KA
SÜNNET NEDİR, NE DEĞİLDİR?
SÜNNETİ
ANLAMA ÇERCEVESİNDE SAHABE VE MÜŞRİKLER ALLAH RESULÜNÜ NASIL ANLAMIŞLARDI?
Sünneti doğru anlayabilmek için sünnet deyince neyin
kast edildiğinin açıkça anlaşılması gerekir. Sahabenin çoğunun anladığı
sünnetin ne olduğu hususunu kısa ve öz
olarak ele alacak olursak; Sünnet Allah resulünün dini ve ahlaki örnekliği şeklindedir.
Yani, Resulün, Allah, diğer insanlar, eşya ve doğa ilişkilerine yönelik ortaya
koyduğu örnekliktir. Bu örneklik Hz. peygamberin söz, amel veya bir tutum
ortaya koymasıyla gerçekleşmiş olabilir. Hz peygamber örnekliğinin temelini
Kuran oluşturur. Kur’ân’ın hayata ferdi ve toplumsal ölçüde nasıl aktarılacağını
gösteren bir model, bir örnektir. Hz. Aişe
“Onun ahlakı Kur’ân’dı” derken Peygamber’in yaşam biçiminin/sünnetinin
Kur’ân’la içli dışlı olduğunu anlatmak istemiştir. Bazı İslam düşünürleri ise
“Hz. Peygamber yaşayan Kur’ân’dı” diyerek sünnetin bu yönüne dikkat çekmişlerdir.
Örnekliğin de
ne olduğu Kuran açık seçik anlatmışken, Kehf Suresi 110. Da, da De ki: "Elbet ben de sizin gibi ölümlü
bir insanım”.. sözü ile onun beşeri yönüne de dikkati çekmiştir. Dolayısı
ile Kuran, onun
yediği, içtiği, giyindiği, yattığı, kalktığı, yani beşer olarak hoşlanıp
hoşlanmadığı şeyleri dikkate almadığından,
sahabe gündelik hayatında bunlara dikkat etmemişlerdir. Ancak, Allah resulünün
yeni bir toplum ve ona kimlik oluşturmak adına, Yahudi ve Hristiyanlara
benzememek adına sahabeye bulunduğu telkinler vardır. Bu da zaten sizden
olmayanlara benzememe konusunda kitabın mesajıdır. Bunların dışında Allah resulü kendi alışkanlıklarının taklit
edilmesi konusunda sahabeye her hangi
bir yönlendirmede bulunmuş değildir.
Beşer olanın her şeyi bilemeyeceğini Resul örnekliği
ile anlayan Sahabenin çoğunun sünnet anlayışı da Kuran’ın dikkati çektiği yönde idi… Sahabe,
Allah resulünün uygulamalarını sorgular;
“ ya Resulullah bu Allah ın emri mi, yoksa sizin görüşünüz mü?” derlerdi. Aldıkları cevap, eğer Allah ın emri değilse ona uymayabiliyorlardı.. Hatta Allah resulü topluma yönelik bir hizmet
yapacağı zaman onlarla istişare ediyor,
ortak karara uyuyordu. Zaman
zaman da uzmanlığı olan sahabenin görüşlerine doğrudan uyuyordu. Mesela hendek savaşı öncesi Selman Farisi nin
teklifi üzerine Medine’nin etrafına hendek kazdırmış, hurmaların aşılanması
konusunda hurma yetiştiricilerin sözlerine tabi olmuş, bedir savaşı olmadan önce bir sahabenin
teklifi üzerine bedir kuyuları kenarına
orduyu konumlandırdığı bilinen örneklerdendir.
Sahabe deyince bütün sahabenin bire bir aynı anlayışta, olduğunu düşünmek elbette ki doğru değildir.
Elbette farklı olanlarda vardı.
Sahabenin çoğu Hz Peygamberin sadece ne yaptığına değil,
niçin yaptığını da sorgularken, bazı sahabede, neyi niçin yaptığını hiç
sorgulamadan her hareketini taklit etme yoluna gitmiştir. Bu hem hadislere hem
de siyer’e yansımış bir husustur. Hz Ebu
Bekir; Peygamber’in örnek şahsiyetini, yüce ahlakını her şeyden önde tutar, onu
referans alır, lafzı ve şekli önemserken,
Hz. Ömer ise, Kur’an’ı kaynak ve
sığınak olarak önceler, nebevi sünneti ise vahyin ışığında okurdu. Sünneti
anlamada mana ve maksada bakardı. Hz Ömer’in oğlu Abdullah meseleye şekilci
bakarken, Hz Ayşe de Hz Ömer gibi yaklaşım sergilerdi.
Sahabenin durumu bu iken, O günkü put perestler Allah resulünün insan
olma vasfını küçümseyerek peygamberin
altından gümüşten evleri olmalı, oysa sen fakirsin bizim gibi yiyip
içiyorsun diyerek Allah’a ve resulü itirazda bulunuyorlardı!. Onların görmek
istedikleri peygamber herkesten farklı insan üstü bir melek olmalıydı!
Kur’an’ın ve peygamberin islamı anlama ve yaşama
konusunda öne çıkardığı husus; mana ve
maksadı anlamak olmasına rağmen islam toplumlarında bu pek dikkate değer
bulunmamıştır!. Nasıl mı? Kuran’da peygamberin beşerligine, şari ( şeriat koyucu) değil, konulan şeriatı
harfiyen uyan ve örneklik sergileyen olarak vurgu yapılmış, sözün önüne geçmemesi ihtarında bulunulmuş,
yeri geldiğinde uyarılmıştır. Haddini aşmayan Resul Allah’ın maksadına uygun
davranmış, Allah’ın mesajları
unutulmaması için vahiy kâtipleri görevlendirip yazdırırken, kendi sözleri için bir katiplik müessesesi
oluşturmamıştır. Bu Nebi’nin, Allah’ın emirleriyle kendi nafilelerinin arasını
ayırmadaki titizliğini göstergesidir.
Yüce yaratıcı size içinizden birini resul gönderdim
ki, size örnek olabilsin derken, Ne acıdır
ki, Allah resulü sonrası başlayıp günümüze değin çoğunluğun görmek istediği
peygamber algısı da aynı müşriklerin beklentileri benzeşmiş durumdadır! Resul sonrası onun adına uydurulan yalanlar
onun sözleri yanına koyularak hadis sayılmış, hadisler sünnet ile eş değer
hatta doğrudan sünnet sayılmış, bu uydurma sözler eşliğinde insan peygamber yok
edilip, melek peygamber anlayışı toplumlarda hakim görüş olmuştur! Sonuçta
Müslümanlar da aynı o put
perestler gibi Allah resulünün normal bir insan olmasını bir türlü
hazmedemeyip, o günkü put perestlerin hayalindeki peygamber algısını Allah
resulüne yüklemekten hiç hicap duymamışlardır!.
Onun normal insani davranışlarını kabullenemeyip yeterli görmediklerinden,
O’na doğmadan önce başlamak kaydı ile bütün zamanlara yönelik insan üstü bir sürü
mucize ve gaybi bilgi yüklemeyi peygamber sevgisine din algısına dönüştürülmüş
durumdadır.!
RESULLULLAHIN
HANGİ YÖNLERİNİ SÜNNET OLARAK ALGILANMALI, BU KONUDAKİ KARMAŞA VE BÜYÜK KOPUŞLAR
Hz Peygamber ümmetine Kuran dışında, ona paralel, sünnet
adı altında ayrı bir din miras bırakmadığını, bırakamayacağını hem Kuran’dan
hem de onun bu konulara yönelik hassasiyetinden öğreniyoruz. Şurası bir gerçek ki, vakıa olarak Kuran’ı
belirleyen; sünnet, hadis, icma ve kıyas değildir. Bizatihi belirleyici konumda
olan, sünneti belirleyen ve yönlendiren Kuran’ın kendisidir. Din ile ilgili bütün belirlemelerin ana kaynağı Kuran’dır. Dolayısı ile insan
peygamber din adına bütün belirlemelerini bu kaynaktan yapmıştır. Bunu yapmakta
olan resul aynı zamanda, çocuklarına
baba, ırk olarak Arap, çağdaşlarına arkadaş, medine döneminde devlet başkanı idi. Bu
özelliklerinin her birisi için söyledikleri yapıp ettikleri davranışları vardı. Bunların her birisini din anlamında ya da sünnet
anlamında aynı ağırlıkta bir kefeye konması hem kuran’a hem akla ziyandır!. Asıl olan,
Hz. peygamberin bir şeyi nasıl yaptığından ziyade, niçin yaptığı, yani
Allah ın dinini hayata geçirme konusundaki maksadıdır. Mesela Hicret olayını
deveyle gerçekleştirmiştir. Biz deve ile hicretimi din saymalıyız veya küfürden,
zulümden uzaklaşmak için hicreti mi?..! O’nun, şartlardan dolayı farklı
uygulamaları mevcuttur. Mekke döneminde su kıtlığı yüzünden taşla taharet alırken,
Medine de su ile temizlenmiştir. Burada asıl olan Kuran’ın emrine yönelik yapılan
temizlik eylemidir. Hangi şartta en güzeli ne ile yapılıyorsa o imkânı
kullanmaktır. Yine o dönemde Hz. peygamberin çağdaşları Ebu cehil ve diğer müşrikler; sakallı, cübbeli, sarıklı idi. Peygamberimiz de aynı toplumun
ve iklimin bir ferdi olması nedeniyle bu örfü uygulamıştır. Bu konuda Allah’ın
ona bir telkini yoktur. Bir başka topluma gelmiş olsa idi geldiği toplumun
iklim şartlarının gereğine uyacaktı. Dolayısı ile şartlardan doğan ihtiyaçların
şekli değişkendir. Değişken olan şeyler sabitlenemezler. Din olamazlar!
Resulullah,
gece namazını kıldıktan sonra, sabah namazından önce kısa bir süre
tekrar uyur, kabak yemeyi sever, elle
yemek yer, beyaz elbise giyer, savaşta öldürülen kimsenin eşyalarını, onu öldürene
vermesi gibi kendine mahsus adetleri vardı. Bunlar tamamen onun insani özelliklerindendir.
Yüce yaradan resulün bu tür alışkanlıklarını asla öne çıkarmamıştır. Resulün
bir şeyi neden yaptığını bilmeden onu şeyin sünnet olduğu kanısının yanlışlığını
gösteren bir sürü yaşanmış örnekler
mevcuttur. Misal
Bir keresinde cemaatle namaz kılarken namazın ortasında
ayağından ayakkabısı çıkarmıştır. Tabii
o günlerde mescitlerde bugünkü en vay çeşit halı yoktur. Toprak üzerinde namaz
kılınmaktaydı. Cemaatte nebiye bakıp aynısını
yapmıştır. Hz peygamber namaz sonrası
cemaate sorar “Neden ayakkabılarınız çıkardınız”?. Onlar siz çıkardığınız
için bizde çıkardık derler. Hz Peygamber, “yolda ayakkabıma pislik bulaştığını
hatırladım onun için çıkardım”. Sizin çıkarmanıza gerek yoktu.” der. Şimdi toprak üzerine secde etmek, namaz ortasında
ayakkabı çıkarmayı sünnet mi saymalıyız!
Halen Şiiler toprağa secde etme konusuna uymak için, halı üzerine kutsal saydıkları Kerbela toprağından
yapılma parçacıkları koyarak secde
etmeyi taklit ederler!!. Din bu mu!..?
Bu örneklerde de görüleceği gibi Hz peygamber,
adetten ve şartlardan doğan fiillerini sünnet olsun diye yapmadığını görüyoruz. Bugün yaşasaydı bugünün kolaylıklarını
kullanmaz mıydı? Deveyle hicret etmeye, necaset temizliğini taşla yapmaya gerek
görür müydü!..?. Başka bir ülkede doğsaydı oranın ıslama ters olmayan adetlerini
uygulardı elbette. Meseleye bakarken Hz
peygamberi bütün misyonu ile görmek gerek. Büyük davanın öngörü sahibi, büyük bir stratejist, seçilmiş
öncüsünü, basit üslup ve davranışlarla sınırlandırmak asla doğru değildir. Nitekim Hz peygamberin toplumsal ve evrensel ölçütlerde
ki örnekliği görmezden gelinemez. Medine’de
devlet başkanı olmasının ardından oradaki sosyal sorunlara, kabile kavgalarına,
fakirliğe, susuzluğu, adaletsizliğe, eğitimsizliğe, çözümler üretmiş bunlara
ilaveten Allah’ın mesajlarını diğer toplumlara ulaştırmıştır. Önümüzde böylesi
bir vizyon sahibi peygamberi, basit sığ
dar alanlara sıkıştırırsak, bize bıraktığı sünnet nimetini yersiz ve hor
kullanmış olmaz mıyız?. Birde şu soruyu kendimize sormamız gerekmez mi? Acaba
Resulullah (s.a.v.), gelenekten, içinde bulunduğu şartlardan dolayı kendisinin
yaptıklarını, ümmetinden de, dini bir sorumluluk anlamında yapılmasını istiyor
muydu?
SÜNNET NEDİR, NE DEĞİLDİR?
Allah resulü;
Allah tan aldığı vahyi hiç eksiksiz bir şey ilave etmeden insanlığa
tebliğ ederek görevini yerine getirmiştir. Birde Nebi sıfatıyla da aldığı
emirleri, tabiri caiz ise işlemek için aklını, öngörüsünü, şartları dikkate
alarak, hiç bir şeyi şansa bırakmadan
tam bir sanatkar ustalığı ile hayata uygulamıştır. Bunları mucize ile değil,
yeteneklerini kullanarak örnekliklerini ortaya koymuş, bundan dolayı da Allah’ın övgüsüne mazhar olmuştur. Başarısını tamamını insani gayrete, aklı ve
yeteneklerini kullanmasına değil de, gizli vahiy, yani gayr metluv yada
Cebrail’in yardımına indirgeyen çoğunluğunda itibar ettiği bir anlayış üretilmiştir.!
Bunların sünnet anlayışı, elbette fiillerin, anlam içerik ve niçin yapıldığı, insana ne mesajlar verdiği ile değil, nasıl yapıldığı şekline odaklanmak
olacaktır. Nitekim de öyle olmuştur. İslam toplumlarının büyük kesiminde ki sünnet anlayışı, cahiliye
dönemi Arap geleneğinin giysisi,
temizlik anlayışı, davranış bicimi, sosyal hayattaki ilişkileri, insanın
kendine özgü bakımı gibi hususlar, Sünnet
bilincinin başında yer almaktadır.
Allah resulü
yeteneğini öngörüsünü ve aklını kullanarak değil de, farklı yardımlar sayesinde görevini yapmış olsaydı, insanlığa
nasıl örnek olurdu! O zaman İnsanlar ey
yüce RAB, bizlere örnek ve rehber olarak görevlendirdiğin resulünü insan üstü
yeteneklerle mucizelerle destekledin! O
bu sayede tebliğini ve kulluğunu yaptı!
Oysa onun kadar yardım alamayan bizlere bir insanın üstesinden
gelemeyeceği bir yükün altından nasıl kalkalım demezler miydi !..?.. Elbette derdi. Oysa, Alah resulü herhangi gizli bir yardımla değil, insan
olarak, insani bütün duygu istek ve arzularına sahip olmasına rağmen imtihanını
görevini başarı ile tamamlamıştır. Onun
hayatında Bunu anlamaya yönelik belki yüzlerce olay olmuştur! Bir tane örnek
verilmesi gerekirse "Allah resulünü görünce heyecandan titreyen birisini
peygambere yakışan bir tevazuuyla şöyle sakinleştirmiştir: “Sakin ol!. Ben bir kral
değilim!. Ben ancak kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum!” Diyerek etrafındakilere
de onlar gibi bir insan olduğu mesajını vermiştir. Böylesi bir resulü yok
saymak, Allah’ın ona verdiği değeri basite indirgemek, hiç bir Müslümanın haddi
değildir. Haddine de değildir.
Allah Rasulü (s.a.v.)
size bıraktığım emanetlerden birisi de sünnet demişse,
Cariye kültürünü sürdürmek, fuhuş yaptığı
iddia edilen kadınları recim etmek, kertenkele ve kara köpekleri öldürmek,
kadınları sünnet etmek, zehirlenmelere
karşı acve hurmasını yemek, erkeklerin
gözlerine sürme çekmesi, cami avlularına misvak asarak herkesin kullanmasını sağlamak, dört kadınla evlilik yapmak, deveyle yolculuk yapıp, sağlık için deve sidiğinden
medet ummak(içmek), sakal bırakmak, sakalını kesenin dinden çıkma konusunda hüküm
oluşturmak, sarık sarmak, yemeği yerde
ellerle yiyip yalamak, Arap
fistanları giymek, yerde yatmak gibi!..
tamamen Arap kültürü ve geleneğinin yansıması olan günümüzde de sünnet zannı
ile yaşanmaya çalışılan bu fillerin din olarak ümmetçe yaşanıp yeni nesillere
taşınmasını, Allah resulü; bizlere emanet olarak bırakmış olabilir mi!!!..?
Pekiyi sünnet olarak neyi bırakmış olabiliri nasıl anlamalıyız?
Elbette aklı, fikri, kullanmayı, meseleleri
sorgulayarak anlamayı geliştirmeyi insanlığa faydalı olacak katma değer üretmeyi,
Kur’an ahlakı ile bir hayat sürmeyi ondan miras olarak almalıyız. Sünnet; İmam şatibi nin dediği gibi Kuran’ın beyanıdır.
Kur’an’ın insan yaşamına koyduğu ahlak, davranış biçimi, tabiat ve hayvanat ile
olan ilişkilerdeki ölçüsü ve davranış biçimidir. Kur’an’ın insan hayatına konuşmasıdır.
Kısaca; kırmamak, kırılmamak, küsmemek, dargın durmamak, yalan, iftira,
hakaret, dedikodu, gıybet, alay, kul hakkı, torpil, suiistimal, başkasını küçümsemek
gibi ahlaksızlığı yapmamaktır. Sünnet; çalışmak, topluma yararlı güzel adetler
üretmek, hakka hukuka riayet, iyi geçinmek,
meşveret, işin ehline verilmesi, Zalimleri ve zulmü aralıksız eleştirmek,
İşi ehline vermek, iş verdiğini denetlemek, kamu mallarını tüm toplumun
faydalanabileceği şekilde yönetmek, uydurma ve uydurmacılarla mücadele etmek,
hiçbir uydurmaya müsamaha göstermemek, her türlü ırkçı ve asimilasyon
faaliyetlere karşı durmak, hayvanlara eziyet etmemek, kamuya açık alanları
kirletmemek, kirletenleri uyarmak, din
sömürücülerini deşifre edip kınama yapmak, türbe-mezar tapıcılığı ile mücadele
etmek, hakkı anlatmaktan vazgeçmemek,
haksız tehditlerinden korkmamak, gereksiz övgüyü reddetmek, kişilerin mahremini
araştırıp, insanların onurlarını kırmamak,
dinde aşırıya kaçanları uyarmak,
gereksiz münakaşalara girmemek, açları doyurmak, topluma iyi olmak, inzivayı reddetmek, Allah'tan başka şefaatçi
ve kurtarıcı aramamak, eleştiriyi zulme çevirmemek
ve düşmanlarının hukukunu korumak, İnsanları
masal ve hurafelerle uyuşturmadan ve ibret dolu örneklerle uyarmak,
Peygamberleri ya da velileri putlaştırmamak, çocuklara ve hanıma iyi davranmak
vs. toplumda huzuru, barışı sağlayan güzel ahlakın hakimiyeti sağlamasıdır. Kur’an’a ters olmayan insan fıtratına
iyi gelen her güzel şey sünnettir. Aslında bunların her biri kullar üzerine
Allah’ın yapınız dediği emirlerdir. Allah Resulünün örnekliği de bu emirlerin
en nazik, güzel ve insana yakışır biçimde yerine getirilmesindeki sanatkârlığıdır.
Kırmadan, dökmeden, üzmeden, bağırıp çağırmadan, bu emirleri uygulamadaki sanatı…
Yukarda sayılan resulün sünnetleri günümüze kadar toplumların anlayışı çerçevesinde
çoğu zaman yok sayılmış, yada değişikliklere uğramış olmasına rağmen günümüze
kadar nesilden nesile yaşayarak gelen
sahih nebevi sünneti de elbette göz ardı etmemiz gerekir. Bunlardan en önemlileri
beş vakit namaz ve bunların rekatlarıdır.
Fırkalara bölünmüş İslam aleminde akşam namazı her yerde üç rekattır.
Namazın kılınma şekli, haç, kurban, abdest ibadetlerinin uygulamasında çok
farklılık yoktur.
Kısaca Allah resulü insanlığa Allah ın mesajını
getirip hayat haline dönüştürmemizi istemiş bu konuda da bize insan olarak örnek
olmuştur. Alimlerimizden, ibni
Haldun konuya yönelik “ O bize tıp öğretmeye
değil din öğretmeye geldi “ diyerek onun beşeri yönü ile görev alanını bir
birine karıştırmamak gerektiğine işaret etmiştir. Geçmişten günümüze aşırı duygu yoğunluğu
yada bir takım oluşumlara meydan açmak
adına Allah ile aldatma yapıldığı gibi peygamber ile de aldatmanın temellerinin
atılması maalesef ki ikinci ve üçüncü asırda atıldığından, o günkü yalanlar bugünün
dini haline dönüşmüş durumdadır.. Peygambere atfedilen mucizeleri dilinden düşürmeyip, akait konusu
haline getirenlere baktığınızda kendini idare edemeyenlerin dünyayı yönettiği
iddiaları ile karşılaşırsınız. Bunlar
hayallerindeki peygamber algısı üzerinden kendilerine meşruiyet alanı açmakta, ona atfettikleri güç kudret ve yetkilerin kendilerinde de olduğu
iddiaları ile cahil toplumu yandaş olmaya çağırdıklarını görmekteyiz.! Bu tür
yaklaşımlar sonucu, Kuran dışı sünnet algısı İslam toplumlarında öylesi
komediler yaşatmaktadır ki, insan ne ağlayacağını ne de güleceğini biliyor!
böylesi bir peygamberin bugünkü ümmetinden bir kesit; halen Afganistan’da tuvaletlerde kovalara taş
koyarlar. İnsanlar onlarla silinir temizlenmeye çalışır. Cami avlusunda ki ağaçlarda
asılı onlarca misvak var, herkes aynı misvakla dişini temizlemek durumundadır. Nedeni, sünnet olduğu için!. Bunu
yapmayanlara kötü gözle bakılır. Bu kafanın geldiği nokta kardeş ve kabile
kavgaları.! İslam; özden yani esas değerlerinden
uzaklaştırılıp şekle büründüğünde toplum hiçbir medeniyet üretemediği gibi,
dinin aslından ziyade hurafeleri din diye yaşar, cehalet, yobazlık, fakirlik ve
sefaletten asla kurtulamaz. Bu hakikati görmeyen, anlamayan, anlamak istemeyen,
kendi kafasındaki gerçek dışında, her şeyi reddeden, farklı olanları tekfir
eden, saldıran yok etmeye çalışan kafalar!
Ah bu kafalar…!
TOPLUMLARDA SÜNNET ALGISINI DEĞİŞTİREN ETKENLER
FARKLI SÜNNET ANLAYIŞLARININ TEMELLERİ
Müslümanların çözemedikleri en büyük sorunu, Allah
resulü nün konumunun bir türlü Kuran sınırları
ve bütünlüğü içeresinde sağlıklı bir usul ile ele alınamayıp belirlenememesindendir. Çözümün Kuran dışında başka kaynaklara taşınması, bu kaynakların da, Kuran ile, kendi içinde bir
biri ile, akıl ve fıtrat ile çelişkiler
içermesinin neden olduğu farklı farklı Allah-Resul-Sünnet tasavvuru oluşturduğu
bilinen bir gerçektir. Bu bakış tarzının oluşturduğu peygamber algısında,
resulün kimi zaman Rab’laştırıldığı, melekleştirildiği, robotlaştırılıp hatta
senaryoyu oynayan tiyatro sanatçısı konumuna sokulduğu, ifade edilmese de
sonuçların ap açık görüntüsüdür. Bu farklı algılama ve anlamalar yüzünden ayrışmalar,
kopuşlar, tekfirler….oluşmuş, farklı sünnet algıları meydana gelmiş, hatta bu
çelişkileri görüp resule yakıştıramayanların
inançlarını, sünneti tamamen reddetme hadsizliğine getirdiklerini görmek
mümkündür.!..
Kuran’ı belirleyen değil belirlenen olarak değerlendiren
gelenekçilerin, Allah resulünün Kuran’ı
açıkladı iddialarında bile samimi olmadıkları görülebilir. Nasıl mı? Gelenekçiler, Kuranın açıklanmasını bile resule ikinci bir vahiy olarak vasıtasız geldiği
iddia ettikleri gizli gayri mev-lüv adı ile adlandırdıkları zan ifadelerine
dayandırırlar! Dolayısıyla onlara göre
resulün sözlerinde ve örnekliğinde
insani bir boyut yoktur! Tüm uygulamalarını
ikinci bir vahiyle yaptığından onların bağlayıcı ve sabit olduğunu ileri
sürerek sünneti de nass hükmünde
görürler! Bu kadarla kalsa ya! Sahih
olduğu iddia edilen kitaplarda gecen tüm rivayetleri de dinin temeli
olarak ileri sürüp, onların vasıtası
ile, dine yeni ölçü ve kurallar ilave
ederek dinde artırım yaptıkları, hayatın her alanını dini bir kurala bağladıkları
görülür! Velev ki bu rivayetler Kuran’a,
kendi içinde bir biri ile, akla ve insan fıtratına ters olsa bile!
Kuranı yeterli bulmayıp Allah resulünden yedi sekiz nesil sonraları toplanmaya başlanmış,
zan içerikli kat’ilik taşımayan, farklı kültürlerin geleneklerinden oluşan içi mucize ve gayp bilgileri ile
doldurularak, her bir anlatımı hadis adı ile
kitaplaştırılan ifadelerin sünnet olarak algılanması Müslümanlar arasında büyük kopuşlara neden
olmuş ve halen bu etkisini sürdürmeye devam etmektedir.
Bu fahiş hataya çok aşırı tepki gösterenler, Kuran’ı
önceleme iddiası ile kendi içinde farklı
anlayış içine düşmüşlerdir.! Bu iddiayı dillendirenlerin bir kısmı sünneti Kuran bütünlüğü içinde ararken,
bir kısmı da Kur’an bütünlüğünden kopuk
parçacı yaklaşımlarla Allah resulünün örnekliği rolünü yok
sayabilmekteler!. Kısaca O’nu sadece bir
elçi konumunda görülebilmekteler!
Kuran’ı önceleyen ve merkeze koyanların büyük çoğunluğu; Kuran’da hüküm belirten, açık, anlaşılır net ve muhkem ayetleri Resulün
eylemleştirmesi, sosyalleştirmesi
hayata uygulamasını sünnet olarak
nitelendirmekteler. Nitekim resul hüküm belirten vahiy kendisine ulaştıkça onu
hayata uygulamış ve sahabesine öğretmiştir. Onlarda çocuklarına. Mesela Namaz;
vakti, rekatları ve kılınışı
nesilden nesile değişmeden bütün Müslümanlara
ulaştığından bu sünnet mümin için kesinliği ifade eder. Sünnet
Zanni değil kati delillere dayanmalıdır.
Dolayısıyla sünnetin söz üzerinden değil
bir vakıa ve fiil örneğinden gelmesi gerekir. Yüce Allah kitabında Resulünün
nerelerde örnek alınmasını ve
itaat edilmesi gerektiğini yeterince açıklamıştır. Resulullah’ın
insan olarak vahiy öncesi ve vahiy sonrası durumu, bilgi kaynağı, görevi,
kendisine yapılan gaybi yardımlar, ayrıcalıklı özel halleri, itaat edilmesi ve
hüküm vermesi konusundaki yetki ve sınırları, kendisine yöneltilen uyarı ve
ikazları içeren ayetler yeterli düzeyde
olduğundan, Allah resulünün konumunu ve
sünnetinin değerini aydınlatmakta ve anlaşılmasına yardımcı olmaktadır. Dolayısıyla sünnet Kurana paralel yeni bir
anlayış değil, Kitap tarafından
belirlenendir. Görüşünü savunmaktadırlar.. Her müminin iman etmesi gereken
ilke, Kuran’ın üstünde hiçbir kaynak
dine yeni bir görüş ve ilke getiremez.
Allah Kuran için; açık, açıklayıcı,
anlaşılır ve yeterli demesine rağmen
onun anlaşılması ve tamamlanması için ayrıca gizli bir vahiy gönderdiğinin
iddia edilmesi zaten Kuran’ın kendisine
tezattır. Allah böyle tezatlıklardan beridir. Resul ise Allah’ın sözü üzerine asla söz söylemez. O’nun örnekliği Kuran’ın bir emridir. Yaklaşımını
sergilemektedirler.
MÜSLÜMANLAR
BİR BİRİYLE NEYİN KAVGASINI VERİYORLAR
Müslümanlar arasındaki tefrikanın en belli başlı sebeplerinden birisi de peygamber
tasavvurundaki farklılıktan kaynaklanmaktadır. Nedir bu farklılık? Bunlardın sonuçları
neticesinde nasıl bir din anlayışı ortaya çıkıyor? diye bakacak olursak;
MÜSLÜMANLARIN BİR KISMI NIN PEYGAMBER ALGISI; Resul
Allah’tan aldığı emirleri insanlığa
tebliğ ettiği gibi aklını, öngörüsünü, şartları
dikkate alarak, hiçbir şeyi şansa bırakmadan tam bir sanatkar ustalığı ile
kitabın maksadına uygun işleyip hayata uygulayıp sosyalleştirmiştir. Kuran ile övülen
örnekliğine bakıldığında, mesajların nasıl yapıldığından ziyade niçin yapıldığına
yönelik, maksadın ön planda tutulduğu görülür. O’nun ahlakı, maksada verdiği önem
daima fiillerini nasıl yaptığının önündedir.
Tabiri caiz ise, O, Kuran’ın insana dönmüş halidir. Sünneti ise; Allah’ın
yapınız dediği emirlerin; akıllıca, en nazik, güzel ve insana yakışır biçimde
yerine getirilmesindeki sanatkârlığıdır. Kırmadan, dökmeden, üzmeden, bağırıp çağırmadan,
bu emirleri uygulamadaki sanatı…Onun örnekliğidir. Mesela O komşusu açken
sofrasına oturmamıştır. Çocukların
gönlünü daima hoş tutmuştur. Kimseye bağırıp çağırmamıştır. Kimsenin fiziki
yapısı ahlakı ile alay etmemiş, yakınlarını da bu konuda uyarmıştır. Uyguladığı
fiillerine yönelikte güzel veciz sözler
söylemiştir. Bir örnek verilmesi gerekirse “Komşusu açken tok yatan bizden değildir”
sözüne bakacak olursak, bu duruma muhatap olan bir Müslüman elbet kafir olmaz.
Ancak nebinin konuyu işlemekteki zarifliği inceliği nezaketinin ifadeye dönüş
biçimi, insanları hayra teşviki, yani onun üslubu onun örnekliği ve sünnetini
oluşturmaktadır. İfade edilen söz insana insanlığa bir fayda içeriklidir. Kuran’a
uygundur. Kullanılış biçimi harikadır.
MÜSLÜMANALARIN ÇOĞUNLUĞUNUN PEYGAMBER
VE SÜNNETİ ANLAŞILMA BİÇİMİ İSE; peygamber
iki tür vahiy almaktadır. Birincisi
Kuran’dır. Burada Allah ın
emirleri sınırlı ve anlaşılmaz şekilde
yer almaktadır. İkinci vahiy gizli gelmektedir. Doğrudan kalbine
inmektedir. Buna gayri metlüv denmektedir. Bu vahiy Kuran’da
eksik olanları tamamlar. Ayrıca
Kuran’daki hükümlerin nasıl yapılacağının tarifi ile birlikte Allah ın
Kuran’da belirtmediği diğer hükümlerin neler
olduğu ve bunların da nasıl yapılacağına yönelik bir açıklamadır!. Biraz daha açıklamak
gerekirse
Ortada melekleştirilmiş tabiri caiz ise robot bir
peygamber var. O Sadece kendisine gelen iki tür vahyin birini insanlara tebliğini
sağlıyor. Diğer vahiy ile de, birinci vahyin Allah tarafından nasıl açıklandığının
insanlara anlatımı ve oradaki hükümlerin neler olduğunun açıklanma görevini yapıyor!. İhtiyaç duyduğu alanlarda da
Cebrail’den yardım alarak emirleri şekillendiriyor! İnsan olarak kendisinin ortaya
koyduğu hiçbir şey yok. Zira O’nun özgün iradesine bırakılan hiçbir şey yok. O
adeta melek! Bu algıyı güçlendirme adına bu konu ile alakası olmayan necm 3 deki ayeti delil gösterilmesi ümmet
arasında geleneğin din haline gelmesini büyük oranla sağlamış bulunmaktadır!.
Oysa vahyin resule geldiği dönemde, Mekkeliler gibi sıradan bir hayat yaşayan
Allah resulü bir gün halkın karşısında çıkarak kendisine vahiy geldiğini ilân
etmesi üzerine, buna karşılık Mekkeliler de onun delirdiğini, cinlendiğini, sapıttığını
ileri sürmüşlerdir. Mekkeliler bununla da kalmamış, Muhammed (as)’in vahiy ile
aldığını söylediği sözleri kendisinin uydurduğunu, bunu da kendi hevasına,
kuruntularına ve çıkar beklentilerine kapılarak yaptığını iddia etmelerine karşın,
yüce Rab’bın vahiy ile topluma seslenişidir. Bu ayetlerin geliş sebebi.. Ayetin
söylediği de Necm “(1-4) “Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız
Muhammed sapmadı, azmadı. O, arzusuna göre de konuşmuyor. Bildirdikleri,
kendisine vahyolunan bir vahiyden ibarettir” Başka bir olayda bir savaş sonrası
ganimet dağıtımında resulün uygulamasına itiraz edenlere karşı yüce Rab haşır 7 de “ peygamber size neyi verdiyse onu alın” diye seslenmiştir. Bu ayetleri konumundan kopartıp Allah resulünün gündelik
hayatında her bir sözünün her bir hareketinin vahiy olduğuna delil teşkil
ettirilmesi peygamber algısında büyük bir uçurum oluşturmuştur! Din içinde yeni
dinlerin fırkaların yerleşmesine neden
olmuştur! Bunun gündelik hayatta ve peygamber anlaşılma bicimi;
O’nun konuştuğu
her bir şey ile yaptığı her bir şey vahye bağlı! Böyle bir peygamber algısı topluma yerleştirilince
Onun yemek yeme şekli, tuvalet yapma şekli, yatıp uyuma şekli, giyinmesi, nefes
alıp vermesi, kısaca yaptığı her bir şey atlamaksızın atılmaksızın vahiy ürünü olduğundan din sayılmaktadır.
Resulün bütün davranış ve sözleri Kuran’da
geçmiş olsaydı farz sayılacaktı. Ancak yapması ve konuşması gayri metlüv vahiyde belirtildiği için bütün
fiillerinin şekli sünnettir!!
Dikkat edilirse anlayışın ürettiği sünnette insana
ve insanlığa katma değer üretmeye yönelik pek bir şey görmek mümkün değildir.
Doğrudan arap geleneğinin yaşanmasını bile bir vahye bağlanmış olmasını!!! Sarıklı
kılınan bir namazın aşırı övülmesi!
Bundan elde edilen sevap bile cennetin
kazanıla bileceği imalarının verilmesi! Vs. Bu bakış tarzının oluşmasında dinin
değil Arap geleneğinin baskınlığı görülür!
Bu anlayışta,
Muhammed Allah'ın nurundan ilk yaratılandır. Allah’ın sevgilisidir! Kainat
ondan ve onun için yaratılmıştır. Doğar doğmaz ümmeti için secdeye kapanmıştır!
Sünnetli doğmuş, o gece alem nura gark olmuş, putlar yere düşmüş,
ateşpereslerin ateşi sönmüştür! Başının üstünden beyaz bir bulut gittiği yerde
onu takip eder, Safi nur olduğundan gölgesi yere düşmemiştir!. Hiç ihtilam
olmamış, vücuduna pire sinek vs. gibi haşerat konmamıştır. Kakası dahil geçtiği
mekan günlerce misk-ü amber gibi kokar, kakasını toprak hemen yutardı! Onun
sümüğü, idrarı ve dışkısı dahi şeriftir. Önüne çıkan zorlukları mucizelerle aşar,
isterse ayı ikiye böler, güneşi batışını engeller, parmaklarından su akıtır.
Bir bardak süt ile bir orduyu doyurur. Namazda önünü geçen çocuğa beddua
ederek felç olmasını sağlar. Sol elini
kullanan bir adama sağını kullanmasını söyler.
Adam kullanamadığını söylemesi üzerine,
kötürüm ol der! Adam sol yanını bir daha kullanamaz!. Bir gecede bütün
hanımlarıyla beraber olmuştur! Otuz kırk
erkekten seksi yönden daha güçlüdür. O
ölmemiş olduğundan halen hanımlarıyla cinsel ilişkiye girer.(herhalde hanımları
da ölmemiştir1) Dokuz yaşında kız çocukları ile evlenmekte beis görmez! Allah’ın
azap yapmak istediklerini şefaat ederek kurtarır!. Allah namazı 50 rekat farz kılar, o beşe
indittirir! Dolayısı ile Allah tan daha şefkatli bir görünüme sokulur!. Haşa O Allah değil, ama O'ndan başka da
değildir. İşte müşrik inancının ürettiği PEYGAMBER!
Bunlar bizim sahih adı ile dinde kaynak olarak gördüğümüz
rivayetin getirdiği anlayıştır! Toplumun dinini şekillendiren kaynaklarımız!...
Kuran Resul için
insan demesine rağmen böylesi bir insan olabilir mi? Bu güç ve kudretteki bir
insan bu hayata nasıl örneklik teşkil edecek?..!
Allah Allah…! Bu nasıl bir din yarabbi…. Acaba
diyorum Allah resulü öncesi cahiliye dönemine mi döndük! Atalar dininin yeni
bir tezahürünü mü yaşıyoruz. Kuran’a bakıyorsunuz hiç böyle bir şey söylemiyor.
Eğer modern dönemin cahiliye kafasını yaşamıyorsak, pekiyi bunlar nerden çıkıyor!..?
ALLAH
RESULÜNÜ KURAN DIŞI ALANLARA ÇEKENLERİN
BU İŞTEN KAZANÇLARI NELEERDİR?..!..?
Allah resulünü mucize ve kerametlerle donatarak insani yönünü
sıfırlayıp, melekten bir peygamber icat edilmesinin kaynağı elbette
rivayetlerdir. Bu rivayetleri
uyduranlar; Allah resulünü kendi iradesi
ile hiçbir şey yapamayan bir kuklaya çevirdiklerinin farkında değiller miydi?..!
Bütün bu hokkabazlıklar iyi niyet ile mi yapmışlardı!..? Peygamber her sıkıştığı
ortamda, mucize göstermesi, gayba vakıf olması, Kuran dışı gayri metlüv vahiy aldırılması yada
Cebrail’in yardıma yetiştirilmesi bir peygamber sevgisi miydi acaba!..? Yoksa
bundan ziyade yeni üretilecek sahte resul, şeyh, mürşit, gavs, adları ile dine sokulmaya çalışılan sahtekarlıklara alan
açma, onlara tabi olacak köle ve kişiliksiz toplumlar oluşturma manevraları mıydı!..? Sonuçtan bakıldığında görünen ortada!. İslam dünyasının bugünkü hali! O günkü gayretler ta o zamandan meyvesini
vermiş üretilen sahteliklerin her birisi yeni yollar icat etmiş, ümmet bölük pörçük
olmuş! Allah tan gayrimetlüv vahiy aldıklarını
iddia ederek Allahtan rol çalanlar; kendilerini kurtarıcı konumuna
getirmişlerdir. Kendilerine bağlananlara her türlü naneyi yemiş olsalar dahi
son nefeste imanı kurtarıp, dolayısıyla cennet garantisi verdikleri görüyoruz!
Bunlarla birlikte emeksiz dünyalarını da mamur etme sihirbazlığını öğretileri
de mevcut! . Nedir bunlar? Dua, salavat,
rabıta, hatme yaparak çalışmadan da, zengin olmak, sınıf geçmek, başarılı olmak,
bir okus pokus ile isteklere ulaşılması gibi akla ziyan etkiler-yetkiler üretilmiştir!...
Bunlarla kalınsa
ya; Allah resulün ün saygı gösterdiği
birey, saygı değer insan; bunların karşısında
düşünmeyen akıl etmeyen, aklı bağlandığı kimselere teslim eden,
sorgulamayan, şeyhin sözünü Allah ın sözünün üstünde gören, insan putlar karşısında
yerlerde sürünen , el etek öpen, sünepe insan kişiliğinin yok edilerek sıfırlama
duygularının din diye verilmesi….. …..
Bütün bu ve buna benzer ne kadar söz ve davranış
varsa bunların hayata geçirilmesi Allah resulü üzerinden yapılmıştır. Allah
resulü ded ki!!!...ile başlayan bu tür yalanları Kuranda ki ilgili ayetlerin
altına da yapıştırdı mı, aynı sözü haşa Allah da söylemiş oluyor!!! Resulü
konuşturdukları yetmiyormuş gibi, Kuran’da Allah’ın maksadı dışında konuşturulmuştur.
Uyanmak gerek zira şeytan insanı iyi niyet tuzaklarıyla avlıyor.. Her insan
bulunduğu noktayı kuran ı hakem yaparak sorgulaması gerek. dini şekilden ziyade
özden anlamamız gerek. Din diye ortaya konan şeylerin nasıl yapılacağından ziyade
niçin yapılması gerektiğini yani maksadı öncelememiz gerek. Niçin leri öğrenen insan
nasılı zaten öğrenir.
HANGİNİZ
MUHAMMED?.....!
Bir Allah resulü,
Bir nebi ki…. Bir toplumun, bir grup insanın yanına geldiğinde kimsenin
kendisi için ayağa kalkmasına rıza göstermez.
Boş olan yere oturur. Diğer insanlardan görüntü ve giysi yönünden hiçbir
ayrıcalığı yoktur. Toplumun dertleri meşveret edilmektedir. Bir yabancı,
kalabalığın içine dalar. Gayet
telaşlıdır. “ HANGİNİZ MUHAMMED?” diye
sorar. Zira toplulukta farklı birini göremez.
İçlerinden birisi gayet
nazik normal bir ses tonu ile “BENİM
MUHAMMED” der…. Aman Allah’ım..! Bu ne mütevazılık… Üstelik bu kişi ALLAH ın elçisi dir. Hem de devlet başkanı. Örnekliği ile Allah tarafından insanlığa
takdim edilen, ahlak abidesi..
Etrafında bulunan ve bulunmayan bütün arkadaş dost
ve akrabalarından hiç birisi, O’nun
yüzünü görüp, ayaklarına
kapanarak, O’nun sac ve sakalını öperek , abdest suyunu içmeye kalkarak, cennete gidileceğini düşün kimsecik yok!. Üstelik
böyle bir beklenti içinde olan da yok!.
Öyle bir vadi de yok. İnsanı putlaştırmaya yönelik eylemlere son derece
mesafeli, bu konuda sık sık ikazları da var.
Zaten kendisinin gönderilme amaçlarından birisi de bu tür içinde şirk
barındıran eylemleri karşı mücadeledir. … Kuran ın anlattığı Allah resulüne
baktığınızda, Allah ın O’na biçtiği rolü, O’nun görev ve yetkisinin sınırlarını bütün sahabe bilmekte. Allah resulü onlara
bir şey tebliğ ettiğinde soruyorlar; Ya resulullah bu senin içtihadın mı? Yoksa
Allah’ın emri mi? Bunu niye sorarlar? Allah resulüne güvenmediklerinden
mi? - Hayır asla! Ona kendilerinden
fazla güvenmekteler. Ama bu sorgulama
resulün öğretisinin sonucudur. Nedir bu öğretisi? Resul
(elçi) sıfatıyla ona gelen vahyi,
eksiksiz, zamanında insanlara
olduğu gibi açıklaması yani tebyin görevini yerine getirmesi. Buna kimse itiraz etmez. Allah doğru söyledi derler. Sorguladıkları şey, nebinin içtihatlarıdır. Zaman zaman nebinin içtihatlarına sahabe katkı yapar, Âl-i İmrân sûresi: 159 de belirtildiği üzere nebi sahabe ile müşavere yapar. farklı görüşler dinlenerek sonuca varılır. Yönetime
toplumda katkı sağlamış olur.
Ortada aklını teslim etmiş, süklüm püklüm bir sahabe yoktur. Bu görüntü;
Allah resulünün 23 yıllık dini
tebliğ ve örnekliği sonucu oluşturduğu toplumun geldiği son nokta. Özlemini duyduğumuz bir kare! Benzemeye çalışalım
derken ürettiğimiz şeyler her saniye bizi ondan uzaklaştırıyor. İşte çakma
kopyalar!
GÜNÜMÜZDEKİ
MANZARALAR!
Cadde iki yanlı boydan boya kadınlı erkekli
insanlarla dolu… Umutla heyecanla birini bekliyor! Onun yüzünü görüp, elinden tutup öpebilsin! Onun gözü ile görülebilsin ki, cennete
gidebilsin.! Saatlerce bekleme sonunda dört beş iri adamın tabut vari bir salın
üzerinde zor taşıdığı iri yarı bir zat çıkageliyor!
Adam; cübbeli, sarıklı, sakallı, iyi bakımlı ve güneşe fazla çıkamamış olmalı
ki yüzleri de bir hayli parlak!,
Fakat, sürünerek yaklaşanlara,
elini ayağına sarılıp öpmek isteyenlere elini zor verip, etrafa zor baktığından anlaşıldığına göre, yaşlılık ve rahatsızlık nedeni ile kendi
kendini taşıyamaz duruma gelmiş!.
Kendisini görerek cennet umanlara görüntü vermeye çıkan bu
fani zat, Bir kısım insanlar tarafından alim olarak
bilinir.…! İyi de nasıl bir alimdir ki, üstelik adına yazılmış piyasada tefsir kitabı da var. Allah resulünün yüzünü görenlere cennet vadi yok iken, bunlara bu torpili rüşveti
kim veriyor?..! Bunlar yeni moda bir din
görüntüsü mü!..? Eğer öyle değilse, Onun yüzü Allah resulünün yüzenden daha mı kıymetlidir!..? Bu görüntü dinde
yenilik yada reform
mudur!..? Ya da islam adı ile yeni bir
din mi geldi!...?
Bir başka manzara;
İri yarı, cübbeli sarıklı sakallı
bir adam! Son model gayet lüks bir araç,
korumalar etrafta fır fır dönüyor. Gayet
iyi bir giyim, besili olmalı ki, eli yüzü parıl parıl parlıyor!.. Etrafında bir yığın insan.. Yüzlercesi uzaklardan taşınmış, yol yorgunluğu, çoğu ser sefil!.. Onlara nasihat veriyor. Din anlatıyor..“Gavsın
evlatlarına yakınlarına hizmet edeceksiniz, onlara kul köle olacaksınız, bunlar
sizin üzerinize farzdır vaciptir, sünnettir” deyip nasihatine devam ediyor.
Sonrası gelenlerden tövbe alınıp hatme tarifi yapılıyor. İlerleyen sürede acıkan garibanlara gizli borudan kazanlara
akan, bitmeyen çorba imajı ile keramet
vurgusu eşliğinde acık mekanda, ayak üzere bulgur çorbası servis ediliyor!... Karnı
doymayan insanların hemen yanı başlarındaki
gavsın evlatlarının lokantalarından, karnını doyuruyor. Farz vacip ve sünneti yerine getirmek içinde
evlatların mağazalarından bolca alış
veriş yapılıyor. Onlara göre dinin en
güncel sorunu, gavsın evlatlarının rahat
etmesi, onlara kul köle arayışı, çiftliklerde bedava çalışacak köle işçiler.! Üstelik bu cahil sürülerinin bir çoğu Kitabı
yüzünden okuyacak ne kapasitesi ne de yeterlilikleri var… İnsanlar bunların
etrafında toplanıp şefaat umuyor. Gelenlere bolca gavsın kerametleri anlatılıyor.
Rüyalarda gavsın müntesiplere
şefaatinin nasıl gerçekleştiği vuslatın son noktası! Gavs, kibrit kutularının içinde taraftarlarının
ruhlarını cennete taşıyor.!...... Herkeste bir mutluluk, bir rahatlama…!
Aşağı yukarı bir birine benzeyen islam dünyasındaki
binlerce örnekten iki kesit!
Yine onlarcasından bir tanesi; Asrın son 33’cü müceddidi iken vefat etmiş ama kılıç kınından çıktığı
an daha iyi kesmesi gibi, vefatı her şeyi
bitirmemiş! Kainatın ve müritlerin üzerine tasarrufu hala devam etmektedir!.
Tabi bunu zahiriler anlayamaz. Zira bu tasarruf, ehline malumdur. Efendi hz.lerinin içtihadına göre kıyamet iki
bin yılında kopacaktı. Ancak yürüttükleri Kuran’ı yüzünden okuma hizmetleri sayesinden Allah dünyanın ömrünü
uzattı! Bu yol öylesi bir yol ki, demirden ayakkabı giyilse o eskiyene kadar bütün
dünyayı dolaşılsa bulunmaz iken, Kısmeti olanlar, geçmiş atalardan birisinin
duasını alanlar ancak bulabilir! Kadınların
hac’ca gitmesi sakıncalıdır. Şu an bankaların verdiği faiz de faiz değildir.
Zira, ülke islam ülkesi değildir! Günlük ibadetleri dışında Nakşi ve kadiri
hatimlerinin yanında günlük rabıta yapılır. Beş yıldızlı yurt yapımı için
paraya çok ihtiyaç vardır. Çok para yardımı yapanların itibarları da çoktur! Çok
kuran okunur. Anlamına pek ihtiyaç duyulmaz. Zaten büyük alimler maksadı
kitaplarına yazmıştır. İsteyenler onlardan okuyabilir. Ama en itibarlı kitap
anlamına ihtiyaç duyulmayan Kuran’dan sonra
Rabbani nin metubatı dır. Tabii ağabeylerin
bilgisi de!
SONUÇTAN ANLAŞILACAĞI ÜZERE; Ülkemizde vatandaşa anlatılan yada vatandaşın
anladığı din anlayışının özetinden bir kısmı bu! Daha Kuran’ın üzerinde
tutulan, gece gündüz ibadet niyetiyle
okunan risalecilerden bahsetmedim. Risaleyi oku gir cennete! Risaleyi haşa Allah dikte ettirmiş
ya! Kuran okuma insanı kurtaramaz
iken!!!
Bunlardan her hangi birine girilerek, Emeksiz, amelsiz istediğin kadar yoldan çıkmış,
kul hakkı yemiş ol, ne olursan ol!
Birilerine bağlanıp yüzünü görüp,
elini ayağını öperek, imkanlarını onların emrine vererek, arazilerinde bedava çalışarak, onların gözü
ile görülerek, sözlerini din olarak kabul ederek, onların yüzü suyu hürmetine cennette gideceğini uman bir
anlayış!..
Hem Kuran’ iman esaslarınızdan
biri olacak, hem onun ne dediğinden haberiniz olmayacak! Üstüne üstelik Kuran’ın
reddettiği şeyleri din adına hayatınızın bir parçası olacak! Bu anlayışlar son
yüzyılda üretilen bir şey değil! geçmişin mirası! Dini daha iyi yaşamak adına farklı amaçlar uğruna
dine sokulan hurafelerin kitaplaştırılması ve onların Kuran yerine konulmasının
sonucudur. “Kuran anlaşılmaz yalanını”
ilaç diye yutanların geldiği nokta.! Birileri tarafından atanan sonra da evliya diye pompalanan çakma resullerin
sözleri, eylemleri fersah fersah makam
olarak Kuran’ın ve nebinin üstünde!. Bu yapıların
elinde dini öğrenenlerin tek hakikati yukarda anlatmaya çalıştım. Bunların düşünme ve araştırma özgürlükleri
ellerinden alınması nedeniyle farklı hiçbir görüşe tahammülleri yoktur. Ama
ilahiyat eğitim alıp da bunların değirmenine su taşıyanlar tarih boyunca azımsanmayacak
kadar çoktur.
KURAN bu
kadar gündemde ve acık iken, buna rağmen herkes bulunduğu noktadan o kadar emin
ki!.. Bu Kuran’ acaba herkese ayrı şeymi söylüyor diyesi geliyor insanın!
Elbette öyle değil. Bu inanç bicimi ve davranışların ayakta kalması; Kuran yetersiz bulma, güvendiği kitaplardaki yalanları Kuran’ın
anlamı zannetme, sünneti şekle indirgeme, Kurtarıcılara umut bağlayarak beleşten
cennet arzusundan gelmektedir.
İşin aslı ise;
insanı yücelterek putlaştır şirk batağına düş!
ALLAH VE RESULÜNE UYUN VE İTAAT EDİN NE DEMEK
Yüce Rab, insanı yarattı. İnsanın mutlu ve güzel bir
hayat sürmesi içinde onlara peygamberler vasıtası ile yol gösterdi. Vahiy gönderdi.
Gönderdiği vahiyde, elçi tayin ettiği resullere sakın ha sizler benim sözlerimden
zerre sapmayın. İkinci bir paralel yol icat etmeyin dedi. Elçiler, Allahtan aldıkları emirleri eksiksiz,
geciktirmeksizin insanlığa tebliğ etti. Yüce Rab emirlerini tebliğ edene Resul
(elçi) derken, uygulayan aynı kişiye resul sıfatı ile karıştırılmasın diye de
Nebi dedi. Yüce Rab resuller vasıtası
ile bütün insanlığa, “Allah ve resulüne uyun, itaat edin “ dedi. Bu çağrıyı
insanlar iki şekilde anladılar.
Birincisi, Allah ın sözlerine, emir ve nehiylerine
uyulması, ayrıca resullerin de emir ve nehiylerine de uyulması. Şeklinde anladılar.
İkinci görüşte, Allah kendisi doğrudan hiçbir insan
topluluğuna seslenmedi. Baştan beri bütün emirlerini insana hemcinslerinden seçtiği
birisi ile iletti. Seçtiği elçiler de, Allah’ın emirlerini insanlığa eksiksiz
tebliğ etti. İnsanlar bu emirlerin
Resuller tarafından icat edildiğini sanmamaları için de Resullerin, sizlere tebliğ edilenleri sakın
onların sözleri ve fikirleri sanmayın. Onların bütünü benimdir. Demeyi de ihmal
etmedi. Necm 2: Arkadaşınız (Muhammed)
ne sapmıştır, ne de azmıştır., Necm 3: Ne de kendi kişisel arzusundan konuşmaktadır.
Necm 4: O (nun konuşması kendisine ) vahye dilenden başkası değildir.
Elçinin getirdikleri kendi sözleri değil, Allah’ın sözü
olduğunu söyleyen yaradan, bir başka yerde de, elçiye itaat ederseniz Allah’a
itaat etmiş olursunuz demiştir. Dolayısı
ile elçiye uyup itaat etmek aslında Allah’a itaat anlamındadır. Zira zaten elçi
de Allahtan aldığı vahye uymaktadır.
Görüldüğü gibi elçi vahyi Allahtan aldığı gibi insanlara tebliğ
etmektedir. Onun getirdiklerine itaat ne
anlama geldiğine bakarsak;
Maide 92:
Allah’a itaat edin, resule itaat edin, sakının. Eğer yüz çevirirseniz şunu
bilin: Bizim resulümüze düşen sadece apaçık bir tebliğdir.
Teğabün 12: Allah’a itaat edin, resule de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz
resulümüze düşen, apaçık bir tebliğden başkası değildir.
Kuran’da Allah’a itaat etmiş olmanın ispatı olarak onun resulüne yani elçisine
itaat birlikte anılıyor. Dikkat edersek, bu noktada hep resul yani elçi
kelimesi kullanılıyor. Kuranda itaat söz konusu olduğunda hep “resul-elçi”
kavramının kullanılmasının hikmetini de anlamış olmamız gerek.. Biz
vahiy ile ancak Resul ile, yani elçi’leri aracılığı ile muhatap olabildiğimize
göre, itaat söz konusu olduğunda Allah
ile elçi hep birlikte anılmıştır. Yani, elçi’ye itaat etmeden vahye muhatap
olmak zaten mümkün olmayacaktır.
Allah, kendi sözlerini bize sadece resulleri aracılığıyla bildirdiği
yani resulün sözü Allah’ın sözü olduğu için resulün helal kıldığı Allah’ın
helal kıldığı, haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığıdır. Allah Teâlâ şöyle
buyurur:
Araf 157 de “onlar ki, ellerinde Tevrat ve İncil'de
tanıtılmış bulacakları Rasul'un, o Kitap Ehli'nden olmayan peygamberin izinden
gidecekler; (o peygamber) onlara iyiliği emredip kötülükten sakındıracak, temiz
ve yararlı şeyleri onlara helal kılıp pis ve zararlı şeyleri onlara
yasaklayacak; sırtlarına vurulmuş olan yüklerini indirip öteden beri (özgürlüklerine)
vurulan zincirleri çözecek. Sonuçta ona inanan, onu el üstünde tutup
destekleyen ve ona yücelerden bahşedilen ışığın ardına onunla birlikte düşenler
kurtuluşa erenler olacak.”
Yukarıdaki ayetlerde “o kendi heva ve hevesinden
konuşmaz” diye işaret edilen peygamberimizin hemen her konuşmasını, iki dudağı
arasından çıkan her şeyi kapsadığını düşünmek
büyük bir hatadır. Orada işaret edilen sadece vahyin olduğu gibi tebliği
konusunu kapsar. Zira onlar insandır. Allahtan aldıklarını eksiksiz tebliğ
etmek bir görev ve sorumluluk iken insan olarak onları uygulaması aynı şey değildir.
Sözün özü, Elçi’ye itaat etmeden Allah’a itaat de
mümkün olmayacaktır.
Yukarda belirtildiği üzere Allah, Kuran’ın
emirlerini sosyal hayatta uygulayıcı olana da
Nebi dedi. Nebiler, Allah’ın emirlerini maksat ve amacına yönelik sürdürdükleri
faaliyetlerini aklını öngörüsünü, geleneği, dikkate alarak uygularlar.
Uygulama şekilleri onların kişisel içtihatlarıdır. Uygulama aşamasında
Nebiler hata da yapabilirler. Nitekim, Kuran’da nebilerin bir çok uygulamaları
eleştirilmiştir. Misal, Yüce Rab; İbrahim aleyhisselamın müşrik olan babasına
ettiği duayı, Nuh aleyhisselamın oğlu ile ilgili çağrısını örnek almayın demiştir.
Abese 1- (Peygamber) Yüzünü ekşitti ve döndü. 2-
Kendisine âmâ geldi, diye. 3- Ne bilirsin, belki o temizlenecek? 4- Veya öğüt
belleyecek de öğüt ona fayda verecek. 5-Ama buna ihtiyaç hissetmeyene gelince
6-Sen ona yöneliyorsun. 7- Onun temizlenmemesinden sana ne? 8- Ama sana can
atarak gelen 9- Allah'tan korkarak gelmişken 10- Sen onunla ilgilenmiyorsun.
11- Hayır hayır, sakın. Çünkü o Kur'an bir öğüttür.
Şuara 3-(Resulüm!) Onlar iman etmiyorlar diye adeta
kendine kıyacaksın! 4- Biz dilersek onların üzerlerine gökten bir ayet (mucize)
indiririz de, ona boyunları eğile kalır.
Enam 35-Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır
geldiyse, haydi gücün yetiyorsa yerin içine (inebileceğin) bir delik, ya da göğe
(çıkabileceğin) bir merdiven ara ki onlara bir mucize getiresin! Allah
dileseydi, elbette onları hidayet üzerinde toplardı. O halde cahillerden olma!
Hud 112- İşte bundan dolayı emrolunduğun gibi doğru
ol! Beraberindeki tevbe edenler de (doğru olsunlar). Aşırı gitmeyin! Muhakkak
ki O, bütün yaptıklarınızı görüp durmaktadır
Kâfirun 1-De ki: Ey kâfirler 2- Sizin taptıklarınıza
ben tapmam.
Bakara 144-Doğrusu, biz, yüzünün semaya yöneldiğini,
orada şekilden şekle geçerek, aranıp durduğunu görüyorduk. Artık seni hoşnut
olacağın bir kıbleye çevireceğiz. Haydi bakalım, yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir.
Siz de ey müminler, nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa doğru çevirin!
Kendilerine kitap verilmiş olanlar da kesinlikle bilirler ki, Rablerinden gelen
o emir haktır. Ve Allah, onların yaptıklarından
ve yapmakta olduklarından gafil değildir.
Tevbe 80- Onlar için Allah'tan ister mağfiret dile,
ister dileme. Onlar için yetmiş kere mağfiret dilesen de yine Allah onları
affetmeyecektir. Bu, onların Allah'ı ve Resulünü inkâr etmelerinden dolayı böyledir.
Allah, böylesine baştan çıkmış fasıklar güruhuna hidayet etmez.
Tevbe 84-Ve onlardan biri ölürse asla namazını kılma
ve kabrinin başına gidip durma. Çünkü onlar Allah'ı ve Resulünü tanımadılar. Ve
fasık olarak can verdiler..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen yorumlarınız küfür hakaret içermesin. Kendi görüş ve düşüncelerinizi ekleyebilirsiniz.