24 Haziran 2016 Cuma

TARİKATCILAR MI EHLİ SÜNNET, GELENEKCİLER Mİ?

Tasavvuf- tarikat- yol
Dinin reforme edilmiş halini asıl sayan insana ne demeli!..?
Fetihler sonucu farklı kültürdeki toplumların bir araya gelmesinin en önemli sonuçlarından birisi kültürel etkileşimler olmuştur. Bundan en çok olumsuz etkilenen sözlü kültüre sahip Arap toplumu olmuştur. Bunun sonucu Kuran dilini bilmeyen farklı kültürlere sahip toplulukların İslam’a girerken beraberlerinde din ve kültürlerini getirmelerine engel olamamıştır. Eski kadim kültüre sahip acemler Abbasî dönemlerinde bürokrasinin önemli kademelerini ele geçirerek, devlet yönetimi ve dinin genetiğini kendi anlayışları çerçevesinde biçimlendirmesini bilmişlerdir. Tasavvufun ilk defa İslam içinde görülmeye başlaması yine acemler kanalıyla sağlanmıştır.                                                                                                                            Bu ortamda;  yönetimden nemalanmak, kendi konum, inanç ve bilgilerine delil üretmek isten bir takım hırs ve bencil insanlar; Emevi döneminde başlayan, diğer fraksiyonlar arasında da hızla devam eden hadis uydurma furyasını devam ettirmişlerdir. Bu iş öyle bir durum arz etmiştir ki, bazılarının mesleği haline gelmiş ve para ile isteyen herkese ravileriyle birlikte hadis uydurabilmişler ve bundan sevap aldığını iddia edenler bile olmuştur.
Siyasi kavgalara karışmayan Müslümanların bir kısmı kendilerini ibadete vererek kendi kabuklarının içinde kalmaları Emevi iktidarlarının hoşuna gitmiştir. Peygamberimiz döneminde başlayan ve peygamberimizce reddedilen “gündüzleri oruç, geceleri ibadetle” geçirerek daha iyi Müslüman olma eğilimini kullanmayı ihmal etmemişlerdir. “Ne kadar çok ibadet o kadar iyi Müslüman olma ” fikri çerçevesinde, “İslam ibadet dinidir” algısını yönetmek için bir takım ibadetler üretilmiştir.  Halkın geneline  “siyasetle  sizin ne işiniz var?. Amaç cennete gitmekse, işte bir sürü yapacağınız ibadet var. Bunlarla uğraşın. Zira bizim burada sizi yönetiyor olmamız Allah’ın kaderidir. “ Allah istemese biz burada olur muyduk”?  Sözleriyle Kuran’i izahın dışında yeni bir kader inancı ihdas etmişlerdir. Gasp ile elde ettikleri iktidarın kaybetmemek için yaptıkları zulmü Allah’ ın üzerine atmışlardır. Gelişmelerin etkisiyle topluma sirayet eden roma, Hint ve acem kültürlerini de kullanarak düşünmeyen köle ruhlu bir toplum inşası hedeflenmiştir.  Zulümden kavgadan ihtirastan adaletsizlikten bıkan insanlar bu huzursuzluktan kendilerini bir nebze kurtarmak için, İslam’ı daha iyi anlama ve yaşama arayışına girmişlerdir.  Hz. Ali’ örnekliği ile başlayan, iyi Müslüman olmak gayreti ile, farklı kültürlerden gelen bir takım ritüellerin karışımıyla ibadette çeşitliliğin arttığı ve ağırlığın ibadete, toplumdan uzaklaşmaya, verildiği tasavvuf ortaya çıkmıştır. Bunun ana felsefesi “Bir lokma ekmek bir hırka” 
İçinde iyi örneklerin bir hayli çok olduğu bu yapı, başlangıç ve daha sonraki aşamalarda farklılıklar göstermiştir.   İslam’da olmayan bir takım ritüeller  daha sonraları nerdeyse İslam olmanın şartı olarak gösterilir ve inanılır olmuştur!.  Bilgi kaynakları, İslam’ı anlayıştan ayrıdır. Kısaca buna değinindilerse; Peygamberlik vasıflarından biri olan nübüvvetin yanına, onun bir benzeri olan hatta haşa ondan çok üstün yönleri bulunan bir de velayet müessesi konulmuştur!. Buna göre evliyalar, imamlar peygamber değillerdir. Ancak, velayet sahibidirler.  Onlar bilgiyi Allah’tan; keşif, ilham ve rüya, yolu ile vasıtasız olarak  alırlar.!  İstedikleri zaman Allah ile görüşürler. Bazen de Hz. peygambere tasdik ettirirler.  Dolayısıyla evliya olduğuna inanılan bir kişinin bilgisi de asla sorgulanamaz. Onların sözü de hadistir. Dolayısıyla rivayetlerinde senet zikretmelerine gerek yoktur.  Onlara göre bir rivayetin tasavvufi bir eserde geçmesi o hadisin doğruluğu için yeterlidir. Yani usulü anlamda bir rivayet bilinci gelişmemiştir tasavvufçularda. Tasavvuf kitaplarında geçen şeyh sözleri zamanla hadis olarak nakledilmiştir.      Bu anlayış kendini güçlendirmek ve topluma manevi yönden egemen olmak için, başlangıçta Kuran’dan deliller aramaya başlamıştır.  Kuran’a bütüncül yaklaşmak yerine parçacı yaklaşımlarla  kendi yöntemlerini destekleyen belirli ayetleri arzuları istikametinde kullanmışlardır.  Kuran’dan  yeterince destek bulamadıklarında siyasi ve asabiyet peşinden  koşanlardan gelir kalmamışlar aynı metodu tasavvufçularda kullanmıştır.  “ Müslümanları iyiliğe ve bol ibadete sevk etmek, kötülükten uzaklaştırmak, dine daha çok fayda sağlamak ve Müslümanlar arasındaki ihtilafları yok etmek, fırkaları birbirine yaklaştırmak için hadis uydurmuşlardır." Koçyiğit, Talat, Hadis Usulü, Ankara 1977, s. 141.   Konuyla alakalı olarak yazılan eserlerin hemen  hemen hepsine bakıldığında,  zühd ve hayır maksadıyla hadisler uydurulduğundan ve bu işi yapanların bazı zahitler ve Salihler olduğu söylenmektedir.  Bunu Müslim' mukaddimesinde şu sözlerle ifade edilmiştir: "Hayra ve zühde nispet edilen kişiden daha çok yalan söyleyen görmedim .
Akımların kendine özgü kutsal alimi vardır. Bunlar;  resul ve velayet makamındadırlar.  Masumdurlar.  Günah işlemedikleri için söylemleri ve şahsiyetleri tartışılmaz.! Kerametleri; Diriyi öldürüp, ölüyü diriltmek,  söz dinlemeyen müritlerin imanını almak, düzelince iade etmek, son nefeste şeytana karşı müritlerin imamını korumak,  Kabirdeki ölülerin durumuna vakıf olmak ve onlarla konuşabilmek,  suda yürüyüp havada uçmak,   insanların kalbindeki sırları bilmek.  Gaybi bililere sahip olmak, Rüzgâra istediği emri vermek, ateşten etkilenmemek, öleceği vakti tayin etmek. vb. Bu kadar güç sahibi olanların elbette söyleyeceği çok şeyler olacaktır. olmuştur da! Bu  sözleri sadece taraftarları arasında kalmamış, zamanla tefsir ve fıkıh kitaplarında yansımıştır.  
Kuran ve peygamberi örnekliği merkezde tutan ve bunların dışındaki ilavelere mesafeli duran ana damar, bu sürecin başladığında   çok güçlü idi. Bu dönemde İslam dünyası , Astronomi, cebir, tıp, vb. ilimlerde dünyaya öncülük etmekteydi.  Ancak,  Nizamiye Medreseleri kurulması ve başına tasavvuf geleneğinden gelenlerin oturtulmasıyla ilim dünyevi ve uhrevi şeklinde ikiye ayrılmış, dünyevi addedilen ilim önemini kaybetmeye başlamıştır. Bu anlayış devletin  de din anlayışı haline dönüştürülmesiyle, İslam dünyasında ilim ve teknikte durağanlaşma başlamıştır.   İçtihat kapısı kapatılmıştır. Şafilerde bir müddet daha devam eden içtihat Mısır ın fethi ile tamamen ortadan kaldırılmıştır.
Bunun sonucunda;   Çok okunan pek anlaşılmayan Allah kelamı, doğru ve yanlışın iç içe geçtiği hadisler, İlim ehlininim  ortaya koyduğu farklı  yorumlar,  masumiyet atfedilen yüceltilmiş şahsiyetlerin dini yorumları, israiliyat, uydurma menkıbeler, keramet ehlinin yaşam tarzlarından oluşan geleneğin adı islam olmaya başlamıştır.
Bu oluşumun günümüze yansımasına gelirsek;  
İslamı anlama ve hayat haline getirme konusunda,  peygamberi örnekliği anlatan  rivayetlerdeki farklılık ve çelişkiler sanıldığından çok fazladır.  İlim ehlini zahiri görenler için,  ( tasavvuf ve tarikatçılar) çelişkili ve uydurma rivayetler oldukça verimli bir alandır. Delil olarak ileri sürdükleri  bir takım uydurma gaybi bilgilerle  Kuran’ın batıni anlamlarını daha kolay anladıklarını iddia ederler!  Hakiki ilim sahiplerine karşı bunu  üstünlük sayarlar.  Ulaşabildikleri herkese; uydurmaları, eksik bilgileri, farklı kültürlerden taşınan algıları  doğru İslam diye anlatır, beyin yıkamaya çalışırlar.  Ne gariptir ki bunlar; kanaatlerinin kaynağını “Kuran ve Sünnet ”ten aldığını iddia etmeyi de ihmal etmezler. Kendi usul esas ve kabullerinin ehlisünnet olduğunu iddia ederler. Sıkıştıkları yerlerde  Kuran’dan delil üretirler. Zaten hadis konusunda malzemeleri oldukça çoktur. Yine bunlar Kuran ve sünnet çerçevesinden zerre kadar sapılmaması gerektiği propagandası ile kendilerine uymayan herkesi Sünnet düşmanı ilan ederler. Buda okumayan toplum için oldukça etkilidir..  “Kuran ve nebevi sünnet” diyenleri reformist, oryantalist, hadis inkarcısı, diye itham ederek, itibarsızlaştırmak, susturmak en büyük hedeflerindendir. Onlara karşı sürekli saldırma metodunu kullanırlar.  Her türlü siyasi akımla barışık olurlar. Oportünist davranırlar. Barışık olmadıkları kesim sadece Kuran ve Nebevi sünnet diyenlerledir. Böyle olunca da  hakikat onlar hatta yüzlerle ifade edilir oldu!. Bu tezatları gören aklı başında insanlar, dinden soğurken, her şeyi düşünmeden kabul eden aklını teslim edenler farklılıkları hikmet sayalar.
Özet olarak bu dönemlerde ıslama yapılan en büyük kötülük olarak Emevilerde,  Allah’ın “apaçık” ettim dediği  kitap; anlaşılma özelliğini yavaş yavaş  kaybederek,   Hastalıklara şifa için, sıkıntıların giderilmesi amacıyla,  ölmek üzere olan hastaların imanlı gitmesi ve  sevap için mezarda yatanların ruhuna çokça okunan hatim kitabı olmaya  başlamıştır. (Bunlar genel ifadelerdir elbette Ömer bin Abdul Azizi gibi nadide şahsiyetler bu durumu tersine çevirmeye çalışmışlardır. Ancak yaşatmamışlardır.) Abbasi döneminde Kuran’a karşı şüphe uyandıran, bazı ayet ve surelerin daha sonra  Kuranda görülmediği bazı ayetlerin keçi tarafından yendiği gibi uydurmalar sahih adı ile anılan kitaplara konulmuş, hadis vahiy sayılmış, Kuran’a karşı paralel bir vahiy oluşturulmuştur.  
Sonuçta din;  uydurmaların yer aldığı kaynaklardan öğrenilince, Şeriat ve sünnet bilinci bu çerçevede algılanır olmuştur. Dini kaynağından orijinali gibi öğrenme imkanı olmayan, veya uydurmaların çoğunlukta olduğu kanalları, doğru din olarak algılayan insanların, anlaşılmaz olarak kabul ettiği Kuran’a bakışı ne olabilir!..? Onları  kanaatlerinden nasıl vazgeçirebilirsiniz?  Bu hususları onlara söylediğiniz zaman size acıyarak bakacaklardır.  Sizi dini bozacak proje insan olarak görecek İster istemez tepki gösterecek hatta kafir bile diyecektir.  İşte halimiz. Kuran’a ve hakiki peygamber örnekliğine dön diyen insanlar proje, oryantalist, reformist olacaklar, dine sonradan katılan  hurafelerle yetişmiş kafalar alim, zahit, evliya gibi sıfatlarla anılacak!.
Ha şunu da söylemek gerekir ki toplumumuzda gerçekten reformist, oryantalizme hizmet eden hadisleri ve peygamberi örnekliği yok hükmünde sayan,  guruplar ve grupçuklarda vardır. Bunlara karşı elbette bir tavır sergilenmelidir. Bunlar görmezlikten gelinecek bir husus değil. Ancak Kuran’a dönmek öze  dönmektir. Reform aslında dine sonradan  yukarda anlatılan uydurmalarla  yapılmıştır. Kuran’a yardımcılar getirilmiştir. Yüce rab kitabında mahşerde herkese “yalnız Kuran’dan imtihan edileceksiniz”. Diyor. Biz ise onu yeterli bulmuyoruz. Yazık!..   
Allah resulü sahabesine ve yakınlarına  “Ben türedi bir peygamber değilim.”, “Bana da size de ne yapılacağını bilemem”. Kızına; “ Kızım fatıma Allah’tan geleceğini satın al babam peygamberdir diye güvenme” diyerek sevdiklerini kurtaramayacağını ifade ederken,  Allah’a rağmen Hz. Peygamberin şefaat edeceğini nerdeyse imani bir kabul haline getiren, insani gayretleri hiçe sayan, torpil, iltimas, emeksiz çok kazanmayı özendiren, Kuranda anlatılan güzel ahlakı amelden ayıran, Allah’ın affetmediği tek günah şirk iken başka alanlara kaydıran bu kabullerin getirdiği anlayıştan örnekler;   Gavslık makamında olanların; müritlerinin imanını garanti ettiğine inanıldığını görüyoruz!.  Peygamberimizin bile Allah’ı göremediği bu alemde  Beyazıd i bestami’nin gerçek ten ” Allah (c.c) bana parlak tüysüz bi oğlan olarak göründü”. Dediğine şahit oluyoruz..! Yine büyük alimimiz İmam Şarani tabakatın da. “Müridin imanı şeyhin elindedir. Şeyh müridin imanını alıp istediği zamanda verebildiğini kendi yazdıkları kitaplarda okuyoruz.  Furkan adlı kitapda; Kabir sualinde  üstat  “çekilin benim müridime hesap soramazsınız” diyecek. Allaha ulaşmak için gavs şarttır. Aksi takdirde ulaşmak mümkün değildir. İmam Gazali, İhyaui Ulumiddin: 4.C 610.S “Beyazid-i Bistami’yi bir kere görmen Allah’ı 70 defa görmenden daha hayırlıdır”. Yine  ihya cilt 4 sayfa 616 da. “Allah ın yardımını kullara iletmek de yine gavs vasıtasıyla oluyor”. Tasavvufçuların marifeti bunlarla bitmiyor ki  hızırı gördüm. Bana şu ibadeti telkin etti. Hz Ali’ni kucağına şu zikirler havadan döküldü.!  gibi vehimlerle ibadet ortaya konduğu, İbadet ve itikatlarda bile  içtihatlara gidildiğini görmekteyiz.  Bu ve buna benzer uydurmaları  hak göstermek için tasavvuf kitaplarında yer alan farklı uydurmalar o kadar çok ki hangisini sayarsınız? Bir  örnek daha;  Nakşibendi şeyhi  Hacegî Ahmed Kâsânî 1542 bazı risalelerinde  hz peygambere nispetle  şunu nakleder. “ Allah tala benim kalbime ne dökmüşse, bende onu Ebu Bekir’in kalbine döktüm “ ifadesini nakletmiştir.     Yine Muhammet bin Hüseyin kazvini  Ölümü Miladi  1570 Dımeşte kaleme aldığı  “ Silsilenameyi  Hacegani  Nakşibent adlı kitabında   mağara hadisini naklediyor.  Hz Peygamber hicret esnasında serv mağarasında Hz Ebu Bekir’e diz üstü gözleri kapalı olarak kalbi zikrin-rabıtanın nasıl yapılacağını üç defa telkin ettiğini anlatmıştır.
Bu ifadeler  önceki  hiçbir kaynakta, Hadis tarih kitaplarında bulunmadığı gibi  ilk dönemlerde yazılan tasavvuf eserlerinde dahi böyle bir rivayet olmadığını söyleyen  Prof. Dr. Necdet Tosun hoca;  Osmanlı döneminde 1660 yılında sarı Abdullah olmak üzere bir çok kişinin kitaplarında yer alarak  dilden dile bu uydurmanın meşhurlaştırıldığını ifade etmektedir.  Böyle bir uydurmanın sebebini de  16 asırda  Necmettin Kübra’nın  Nakşi tasavvufçularına,  “sizin adabınız, erkanınız  söylemleriniz  uydurmadır”  ifadesi üzerine savunma amaçlı uydurulmuş olabileceği kanaatini zikreder.
      Kuran ve Nebevi sünnete taban taban zıt bu görüş ve düşünceleri Gazali veya Şarani söyledi diye  bir şey söylemeyecek miyiz? Bunları bizim eski âlimlerimiz, ne söylemişse doğru söylemiş, bizim bilmediğimiz bir hikmet var mı diyeceğiz?  Birilerine; şeyhe, gavsa tapıcı derken, bizde onları masum görerek  eski alim tapıcılığı yapmış olmuyor muyuz? Sorun olan anlayış; “Benim hocam hata yapmaz”!......Duruşudur. Yanlış yapabilir yapmalıdır da Çünkü onlar insan. Eleştiri veya tartışma konusu yapmak,  benim dediğim olsun için, yıkmak için değil, yol bulmak içindir.. Akıl ancak ilmin ışığında doğruyu bulabilir. Bu ifade Kuran’i bir ifadedir.  Bizlerde  Kuran’ın ışığında meselelere bakarsak veya bakanları takip edersek geçmişte de günümüzde de doğruyu yapanların yanlışlarının da olduğunu görmemiz mümkün olacaktır.  Burada esas olan, kimseyi tekfir etmeden, işin uzmanlarını  dinler ve en uygun olanı kabullenirsek,  Allah’ın övdüğüne mazhar oluruz. Zira iman konusu kul ile Allah arasındaki bir mahremdir.  Allah bu alanı kimsenin tekeline bırakmamıştır. Tevhide, nübüvvete ve meada (öldükten sonra dirilmeye) iman eden  herkes Müslümandır.  Ama insanlar farkında olmadan şirke bulaşmış olabilir. Hiç kimse kendisini Allah’a ortak koşan olarak görmediği için, şirk içinde olanlar bile kendini şirk ehli saymazlar. Oysa şirk;  Allah’ın karşısına bir başka güç çıkarma ile sınırlı değildir. Allah’ın sıfatları ve  fiillerinin bir kısmını yine Allah tarafından birilerine verildiği inancı ile farkında olmadan Allah’a ortak ettikleri şeylerden medet ummalarıdır. Allahtan beklenilmesi ve istenmesi gereken şeyleri başka vasıtalarda aramasıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen yorumlarınız küfür hakaret içermesin. Kendi görüş ve düşüncelerinizi ekleyebilirsiniz.

KURAN VE NEBEVİ SÜNNET: BUGÜNKÜ HALİMİZİ BEN BÖYLE OKUYORUM! YA SİZ!!!?

KURAN VE NEBEVİ SÜNNET: BUGÜNKÜ HALİMİZİ BEN BÖYLE OKUYORUM! YA SİZ!!!? : MAKSAT DİN KAYGISI VE HAKİKATLERİN ORTAYA ÇIKARTILMASI İSE ; insa...