24 Haziran 2016 Cuma

EHLİ SÜNNET KALESİ OLMAK SÜNNET ADINA UYDURULAN YALANLARI DİN EDİNMEK Mİ?

KA
    SÜNNET NEDİR, NE DEĞİLDİR?
SÜNNETİ ANLAMA ÇERCEVESİNDE SAHABE VE MÜŞRİKLER ALLAH RESULÜNÜ NASIL ANLAMIŞLARDI?
Sünneti doğru anlayabilmek için sünnet deyince neyin kast edildiğinin açıkça anlaşılması gerekir. Sahabenin çoğunun anladığı sünnetin ne olduğu hususunu  kısa ve öz olarak ele alacak olursak; Sünnet Allah resulünün dini ve ahlaki örnekliği şeklindedir. Yani, Resulün, Allah, diğer insanlar, eşya ve doğa ilişkilerine yönelik ortaya koyduğu örnekliktir. Bu örneklik Hz. peygamberin söz, amel veya bir tutum ortaya koymasıyla gerçekleşmiş olabilir. Hz peygamber örnekliğinin temelini Kuran oluşturur. Kur’ân’ın hayata ferdi ve toplumsal ölçüde nasıl aktarılacağını gösteren bir model, bir örnektir.  Hz. Aişe “Onun ahlakı Kur’ân’dı” derken Peygamber’in yaşam biçiminin/sünnetinin Kur’ân’la içli dışlı olduğunu anlatmak istemiştir. Bazı İslam düşünürleri ise “Hz. Peygamber yaşayan Kur’ân’dı” diyerek sünnetin bu yönüne dikkat çekmişlerdir.
Örnekliğin de  ne olduğu  Kuran açık seçik anlatmışken,   Kehf Suresi 110. Da, da  De ki: "Elbet ben de sizin gibi ölümlü bir insanım”.. sözü ile onun beşeri yönüne de dikkati çekmiştir. Dolayısı ile  Kuran,  onun  yediği, içtiği, giyindiği, yattığı, kalktığı, yani beşer olarak hoşlanıp hoşlanmadığı şeyleri  dikkate almadığından, sahabe gündelik hayatında bunlara dikkat etmemişlerdir. Ancak, Allah resulünün yeni bir toplum ve ona kimlik oluşturmak adına, Yahudi ve Hristiyanlara benzememek adına sahabeye bulunduğu telkinler vardır. Bu da zaten sizden olmayanlara benzememe konusunda kitabın mesajıdır. Bunların dışında  Allah resulü kendi alışkanlıklarının taklit edilmesi konusunda  sahabeye her hangi bir yönlendirmede bulunmuş değildir.
Beşer olanın her şeyi bilemeyeceğini Resul örnekliği ile  anlayan  Sahabenin çoğunun sünnet anlayışı da  Kuran’ın dikkati çektiği yönde idi… Sahabe, Allah resulünün  uygulamalarını sorgular; “ ya Resulullah bu Allah ın emri mi, yoksa sizin görüşünüz mü?” derlerdi.  Aldıkları cevap, eğer Allah ın emri değilse  ona uymayabiliyorlardı..  Hatta Allah resulü topluma yönelik bir hizmet yapacağı zaman onlarla istişare ediyor,  ortak karara uyuyordu.  Zaman zaman da uzmanlığı olan sahabenin görüşlerine doğrudan uyuyordu.  Mesela hendek savaşı öncesi Selman Farisi nin teklifi üzerine Medine’nin etrafına hendek kazdırmış, hurmaların aşılanması konusunda hurma yetiştiricilerin sözlerine tabi olmuş,  bedir savaşı olmadan önce bir sahabenin teklifi üzerine bedir kuyuları  kenarına orduyu  konumlandırdığı bilinen örneklerdendir. Sahabe deyince bütün sahabenin bire bir aynı anlayışta,  olduğunu düşünmek elbette ki doğru değildir. Elbette farklı olanlarda vardı.
Sahabenin çoğu Hz Peygamberin sadece ne yaptığına değil, niçin yaptığını da sorgularken, bazı sahabede, neyi niçin yaptığını hiç sorgulamadan her hareketini taklit etme yoluna gitmiştir. Bu hem hadislere hem de siyer’e yansımış bir husustur.  Hz Ebu Bekir; Peygamber’in örnek şahsiyetini, yüce ahlakını her şeyden önde tutar, onu referans alır, lafzı ve şekli önemserken,  Hz. Ömer ise,  Kur’an’ı kaynak ve sığınak olarak önceler, nebevi sünneti ise vahyin ışığında okurdu. Sünneti anlamada mana ve maksada bakardı. Hz Ömer’in oğlu Abdullah meseleye şekilci bakarken, Hz Ayşe de Hz Ömer gibi yaklaşım sergilerdi.
Sahabenin durumu bu iken,  O günkü put perestler Allah resulünün insan olma vasfını küçümseyerek peygamberin  altından gümüşten evleri olmalı, oysa sen fakirsin bizim gibi yiyip içiyorsun diyerek  Allah’a ve  resulü itirazda bulunuyorlardı!. Onların görmek istedikleri peygamber herkesten farklı insan üstü bir melek olmalıydı!
Kur’an’ın ve peygamberin islamı anlama ve yaşama konusunda  öne çıkardığı husus; mana ve maksadı anlamak olmasına rağmen islam toplumlarında bu pek dikkate değer bulunmamıştır!. Nasıl mı? Kuran’da peygamberin  beşerligine,  şari ( şeriat koyucu) değil, konulan şeriatı harfiyen uyan ve örneklik sergileyen olarak vurgu yapılmış,  sözün önüne geçmemesi ihtarında bulunulmuş, yeri geldiğinde uyarılmıştır. Haddini aşmayan Resul Allah’ın maksadına uygun davranmış,  Allah’ın mesajları unutulmaması için vahiy kâtipleri görevlendirip yazdırırken,  kendi sözleri için bir katiplik müessesesi oluşturmamıştır. Bu Nebi’nin, Allah’ın emirleriyle kendi nafilelerinin arasını ayırmadaki titizliğini göstergesidir.
Yüce yaratıcı size içinizden birini resul gönderdim ki, size örnek olabilsin derken,   Ne acıdır ki, Allah resulü sonrası başlayıp günümüze değin çoğunluğun görmek istediği peygamber algısı da aynı müşriklerin beklentileri benzeşmiş durumdadır!  Resul sonrası onun adına uydurulan yalanlar onun sözleri yanına koyularak hadis sayılmış, hadisler sünnet ile eş değer hatta doğrudan sünnet sayılmış, bu uydurma sözler eşliğinde insan peygamber yok edilip, melek peygamber anlayışı toplumlarda hakim görüş olmuştur!  Sonuçta  Müslümanlar da  aynı o put perestler gibi Allah resulünün normal bir insan olmasını bir türlü hazmedemeyip, o günkü put perestlerin hayalindeki peygamber algısını Allah resulüne yüklemekten hiç hicap duymamışlardır!.  Onun normal insani davranışlarını kabullenemeyip yeterli görmediklerinden, O’na doğmadan önce başlamak kaydı ile bütün zamanlara yönelik insan üstü bir sürü mucize ve gaybi bilgi yüklemeyi peygamber sevgisine din algısına dönüştürülmüş durumdadır.!

RESULLULLAHIN HANGİ YÖNLERİNİ SÜNNET OLARAK ALGILANMALI, BU KONUDAKİ KARMAŞA VE BÜYÜK KOPUŞLAR
Hz Peygamber ümmetine Kuran dışında, ona paralel, sünnet adı altında ayrı bir din miras bırakmadığını, bırakamayacağını hem Kuran’dan hem de onun bu konulara yönelik hassasiyetinden öğreniyoruz.  Şurası bir gerçek ki, vakıa olarak Kuran’ı belirleyen; sünnet, hadis, icma ve kıyas değildir. Bizatihi belirleyici konumda olan, sünneti belirleyen ve yönlendiren Kuran’ın kendisidir.  Din ile ilgili bütün belirlemelerin ana  kaynağı Kuran’dır. Dolayısı ile insan peygamber din adına bütün belirlemelerini bu kaynaktan yapmıştır. Bunu yapmakta olan resul aynı zamanda, çocuklarına baba, ırk olarak Arap, çağdaşlarına arkadaş, medine döneminde devlet başkanı  idi.  Bu özelliklerinin her birisi için söyledikleri yapıp ettikleri davranışları vardı.  Bunların her birisini din anlamında ya da sünnet anlamında aynı ağırlıkta bir kefeye konması hem kuran’a hem akla ziyandır!.   Asıl olan,  Hz. peygamberin bir şeyi nasıl yaptığından ziyade, niçin yaptığı, yani Allah ın dinini hayata geçirme konusundaki maksadıdır. Mesela Hicret olayını deveyle gerçekleştirmiştir. Biz deve ile hicretimi din saymalıyız veya küfürden, zulümden uzaklaşmak için hicreti mi?..! O’nun, şartlardan dolayı farklı uygulamaları mevcuttur. Mekke döneminde su kıtlığı yüzünden taşla taharet alırken, Medine de su ile temizlenmiştir. Burada asıl olan Kuran’ın emrine yönelik yapılan temizlik eylemidir. Hangi şartta en güzeli ne ile yapılıyorsa o imkânı kullanmaktır. Yine o dönemde Hz. peygamberin çağdaşları Ebu cehil ve diğer müşrikler;  sakallı, cübbeli,  sarıklı idi. Peygamberimiz de aynı toplumun ve iklimin bir ferdi olması nedeniyle bu örfü uygulamıştır. Bu konuda Allah’ın ona bir telkini yoktur. Bir başka topluma gelmiş olsa idi geldiği toplumun iklim şartlarının gereğine uyacaktı. Dolayısı ile şartlardan doğan ihtiyaçların şekli değişkendir. Değişken olan şeyler sabitlenemezler. Din olamazlar!
 Resulullah,  gece namazını kıldıktan sonra, sabah namazından önce kısa bir süre tekrar uyur, kabak yemeyi sever,  elle yemek yer, beyaz elbise giyer, savaşta öldürülen kimsenin eşyalarını, onu öldürene vermesi gibi kendine mahsus adetleri vardı. Bunlar tamamen onun insani özelliklerindendir. Yüce yaradan resulün bu tür alışkanlıklarını asla öne çıkarmamıştır. Resulün bir şeyi neden yaptığını bilmeden onu şeyin sünnet olduğu kanısının yanlışlığını gösteren  bir sürü yaşanmış örnekler mevcuttur. Misal
Bir keresinde cemaatle namaz kılarken namazın ortasında ayağından ayakkabısı çıkarmıştır.  Tabii o günlerde mescitlerde bugünkü en vay çeşit halı yoktur. Toprak üzerinde namaz kılınmaktaydı.  Cemaatte nebiye bakıp aynısını yapmıştır. Hz peygamber namaz sonrası  cemaate sorar “Neden ayakkabılarınız çıkardınız”?. Onlar siz çıkardığınız için bizde çıkardık derler. Hz Peygamber, “yolda ayakkabıma pislik bulaştığını hatırladım onun için çıkardım”. Sizin çıkarmanıza gerek yoktu.” der.  Şimdi toprak üzerine secde etmek, namaz ortasında ayakkabı çıkarmayı sünnet mi saymalıyız!  Halen Şiiler toprağa secde etme konusuna uymak için,  halı üzerine kutsal saydıkları Kerbela toprağından yapılma parçacıkları koyarak  secde etmeyi taklit ederler!!.  Din bu mu!..?
Bu örneklerde de görüleceği gibi Hz peygamber, adetten ve şartlardan doğan fiillerini sünnet olsun diye yapmadığını görüyoruz.  Bugün yaşasaydı bugünün kolaylıklarını kullanmaz mıydı? Deveyle hicret etmeye, necaset temizliğini taşla yapmaya gerek görür müydü!..?. Başka bir ülkede doğsaydı oranın ıslama ters olmayan adetlerini uygulardı elbette.  Meseleye bakarken Hz peygamberi bütün misyonu ile görmek gerek. Büyük davanın  öngörü sahibi, büyük bir stratejist, seçilmiş öncüsünü, basit üslup ve davranışlarla sınırlandırmak asla doğru değildir.  Nitekim Hz peygamberin toplumsal ve evrensel ölçütlerde ki örnekliği görmezden gelinemez.  Medine’de devlet başkanı olmasının ardından oradaki sosyal sorunlara, kabile kavgalarına, fakirliğe, susuzluğu, adaletsizliğe, eğitimsizliğe, çözümler üretmiş bunlara ilaveten Allah’ın mesajlarını diğer toplumlara ulaştırmıştır. Önümüzde böylesi bir vizyon sahibi peygamberi,  basit sığ dar alanlara sıkıştırırsak, bize bıraktığı sünnet nimetini yersiz ve hor kullanmış olmaz mıyız?. Birde şu soruyu kendimize sormamız gerekmez mi? Acaba Resulullah (s.a.v.), gelenekten, içinde bulunduğu şartlardan dolayı kendisinin yaptıklarını, ümmetinden de, dini bir sorumluluk anlamında yapılmasını istiyor muydu?

         SÜNNET NEDİR, NE DEĞİLDİR?
Allah resulü;  Allah tan aldığı vahyi hiç eksiksiz bir şey ilave etmeden insanlığa tebliğ ederek görevini yerine getirmiştir. Birde Nebi sıfatıyla da aldığı emirleri, tabiri caiz ise işlemek için aklını, öngörüsünü, şartları dikkate alarak, hiç bir şeyi şansa bırakmadan  tam bir sanatkar ustalığı ile hayata uygulamıştır. Bunları mucize ile değil, yeteneklerini kullanarak örnekliklerini ortaya koymuş, bundan dolayı da Allah’ın  övgüsüne mazhar olmuştur. Başarısını  tamamını insani gayrete,  aklı ve  yeteneklerini kullanmasına değil de, gizli vahiy, yani gayr metluv yada Cebrail’in yardımına indirgeyen çoğunluğunda itibar ettiği bir anlayış üretilmiştir.! Bunların sünnet anlayışı, elbette fiillerin, anlam içerik ve  niçin yapıldığı, insana ne mesajlar verdiği  ile değil, nasıl yapıldığı şekline odaklanmak olacaktır.  Nitekim de öyle olmuştur.  İslam toplumlarının  büyük kesiminde ki sünnet anlayışı, cahiliye dönemi Arap geleneğinin  giysisi, temizlik anlayışı, davranış bicimi, sosyal hayattaki ilişkileri, insanın kendine özgü bakımı  gibi hususlar, Sünnet bilincinin başında yer almaktadır.
 Allah resulü yeteneğini  öngörüsünü ve aklını  kullanarak değil de, farklı yardımlar  sayesinde görevini yapmış olsaydı, insanlığa nasıl  örnek olurdu! O zaman İnsanlar ey yüce RAB, bizlere örnek ve rehber olarak görevlendirdiğin resulünü insan üstü yeteneklerle mucizelerle  destekledin! O bu sayede tebliğini ve kulluğunu yaptı!  Oysa onun kadar yardım alamayan bizlere bir insanın üstesinden gelemeyeceği bir yükün altından nasıl kalkalım demezler miydi !..?..  Elbette derdi. Oysa, Alah resulü  herhangi gizli bir yardımla değil, insan olarak, insani bütün duygu istek ve arzularına sahip olmasına rağmen imtihanını görevini  başarı ile tamamlamıştır. Onun hayatında Bunu anlamaya yönelik belki yüzlerce olay olmuştur! Bir tane örnek verilmesi gerekirse "Allah resulünü görünce heyecandan titreyen birisini peygambere yakışan bir tevazuuyla şöyle sakinleştirmiştir: “Sakin ol!. Ben bir kral değilim!. Ben ancak kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum!” Diyerek etrafındakilere de onlar gibi bir insan olduğu mesajını vermiştir. Böylesi bir resulü yok saymak, Allah’ın ona verdiği değeri basite indirgemek, hiç bir Müslümanın haddi değildir. Haddine de değildir.
Allah Rasulü (s.a.v.) size bıraktığım emanetlerden birisi de sünnet demişse,  Cariye kültürünü sürdürmek, fuhuş yaptığı iddia edilen kadınları recim etmek, kertenkele ve kara köpekleri  öldürmek,  kadınları sünnet etmek,  zehirlenmelere karşı  acve hurmasını yemek, erkeklerin gözlerine sürme çekmesi, cami avlularına misvak asarak herkesin kullanmasını sağlamak,   dört kadınla evlilik yapmak,  deveyle yolculuk yapıp, sağlık için deve sidiğinden medet ummak(içmek),  sakal bırakmak,  sakalını kesenin dinden çıkma konusunda hüküm oluşturmak,  sarık sarmak,  yemeği yerde  ellerle yiyip yalamak,  Arap fistanları giymek,  yerde yatmak gibi!.. tamamen Arap kültürü ve geleneğinin yansıması olan günümüzde de sünnet zannı ile yaşanmaya çalışılan bu fillerin din olarak ümmetçe yaşanıp yeni nesillere taşınmasını, Allah resulü; bizlere emanet olarak bırakmış olabilir mi!!!..?
Pekiyi  sünnet olarak neyi bırakmış olabiliri nasıl  anlamalıyız?  Elbette aklı, fikri, kullanmayı, meseleleri sorgulayarak anlamayı geliştirmeyi insanlığa faydalı olacak katma değer üretmeyi, Kur’an ahlakı ile bir hayat sürmeyi ondan miras olarak almalıyız. Sünnet; İmam şatibi nin dediği gibi Kuran’ın beyanıdır. Kur’an’ın insan yaşamına koyduğu ahlak, davranış biçimi, tabiat ve hayvanat ile olan ilişkilerdeki ölçüsü ve davranış biçimidir. Kur’an’ın insan hayatına konuşmasıdır. Kısaca; kırmamak, kırılmamak, küsmemek, dargın durmamak, yalan, iftira, hakaret, dedikodu, gıybet, alay, kul hakkı, torpil, suiistimal, başkasını küçümsemek gibi ahlaksızlığı yapmamaktır. Sünnet; çalışmak, topluma yararlı güzel adetler üretmek, hakka hukuka riayet, iyi geçinmek,  meşveret, işin ehline verilmesi, Zalimleri ve zulmü aralıksız eleştirmek, İşi ehline vermek, iş verdiğini denetlemek, kamu mallarını tüm toplumun faydalanabileceği şekilde yönetmek, uydurma ve uydurmacılarla mücadele etmek, hiçbir uydurmaya müsamaha göstermemek, her türlü ırkçı ve asimilasyon faaliyetlere karşı durmak, hayvanlara eziyet etmemek, kamuya açık alanları kirletmemek, kirletenleri uyarmak,  din sömürücülerini deşifre edip kınama yapmak, türbe-mezar tapıcılığı ile mücadele etmek,   hakkı anlatmaktan vazgeçmemek, haksız tehditlerinden korkmamak, gereksiz övgüyü reddetmek, kişilerin mahremini araştırıp, insanların onurlarını kırmamak,  dinde aşırıya kaçanları uyarmak,  gereksiz münakaşalara girmemek, açları doyurmak,  topluma iyi olmak,  inzivayı reddetmek, Allah'tan başka şefaatçi ve kurtarıcı aramamak,  eleştiriyi zulme çevirmemek ve düşmanlarının hukukunu korumak,  İnsanları masal ve hurafelerle uyuşturmadan ve ibret dolu örneklerle uyarmak, Peygamberleri ya da velileri putlaştırmamak, çocuklara ve hanıma iyi davranmak vs. toplumda huzuru, barışı sağlayan güzel ahlakın hakimiyeti  sağlamasıdır. Kur’an’a ters olmayan insan fıtratına iyi gelen her güzel şey sünnettir. Aslında bunların her biri kullar üzerine Allah’ın yapınız dediği emirlerdir. Allah Resulünün örnekliği de bu emirlerin en nazik, güzel ve insana yakışır biçimde yerine getirilmesindeki sanatkârlığıdır. Kırmadan, dökmeden, üzmeden, bağırıp çağırmadan, bu emirleri uygulamadaki sanatı… Yukarda sayılan resulün sünnetleri günümüze kadar toplumların anlayışı çerçevesinde çoğu zaman yok sayılmış, yada değişikliklere uğramış olmasına rağmen günümüze kadar  nesilden nesile yaşayarak gelen sahih nebevi sünneti de elbette göz ardı etmemiz gerekir. Bunlardan en önemlileri beş vakit namaz ve bunların rekatlarıdır.  Fırkalara bölünmüş İslam aleminde akşam namazı her yerde üç rekattır. Namazın kılınma şekli, haç, kurban, abdest ibadetlerinin uygulamasında çok farklılık yoktur.
Kısaca Allah resulü insanlığa Allah ın mesajını getirip hayat haline dönüştürmemizi istemiş bu konuda da bize insan olarak örnek olmuştur.  Alimlerimizden, ibni Haldun  konuya yönelik “ O bize tıp öğretmeye değil din öğretmeye geldi “ diyerek onun beşeri yönü ile görev alanını bir birine karıştırmamak gerektiğine işaret etmiştir.  Geçmişten günümüze aşırı duygu yoğunluğu yada  bir takım oluşumlara meydan açmak adına Allah ile aldatma yapıldığı gibi peygamber ile de aldatmanın temellerinin atılması maalesef ki ikinci ve üçüncü asırda atıldığından, o günkü yalanlar bugünün dini haline dönüşmüş durumdadır.. Peygambere atfedilen  mucizeleri dilinden düşürmeyip, akait konusu haline getirenlere baktığınızda kendini idare edemeyenlerin dünyayı yönettiği iddiaları ile karşılaşırsınız. Bunlar  hayallerindeki peygamber algısı üzerinden kendilerine meşruiyet alanı açmakta,  ona atfettikleri  güç kudret ve yetkilerin kendilerinde de olduğu iddiaları ile cahil toplumu yandaş olmaya çağırdıklarını görmekteyiz.! Bu tür yaklaşımlar sonucu, Kuran dışı sünnet algısı İslam toplumlarında öylesi komediler yaşatmaktadır ki, insan ne ağlayacağını ne de güleceğini biliyor! böylesi bir peygamberin bugünkü ümmetinden bir kesit;  halen Afganistan’da tuvaletlerde kovalara taş koyarlar. İnsanlar onlarla silinir temizlenmeye çalışır. Cami avlusunda ki ağaçlarda asılı onlarca misvak var, herkes aynı misvakla dişini temizlemek durumundadır.  Nedeni, sünnet olduğu için!. Bunu yapmayanlara kötü gözle bakılır. Bu kafanın geldiği nokta kardeş ve kabile kavgaları.!  İslam; özden yani esas değerlerinden uzaklaştırılıp şekle büründüğünde toplum hiçbir medeniyet üretemediği gibi, dinin aslından ziyade hurafeleri din diye yaşar, cehalet, yobazlık, fakirlik ve sefaletten asla kurtulamaz. Bu hakikati görmeyen, anlamayan, anlamak istemeyen, kendi kafasındaki gerçek dışında, her şeyi reddeden, farklı olanları tekfir eden, saldıran yok etmeye çalışan kafalar!  Ah bu kafalar…!

TOPLUMLARDA SÜNNET ALGISINI DEĞİŞTİREN ETKENLER
FARKLI SÜNNET ANLAYIŞLARININ TEMELLERİ
Müslümanların çözemedikleri en büyük sorunu, Allah resulü nün konumunun bir türlü  Kuran sınırları ve bütünlüğü içeresinde sağlıklı bir usul ile ele alınamayıp belirlenememesindendir.  Çözümün Kuran dışında başka kaynaklara taşınması,  bu kaynakların da, Kuran ile, kendi içinde bir biri ile, akıl ve fıtrat ile  çelişkiler içermesinin neden olduğu farklı farklı Allah-Resul-Sünnet tasavvuru oluşturduğu bilinen bir gerçektir. Bu bakış tarzının oluşturduğu peygamber algısında, resulün kimi zaman Rab’laştırıldığı, melekleştirildiği, robotlaştırılıp hatta senaryoyu oynayan tiyatro sanatçısı konumuna sokulduğu, ifade edilmese de sonuçların ap açık görüntüsüdür. Bu farklı algılama ve anlamalar yüzünden ayrışmalar, kopuşlar, tekfirler….oluşmuş, farklı sünnet algıları meydana gelmiş, hatta bu çelişkileri görüp resule yakıştıramayanların  inançlarını, sünneti tamamen reddetme hadsizliğine getirdiklerini görmek mümkündür.!..  
  Kuran’ı belirleyen değil belirlenen olarak değerlendiren gelenekçilerin,   Allah resulünün Kuran’ı açıkladı iddialarında bile samimi olmadıkları görülebilir. Nasıl mı?  Gelenekçiler,  Kuranın açıklanmasını bile resule  ikinci bir vahiy olarak vasıtasız geldiği iddia ettikleri gizli gayri mev-lüv adı ile adlandırdıkları zan ifadelerine dayandırırlar! Dolayısıyla  onlara göre resulün sözlerinde ve  örnekliğinde insani bir boyut yoktur! Tüm uygulamalarını  ikinci bir vahiyle yaptığından onların bağlayıcı ve sabit olduğunu ileri sürerek sünneti de  nass hükmünde görürler! Bu kadarla kalsa ya!  Sahih olduğu iddia edilen kitaplarda gecen tüm rivayetleri de dinin temeli olarak  ileri sürüp, onların vasıtası ile,  dine yeni ölçü ve kurallar ilave ederek  dinde artırım yaptıkları,  hayatın her alanını dini bir kurala bağladıkları görülür!  Velev ki bu rivayetler Kuran’a, kendi içinde bir biri ile, akla ve insan fıtratına ters olsa bile!
Kuranı yeterli bulmayıp  Allah resulünden  yedi sekiz nesil sonraları toplanmaya başlanmış, zan içerikli kat’ilik taşımayan, farklı kültürlerin geleneklerinden oluşan  içi mucize ve gayp bilgileri ile doldurularak, her bir anlatımı hadis adı ile  kitaplaştırılan ifadelerin sünnet olarak algılanması  Müslümanlar arasında büyük kopuşlara neden olmuş ve halen bu etkisini sürdürmeye devam etmektedir.
Bu fahiş hataya çok aşırı tepki gösterenler, Kuran’ı önceleme iddiası ile  kendi içinde farklı anlayış içine düşmüşlerdir.! Bu iddiayı dillendirenlerin bir  kısmı sünneti Kuran bütünlüğü içinde ararken, bir kısmı da  Kur’an bütünlüğünden kopuk parçacı yaklaşımlarla Allah resulünün örnekliği rolünü yok sayabilmekteler!.  Kısaca O’nu sadece bir elçi konumunda görülebilmekteler!
Kuran’ı önceleyen ve merkeze koyanların büyük çoğunluğu;  Kuran’da hüküm belirten,  açık, anlaşılır net ve muhkem ayetleri  Resulün  eylemleştirmesi, sosyalleştirmesi  hayata uygulamasını sünnet  olarak nitelendirmekteler. Nitekim resul hüküm belirten vahiy kendisine ulaştıkça onu hayata uygulamış ve sahabesine öğretmiştir. Onlarda çocuklarına. Mesela  Namaz;  vakti, rekatları ve  kılınışı nesilden nesile değişmeden bütün Müslümanlara   ulaştığından  bu sünnet  mümin için kesinliği ifade eder.  Sünnet   Zanni değil kati delillere dayanmalıdır.  Dolayısıyla sünnetin söz üzerinden değil  bir vakıa ve fiil örneğinden gelmesi gerekir. Yüce Allah kitabında  Resulünün  nerelerde  örnek alınmasını ve itaat edilmesi gerektiğini yeterince açıklamıştır.  Resulullah’ın  insan olarak vahiy öncesi ve vahiy sonrası durumu, bilgi kaynağı, görevi, kendisine yapılan gaybi yardımlar, ayrıcalıklı özel halleri, itaat edilmesi ve hüküm vermesi konusundaki yetki ve sınırları, kendisine yöneltilen uyarı ve ikazları içeren ayetler  yeterli düzeyde olduğundan,  Allah resulünün konumunu ve sünnetinin değerini aydınlatmakta ve anlaşılmasına yardımcı olmaktadır.  Dolayısıyla sünnet Kurana paralel yeni bir anlayış değil, Kitap  tarafından belirlenendir. Görüşünü savunmaktadırlar.. Her müminin iman etmesi gereken ilke,  Kuran’ın üstünde hiçbir kaynak dine yeni bir görüş ve ilke getiremez.  Allah Kuran için;  açık, açıklayıcı, anlaşılır ve yeterli  demesine rağmen onun anlaşılması ve tamamlanması için ayrıca gizli bir vahiy gönderdiğinin iddia edilmesi  zaten Kuran’ın kendisine tezattır. Allah böyle tezatlıklardan beridir. Resul ise Allah’ın sözü üzerine  asla söz söylemez.  O’nun örnekliği Kuran’ın bir emridir. Yaklaşımını sergilemektedirler.


MÜSLÜMANLAR BİR BİRİYLE NEYİN KAVGASINI VERİYORLAR
Müslümanlar arasındaki tefrikanın en belli  başlı sebeplerinden birisi de peygamber tasavvurundaki farklılıktan kaynaklanmaktadır. Nedir bu farklılık? Bunlardın sonuçları neticesinde nasıl bir din anlayışı ortaya çıkıyor? diye bakacak olursak;
MÜSLÜMANLARIN BİR KISMI NIN PEYGAMBER ALGISI; Resul Allah’tan aldığı  emirleri insanlığa tebliğ ettiği gibi  aklını, öngörüsünü, şartları dikkate alarak, hiçbir şeyi şansa bırakmadan tam bir sanatkar ustalığı ile kitabın maksadına uygun işleyip hayata uygulayıp sosyalleştirmiştir. Kuran ile övülen örnekliğine bakıldığında, mesajların nasıl yapıldığından ziyade niçin yapıldığına yönelik, maksadın ön planda tutulduğu görülür. O’nun ahlakı, maksada verdiği önem daima fiillerini nasıl yaptığının önündedir.  Tabiri caiz ise, O, Kuran’ın insana dönmüş halidir. Sünneti ise; Allah’ın yapınız dediği emirlerin; akıllıca, en nazik, güzel ve insana yakışır biçimde yerine getirilmesindeki sanatkârlığıdır. Kırmadan, dökmeden, üzmeden, bağırıp çağırmadan, bu emirleri uygulamadaki sanatı…Onun örnekliğidir. Mesela O komşusu açken sofrasına oturmamıştır.  Çocukların gönlünü daima hoş tutmuştur. Kimseye bağırıp çağırmamıştır. Kimsenin fiziki yapısı ahlakı ile alay etmemiş, yakınlarını da bu konuda uyarmıştır. Uyguladığı  fiillerine yönelikte güzel veciz sözler söylemiştir. Bir örnek verilmesi gerekirse “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” sözüne bakacak olursak, bu duruma muhatap olan bir Müslüman elbet kafir olmaz. Ancak nebinin konuyu işlemekteki zarifliği inceliği nezaketinin ifadeye dönüş biçimi, insanları hayra teşviki, yani onun üslubu onun örnekliği ve sünnetini oluşturmaktadır. İfade edilen söz insana insanlığa bir fayda içeriklidir. Kuran’a uygundur. Kullanılış biçimi harikadır.
 MÜSLÜMANALARIN ÇOĞUNLUĞUNUN  PEYGAMBER  VE SÜNNETİ ANLAŞILMA BİÇİMİ  İSE;  peygamber  iki tür vahiy almaktadır. Birincisi  Kuran’dır.  Burada Allah ın emirleri sınırlı ve anlaşılmaz şekilde  yer almaktadır. İkinci vahiy gizli gelmektedir. Doğrudan kalbine inmektedir. Buna gayri metlüv denmektedir. Bu vahiy  Kuran’da  eksik olanları tamamlar. Ayrıca  Kuran’daki hükümlerin nasıl yapılacağının tarifi ile birlikte Allah ın Kuran’da belirtmediği diğer hükümlerin  neler olduğu ve bunların da nasıl yapılacağına yönelik bir açıklamadır!. Biraz daha açıklamak gerekirse
Ortada melekleştirilmiş tabiri caiz ise robot bir peygamber var. O Sadece kendisine gelen iki tür vahyin birini insanlara tebliğini sağlıyor. Diğer vahiy ile de, birinci vahyin Allah tarafından nasıl açıklandığının insanlara anlatımı ve oradaki hükümlerin neler olduğunun açıklanma görevini  yapıyor!. İhtiyaç duyduğu alanlarda da Cebrail’den yardım alarak emirleri şekillendiriyor! İnsan olarak kendisinin ortaya koyduğu hiçbir şey yok. Zira O’nun özgün iradesine bırakılan hiçbir şey yok. O adeta melek! Bu algıyı güçlendirme adına bu konu ile alakası olmayan  necm 3 deki ayeti delil gösterilmesi ümmet arasında geleneğin din haline gelmesini büyük oranla sağlamış bulunmaktadır!. Oysa vahyin resule geldiği dönemde, Mekkeliler gibi sıradan bir hayat yaşayan Allah resulü bir gün halkın karşısında çıkarak kendisine vahiy geldiğini ilân etmesi üzerine, buna karşılık Mekkeliler de onun delirdiğini, cinlendiğini, sapıttığını ileri sürmüşlerdir. Mekkeliler bununla da kalmamış, Muhammed (as)’in vahiy ile aldığını söylediği sözleri kendisinin uydurduğunu, bunu da kendi hevasına, kuruntularına ve çıkar beklentilerine kapılarak yaptığını iddia etmelerine karşın, yüce Rab’bın vahiy ile topluma seslenişidir. Bu ayetlerin geliş sebebi.. Ayetin söylediği de Necm “(1-4) “Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız Muhammed sapmadı, azmadı. O, arzusuna göre de konuşmuyor. Bildirdikleri, kendisine vahyolunan bir vahiyden ibarettir” Başka bir olayda bir savaş sonrası ganimet dağıtımında resulün uygulamasına itiraz edenlere karşı yüce  Rab haşır 7 de  “ peygamber size neyi verdiyse onu  alın” diye seslenmiştir. Bu  ayetleri  konumundan kopartıp Allah resulünün gündelik hayatında her bir sözünün her bir hareketinin vahiy olduğuna delil teşkil ettirilmesi peygamber algısında büyük bir uçurum oluşturmuştur! Din içinde yeni dinlerin fırkaların  yerleşmesine neden olmuştur! Bunun gündelik hayatta ve peygamber anlaşılma bicimi;
 O’nun konuştuğu her bir şey ile yaptığı her bir şey vahye bağlı!  Böyle bir peygamber algısı topluma yerleştirilince Onun yemek yeme şekli, tuvalet yapma şekli, yatıp uyuma şekli, giyinmesi, nefes alıp vermesi, kısaca yaptığı her bir şey atlamaksızın atılmaksızın  vahiy ürünü olduğundan din sayılmaktadır. Resulün bütün davranış ve sözleri  Kuran’da geçmiş olsaydı farz sayılacaktı. Ancak yapması ve konuşması  gayri metlüv vahiyde belirtildiği için bütün fiillerinin şekli sünnettir!! 
Dikkat edilirse anlayışın ürettiği sünnette insana ve insanlığa katma değer üretmeye yönelik pek bir şey görmek mümkün değildir. Doğrudan arap geleneğinin yaşanmasını bile bir vahye bağlanmış olmasını!!! Sarıklı kılınan bir namazın aşırı övülmesi!  Bundan elde edilen sevap bile cennetin  kazanıla bileceği imalarının verilmesi! Vs. Bu  bakış tarzının oluşmasında   dinin  değil Arap geleneğinin baskınlığı görülür!
 Bu anlayışta, Muhammed Allah'ın nurundan ilk yaratılandır. Allah’ın sevgilisidir! Kainat ondan ve onun için yaratılmıştır. Doğar doğmaz ümmeti için secdeye kapanmıştır! Sünnetli doğmuş, o gece alem nura gark olmuş, putlar yere düşmüş, ateşpereslerin ateşi sönmüştür! Başının üstünden beyaz bir bulut gittiği yerde onu takip eder, Safi nur olduğundan gölgesi yere düşmemiştir!. Hiç ihtilam olmamış, vücuduna pire sinek vs. gibi haşerat konmamıştır. Kakası dahil geçtiği mekan günlerce misk-ü amber gibi kokar, kakasını toprak hemen yutardı! Onun sümüğü, idrarı ve dışkısı dahi şeriftir. Önüne çıkan zorlukları mucizelerle aşar, isterse ayı ikiye böler, güneşi batışını engeller, parmaklarından su akıtır. Bir bardak süt ile bir orduyu doyurur. Namazda önünü geçen çocuğa beddua ederek  felç olmasını sağlar. Sol elini kullanan bir  adama sağını kullanmasını söyler. Adam kullanamadığını söylemesi üzerine,  kötürüm ol der! Adam sol yanını bir daha kullanamaz!. Bir gecede bütün hanımlarıyla beraber olmuştur!  Otuz kırk erkekten seksi yönden  daha güçlüdür. O ölmemiş olduğundan halen hanımlarıyla cinsel ilişkiye girer.(herhalde hanımları da ölmemiştir1) Dokuz yaşında kız çocukları ile evlenmekte beis görmez! Allah’ın azap yapmak istediklerini şefaat ederek kurtarır!.  Allah namazı 50 rekat farz kılar, o beşe indittirir! Dolayısı ile Allah tan daha şefkatli bir görünüme sokulur!.  Haşa O Allah değil, ama O'ndan başka da değildir. İşte müşrik inancının ürettiği PEYGAMBER!
Bunlar bizim sahih adı ile dinde kaynak olarak gördüğümüz rivayetin getirdiği anlayıştır! Toplumun dinini şekillendiren kaynaklarımız!...
 Kuran Resul için insan demesine rağmen böylesi bir insan olabilir mi? Bu güç ve kudretteki bir insan bu hayata nasıl örneklik teşkil edecek?..!
Allah Allah…! Bu nasıl bir din yarabbi…. Acaba diyorum Allah resulü öncesi cahiliye dönemine mi döndük! Atalar dininin yeni bir tezahürünü mü yaşıyoruz. Kuran’a bakıyorsunuz hiç böyle bir şey söylemiyor. Eğer modern dönemin cahiliye kafasını yaşamıyorsak, pekiyi bunlar nerden çıkıyor!..?
ALLAH RESULÜNÜ  KURAN DIŞI ALANLARA ÇEKENLERİN BU İŞTEN KAZANÇLARI NELEERDİR?..!..?
Allah resulünü  mucize ve kerametlerle donatarak insani yönünü sıfırlayıp, melekten bir peygamber icat edilmesinin kaynağı elbette rivayetlerdir.  Bu rivayetleri uyduranlar; Allah resulünü  kendi iradesi ile hiçbir şey yapamayan bir kuklaya çevirdiklerinin farkında değiller miydi?..! Bütün bu hokkabazlıklar iyi niyet ile mi yapmışlardı!..? Peygamber her sıkıştığı ortamda, mucize göstermesi, gayba vakıf olması,  Kuran dışı gayri metlüv vahiy aldırılması yada Cebrail’in yardıma yetiştirilmesi bir peygamber sevgisi miydi acaba!..? Yoksa bundan ziyade yeni üretilecek sahte resul, şeyh, mürşit, gavs, adları ile  dine sokulmaya çalışılan sahtekarlıklara alan açma, onlara tabi olacak köle ve kişiliksiz toplumlar oluşturma manevraları mıydı!..?  Sonuçtan bakıldığında görünen  ortada!. İslam dünyasının bugünkü hali!  O günkü gayretler ta o zamandan meyvesini vermiş üretilen sahteliklerin her birisi yeni yollar icat etmiş, ümmet bölük pörçük olmuş!  Allah tan gayrimetlüv vahiy aldıklarını iddia ederek Allahtan rol çalanlar; kendilerini kurtarıcı konumuna getirmişlerdir. Kendilerine bağlananlara her türlü naneyi yemiş olsalar dahi son nefeste imanı kurtarıp, dolayısıyla cennet garantisi verdikleri görüyoruz! Bunlarla birlikte emeksiz dünyalarını da mamur etme sihirbazlığını öğretileri de mevcut! . Nedir bunlar?  Dua, salavat, rabıta, hatme  yaparak  çalışmadan da,  zengin olmak, sınıf geçmek, başarılı olmak, bir okus pokus ile isteklere ulaşılması gibi akla ziyan etkiler-yetkiler üretilmiştir!...
 Bunlarla kalınsa ya; Allah resulün ün  saygı gösterdiği birey, saygı değer insan; bunların karşısında  düşünmeyen akıl etmeyen, aklı bağlandığı kimselere teslim eden, sorgulamayan, şeyhin sözünü  Allah ın sözünün  üstünde gören, insan putlar karşısında yerlerde sürünen , el etek öpen, sünepe insan kişiliğinin yok edilerek sıfırlama duygularının din diye verilmesi….. …..
Bütün bu ve buna benzer ne kadar söz ve davranış varsa bunların hayata geçirilmesi Allah resulü üzerinden yapılmıştır. Allah resulü ded ki!!!...ile başlayan bu tür yalanları Kuranda ki ilgili ayetlerin altına da yapıştırdı mı, aynı sözü haşa Allah da söylemiş oluyor!!!   Resulü konuşturdukları yetmiyormuş gibi, Kuran’da  Allah’ın maksadı dışında konuşturulmuştur. Uyanmak gerek zira şeytan insanı iyi niyet tuzaklarıyla avlıyor.. Her insan bulunduğu noktayı kuran ı hakem yaparak sorgulaması gerek. dini şekilden ziyade özden anlamamız gerek. Din diye ortaya konan şeylerin nasıl yapılacağından ziyade niçin yapılması gerektiğini yani maksadı öncelememiz gerek. Niçin leri öğrenen insan nasılı zaten öğrenir.

HANGİNİZ  MUHAMMED?.....!
Bir Allah resulü,  Bir nebi ki…. Bir toplumun, bir grup insanın yanına geldiğinde kimsenin kendisi için ayağa kalkmasına rıza göstermez.  Boş olan yere oturur. Diğer insanlardan görüntü ve giysi yönünden hiçbir ayrıcalığı yoktur. Toplumun dertleri meşveret edilmektedir.  Bir yabancı,  kalabalığın içine dalar.  Gayet telaşlıdır.  “ HANGİNİZ MUHAMMED?” diye sorar. Zira toplulukta farklı birini göremez.  İçlerinden birisi gayet  nazik  normal bir ses tonu ile “BENİM MUHAMMED”  der….  Aman Allah’ım..!  Bu ne mütevazılık… Üstelik bu kişi  ALLAH ın elçisi dir. Hem de devlet başkanı.  Örnekliği ile Allah tarafından insanlığa takdim edilen,  ahlak abidesi.. 
Etrafında bulunan ve bulunmayan bütün arkadaş dost ve akrabalarından  hiç birisi,  O’nun  yüzünü görüp,   ayaklarına kapanarak, O’nun sac ve sakalını öperek , abdest suyunu içmeye kalkarak,  cennete gidileceğini düşün kimsecik yok!. Üstelik böyle bir beklenti içinde olan da yok!.   Öyle bir vadi de yok. İnsanı putlaştırmaya yönelik eylemlere son derece mesafeli, bu konuda sık sık ikazları da var.  Zaten kendisinin gönderilme amaçlarından birisi de bu tür içinde şirk barındıran eylemleri karşı mücadeledir. … Kuran ın anlattığı Allah resulüne baktığınızda, Allah ın O’na biçtiği rolü, O’nun görev ve yetkisinin sınırlarını  bütün sahabe bilmekte. Allah resulü onlara bir şey tebliğ ettiğinde soruyorlar; Ya resulullah bu senin içtihadın mı? Yoksa Allah’ın emri mi? Bunu niye sorarlar? Allah resulüne güvenmediklerinden mi?  - Hayır asla! Ona kendilerinden fazla güvenmekteler.  Ama bu sorgulama resulün  öğretisinin sonucudur.  Nedir bu öğretisi?  Resul  (elçi) sıfatıyla ona gelen vahyi,  eksiksiz, zamanında  insanlara olduğu gibi açıklaması yani tebyin görevini yerine getirmesi.  Buna kimse itiraz etmez.   Allah doğru söyledi derler.  Sorguladıkları şey,  nebinin içtihatlarıdır.  Zaman zaman nebinin  içtihatlarına sahabe katkı yapar,   Âl-i İmrân sûresi: 159 de  belirtildiği üzere nebi sahabe ile   müşavere yapar.  farklı görüşler dinlenerek sonuca varılır.  Yönetime  toplumda katkı sağlamış olur.   Ortada aklını teslim etmiş, süklüm püklüm bir sahabe yoktur.  Bu görüntü;  Allah resulünün  23 yıllık dini tebliğ ve örnekliği sonucu oluşturduğu toplumun geldiği son nokta.   Özlemini duyduğumuz bir kare! Benzemeye çalışalım derken ürettiğimiz şeyler her saniye bizi ondan uzaklaştırıyor. İşte çakma kopyalar!
GÜNÜMÜZDEKİ  MANZARALAR!
Cadde iki yanlı boydan boya kadınlı erkekli insanlarla dolu… Umutla heyecanla birini bekliyor!  Onun yüzünü görüp, elinden tutup öpebilsin!  Onun gözü ile görülebilsin ki, cennete gidebilsin.! Saatlerce bekleme sonunda dört beş iri adamın tabut vari bir salın üzerinde  zor taşıdığı iri yarı bir zat çıkageliyor! Adam;   cübbeli, sarıklı, sakallı,  iyi bakımlı ve güneşe fazla çıkamamış olmalı ki yüzleri de bir hayli parlak!,  Fakat,  sürünerek yaklaşanlara, elini ayağına sarılıp öpmek isteyenlere elini zor verip,  etrafa zor baktığından anlaşıldığına göre,  yaşlılık ve rahatsızlık nedeni ile kendi kendini taşıyamaz duruma gelmiş!.  Kendisini görerek cennet umanlara görüntü vermeye çıkan  bu  fani  zat,  Bir kısım insanlar tarafından alim olarak bilinir.…! İyi de nasıl bir alimdir ki, üstelik adına yazılmış  piyasada tefsir kitabı da var.   Allah resulünün yüzünü görenlere  cennet vadi yok iken, bunlara bu torpili rüşveti kim veriyor?..!  Bunlar yeni moda bir din görüntüsü mü!..?  Eğer öyle değilse,    Onun yüzü Allah resulünün yüzenden daha mı  kıymetlidir!..? Bu görüntü   dinde  yenilik yada  reform mudur!..?  Ya da islam adı ile yeni bir din mi geldi!...?
Bir başka manzara;  İri  yarı, cübbeli sarıklı sakallı bir adam!  Son model gayet lüks bir araç, korumalar etrafta fır fır dönüyor.  Gayet iyi bir giyim, besili olmalı ki, eli yüzü parıl parıl parlıyor!..  Etrafında bir yığın insan..  Yüzlercesi uzaklardan taşınmış, yol yorgunluğu,  çoğu ser sefil!..  Onlara nasihat veriyor. Din anlatıyor..“Gavsın evlatlarına yakınlarına hizmet edeceksiniz, onlara kul köle olacaksınız, bunlar sizin üzerinize farzdır vaciptir, sünnettir” deyip nasihatine devam ediyor. Sonrası gelenlerden tövbe alınıp hatme tarifi yapılıyor.  İlerleyen sürede  acıkan garibanlara gizli borudan kazanlara akan,  bitmeyen çorba imajı ile keramet vurgusu  eşliğinde  acık mekanda, ayak üzere  bulgur çorbası servis ediliyor!... Karnı doymayan insanların  hemen yanı başlarındaki gavsın evlatlarının lokantalarından, karnını doyuruyor.  Farz vacip ve sünneti yerine getirmek içinde evlatların mağazalarından  bolca alış veriş yapılıyor.    Onlara göre dinin en güncel sorunu,  gavsın evlatlarının rahat etmesi, onlara kul köle arayışı, çiftliklerde bedava çalışacak köle işçiler.!  Üstelik bu cahil sürülerinin bir çoğu Kitabı yüzünden okuyacak ne kapasitesi ne de yeterlilikleri var… İnsanlar bunların etrafında toplanıp şefaat umuyor. Gelenlere bolca gavsın kerametleri anlatılıyor. Rüyalarda  gavsın  müntesiplere  şefaatinin nasıl  gerçekleştiği  vuslatın son noktası!  Gavs, kibrit kutularının içinde taraftarlarının ruhlarını cennete taşıyor.!...... Herkeste bir mutluluk, bir rahatlama…!
Aşağı yukarı bir birine benzeyen islam dünyasındaki binlerce örnekten iki kesit!
Yine onlarcasından bir tanesi; Asrın son 33’cü müceddidi  iken vefat etmiş ama kılıç kınından çıktığı an daha iyi  kesmesi gibi, vefatı her şeyi bitirmemiş!  Kainatın ve müritlerin  üzerine tasarrufu hala devam etmektedir!. Tabi bunu zahiriler anlayamaz. Zira bu tasarruf, ehline malumdur.  Efendi hz.lerinin içtihadına göre kıyamet iki bin yılında kopacaktı. Ancak yürüttükleri Kuran’ı yüzünden okuma  hizmetleri sayesinden Allah dünyanın ömrünü uzattı! Bu yol öylesi bir yol ki, demirden ayakkabı giyilse o eskiyene kadar bütün dünyayı dolaşılsa bulunmaz iken, Kısmeti olanlar, geçmiş atalardan birisinin duasını alanlar  ancak bulabilir! Kadınların hac’ca gitmesi sakıncalıdır. Şu an bankaların verdiği faiz de faiz değildir. Zira, ülke islam ülkesi değildir! Günlük ibadetleri dışında Nakşi ve kadiri hatimlerinin yanında günlük rabıta yapılır. Beş yıldızlı yurt yapımı için paraya çok ihtiyaç vardır. Çok para yardımı yapanların itibarları da çoktur! Çok kuran okunur. Anlamına pek ihtiyaç duyulmaz. Zaten büyük alimler maksadı kitaplarına yazmıştır. İsteyenler onlardan okuyabilir. Ama en itibarlı kitap anlamına ihtiyaç duyulmayan Kuran’dan sonra  Rabbani nin metubatı dır. Tabii  ağabeylerin bilgisi de! 
SONUÇTAN ANLAŞILACAĞI ÜZERE;  Ülkemizde vatandaşa anlatılan yada vatandaşın anladığı din anlayışının özetinden bir kısmı bu! Daha Kuran’ın üzerinde tutulan,  gece gündüz ibadet niyetiyle okunan risalecilerden bahsetmedim. Risaleyi oku  gir cennete! Risaleyi haşa Allah dikte ettirmiş ya! Kuran okuma  insanı kurtaramaz iken!!!
Bunlardan her hangi birine girilerek,  Emeksiz, amelsiz istediğin kadar yoldan çıkmış, kul hakkı yemiş ol, ne olursan ol!  Birilerine bağlanıp  yüzünü görüp, elini ayağını öperek, imkanlarını onların emrine vererek,  arazilerinde bedava çalışarak, onların gözü ile görülerek, sözlerini din olarak kabul ederek,  onların yüzü suyu  hürmetine cennette gideceğini  uman bir  anlayış!..                                                                                          Hem   Kuran’ iman esaslarınızdan biri olacak, hem onun ne dediğinden haberiniz olmayacak! Üstüne üstelik Kuran’ın reddettiği şeyleri din adına hayatınızın bir parçası olacak! Bu anlayışlar son yüzyılda üretilen bir şey değil! geçmişin mirası!  Dini daha iyi yaşamak adına farklı amaçlar uğruna dine sokulan hurafelerin kitaplaştırılması ve onların Kuran yerine konulmasının sonucudur.  “Kuran anlaşılmaz yalanını” ilaç diye yutanların geldiği nokta.! Birileri tarafından atanan sonra da  evliya diye pompalanan çakma resullerin sözleri, eylemleri fersah fersah  makam olarak Kuran’ın ve nebinin üstünde!.                                        Bu yapıların elinde dini öğrenenlerin tek hakikati yukarda anlatmaya çalıştım.  Bunların düşünme ve araştırma özgürlükleri ellerinden alınması nedeniyle farklı hiçbir görüşe tahammülleri yoktur. Ama ilahiyat eğitim alıp da bunların değirmenine su taşıyanlar tarih boyunca azımsanmayacak kadar çoktur.
KURAN  bu kadar gündemde ve acık iken, buna rağmen herkes bulunduğu noktadan o kadar emin ki!.. Bu Kuran’ acaba herkese ayrı şeymi söylüyor diyesi geliyor insanın! Elbette öyle değil. Bu inanç bicimi ve davranışların ayakta kalması;  Kuran yetersiz bulma,  güvendiği kitaplardaki yalanları Kuran’ın anlamı zannetme, sünneti şekle indirgeme, Kurtarıcılara umut bağlayarak beleşten cennet arzusundan gelmektedir.
İşin aslı ise;  insanı yücelterek putlaştır şirk batağına düş!

ALLAH VE RESULÜNE UYUN VE İTAAT EDİN NE DEMEK
Yüce Rab, insanı yarattı. İnsanın mutlu ve güzel bir hayat sürmesi içinde onlara peygamberler vasıtası ile yol gösterdi. Vahiy gönderdi. Gönderdiği vahiyde, elçi tayin ettiği resullere sakın ha sizler benim sözlerimden zerre sapmayın. İkinci bir paralel yol icat etmeyin dedi. Elçiler,  Allahtan aldıkları emirleri eksiksiz, geciktirmeksizin insanlığa tebliğ etti. Yüce Rab emirlerini tebliğ edene Resul (elçi) derken, uygulayan aynı kişiye resul sıfatı ile karıştırılmasın diye de Nebi dedi.  Yüce Rab resuller vasıtası ile bütün insanlığa, “Allah ve resulüne uyun, itaat edin “ dedi. Bu çağrıyı insanlar iki şekilde anladılar.
Birincisi, Allah ın sözlerine, emir ve nehiylerine uyulması, ayrıca resullerin de emir ve nehiylerine de uyulması. Şeklinde anladılar.
İkinci görüşte, Allah kendisi doğrudan hiçbir insan topluluğuna seslenmedi. Baştan beri bütün emirlerini insana hemcinslerinden seçtiği birisi ile iletti. Seçtiği elçiler de, Allah’ın emirlerini insanlığa eksiksiz tebliğ etti.   İnsanlar bu emirlerin Resuller tarafından icat edildiğini sanmamaları için de  Resullerin, sizlere tebliğ edilenleri sakın onların sözleri ve fikirleri sanmayın. Onların bütünü benimdir. Demeyi de ihmal etmedi.  Necm 2: Arkadaşınız (Muhammed) ne sapmıştır, ne de azmıştır., Necm 3: Ne de kendi kişisel arzusundan konuşmaktadır. Necm 4: O (nun konuşması kendisine ) vahye dilenden başkası değildir.
Elçinin getirdikleri kendi sözleri değil, Allah’ın sözü olduğunu söyleyen yaradan, bir başka yerde de, elçiye itaat ederseniz Allah’a itaat etmiş olursunuz demiştir.  Dolayısı ile elçiye uyup itaat etmek aslında Allah’a itaat anlamındadır. Zira zaten elçi de Allahtan aldığı vahye uymaktadır.   Görüldüğü gibi elçi vahyi Allahtan aldığı gibi insanlara tebliğ etmektedir.  Onun getirdiklerine itaat ne anlama geldiğine bakarsak;                                                                                                                            Maide 92: Allah’a itaat edin, resule itaat edin, sakının. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin: Bizim resulümüze düşen sadece apaçık bir tebliğdir.                                                                                       Teğabün 12: Allah’a itaat edin, resule de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz resulümüze düşen, apaçık bir tebliğden başkası değildir.                                                                                                                              Kuran’da Allah’a itaat etmiş olmanın ispatı olarak onun resulüne yani elçisine itaat birlikte anılıyor. Dikkat edersek, bu noktada hep resul yani elçi kelimesi kullanılıyor. Kuranda itaat söz konusu olduğunda hep “resul-elçi” kavramının kullanılmasının hikmetini de anlamış olmamız gerek..                                         Biz vahiy ile ancak Resul ile, yani elçi’leri aracılığı ile muhatap olabildiğimize göre,  itaat söz konusu olduğunda Allah ile elçi hep birlikte anılmıştır. Yani, elçi’ye itaat etmeden vahye muhatap olmak zaten mümkün olmayacaktır.                                                                                                                                           Allah, kendi sözlerini bize sadece resulleri aracılığıyla bildirdiği yani resulün sözü Allah’ın sözü olduğu için resulün helal kıldığı Allah’ın helal kıldığı, haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
Araf 157 de “onlar ki, ellerinde Tevrat ve İncil'de tanıtılmış bulacakları Rasul'un, o Kitap Ehli'nden olmayan peygamberin izinden gidecekler; (o peygamber) onlara iyiliği emredip kötülükten sakındıracak, temiz ve yararlı şeyleri onlara helal kılıp pis ve zararlı şeyleri onlara yasaklayacak; sırtlarına vurulmuş olan yüklerini indirip öteden beri (özgürlüklerine) vurulan zincirleri çözecek. Sonuçta ona inanan, onu el üstünde tutup destekleyen ve ona yücelerden bahşedilen ışığın ardına onunla birlikte düşenler kurtuluşa erenler olacak.”
Yukarıdaki ayetlerde “o kendi heva ve hevesinden konuşmaz” diye işaret edilen peygamberimizin hemen her konuşmasını, iki dudağı arasından çıkan her şeyi  kapsadığını düşünmek büyük bir hatadır. Orada işaret edilen sadece vahyin olduğu gibi tebliği konusunu kapsar. Zira onlar insandır. Allahtan aldıklarını eksiksiz tebliğ etmek bir görev ve sorumluluk iken insan olarak onları uygulaması aynı şey değildir.
Sözün özü, Elçi’ye itaat etmeden Allah’a itaat de mümkün olmayacaktır.
Yukarda belirtildiği üzere Allah, Kuran’ın emirlerini sosyal hayatta uygulayıcı olana da  Nebi dedi.  Nebiler, Allah’ın  emirlerini maksat ve amacına yönelik sürdürdükleri faaliyetlerini aklını öngörüsünü, geleneği, dikkate alarak  uygularlar.  Uygulama şekilleri onların kişisel içtihatlarıdır. Uygulama aşamasında Nebiler hata da yapabilirler. Nitekim, Kuran’da nebilerin bir çok uygulamaları eleştirilmiştir. Misal, Yüce Rab; İbrahim aleyhisselamın müşrik olan babasına ettiği duayı, Nuh aleyhisselamın oğlu ile ilgili çağrısını örnek almayın demiştir.
Abese 1- (Peygamber) Yüzünü ekşitti ve döndü. 2- Kendisine âmâ geldi, diye. 3- Ne bilirsin, belki o temizlenecek? 4- Veya öğüt belleyecek de öğüt ona fayda verecek. 5-Ama buna ihtiyaç hissetmeyene gelince 6-Sen ona yöneliyorsun. 7- Onun temizlenmemesinden sana ne? 8- Ama sana can atarak gelen 9- Allah'tan korkarak gelmişken 10- Sen onunla ilgilenmiyorsun. 11- Hayır hayır, sakın. Çünkü o Kur'an bir öğüttür.
Şuara 3-(Resulüm!) Onlar iman etmiyorlar diye adeta kendine kıyacaksın! 4- Biz dilersek onların üzerlerine gökten bir ayet (mucize) indiririz de, ona boyunları eğile kalır.
Enam 35-Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldiyse, haydi gücün yetiyorsa yerin içine (inebileceğin) bir delik, ya da göğe (çıkabileceğin) bir merdiven ara ki onlara bir mucize getiresin! Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzerinde toplardı. O halde cahillerden olma!
Hud 112- İşte bundan dolayı emrolunduğun gibi doğru ol! Beraberindeki tevbe edenler de (doğru olsunlar). Aşırı gitmeyin! Muhakkak ki O, bütün yaptıklarınızı görüp durmaktadır
Kâfirun 1-De ki: Ey kâfirler 2- Sizin taptıklarınıza ben tapmam.
Bakara 144-Doğrusu, biz, yüzünün semaya yöneldiğini, orada şekilden şekle geçerek, aranıp durduğunu görüyorduk. Artık seni hoşnut olacağın bir kıbleye çevireceğiz. Haydi bakalım, yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Siz de ey müminler, nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa doğru çevirin! Kendilerine kitap verilmiş olanlar da kesinlikle bilirler ki, Rablerinden gelen o emir haktır.  Ve Allah, onların yaptıklarından ve yapmakta olduklarından gafil değildir.
Tevbe 80- Onlar için Allah'tan ister mağfiret dile, ister dileme. Onlar için yetmiş kere mağfiret dilesen de yine Allah onları affetmeyecektir. Bu, onların Allah'ı ve Resulünü inkâr etmelerinden dolayı böyledir. Allah, böylesine baştan çıkmış fasıklar güruhuna hidayet etmez.
Tevbe 84-Ve onlardan biri ölürse asla namazını kılma ve kabrinin başına gidip durma. Çünkü onlar Allah'ı ve Resulünü tanımadılar. Ve fasık olarak can verdiler..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen yorumlarınız küfür hakaret içermesin. Kendi görüş ve düşüncelerinizi ekleyebilirsiniz.

KURAN VE NEBEVİ SÜNNET: BUGÜNKÜ HALİMİZİ BEN BÖYLE OKUYORUM! YA SİZ!!!?

KURAN VE NEBEVİ SÜNNET: BUGÜNKÜ HALİMİZİ BEN BÖYLE OKUYORUM! YA SİZ!!!? : MAKSAT DİN KAYGISI VE HAKİKATLERİN ORTAYA ÇIKARTILMASI İSE ; insa...