar toplumda derin ayrılıkları meydana getirdi. Korku şiddetin sonu ilim siyasetin emrine girdi. Cuma da okunan  hutbe farz namazından sonra okunurdu.  Hutbede  masum insanların, Hz. Peygamberin damadı ve torunlarının aleyhine küfürler ithamlar okunmaya başlamasıyla halk, bu iftiraları dinlememek için hutbeyi dinlemeden camileri terk etmeye başladı. Bunun üzerine yönetim Hutbeyi Cuma farzının önüne aldı. Halen o geleneği sürdürmekteyiz!.  Bu kasıtlı eylemin ardından insanların bir çoğu camilerden gidemez oldu. Bir kısım Alevilerde cami düşmanlığının tohumu o günlerde atıldı.  İslamın tek eğitim yuvası, toplanma  ve istişare yeri  olan camiler, yönetimin tüm haksızlıklarına hizmet yuvasına dönüştü. Farklı düşünen muhalif olan insanlar ister istemez camilerden uzak kaldı. Fikir ayrılıkları  sahabe konusundaki görüşlere de  ifrat ve tefrit ölçüsünde  yansıdı. Bir kısım Müslümanlar onları masum kabul ederken, diğerleri de önemli bir bölümünü kafirlikle suçladı. Sosyolojik gelişmelerde, her şeyin planlanmadığı, ya da her şey planlandığı gibi yürümediği bilinen bir olgudur.  Kötü şeyleri planlarsınız sonuçları farklı olabilir. İşte bu süreçte iyi ve kötü at başı yarışarak devam etti. İslam’ı anlama ve yayma işi, yeni Müslüman olmuş kimselere kaldı. Bunların çoğu Arap değildi.

İslam coğrafyasının hızla genişlemesi ve Arap dilini bilmeyen Müslümanlarda ki sayısal artışın neticesinde beklenmeyen gelişmeler yaşandı. Eğitim imkânlarının son derece kısıtlı, din ile alakası olmayan yöneticilerin dinin başında olduğu bir ortam!  yeni Müslüman olanlar, Tarihi Teberi kitabında da bahsedildiği gibi, Müslümanlığı seçip İslam toplumuna katılmış insanların  eski alışkanlık, töre ve inançlarını yıllarca din diye yaşadıkları ve toplumda konuştukları ifade edilir. İnsanlar Kuran’ı bilmedikleri ve anlamadıkları için hadisler çerçevesinde dini anlamak ve yaşamak kolaylığı benimsedi.

Yine acem ve batılı kültür ve anlayışları içeren bir takım kitapların Arapçaya çevrilmesi bu dönemlerde oldu.  Bazı entelektüeller Islaman anlaşılması ve yorumlamasına  tercüme edilen kitaplar zaviyesinden bakmaya başladırlar.  Kültürel bir karmaşanın yaşandığı bu toplumda  zamanla  din adına konuşulan her şey dinin aslı gibi bir sonraki nesle aktarılmaya  başlandı. Bu algılar; Kuran’a girmesi mümkün olmadığından, bazen Kuran’ın tefsiri,  bazen de hadis olarak ifade edilir oldu.  Zamanlar  tefsirlerde , uydurmalar ve israiliyat’ın öne çıkmaya başladığı görülmektedir.

Kültür alanında bu karmaşa yaşanırken, siyasetin kemikleşmesi neticesinde inançta saflaşmalar, bölünmeler başladı. Kitap ve Hikmet ile uğraşanlar hürriyet içinde olamadılar. Siyasi Mezhepler  Rafizilik,  mutezile, orta yol olarak Ehli Sünnet ortaya çıktı. Bunların dışında irili ufaklı onlarca farklı anlayışlar türedi.

 Bu gelişmeler ışığında İslamın geldiği noktada  Kuran’ın hayat kitabı olması sadece cümlelerde kalmaya başladı. Okuma hatim kitabına dönüştü. Güvenilir ravilerin adının kullanıldığı Kuran’a tezat  hadis uydurma borsasının kurulduğunu yine kaynaklardan öğreniyoruz. Doğru ve yanlışın iç içe geçmesinin ardından  fıkıhı mezhepler kendini göstermeye başladı. Hanifilik, şafilik, hambelilik  Malikilik. vb.

 Hayatta koparılan Kuran’ın yeri, Abbasi dönelerinde hadisler vahiy sayılarak dolduruldu.   Kuran’ın bazı ayetlerinin hadislerce nesh (hükmünü ortadan kaldırdığı) anlayışı getirildi.  Dört Halifeden sonra, saltanata geçişle başlayan yoldan çıkma,  her dönemde artarak devam etti. Bunlara daha sonraki aşamada,  “4 kadim felsefe olan Hint-Çin-Mısır-Yunan felsefelerinin sentezlenerek, üstüne, Kur’ân’ın yanlış çevrilmiş-çevrilen bâzı âyetleri ve özellikle hadis-i kutsi denilen hadislerle-sözlerle harmanlanıp ortaya konan bir eklektik felsefe ve düşünme sistemi olan Tasavvuf” (Prof.Dr. Mikail Bayram) çıktı. Yeni coğrafyaları, fetihlerde tasavvuf hep dinin önünde gitti.  

Hurafelerle boğuşmak durumunda kalan Müslümanlar hem Kur’ân âyetlerine, hem de birer kevnî âyet olan, vücudumuzda ve dış dünyadaki âyetlere ilgisiz kaldılar. Batılılar kevni ayetleri okuma sırrına vakıf oldu (Kevnî âyetleri okumak demek; insanı, toplumu, toprağı, havayı, suyu, hayvanları, bitkileri ve gökyüzünü araştırıp incelemek ve oralardan bilgi edinmek demektir.) Allah’ın hiçbir âyetini okumayan Müslümanlar, kevnî âyetlerini okuyarak teknolojiyi bilgiyi yakalayan Batılılar karşısında şaşkın ve perişan duruma düştüler.

Pekiyi olumsuzlukların olduğu bu dönemlerde hiç mi, iyi bir şey olmadı? Sorusu elbette önemli. Elbette iyi şeyler fazlasıyla oldu. ancak bir havuz dolusu suyu yarım litre pislik nasıl necis ederse yapılan kötülükler iyiliklerinde iyiliğini yok etmeye yetti. İyiler anlamında  Elbette yezidin oğlu 2.yezit, Ömer bin Abdülaziz, Endülüs Emevi devleti o dönemlerin yıldızlarıydı. Ancak kaç yıl yaşamalarına izin verildi!  Yapmak istediklerini sonuçlarını alabildiler mi!.? Bunların cevapları da önemli.

Kısaca “Niye bu Hale Geldik“ in özeti bu!

Pekiyi bunlar hakikatse niye bunu herkes bilmiyor?

Topluma yerleşen bir din bilinci var. Toplum din adına bildiği şeylerin ne kadarı Kuran’ın ifadesi, ne kadarı sünnetden ne kadarı tarihi bilgi ne kadarı geçmiş kültürlerin ürünü bunu maalesef ki ayırt edemiyor. Normal şartlarda da etmesi pek kolay değil. Bunun için hem doğru kaynağa ulaşmak hem de emek vermek gerek.

Bu gerçeklerin haykırılması yeni bir şey de değil. Ama bunları söyleyenler diğerlerinden daha cılız kaldığı da bir gerçek. Tabiin neslinden Hasan Basri’ ilk yezide yazdığı ve bugün tercümesi yapılan Kader risalesinde yezit’in dini bozma adına yaptığı yanlışları uzun uzun yazmıştır. Hz. Hüseyin’in kendisi bu uğurda şehit edilmiştir. Yine  üçüncü kuşak torunu İmam Zeyd ha keza İslam’ı bölmek isteyen, bir takım tefrikaları din haline getirmek isteyen şii gruplarına verdiği doğru mesajlar yüzünden ihanete uğramış ve şehit edilmiştir. Yine devrinin  en güçlü imamlarından İmamı Azam bu tür yanlış ve yalanlara karşı durması neticesinde başına gelmeyen kalmamış, öldürülmüştür.  eski dönemlerde de bir hayli örnek olduğu gibi yine yakın dönemler Mehmet Akif rahmetlinin çırpınışlarını şiirlerinden anlıyoruz. En çok hitap ettiği alan bağnaz dindarlığadır. Sonra başına gelenler malum. Günümüzde bunu dillendirenlere karşı tepki her zamankinden daha güçlü. Onlara atılan iftiralar, onlarla ilgili söylenen yalanların haddi hesabı yok. Nerdeyse kafir ilan edenden tutun öldürülmesine kadar fetva çıkarmaya yeltenenler var. Günümüz ilim adamlarından bu hakikati bilenlerde bunlardan korktukları veya tribüne oynadıkları için ya suskun kalıyorlar. Ya da bu bozulmuşluğun arkasında gibi görünmeye çalışıyorlar.  

Bu bozulmuşluğu temellerinin kimler tarafından atıldığını  İslam’ın en ilk kaynaklardan öğreniyoruz Bu gerçekler bugün ki  din algısına, alışkanlıklara, ters geldiği için toplumda yeterince ilgi görmüyor. Bu gerçeklerin karşısında duran yıllardan beri dini temsil ettiğini, kendi alışkanlık ve yaşam tarzlarını din olarak ortaya koyan derin yapılar mevcut. Onların propagandaları siyasi ağırlığı, medya kuruluşları, topluma dönük yüzleri küçümsenecek gibi değil. Bu gerçeklerin önünde en büyük engellerden birisi de islamı terör dinine dönüştürme cabalarından kaynaklanıyor. Kendine Müslüman diyen harici mantıklı, sapkınlaşmış selefiler, (selefiliğin bütünü kastedilmiş değildir) rivayetlerden  faydalanarak  bağlamından kopardıkları ayet manalarından insan öldürmeyle ilgili bir sürü anlamlar çıkartıyor. Gözünü kan bürümüş  bu yapılar Müslümanların bir birlerini Allah Allah diye öldürmesi sağlamak için kullanmayacakları hiç değer kalmamış. İslam onların elinde zalim bir kılıç olmuş. Terörü meslek edinmiş, islamın itibarını sıfırlayan bu mantık, elbette Allah’ın kitabının anlaşılmasını istememekte. Zira Allah insanı öldürmek için değil yaşatmak için yarattığını söylüyor.

Eğer islamın amacından kopma olmamış olsaydı, Mezhepler ortaya çıkarımıydı?. Mezhepler bu bozulmuşluğu engelleyebildi mi?

MEZHEPLER, MEZHEPLİLER, MEZHEPCİLER


Mezhepler Dini Bozmak için mi çıktı?

Dini hayatın bütünü içinde akla mezheplerin gelmemesi mümkün değildir.  Hemen şunu söylemek gerekiyor ki hiçbir alim,  mezhep kuruyorum diye yola çıkmamıştır. O günkü ortamda yeni sorunların doğması,  İslam’ı yanlış yollara saptırma gayretleri  karşısında, ismi bugünlere ulaşan ve ulaşmayan bir çok alim, boş durmamış camilerde mescitlerde eğitim kurumlarında doğruları anlatmaya devam etmişlerdir.  Bu süreçte talebeler yetiştirmiş,  güncel sorunları Kuran, sünnet, hadisler  ve toplum kültürü-geleneği  ışığında yorumlama gayretini sürdürmüşlerdir. İmamlar, meselelere farklı yaklaşım sergilemişlerdir. Kimi Kuranı ve aklı, kimi Kuran’ı  ve hadisleri  öncelemiş Mevcut uydurmalardan azami uzak kalma gayretlerini  elden bırakmamışlardır. Alimlerden bir kısmının talebeleri, öğrendiklerini sistematik hale getirip kurumsallaştırmışlardır.  Kendi dönemlerinin sorunlarını çözerek, o günkü toplumlarında kabul görmüşlerdir.     Yine bu kişiler ortaya koyduğu eserlerinde, yorumlarının altına, en doğrusu budur yerine  “Doğrusunu Allah bilir” deme ferasetini göstermişlerdir.  Çünkü onlar,  günlük sorunlara buldukları cevabın, Allah ın cevabı değil, kendilerinin yorumu olduğunun bilincindeydiler. Başlangıç böyle iken daha sonraları mezhepler, İslam toplumunun en büyük sosyolojik ve politik kırılma noktaları haline gelmiştir. Bu süreç; insanları tahkik etmek yerine taklitte yöneltmiş, din anlayışı mezhebi yorumlardan olmaya başlamıştır. Böyle olunca da; İslam’ın insana, topluma, ve tabiata olan geniş ve özgürlükçü  bakışı, mezhepçilik gözlüğü ile daraltılmış sıkıştırılmış ötekiler oluşturan siyasi bir argümana dönüşmüştür.  Bu katı taraftarlık pozisyonlarını güçlendirmek için kendi mezhep imamlarıyla ilgili öyle hadisler uydurmuşlar ki, Kurtuluşun sadece kendileri için müjdelendiği anlamına gelen sözleri  Hz. Peygambere söyletmişlerdir.

Bu sürecin devamında bu faaliyetler o kadar da masum gelişmelerle kalmamıştır!.  Farklı bakış acılarından dolayı değişik görüşlerin çıkmasıyla, çok acımasız suçlamalar,  tahammülsüzlük,  hatta bir birinin kanını dökmeye kadar yaşanılan örnekler yaşanmıştır.

 Devrin büyük imamı, İmamı Azam,  meselelere yaklaşımda;  Kuran ve onun ışığında akla önem vermesinden dolayı rey ekolünü temsil ettiği söylenmektedir.  Onun hadisler konusundaki görüşü diğerlerine göre daha temkinlidir. Kuran’a aykırı gördüğü sözler için,  Allah’ın peygamberleri; Allah’ın kitabına muhalefet etmezler. Zaten Allah’ın kitabına muhalefet eden de, Allah’ın Peygamberi olamaz. Nebi’nin adını kullanarak, Kuran’a aykırı olarak hadis rivayet eden kimseyi ret etmek, Peygamberi ret ve onu yalanlama değildir. Bu ancak, Peygamberden batıl rivayette bulunan kimseyi reddetmek demektir. Dolayısıyla,  Hz peygamberin Kuran’a aykırı her hangi bir söz söylemesinin mümkün olmadığını,  Rivayetlerden  Kur’an’a aykırı olanların Peygamberimizin sözü olmayacağını ifade etmiştir. Her kelimesiyle Hz. Peygamber’in sözü olan hadis  (mütevâtır hadislerin) sayısı nın öyle söylendiği gibi çok olmadığını, bunların dışında kalanların tamamında az veya çok, şu veya bu yönden tartışılabileceğini hiç çekinmeden ifade etmiştir. Bunlarla birlikte, Kuran ve Hz. Muhammed dışında her kitabın ve kişinin eleştirilebileceğini açıkça ifade etmiştir. 

Emevi ve Abbasi dönemlerini yaşayan, siyasetin din adına yaptığı haksızlığa, hukuksuzluğa, zulme, bu dönemlerde şahit olan ve karşı duran imam, neden hadisler konusunda bu kadar temkinli davranmıştır? Sorusu düşünülmeye değerdir. Çünkü en çok uydurmalar; zulüm iktidarları dönemlerinde liderlerini ayakta tutmak için uydurulmuştur. Akşamdan sabaha piyasaya yeni hadislerin çıkartıldığına şahit olduğu için yalanlara itibar etmemiştir.   Yalanlara karşı mesafeli durduğu için, bir kısım çağdaşları ile, daha sonraki süreçte gündemi belirleyen hadis ekolü temsilcileri, ona muhalefet ederek, acımasızca tenkit etmişlerdir. Onun mürcie, Cehmiyye gibi sapık mezhep mensubu olmakla suçlanmış,  yalancı olduğu, zaman zaman müşrik duruma düştüğü bile dillendirilmiştir. Bunlardan bir kısmını örneklendirmek gerekirse; Tarihçi Ebu Nuaym el-Isfahanî (ölm. 430/1038), Hilyetü’l-Evliya adlı ünlü eserinde “Ebu Hanife’nin vücuduyla toprağın altını kirleten Allah’ı tespih ederiz.” Hadisçi İbn Hibbân (ölm.354/965), ‘Kitabu’l-Mecrûhîn adlı eserinde, İmamı Âzam’ı ‘itikadı bozuk’ yani ‘kâfir’ ilan ederken, iddialarını, İmamı Âzam hakkında görülen bazı rüyalara dayandırmıştır.

Hambeli mezhebi imamı, Ahmed b. Hanbel ‘El-İlel’ adlı eserinde başkalarından naklen diyor ki:

 (Ahmed b. Hanbel, Kitabu’l-İlel, II, 264, 428) yine  Ahmed b. Hanbel’in oğlu başkalarının ağzından Ebu Hanife’nin sapık mezhepli olduğunu savunur:  Ebu Hanife mürcie idi. (Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, es-Sunne, I, 207)  Hadisçi Ebu Davud şöyle der:

 Malik b. enes, şafii ve ahmed b. hanbel ebu hanife’nin sapıklık içinde olduğunda ittifak ettiler  (hatib el-bağdadi, tarih, xııı, 383-384)  ahmed b. hanbel malik b. enes’ten şunu nakleder:  az kalsın ebu hanife dini yıkacaktı.

Başka örnekler, İbn-i Hibban Ebu Hanife için; Hadis bilgisi zayıf 130 hadisin 120 sinde hata etmiş, küfürden iki defa tövbeye davet edilmiş, Ümmetin fitnecisi, Muhammed’in dinini değiştiren, Peygamberin hadisine hurafe diyen, Sika ve emin olmayan .. gibi ithamlarda bulunmuştur. İmam Buhari ise;  Ebu Hanife’nin reyine ve hadislerine itibar edilmeyeceğini Tarihu’l Kebirinde belirtmiştir.  Tarihu’l sağiri’nde ise, Nuaym bin Hammad yoluyla naklettiği bir rivayette Fezari’nin şöyle dediğini nakleder. Süfyanı Sevri’nin yanında idim. Ebu Hanife’nin ölüm haberi geldi. Süfyan, “Elhamdülillah! O İslam’ı ilmek ilmek çözmek isteyen birisiydi. İslam’da ondan daha uğursuz doğmamıştır.”  Buradaki sözler ona yapılan saldırılarının çok azı bir boyutudur.

İslam dininin ubudiyet dini olduğu gerçeğini, imamı azam görüntüsüyle geri plana atmak isteyenlerin, onu sevdiğini iddia edenler tarafından yapıldığını görmekteyiz.  İki rekât lık namazında Kuran’ı iki kere hatim etmesi, kırk yıl, yatsı namazının abdesti ile sabah namazını kılıyor olması gibi asılsız iddialarla onun sosyal hayattaki aktivitesi, haksızlığa başkaldırısının üstü örtülmeye çalışılmıştır. Zira hayatı ilim, talebe yetiştirmek ve  haksızlıklara karşı mücadele ile geçmiş bu insan  aynı zamanda yer, içer, uyur, ticaret yapar ve ev geçindirir. Bu kadar meşgale içinde nasıl olurda   kırk yıl geceleri sabaha kadar mescitte  kalır!..? iki rekat namazda  Kuran’ı iki kere hatim ederken diğer vakitler güme gitmez mi? Bu övgü, onu yüceltme mi yoksa başka amaçlar mı taşıyor düşünülmeli!..?

Müslüman düşünürlerin bir birlerini eleştirisi yukardakilerle sınırlı kalmamış, Kuran dışı farklı kaynakların öncelenmesinden dolayı ifrat ve tefritin esiri olunmuş, işi bir birlerini katletmeye kadar götürmüşlerdir.  Örneğin Buhari’nin memleketine konulmaması  ve memleketi dışında öldürülmesi, Taberi’nin  evi başına yıkılarak öldürülmesi, yine hadis alimi nesai’nin Bağdat’ta linç edilerek  öldürülmesi, Gazaliyi eleştiren meşhur alim Bikai’yi ölesiye dövülerek öldü diye bırakılması, hep bu tarafgirlik farklı yorumları din yerine konulmasından dolayıdır.  Maalesef tarihimizde ve günümüzde böylesi hakikatler vardır.   İslam mezhebe indirgendiği zaman  kendi mezhebinden olmayanları,  başka dine mensupmuş gibi küfürle itham edilenlerin, ne şekilde islam dışılığı sergilediği açıkça ortadadır.  Bu anlayış; dışlayıcı, ötekileştiriçi ve tahakkümcü bir tutum ortaya çıkarmaktadır.  Misal Ehli-Sünnet Vel-Cemaat bu konuda geniş bir çoğulculuğa, hoşgörüye ve zenginliğe sahip, tekfiri benimsemeyen bir görüş iken günümüzde  İslam eşittir ehli sünnet, ehli sünnet eşittir Hanefilik, Hanefilik eşittir filanca tarikat oda eşittir onun falanca kolu yada cemaati gibi algılanır olması ne hale geldiğimizin göstergesidir.!

Mezhebi; din,  hadisleri; vahiy olarak görmek  “muhakkak ki bütün müminler birbirlerinin kardeşidirler'' ayetini ni amacı dışına  çıkarttığı için, yeni kardeşlikler ihdas olunmuştur..  Dini anlamada;  rey veya içtihatlarda farklı kanaatlerde olmak elbette olabilir. Ancak bu, müminleri parçalamamak ve kardeşlik ayetini zedeleyecek ölçülerde olmaması kaydıyla. Zira yüce Kuran; Enam159:''(Ey Muhammed)fırka fırka olup dinlerini parçalayanlarla senin hiçbir ilişiğin olamaz.'' Demektedir

Zaten mezhebin din olmadığının en basit kanıtı, birden fazla mezhebin olmasından da anlaşılmalıdır. Zira hakikat bir iken, mezheplerin birçok konuda farklı anlayış ve yorumları mevcuttur. Bunları şu veya bu şekilde tevil etmek yerine, mezhep imamlarının, âlimlerin, hadis ekolünün ileri gelenlerinin, tasavvuf erbabının, tarikat şeyhlerinin, cemaat önderlerinin, insan olduğunu unutulmamalıdır. Bunların meseleye bakışı; aldıkları kültür çerçevesinde,  kendi bulundukları zaman zemin ve şartlar acısından farklı bakabilecekleri normal görülmelidir.  Bazılarının zannındaki gibi, masum olmadıklarını, yanılabileceklerini,  rüya, ilham veya başka metotlarla bilgilerini haşa Allah’ tan, ya da peygamberden aldıkları imasının zinhar yalan olduğunu bilinmesi gerekir. ilhan yada rüyanın  bir kısmı doğru olsa bile, bu doğru sadece o kişinin kendisini bağlar. Bu görüş ehlisünnet akidesinin en önemli esaslarından biri olmasına rağmen  ehlisünnet iddiası ile nice camların devrildiği ehli sünnetçilerin neden dikkatini çekmez!.?

 Her hangi bir düşünceyi, kişiyi sevmek ve nefret etmek konusunda aşırıya gitmek, mümine yakışan bir ahlak değildir.  Şu da bir gerçektir ki; insan sürekli değişim ve gelişim içindedir.  Ayniyle değişmeden kalmak ölüler içindir. Yukarda sözü edilen üstatlar kim ve hangi konumda olursa olsun hayatları boyunca birçok konuda görüşleri değişmiştir.  Bunun örneği pek çoktur. Bir alim önce yazdığı ve savunduğu bir konuyu, daha sonraki eserinde değiştirdiğini görebilirsiniz.  İmam Şafi’ kitaplarını yazdırdığı talebesine “eğer ömrüm olsaydı geriye  Kuran dışında  bir  şey bırakmazdım” demesi, yaşadığı sürece birçok kez fikirlerinde değişim yaşandığı,  yine imam şafi’ nin   değiştirdiği birçok görüşünü başka bir mezhep olan Maliki mezhebi doğru görüş olarak uygulaması, Saidi Nursi’nin görüşlerindeki değişim bazı örneklerdendir.

Mezhepli olmak ayrı şey, mezhepçi olmak ayrı. Mezhepçiliğin kavmiyetçilikten bir farkı yoktur.   Adam, mezhebi din görüyor, her yorumu Kuran’ın anlamı sanıyor. Mezhepsiz ligi dinsizlik olarak algılıyor.  Daha kötüsü nerdeyse Kuran’ı bir mezhebe dönüştürmeye çalışıyor. Bu bakış tarzına tepkisel olarak Hz. Peygamber’imizin mezhebi var mıydı? Ya da peygamberimiz hangi mezheptendi? . Demeye başlıyor bazıları. Geçmişte ve günümüz toplumunda, bu soruları çok haklı kılacak davranış ve  inanç biçimlerini  unutulmamalıdır.  Mesela İranlı Ali Şeriatı  İran daki anlayışın Ali şia’sı değil,  safevi Şia lığıdır demesi yüzünden  “Sünni Oldu” diye büyük  tenkitlere uğramış ve öldürülmüştür. Ülkemizde de şia anlayışının tamamını eleştirmeyenlere şia oldu diye yafta lanması bunlara örnektir. Bunlar bir mezhepse yanlışı da vardır doğrusu da… Şu hakikat unutulmamalıdır ki mezhepler siyasetten beslendiği için birinin benimsediğini benimsememek için İslam dışı uygulamaları bile İslam’dan saydıkları olmuştur. Yani birin ak dediğine diğeri Allah’tan korkmadan kara demişlerdir.

 Mezheplerin  ortaya çıkma nedenlerini anlamaya çalışırken; şartları,  yaşanan karışıklıklar, halkın okuma yazma düzeyinin düşüklüğü,  teknolojik şartların yetersizliği, dil acısından Kuran’ı anlayabilmenin zorluğunu, sosyolojik gelişmeler neticesinde, toplumun sorunlarına cevap istemesi gibi ihtiyaçlarını dikkate almanız gerekmektedir. Bütün bunlara bakıldığında mezheplerin zorunlu olarak ortaya çıktığını görülecektir. Bugünün gözlüğü ile, o günleri görme kolaycılığına kapılıp mezhep imamlarını eleştirme kolaycılığı asla doğru değildir. Elbette getirdikleri cevapları beğenmeyebilirsiniz eleştirebilirsiniz bunlar normaldir. Hatalar insan olmanın gereğidir. Müslüman mezhepli olabilir ancak mezhepçi asla.  Şu da unutulmamalıdır ki mezhep imamlarının  eleştirildiği konuların bir çoğuna bakıldığı zaman, verilen cevapların o günlerin doğrusu olduğu görülecektir..

Bugün ne yapmamız gerekir soruna herkesin söyleyeceği farklı şeyler olabilir. Kanaatimce inananlar kabul ya da reddettiği bir hususu bir delil üzere yapmalıdır. Taklit yerine tahkik etmelidir.  Buna imkânı olmayanlar kendileri gibi düşünmeyenleri tekfir etmemek kaydıyla bir mezhebe uymalarında bir mahzur elbette olmaz. Mezhebi yorumlarda Kuran’a aykırı bir durum olduğunda, yorumu bırakıp Kuran’a dönmek zarureti asla unutulmamalıdır.   Mezhepleri, mezhep olarak tanımak, onları kendi perspektifinde değerlendirerek, İslam'ın geniş aidiyetinden kopmadan hareket edilmelidir.

Şunu da söylemeden geçemeyeceğim.  Bugün kendisinin hanifi olduğunu iddia edenlerin büyük bir çoğunluğu, hadis rivayet edenlere itibar ettikleri kadar, kendi imamlarına itibar etmemektedirler. İmama atılan iftiraları doğrularcasına, hadis ekolü temsilcilerinin arkasında durmaktadırlar. Çünkü bunlar, bilginin değil algının arkasında olduklarının farkında değiller. Üstelik imamı da tanımamaktadırlar.  Zaten onu tanıtma amacıyla yazılan yazıların büyük bir çoğunluğunda imamla ilgili abartılara, hurafelere yer vermektedirler. Dolayısıyla,  Hanefilerin zihin dünyasında, yalanların gölgesinde bir imam var. Oysa imamı Azam ın gerek kişiliği, gerek dinin kaynakları konusundaki hassasiyeti asla bugün kendini hanifi olarak tanıtanlarla aynı değildir. Burada anlatılmak istenen hanifi mezhebinin diğerlerinden daha üstün olduğu iması değil, İmam Ebu Hanife’nin yöntemlerinin sıhhatli olduğu ile alakalıdır. Zira Bugünkü Hanefilik zaten Ebu Hanife’nin Hanefiliği değildir.

 

KURAN VE NEBEVİ SÜNNET: BUGÜNKÜ HALİMİZİ BEN BÖYLE OKUYORUM! YA SİZ!!!?

KURAN VE NEBEVİ SÜNNET: BUGÜNKÜ HALİMİZİ BEN BÖYLE OKUYORUM! YA SİZ!!!? : MAKSAT DİN KAYGISI VE HAKİKATLERİN ORTAYA ÇIKARTILMASI İSE ; insa...